TEHEVVÜR

TEHEVVÜR
20—Gadabın, sertliğin aşırı ve zararlı olmasına (Tehevvür), atılganlık denir. Tehevvür sâhibi hiddetli, sert olur.
Bunun aksine hilm, yumuşaklık denir. Hâlim kimse, gadaba
sebeb olan şeyler karşısında kızmaz, heyecâna gelmez. Korkak
olan, kendine zarar verir. Gadablı kimse ise, hem kendine hem
de başkalarına zarar verir. Tehevvür, inşânı küfre kadar götürür. Hadîs-i şerîfde, (Gadab, îmânı bozar) buyuruldu. Burada
bildirilen gadab, aşırı olan tehevvür demekdir. Resûlullahın
«sallallahü aleyhi ve sellem» dünyâ için gadaba geldiği görülmedi. Allah için gadaba gelirdi. Tehevvür zemanında, inşân,
küfre sebeb olan birşey söyler veyâ yapar. Gadab sâhibi, karşısındakinin de kendisine karşılık yapacağını önceden düşünmelidir. Gadaba gelen kimsenin kalbi bozulur. Bu bozukluk,
dışına da sirâyet ederek, çirkin ve korkunç bir hâl alır.
Gadabı yenmeğe, (Kâzm) denir. Kâzm etmek çok sevâbdır. Gayzı, gadabı yenene Cennet müjdelendi. Allah rızâsı için
kâzım olan kimse, karşısındakini afv edip, ona karşılık yapmaz
ise, Allahü teâlâ onu çok sever. Cennetin, bunlar için hâzır
olduğunu bildirmişdir. Hadîs-i şerîfde (Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsı için gadabmı def ederse, Allah da, ondan azâbmı def
eder) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Bir müslimânda üçşey bulunursa
Allahü teâlâ onu muhafaza ve himâye eder, onu sev»*, merhâmet eder.
Nimete şükr etmek, zâlimi afV etmek, gadaba gelince, gadabını yenmek)
buyuruldu. Ni’mete şükr etmek, onu islâmiyyete uygun
olarak kullanmak demekdir. Hadîs-i şerîfde, (Gadaba gelen bir
kimse, dilediğini yapmağa kâdir olduğu hâlde, yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ, onun kalbini, emniyyet ve îmân ile doldurur)
ve (Bir kimse gadabmı örterse, Allahü teâlâ onun ayblannı,
— 126 –
kabâhatlannı örter) buyuruldu. İmâm-ı Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” , (hilm sâhibi olmak, gadabını yenmekden dahâ kıymetlidir) buyurdu. Hadîs-i şerîfde, (Yâ Rabbi! Bana ilm ver, hilm Ue zlnetlendir,
takvâ ihsân eyle. Afiyet ile beni güzelleşdir) buyuruldu. Abdüllah
ibni Abbâsa “radıyallahü teâlâ anhüma” bir kimse söğdü. Buna
karşılık olarak, bir ihtiyâcın varsa, sana yardım edeyim, buyurdu.
Adamcağız başını öne eğerek ve utanarak özr diledi. Hazret-i Hüseynin oğlu Zeynel Âbidîn Alîye “radıyallahü teâlâ anhüma’ * bir
kimse söğdü. Elbisesini çıkarıp ona hediyye eyledi. Isa aleyhisselâm, yehûdîlerin yanından geçerken, kendisine çok kötü şeyler
söylediler. Onlara iyi ve tatlı cevâblar verdi. Onlar, sana kötülük
yapıyor, sen onlara iyi söyliyorsun dediklerinde, (herkes, başkasına, yanında bulunandan verir) buyurdu. Halîm, selîm kimse, dâima neş’eli, râhat olur. Kendisini herkes medh eder.
Hadîs-i şerîfde, (Gadab, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur.
Şeytan, âteşden yaratılmışdır. Ateş, su ile söndürülür. Gadaba
gelince, abdest alınız!) buyuruldu. Bunun için, gadaba gelince,
eûzü besmele ve iki kul e’ûzüyü okumalıdır. İnşân, gadaba
gelince, aklı örtülür. İslâmiyyetin dışına çıkar. Gadaba gelen
kimse, ayakda ise oturmalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Gadaba gelen
kimse, ayakda ise otursun. Gadabı devâm ederse, yan yatsın!)
buyuruldu. Ayakda olanın intikam alması kolaydır. Oturunca,
azalır. Yatınca, dahâ azalır. Gadab, kibrden doğar. Yatmak,
kibrin azalmasına sebeb olur. Gadab edince, (Allahümmagfır
li-zenbî ve ezhib gayza kalbî ve ecirnî mineşşeytan) okumak,
hadîs-i şerîfde emr olundu. Ma’nâsı, (Yâ Rabbî! Günahımı afv
eyle. Beni kalbimdeki gadabdan ve şeytanın vesvesesinden kurtar) demekdir. Gadaba sebeb olan inşâna yumuşak davranamıyan kimse, onun yanından ayrılmalı, onunla buluşmamalıdır.
Câhiller, ahmaklar, gadaba ve tehevvüre şecâ’at ve erkeklik ve izzet-i nefs ve gayret ve hamiyyet diyorlar. Bu, güzel
ismlerle gadab kötü huyunu süslüyorlar, güzelleşdiriyorlar.
Gadab etmenin iyi olduğunu anlatıyorlar. Bunu medh etmek
için, büyüklerin gadab etdiklerini gösteren hikâyeler de, anlatıyorlar. Böyle yapmak, câhillikdir. Aklın noksan olduğunu gösterir. Bunun içindir ki, hasta, sağlam olandan, kadın,
erkekden, ihtiyâr da, gençden dahâ çabuk kızmakdadır. Otuz
yaşından küçük olana genç, otuz ile elli arasında olana yetişkin
adam, elli yaşından yukarı olana şeyh, ya’nî ihtiyâr [yetmişden
sonra pîr-i fânî] denir.
— m —

İslâmiyyetden, kitâbdan almayıp da, kendi kafasından çıkarıp, sert, hiddetli va’z vereni dinlemek de, bunun gadabına
sebeb olur. Bunun ilâcı, ağır, yumuşak ve tatlı söylemekdir.
Hazret-i Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüma” çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyârın abdest aldığını gördüler. Abdesti doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, böyle abdest sahih olmaz
demeğe sıkıldılar. Yanına giderek, mubârek efendim. Birbirimizden dahâ iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Bir abdestalalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildir, dediler. Önce
Hasen, sonra Hüseyn güzel bir abdest aldılar. İhtiyâr, dikkatle
bakdı. Evlâdlarım! Abdest almasını şimdi sizden öğrendim,
dedi. îbrâhim aleyhisselâm, ikiyüz mecûsiye ziyâfet verdi. Bize
ne emr edersen yapalım dediler. Sizden bir dileğim var,
buyurdu. O nedir? dediklerinde, benim Rabbime bir kerre
secde etmenizi istiyorum dedi. Aralarında konuşdular. Bu ihtiyârm ihsânları, ziyâfetleri meşhûrdur. Bunu kırmayıp, bir
secde eder, sonra gidip yine tanrılarımıza tapınırız. Bir zararı
olmaz dediler. Bunlar secdede iken, îbrâhim aleyhisselâm, (Yâ
Rabbî! Gücümün yetdiği bu kadar! Dahâ fazlasını yapdırmak
elimden gelmiyor. Bunları hidâyete, seâdete kavuşdurmak,
ancak senin kudretindedir. Bunlara müslimânlık nasîb eyle!)
dedi. Düâsı kabûl olup, hepsi müslimân oldu. Harâm işleyecek kimseye gizlice nasîhat edilir. Harâm işlemekde olana, tatlılıkla orada söylenir. Herkese önce gizli, tenhâda nasîhat vermek, daha te’sîrli olur.
Birinin sözünü yanlış anlamak da, gadabına sebeb olur.
Böyle zemanlarda az ve açık söylemek, şübheli kelimeler kullanmamak lâzımdır. Birşeyi kapalı anlatmak, dinliyene sıkıntı
verir. Onu incitir. Emr-i ma’rûf yapmanın üç şartı vardır:
Birincisi, Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeğe niyyet etmekdir. İkincisi, söylediğinin vesikasını, kaynağını bilmekdir.
Üçüncüsü, hâsıl olacak sıkıntılara sabr etmekdir. Yumuşak
söylemek, sertlik yapmamak lâzımdır. Sert söyliyen ve münâkaşa eden fitne çıkmasına sebeb olur. Hazret-i Ömer halîfe
iken, Abdüllah ibni Mes’ûd ile «radıyallahü anhüm» bir gece
Medîne içinde dolaşıyorlardı. Bir kapıdan tegannî, şarkı söyliyen kadın sesi duydu. Kapı deliğinden içerisini gözetledi.
Önünde şerâb şişesi, karşısında şarkıcı bir kız bulunan ihtiyâr
gördü. Hemen pencereden içeri girdi. Yâ Emirelmümînin!
Allahü teâlânın rızâsı için beni dinler misin? diyince, söyle
— 128 —
bakalım, buyurdu. Ben, Allahü teâlâya bir isyânda bulundu
Fekat sen, onun üç emrine isyân etdin, dedi. Nedir onlaı
diyince, Allahü teâlâ, başkasının evini gözetlemeyiniz buyuruyor. Sen, kapıdan içerisini gözetledin. Allahü teâlâ, başkasının
evine izn almadan girmeyiniz buyurdu. Sen iznsiz girdin.
Allahü teâlâ, evlere kapılarından giriniz ve selâm veriniz
buyurdu, sen ise, pencereden girdin ve selâm vermedin, dedi.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buna adâlet ile ve insâf ile
cevâb vererek, doğru söyledin dedi ve ondan afv diledi. Ağlayarak
dışarı çıkdı.
Nasîhat verene ve bütün müslimânlara hüsn-i zan etmek,
iyi karşılamak lâzımdır. Sözlerini, mümkin olduğu kadar iyiye
yormalıdır. Müslimânın hayrlı ve sâlih olduğuna inanmak,
ibâdet olur. Bir müslimâna sû-i zan ederek ona inanmamak,
kötü huylu olmayı gösterir. İşitilen sözü, anlamaya çalışmalı,
anlıyamadığını sormalıdır. Söz sâhibine hemen sû-i zan etmemelidir. Şeytanın kalbe getirdiği vesveselerden en çok başardığı, sû-i zan vesvesesidir. Sû-i zan etmek harâmdır. Bir sözden
iyi ma’nâ çıkarmağa imkân bulunamazsa, bunun hatâ ile,
yanlışlıkla veyâ unutarak söylenebileceği düşünülmelidir.
Bir fakır, bir zenginden birşey isteyip vermeyince, her ikisi
de gadaba gelebilir.
Bir işle meşgûl olana, düşünceli olana, üzüntülü olana,
sıkıntıda olana bir şey söylemek, birşey sormak, onu gadaba
getirmeğe sebeb olabilir. Çocuğun ağlaması, bağırması, hayvanın bağırması da böyledir. Böyle gadaba gelmek çok çirkindir.
Cansızların hareketinden gadaba gelenler görülmüşdür. Bu,
dahâ kötüdür. Koyduğu yerden kayarsa, keseri vurunca kırılmazsa, kızarak söven, vuran, helâk eden, yakan kimseler
görülmüşdür. Kendi yapdığına kızan, bunun için kendine
söven, kendine vuran da yok değildir. İbâdetde kusûr etdiği
için, kendine kızmak iyidir. Dîninde gayret olur, sevâb olur.
Emrleri ve yasakları sebebi ile hükümete, hükümet re’îsine,
Resûlullaha “ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem,, ve hattâ Allahü teâlâya karşı gadaba gelmek, hepsinden fenâdır. Küfre sebeb olur.
(Gadab, îmânı bozar) hadîs-i şerîfi, Allahü teâlâya, Resûlullaha
karşı gadabın küfr olduğunu göstermekdedir.
Harâm işliyeni görünce, gadaba gelmek, iyidir. Din gayretinden ileri gelir. Fekat, kızınca aklın ve islâmiyyetin dışına taşmamak lâzımdır. Ona, kâfir, münâfık, deyyûs ve diğer fuhş, çirkin
— 129 — İslâm Ahlâkı — F: 9

şeyler söylemek, harâm olur. Söyliyenin ta’zîr edilmesi, cezâlandırılması lâzım olur. Harâm işliyeni görenin, buna câhil
veyâ ahmak demesine izn verilmiş ise de, yumuşak, tatlı söyliyerek nasîhat vermek, iyi olur. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ,
her zeman yumuşak söylemeği sever) buyuruldu. Harâm işliyeni, hükümet me’mûrunun, polisin güç kullanarak men’
etmesi lâzımdır. Fekat, lüzûmundan fazla dövmesi, işkence
yapması, zulm olur, günâh olur. Devlet me’mûru yoksa, gücü
yetenin de men’ etmesi, ta’zîr etmesi lâzım olur. Ölüm, evini
yıkmak cezâları, ancak hükümet ve hâkim tarafından yapılır.
Lüzûmundan fazla cezâ yapmak, zulm olur. Muhtesiblerin
ya’nî emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapan hükümet me’
mûrlarının işkence yapmaları, harâmdır.
Gadabın mukabili, karşılığı hilmdir. Hilm, gadabını yenmekden dahâ efdaldir. Hilm, gadaba gelmemek demekdir.
Aklın çokluğuna alâmetdir. Hadîs-i şerîfde, (Gadaba sebeb
olan şey karşısında hilm göstereni, Allahü teâlâ sever) ve (Allahü
teâlâ, hayâ ve hilm ve iffet sâhiblerini sever. Fuhşsöyliyenleri ve
sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez) buyuruldu. İffet, başkasının malına göz dikmemekdir. Fuhş, çirkin, ayb şeylerdir.
Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», (YâRabbî! Bana ilm ve
hilm ve takvâ ve âfiyet ihsân eyle!) düasını çok söylerdi. İlm-i
nâfı’, kelâm, fıkh ve ahlâk ilmleridir. Âfiyet, dînin ve i’tikâdm
bid’atlerden, amelin ve ibâdetin âfetlerden, nefsin şehvetlerden, kalbin hevâ ve vesveseden ve bedenin hastalıklardan selâmet bulması, kurtulması demekdir. Resûlullahdan “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” düâların efdali hangisidir soruldukda, (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. îmândan sonra, âfiyetden dahâ büyük ni’met yokdur) buyurdu. [Âfıyete kavuşmak için, çok istiğfar etmelidir.] Hadîs-i
şerîfde, (tim ve sekine sâhibi olunuz! Öğrenirken ve öğretirken yumuşak söyleyiniz! tim ile tekebbür etmeyiniz!) buyuruldu. Sekîne, ağır
başlı, vekar sâhibi olmakdır. Hadîs-i şerîfde, (İslâmiyyete uyan ve
yumuşak olan kimseyi, Cehennem ateşi yakmaz) ve (Yumuşak
olmak, bereket getirir. İşinde taşkınlık ve gevşeklik yapmak,
gaflete sebeb olur) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Rıfk sâhibi olmıyan kimseden hayr gelmez!) ve (Rıfk, inşâna zînet verir, kusûrlarını giderir) buyuruldu.
Hadîs-i şerîfde, (ilm, öğrenmekle, hilm de gayretle hâsıl
olur. Allahü teâlâ, hayrlı şey için çalışanı, maksadına kavuşdurur.
Kötülükden sakınanı, ondan korur) buyuruldu.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*