TOPLUMDİLBİLİM
Cenevre’de Saussure’ün, dilin yalnızca iç yapılarını dikkate alarak dilbilimin temellerini ortaya koyduğu dönemde, Meillet, toplumbilimci Durkheim’dan esinlenerek dil ile toplum arasındaki ilişkiler üstünde duruyordu (Durkheim, Meillet’nin lAnnee so-ciologicjue dergisine katkıda bulunmasını sağlamıştı). «Sözcükler Nasıl Anlam Değiştirirler» (Comment les mots changent de sens) başlıklı bir yazısında toplumsal ortamlar ile değişik dilsel kullanımlar arasındaki bağları incelemeye çalışıyor, «dilsel, tarihsel ve toplumsal olguların, sözcüklerin anlamını dönüştürmek için bir araya geliş biçimlerini» gösteriyor ve «dil tarihinin uygarlık olayları tarafından yönlendirildiği» gerçeği üstünde duruyordu. Daha genel biçimde, Meillet dili toplumsal bir olgu olarak görüyor ve dilbilimcinin görevinin de belli bir dilsel yapının hangi toplumsal yapıya denk düştüğünü belirlemek olduğunu söylüyordu.
Ne var ki, Meillet’nin sezgileri uzun süre göz ardı edildi. Martinet ise, «GenelDilbilim İlkeleri» adlı çalışmasında «bölgesel diller ve dilsel kullanımlardaki çeşitlilik» kavramını ortaya attı ve bu kavramın, toplumsal ve coğrafî farklılıklarla bağlantısını araştırdı. Bunu yaparken de Saussure’ün «dili kendisi içinde ve kendisi için» inceleme anlayışına da ters düşmedi. Dilin toplumsal incelemesiyse, iki farklı doğrultunun etkisi altında gelişti: Marksizme bağlanan dilbilimcilerin doğrultusu ile Amerikan toplumdilbili-minin doğrultusu.
Konunun Marksizm yönüne baktığımızda, bu öğretinin kurucuları olan Marx ve Engels’in dil sorununu ele almadıklarını görürüz. Yalnızca Marx’ın damadı Paul Lafargue 1894’te yayımlanan «Devrim Öncesi ve Sonrası Fransız Dili» (la Langue française avant et apres la Revolution) başlıklı yazısında önemli bir siyasal ve toplumsal olayın sözcük hâzinesini etkileyiş biçimini inceledi: Fransız Devrimi’nden sonra dilin nasıl değiştiğini, yeni sözcüklerin kullanılmaya başlanmasının yanı sıra, o tarihe kadar yalnızca halk tabakaları arasında yaygın olan sözcüklerin de benimsendiğini gösterdi. Bu yazı, ilgi çekici olmasına rağmen, dil ile toplum arasındaki ilişkilerin kuramsal açıdan incelenmesine bir katkıda bulunamadı. Öte yandan, 1920-1950 yılları arasında, Nikolay Marr’m çalışmalarına dayanan resmî Sovyet dilbilimi de, sorunun işlenmesine bir ilerleme getirmedi: bu çalışmalarda toplumsal sınıfların kendi damgalarını dile vurdukları görüşü getiriliyor ve sözgelimi işçilerin konuştukları Fransızca veya Almanca’run, kapitalistlerin konuştukları Fransızca ve Almanca’dan farklı ortak özellikler içerdiği, çünkü işçilerin farklı dilleri de konuşsalar aynı toplumsal koşullarda bulundukları ileri sürülüyordu; böylece işçilerin kullandıkları dilin (yani dil yetisinin) doğal dil farklılıkları-
Toplumdilbilim değişik toplumsal durumların dilde bıratcğ :
na rağmen ortak özellikler taşıdığına inanılr.Mr: ramlan, Stalin’in Prnvda gazetesinin sütunlarınca ■ yazıyla bir kenara itildi ve bu olay önceden hazır, mı dilsel olgulara yansıtma isteğindeki tehlikeyi s oldu. Daha sonraki yıllarda, birçok araştırmacı Dil Toplumbilimi İçin Gereçler (Materiaux pcur du langage, 1956) adlı kitabıyla Fransız Marce. 1974) dil ve toplum ilişkisini yeniden ele aldılar a: runa bir çözüm getiremediler: çoğunlukla eşzarr.a pısal yaklaşım ile tarihsel boyutun yani artzamar_: üstlendiği Marksist yaklaşımı uzlaştırabilmek
Bu alandaki yeni görüşlerse ABD’den geldi. S-yıllarda, üretici dilbilgisinin biçimciliğinden bağ.rr şılıklı konuşmayı, etkileşimleri ve dil kullanımdı, tan amaç ve umutları inceleyen Dell Hymes ve bi araştırmacıların çevresinde dilsel antrcyckj: aıye bir söz etnolojisi gelişti. Aynı dönemde, Ingiltere’si in dilsel biçimler ile toplumsal sınıflar arasıncak: ı ken, sınırlı kod ile oluşturulmuş kod kavramların: ~rt sınıflarından gelen çocukların ayrıcalıklı sımf.am re dilsel engelleri bulunduğunu gösterdi.
Gerek yöntembilimsel gerekse kuramsal aç:;= bir katkı da William Labov’dan geldi. Avrupa yarı tuşunda bir eğitimden geçmiş olan Labov V.arT,rj olan Uriel Weinreich’ın yanında yetişmişti . ure yönelirken, son derece kesinlik gerektiren alan sunda da anket teknikleri ortaya koydu: böylece s: şitli toplumsal parametreler arasındaki bağıntılar yard adasında yürüttüğü çalışmada) ve dilsel değı lumsal değişkenler arasındaki ilişkileri (New Yer/ söylenişi konusunda yaptığı ankette) çözümlei. ki zencilerin konuşmasını inceledi.
Dili toplumsal bağlamı içinde değerlendiren Le; luk’u, dil karşısında belli bir toplumsal davranışlar
:~nuşucular grubu olarak tanımladı: ona göre, dilsel toplu-~ biçimde konuşan, aynı dilsel değişkeleri kullanan birey-değil de, aynı duygu veya dilsel tutumları bulunan ve söz z. değişkeleri aynı biçimde değerlendiren kimselerden olulu, Aslında Labov’un çözümlemesi geniş anlamdaki bir dil-mın çerçevesi içine giriyordu. Dilbilimcilerin çoğu merkez-alan bilim dallarının (ruhdilbilim, toplumdilbilim, budun-r., vb.) bulunduğu görüşünü benimserken Labov, toplum-dilbilimin bir dalı değil de dilbilimin kendisi olduğunu ruyor, bunu yaparken de herkesçe kabul edilmiş olan «dil iumsal olgudur» görüşünü harfi harfine ele alıyordu: ona :1 toplumsal bir olguysa, dil incelemesi de toplumsal bir bi-bv durumda toplumdilbilim, dilbilim’in eşanlamlısı sayılır. Iş-:v, alan çalışması, dilsel olguların ayrıntılı incelenmesi ve sal düşünce arasındaki bağlantıyı da bu bakış açısı içinde ş oluyordu.