TASAVVUFUN ÖZÜ
Özünü Kur’an’dan ve hadislerden alan tasavvuf, başlangıçta bireylere özgü ruhsal bir yaşama biçimi durumundaydı. Zamanla bir bilim olarak gelişen tasavvufta inşam “kemal mer-tebesi”ne eriştirecek olan en sağlam yol olarak “usul-i aşare” (on usul) kabul edilmiştir: Tövbe; zühd; tevekkül; kanaat; uzlet; zikir; Hakk’a dönme; sabır; murakabe; rıza.
Tasavvuf, gelişmesi sürecinde bireysel niteliğini yitirip kamusal bir nitelik aldı. Tasavvuf yoluna girecek insanlara yol göstermek üzere örgütlenmeler başladı, örgütler kendi yöntem ve kurallarını oluşturmaya yönelince de tarikatlar ortaya çıktı. Tasavvuf felsefesi de bundan sonra tarikatlar aracılığıyla geliştirildi.
Sufi ve tasavvuf sözcüklerinin VIII. yy’da ortaya çıktığı ileri sürüldüğüne göre, tekkeler ve giderek örgütlenen tarikatlar da bunu izleyen yüzyılda ortaya çıktılar.
ÖzelliHe Horasan, Irak, Suriye ve Mısır’da toplanan Sufiler, Hz. Muham-med’den başlayarak, bütün din ulularını, Ehlibeyt imamlarım bütünüyle tasavvuf ehM olarak gösterirler. İlk sufi adını alan Ebu Haşim-i Kûfi’dir. Tasavvufun ilk temsilcileri arasmda Ebu
Haşim’den sonra İbrahim ibni Edhem (öl. 777), Davud-i Tai (öl.781), Şakik-i Belhi (öl. 790), Fudayl bin İyad (öl. 797),Maruf-i Kerhi (öl. 815), Bişr Hafi (öl. 841), Ahmed bin Hıdraveyh (öl. 854), Haris bin Esedül-Muhasibi (öl. 857), Ebu Türab-i Nahşebi (öl. 859), Zün-Nun (öl. 859), Yahya bin Muaz (öl. 871), Ebu Yezid-i Bistami (öl. 874) özellikle anılmaktadır.
TASAVVUF FELSEFESİ
Tarikatların kurulup yaygınlaşmasıyla tasavvuf alanında, kaynaklan aynı olmasına karşın, Tanrı’ya varış, evreni ve Tanrı’yı yorumlayış biçimleri, gelenek ve töreleri gibi çeşitli yönlerden farklılıklar gösteren sistemler oluşmuştur. Eski Yunan felsefesinden de birtakım etkiler alan tasavvuf sistemleri arasmda en üstün ve yaygın olam Vahdet-i Vücut (Varlık Birliği) kuramıdır. Vahdet-i Vücut kuramına göre, var olanların kaynağında Tanrı vardır ve her şey Tanrı’nın varlığından ibarettir (İbn Arabi’ye göre “yaratılmış olan şeylerin varlığı, yaratıcının varlığından başka bir şey değildir”). Bu anlayış tümtanrıcılık (panteizm) adı verilen ve Tanrı ile evrenin özdeş olduğunu ileri süren görüşün değişik bir yorumu niteliği taşır. Daha zaman ortada yokken, Tanrı kendi gizli âleminde yalnızdı, bu mutlak varlık (Vücud-ı Mutlak) aynı zamanda eşsiz ve kusursuz bir güzelliğe (Hüsn-i Mutlak) sahipti (“Ben gizli bir hâzineydim, bilinmek istedim”). Kendi güzelliğini görüp tanıyacak ve kendisine bağlanacak varlıklar (hayaller) yarattı. Bu varlıklar arasında da insan (eşref-i mahlukat, yaratılanların en şereflisi), Tanrı’nın pek çok özelliğini kendisinde topladı: İnsan, güzelliği gözleriyle görebilir, aklıyla kavrayabilir, gönlüyle sevebilir.
Vücud-ı Mutlak’tan varlığım alan insan, aslına doğru bir çekiliş, yöneliş içindedir. Vücud-ı Mutlak’ın zıddı olan adem-i mutlak (mutlak yokluk) buna engel olmak ister. Nefis, inşam maddeye mahkûm eder. Nefsin yeni-lebilmesi ancak büyük bir irade ve aşkla olanaklıdır. Aşk (gerçek aşk, ilahi aşk) inşam Tanrı’ya ulaştıran en büyük güç kaynağıdır. Aşkın iki türü vardır: Geçici aşk (mecazi aşk) yeryü-zündeki güzelleri sevmek anlamına gelir. Gerçek aşk (hakiki aşk), geçici
aşkın tanrısal aşka dönüşmüş biçin dir. Geçici aşk, tasavvufçulara göı gerçek aşka ulaşmada yalnızca b başlangıçtır.
Tasavvufta mürit Tanrı’ya üç yöl ulaşır:
1. Fikir ve nazar yolu: Bu yolu özellik şeriatçılar benimsemişlerdir. Şeria çılar dinin bütün kural ve koşulları (namaz kılmak, oruç tutmak, vb.) y rine getirmekle Tanrı’ya kavuşabil çeklerini düşünmektedirler. Görüld ğü gibi bunlar aşk yolunu değil, al yolunu izlerler;
2) Tasfiye ya da zevk ve şuhut yol Bu yola giren mürit çile çeker, ya nefsini maddi dünyanın zevklerinde arındırmaya çalışır;
3) Seyr ve seyahat yolu: Bu yolda y rüyenler için aşk önemlidir. Bunlt mecazi aşkı gerçek (tanrısal) aşka d nüştürerek Tanrı’ya ulaşmayı düş nürler.
Tasavvufta, müridin nefsini büti maddi dünya zevklerinden kurtar: mutlak varlığa katılması son aşam dır. Buna fena fillah (Tanrı’da yok c ma) mertebesi denir. Bu mertebe) ancak ölümden sonra kavuşulabili Kimi büyük sofiler, Hallacı Mansu Azeri ozanı Nesimi, ölümlerinden ö ce bu mertebeye ulaştıklarım söyley rek Enel-Hak (Ben Hakk’ım, Ben Ta rı’yım) dediler. Ne var ki o döneme bu sözleri tepkiyle karşılandı, “küfüı sayılıp ölümle cezalandırıldılar.
TASAVVUFUN EDEBİYATA VE SANATA YANSIMASI
Tasavvufun, dünyaya geniş bir ae dan bakan, hoşgörülü yaklaşımı öze likle İran ve Anadolu’da zengin b edebiyatın oluşmasını sağladı. İrs edebiyatında Baba Tahir Üryan, El Said, Feridüddin-i Attar, Ömer Ha yam, Nizami, Türk asıllı Mevlaı [Mesnevi’sini farsça yazmıştır), Şeı Sadi, Hafız-ı Şirazi, Şeyh Mahmud Ş büsteri, Molla Cami tasavvufi İre edebiyatının önde gelen sanatçılaı dır.
Türk edebiyatmda tasavvuf düşüne si Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile ba ladı. XIII. yy’dan sonra da Anadol da gelişen Türk edebiyatı çerçevesi de (Halk ve Divan edebiyatları) tasa vufi edebiyatın özel bir yeri vardı (Anadolu’tasavvuf edebiyatının kur cuları arasmda özellikle Yunus Emi
39!
yi anmak gerekir). Abdülbaki Gölpı-narlı tasavvufi Halk edebiyatım üç bölümde inceler: Bektaşi-Alevi edebiyatı; Melami-Hamzavi edebiyatı; Zühdi halk edebiyatı (Bkz. HALK EDEBİYATI).
Divan edebiyatında da Şeyhi, Fuzulî, Şeyh Galip, Esrar Dede gibi ozanlar tasavvufi edebiyatın seçkin örneklerini verdiler (Bkz. DİVAN EDEBİYATI).
Tasavvuf edebiyatında birçok özel terim, mecaz ve simgeler kullanılmıştır. Bunlar arasında en yaygın olanları şunlardır: Mahbub: Tanrı; Âşık: Gönlü tanrısal aşkla dolu olan kimse; iştiyak: Tanrı’ya kavuşmayı dileme; hiisn: Güzelliklerin, olgunlukların tümü; cemal: Tanrı’mn olgunluklarım gösterişi; meyhane: Tecelliler âlemi; saki: Müşrit, şeyh; büt: Tanrı aşkı; çeşm, leb, zülf, hat: Tanrı’nın sıfatlarının mazharı olan âlem; şarap, mey: Mana, feyz, neşe; ruy: Zat; zülf: Küfür.
Edebiyatın dışında müzik, el sanatları gibi alanlarda da tasavvufun etki-
leri görülmüştür. Itri, İsmail Dede Efendi, Zekâi Dede, Refik Bey, Rauf Yekta, Tamburi Cemil,Zekâizade Ah-med gibi müzik üstatları ile hat sanatının ve tezhibin Karahisari, Rakım, Şefik Bey, Haşan Rıza, İsmail Hakkı Altınbezer gibi büyük ustaları tarikatlardan yetiştiler.
TASAVVUFUN TOPLUM YAŞAMINA ETKİLERİ
Tasavvuf düşüncesinin gelişip yayılmaya başlamasıyla İslam dünyasında dergâhlar, tekkeler kurulmaya başladı, her dergâhın kendine özgü töreleri, giyim-kuşamı oluşarak tasavvuf konularım farklı açılardan yorumlayan tarikatlar ortaya çıktı. İslam dünyasında kurulan tarikatlar arasında Kadirilik, Rıfailik, Halvetilik, Nakşibendilik, Yesevilik, Bayramilik, Melamilik, Bektaşilik, Mevlevilik özellikle anılabilir.
Tasavvufi kurumlar, toplumun iktisadi ve toplumsal yaşamında da etkili oldular. Sözgelimi, vakıfların tekkelere
bağlanmasıyla, tekkeler mali yöndı de güçlendi, ahilik örgütü (fütüvv’ ehli) hırfet ve sanat erbabım kendi] bağlayıp sıkı bir disiplin kurdu ve to lumsal yardımlaşmayı sağladı. “Ehlisünnet” tasavvufunu savunanlî ile Şii kökenli tasavvufu savunanli arasmda özellikle siyasal içerikli ta taşmalar ve çatışmalar da oldu. Dah adil bir toplum düzeni beklentile: içinde olan tasavvuf ehli, zaman zi man özlemlerini ve beklentilerini gei çekleştirmek üzere toplumsal kaynaı malara da yol açtı (Babailer ve Şey Bedrettin [1359-1420; başlıca yapıtı Varidat] isyanlarında tasavvuf dü şüncesinin etkileri görülmektedir). Osmanlı İmparatorluğu döneminde dinsel, toplumsal ve iktisadi etkinliğ olan tarikatlar, zamanla büyük bi yozlaşma içine girerek, kendi gelene ve törelerine ters düşen bir yaşami biçimine yöneldiler. Bü nedenle Tür] kiye Cumhuriyeti’ninilamndan kısabil süre sonra çıkarılan özel bir yasayla tarikatlar kaldırılarak tekke ve zavi yeler kapatıldı (30 Kasım 1925),
Mantıkta tamıtamma biçimsel bir tümdengelimli akılyürütmeye verilen ad. ; t
<* vs.
Bu akılyürütmede, Öncüller denen iki önerme ve onlarda içerilmiş durumda bulunan ve sonuç (vargı) denen bir üçüncü önerme yer alır. Her tasımda üç terim ve önerme-vardır. Örnek: Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates insandır. Öyleyse, Sokrates ölümlüdür. Kaplamı en geniş olan ölümlü, büyük terimdir. Kaplamı en küçük olan Sokrates, küçük terimdir. Her ikisine aracılık eden insan ise, orta terimdir. Birinci önermeye büyük, İkincisine küçük, üçüncüsüne sonuç denir. Tasım, kesin (kategorik) ya da varsayımsal (ipotetik) olur. Kesin tasım, birisi terimlere, öteki önermelere ilişkin iki grup kurala kesinlikle uyar: Her tasımın yalnızca üç terimi (büyük, küçük, orta) olması gerekir. Orta terimin sonuçta bulunmaması gerekir. Orta terim, en azmdan bir kez tümel olarak kullanılmalıdır. Terimlerin, sonuçta, öncüllerde olduğundan daha büyük bir kapsamı olmamalıdır. Olumlu iki öncül, olumsuz sonuç veremez. İki olumsuz öncülden hiçbir sonuç çık-
maz. Sonuç, her zaman, daha zayıf öncüle uyar. İki tekil öncülden hiçbir sonuç çıkmaz.