Genel

HAVADAN YAPILAN ARAMANIN KATKISI

HAVADAN YAPILAN ARAMANIN KATKISI

Az yükseltide havadan yapılan arama, yeryüzündeyken görülemeyen yapıların yerleşme ve dağılımının incelenmesine katkıda bulunur. Daha ^ zengin yüzeysel bir toprakla dolmuş bir hendek, bitkilerin daha hızh büyümesini kolaylaştırır ve daha koyu renkli görünür. Aynı biçimde, bu yığılmış topraklarda daha uzun süre kalan nem, kış mevsiminde ve bitkiler yokken bile bir renk farklılığına yol açar. Gün doğumu ve gün batımı
i bu tür gözlemler için en elverişli saatlerdir.
SÜREKLİ DEĞİŞEN BİR İNSANLIK
Cilahtaş devri yapılarının, özdeş görünümlü Protohistorya yapılarıyla iç içe geçtiği de olur. Bu tür sitlerde yapılan kazılar çok güçlü bir kazı ekibi ve çok büyük bir yüzeyin temizlenmesini gerektirir. İnsanların yerleşik hale gelmeleri, gelişen tekniğe koşut olarak nüfusun da büyük ölçüde artmasına yol açmış, bazı hayvan türlerinin evciHeştirilmesiyle, özellikle ta-
lar, yani tasavvuf inancına bağlı olanlar) böylece yorum kapılarım açması, İslam inanç ve felsefesine çeşitli yorumların ve açıklamaların girmesine yol açtı, tarikat kavramı ve çeşitli tarikatlar ortaya çıktı. Sofilerin deyişiyle, “şeriat”tan “hakikat”e, hakikatten de “marifet”e geçilme yolları açıldı. Önce ana tarikatlar, sonra bu tarikatlar içindeki ilke ve uygulama farklılıklarından çeşitli kollar oluştu. Sofiler, önceleri kurucuları, inanç ilkeleri, zikir (Tanrı’mn adlarından birini art arda anarak yapılan ibadet) ve ibadet biçimleri gibi uygulama farklılıklarından doğan dört ana tarikat kabul etmişlerdi; Halife Ebubekir’in kurduğu Sıddıkiye (Ebubekir, Sıddık adıyla anılırdı); halife Ömer’in kurduğu Ömeri-ye; halife Osman’m kurduğu Osmaniye; halife Ali’nin kurduğu Aleviye. Bununla birlikte bu ayırımın, tarikatları belli bir sıraya bağlamak ve başlangıcım Hz. Muhammed’e ulaştırmak amacıyla yapıldığı açıklanmıştır. Sofiler, tarikatların, Hz. Muhammed’ in sahabeye (Hz. Muhammed’in ilk yandaşları) önerdiği ve öğrettiği zikir biçimlerinden kaynaklandığım da belirtmişlerdir. Onlara göre Hz. Mu-
nm alanında etkili olmuştur. Tarihöncesi uzmanı, toprağın altıı dan çıkan bütün bu gelişmeleri dil katle izler ve kullandığı teknikler g derek yetkinleştiğinden, çokdahaeı ki ve ulaşılması çok daha güç yerle; me merkezlerine yönelir; ne var k kazı çalışmalarında derlenen belgi ler fazla olduğundan, Tarihönceı uzmanı çalışmasını zorunlu olara yavaş sürdürür. Yalnızca çok çeşit bilim dallarının uzmanlarım içere bir kazı ekibi, sayısız parça ya da kt puntu parçalarım, çanak çömlek k nklarım değerlendirebilir. Bu sayısı parçaların bir araya getirilmesiylı çakmaktaşı işlemede belli bir uzmaı laşmanm bulunduğu sonucuna vs rılmıştır. Buna göre sözgelimi, b yerde çakmaktaşları parçalara ayrıl yor, bir başka yerde, istenen biçin vermek için rötuşlar yapılıyordı Böylece taş parçası, son biçimini a madan önce elden ele dolaşıyordu, Çakmaktaşı, kuvarsit, obsidiyen gil maddelerin ilk yataklarının inceler mesi, fosil insan öbeklerinin yer d< ğiştirmeleriyle ilgili önemli bilgile verir.
Tarihöncesi, çok sayıda bilim dalın yayılarak alanım genişlettikçe, insi nın çok daha eski geçmişi gün ışığın çıkacaktır. I
hammed, Ebubekir’e gizli zikir (zikr hafi) yöntemlerim, Ali’ye ise açık z kir (kücr-i celi) yöntemlerini öğretti. B iki yöntem, tarikatların özünü oluşta du; böylece açık zikri kabul eden t! rikatlar Ali’ye, gizli zikri kabul edeı ler Ebubekir’e bağlandı.
Aslında, İslamm ilk yıllarında tekkı si, şeyhi, müritleri, belirlenmiş uygı lamaları, vb. ile gelişmiş bir tarikat c gusu yoktu. Günümüzdeki anlamı \ niteliğiyle tarikatlar yaklaşık X yy’dan sonra ortaya çıktı.
Her tarikat, kurucusunun adına gön Tayfuriye, Cüneydiye, Nuriye gibi a< lar alıyordu. İlk tarikatlar, sonrakilt gibi etkin, yaygın ve uzun ömürlü c madı. Ama bunların arasmda Ahmı Yesevi’nin kurduğu Yeseviye, Abdi kadir Geylani’nin kurduğu Kadiriy Ahmet Rifai’nin kurduğu Rifaiye git varlıklarım yüzlerce yıl sürdüren t rikatlar doğdu.
Bu temel tarikatlar ve onların kolla daha sonra Türk ve Müslüman nit liklerini kazanan Anadolu’ya yayılc Ama Anadolu’da asıl etkili olan iki b yük tarikat, ikisi de burada doği Bektaşilik ve Mevleviliktir. Bektaşi ği Hacı Bektaş Veli (Bkz. HACI BE
39i
‘.Ağaç tarlakuşu ■! (Lullula arborea)
‘ ayaklarının özel ’’ yapın sayesinde, i ağaçla tüneyebilen ; im iarlakuşudur.
İ yavrularını doyuran , hır tarlakuşu.
TAŞ VELÎ), Mevleviliği ise Mevlana Celalettin Rumi kurdu (Bkz. MEVLANA CELALETTİN RUMİ). Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu ve örgütlenmesi, geleneklerde Bektaşîliğe bağlandı. Hacı Bektaş Veli, Yeniçeri ocağının manevi Wucusu olarak kabul edildi, böylece Bektaşilik, Yeniçeri ocağında büyük bir önem ve etkinlik kazandı.
Mevlevilik, imparatorluğun sanat, müzik ve kültür yaşamında ağırlığını duyurdu. Nakşilik ise ulema sınıfının düşünce yapısını biçimlendirdi. Öteki tarikatlarsa halk arasında yaydan öğreti merkezleri olarak etkin oldular. Bu yüzden çağının gerçeklerini simgeleyen kendi türünde birer akademi kimlikleriyle tarikatlar, sarayın tuttuğu, desteklediği merkezlerdi.
Kimi mutasavvıflar tarikatları genel olarak üç kümede toplarlar:
1. Tarık-i ahyar (zahitlerin yolu): Zahitlerin seçtiği bu yol, çok namaz kılarak, çok Kur’an okuyarak, çok oruç tutarak Hakk’a kavuşmak isteyenlerin yoludur;
2. Tarik-i ebrar (mücahede ve riyazet yolu): Riyazet ve müeahedeyle Hakk’a varmak isteyenlerin yoludur; ancak bunlar için zikrin ve riyazetin zevkine kapılıp manevi zevk ve kerametlerle oyalanarak öze ulaşamamak tehlikesi vardır;
3. Tarik-i şuttar (aşk ve cezbe yolu): Aşk ve cezbe yolu, tevbe, kanaat, tevekkül, devamlı kalp zikri ve rızayla Hakk’a ulaşmak isteyenlerin yoludur.
Hakk’a ulaşmak için en tehlikeli, ama en kısa yol budur. Tehlikesi, insanın her an yoldan çıkabileceği düşüncesinden kaynaklanır.
Tarikatlar, önce birer düşünce ve din felsefesi olarak doğdular, sonra birer öğreti merkezi olarak yaygınlaştılar. Bu merkezlerin ortak bazı özellikleri vardı:
Tekke ya da dergâh. Tarikat mensuplarının birlikte yaşadıkları, çalışıp öğrenim yaptıkları, ayin düzenledikleri, zikir ve ibadet ettikleri, kimi zaman da orada yatıp kalktıkları, kendine özgü yapı özellikleri ve üslubu bulunan br binaydı.
Kıyafet ya da tarikat cihazı. Hemen her tarikatın, kendi inanç biçimini simgeleyen tacı, külahı, kemeri, hırkası vardı. Bazı tarikatlarda, Mevlevile-rin giydiği tennure gibi, zikir ve ayin biçimine göre kesilmiş özel entari ve benzeri giyecekler giyildi.
Zikir biçimleri ve yöntemleri. Her tarikatın kendine özgü zikir biçimi ve yöntemi vardı.
Vird biçimleri ve yöntemleri. Her tarikattaki, çeşitli ayet ve hadislerden derlenerek oluşturulan ve belli bir ahenkle birlikte okunan dualar bütünüydü.
Murakabe biçim ve yöntemleri. Kişinin yalnız başına,yalnızca mürşidini düşünerek kendi nefsiyle konuşması ve hesaplaşmasıydi.
Riyazet ve çile. Genellikle kırkar gün süreyle uygulanan, perhiz dönemleri ve tek başına kalma (çile) yöntemleriy-
di (çile yalnızca Mevlevilikte bin g dür).
Seyahat. Bir tarikata bağlı olan de‘r| vişe uygulanan seyahat ya cezalandı] ma niteliğindeydi ya da tarikat yoluı| da yücelmesi, deneyim kazanması içil verilirdi. r 1
Mukabele. Dervişlerin semahane yi da tevhithane denen toplantı salonli rında birlikte zikretmeleriydi. 1 Bütün bu uygulamalar, hemen her tal rikatta, küçük farklılıklarla görüldi| Bir tarikata girmenin çeşitli yollarj vardı. Tarikata girmek isteyenlere fj lip adı verilir, isteği kabul edilen, del gâha alınır, acemiler araşma girerdi] Kendisine, mürşit tarafından bazızı] kir ve ibadet görevleri verilir ve del gâh düzenine uyacağına söz alınırsl ona mürit denirdi: “Seyr ü sülük” de| nen manevi terbiye yöntemlerine alıl mrsa mürit ‘in adı sâlik olurdu. Sülukf un (sâlikin tuttuğu yol) çeşitli aşamaj ları vardı. Her aşamada daha gül yöntemler uygulanır, daha ağır zikil ler edilir, daha büyük sorumluluklar) alınırdı. Derviş bu süre içinde verileli her öğreti buyruğunu tartışmasız yef rine getirmek zorundaydı. Bu aşama; ları başarıyla tamamlayan derviş, vs, sil adım alır, yani artık belli sınavla! rı geçmiş ve belli bir dereceye ulaş] mış olurdu. i
Tekkeler ve dergâhlar 30 Kasııûj 1925’te çıkarılan bir yasayla kapatış lınca, tarikatlar da işlevlerini yitir diler. ■
î
i
Ötücükuşlar (Passeriformes) takımının tarlakuşugiller ya da toygargiller (Alaudidae) ailesinden bir kuş. Tarlakuşu yaklaşık olarak serçe büyüklüğünde ve genellikle bej ya da esmer tüylü bir kuştur; tarlalar, fundalıklar, kumullar, çöl gibi açık ortamlara bağımlı kalmıştır. Gagası ve bacakları sağlamdır. Bacaklarının yalnız ön yüzü değil, arka yüzü de pullarla örtülüdür. Tarlakuşu yerde yuva yapar. Soğuk mevsimde sürüler halinde toplanan bu kuşlardan kimileri uçarken öter. Bu özellik daha çok Av-
rupa’da en yaygın olan tarlakuşu ya da tarla toygarı türü (Alauda arven-sis) için geçerlidir. Söz konusu tür 17 sm boyundadır, siyah çizgilerin bulunduğu sırtı ve kanatları esmer renktedir; karnı açık gridir, başının üstünde kısa bir tepelik vardır ve kuyruk te-‘ leklerinin dış tarafta bulunanları beyazdır. Daha küçük boyutta olan ağaç tarlakuşu (Lullula arborea) bir tarla-kuşunda seyrek raslanan ağaçta tüneme özelliği gösterir; genellikle kaş bölgesinin beyaz renkli olmasıyla tanınır. Tepeli tarlakuşunun, başının üstünde dik duran uzun bir tepeliği vardır. Bir türüne (Galerida cristata), Avrupa’da yol kenarlarında sık raslamr, hatta kentlerde bile bulunur.Boğmak-h tarlakuşu (Melanocoprypha çalan -dra/Akdeniz bölgesinin sürülmemiş otlu topraklarında yaşar. Siyah bir yakalığı vardır. Buna yakın olan bir tür de kara tarlakuşudur (Melanocory-pha yeltoniensis); erkeği tüylerinin tümüyle siyah olması bakımından dik-
kati çeker.Küçük boylu,açık renktüyl lü, kısa parmaklı tarlakuşu (Çalam drella brachydactyla) kuzeybatı Av| rupa’dan Bretagne’a kadar olan kul mullarda yaşar. Kulaklı tarlakuşu y| da Alp toygarının (Eremophila alpesİ ris) küçük, siyah ve “boynuz” ya dİ “kulağa” benzer tüy demetleri yardıl göğüs bölgesi siyahtır. Bu tür, İskan! dinavya’da yuva yapar, Fransa’nı kuzey kıyılarında olduğu gibi Balkaıİf lar’da da kışlaması bakımından biyol coğrafya sorunu yaratır.Kıvrık gagal h Chersophilus duponti ise Kuzey Al
şarlar. Tarlakuşları, tümüyle ötücü tururlar. Tanelerle ve böcekler] kuşların açık ortamda yaşamaya en beslenirler, iyi uyarlanmış ailelerinden birini oluş-
rika çöllerine özgü bir kuştur. Afrika’ nın ve Hindistan’ın küçük tarlakuşla-n olan Eremopteryxfler çöllerde ya-
İslam dünyasında Tanrı’ya, Tanrı ile eVren ve Tanrı ile insan ilişkilerine, insan aklının çözemediği sorunlara, din kitaplarındaki ilke ve kuralların yanı sıra bağımsız düşünüş yoluyla yanıtlar vermeye çalışan felsefe sistemi.
Tasavvuf, her şeyden önce bir yaşama felsefesidir, en genel anlamıyla yaşama bilgece bir bakıştır.
TASAVVUF SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI
Tasavvuf sözcüğünün kökeni bilim adamlarınca çokça tartışılmıştır. Bu konudaki görüşleri şöylece özetleyebiliriz: a) Tasavvuf yolunu seçenlere, sof adı verilen yün elbise giydikleri için sufi, seçtikleri yola da tasavvuf denmiştir; b) Hz. Muhammed döneminde mescidin sofasında yatan yoksullara ashab-ı suffa (sofa ehli) denirdi. Sufiler de bunlar gibi yoksulluğu benimsediklerinden kendilerine sufi, yollarına da tasavvuf adı verilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir