Genel

TÜRKİYE’DE NÜFUS ARTIŞI

TÜRKİYE’DE NÜFUS ARTIŞI

SAYFA/13
TÜRKİYE’DE NÜFUS ARTIŞI
1927 ……………………….13.648.270

1935 ……………………….16.158.018

1940 ……………………….17.820.950

1945 ……………………….18.790.174

1950 ………………………. 20.947.188

1955 ……………………….24.064.763

1960 ………………………. 27.754.820

1965 ……………………….31.391.421

1970 ……………………….35.605.176

1975 ………………………. 40.347.719

1980 ……………………….44.736.957

1985 ……………………….50.664.458

1990 ……………………….56.473.035
bol yağışlı ve ılıman İklimli alanlar kalabalık, dağlık kesimler ve az yağışlı yöreler seyrek nüfusludur. 20. yüzyıldaki bazı olayların da nüfus yoğunluğunu etkilediğini de hatırlatmak gerekir.

Nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölge, Karadeniz Böigesi’dir. özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi, km^’ye düşen insan sayısının en fazla olduğu kesimdir. Ama, nüfus özellikle kıyı boyunca yoğunlaşmıştır. Kıyıdan hemen sonra yükselen dağların üstleri ise boştur. Batı Karadeniz’de, Zonguldak çevresi, maden işletmelerinin etkisiyle en fazla nüfus barındıran kesim olmuştur.

Marmara Bölgesi’nin nüfus yoğunluğu, Türkiye ortalamasının çok üstüne çıkar. İstanbul çevresi, İzmit Körfezi kıyıları, Adapazarı Ovası, Bursa Ovası çok kalabalıkken dağlık Istran-ca kesimi oldukça tenhadır.

Ege Bölgesi’nde nüfus, verimli ovalarda toplanmıştır. Bu bölgede de, dağlık kesimlerde nüfus azdır.

Akdeniz Bölgesi’nde de nüfus Adana, Mersin, Antakya ovaları ile İskenderun’un doğu kesimlerinde yoğunlaşmıştır.

iç Anadolu’da yağış alan dağların etekleri ve vadiler kalabalıktır. Buna karşılık yüksek yerlerde nüfus yoğun-
IV1İLY0N 60 55 50 45 40 35 30 25
•20

15

10

5 O
1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990

’ SAYIM YILLARI
1927-1990 antındâ TUrkIye nüfusunun trtışı
iuğu düşüktür.

Güneydoğu Anadolu’da dağ etekleri nüfus bakımından yoğun, yağış almayan düzlükler tenhadır.
YıB«r Kent Sayw Kentsel Nüfus Oram
1927 65 me.s
1945 102 %18.5
1960 161 %26.5
1970 281 %36
1975 325 %4I
1980 362 %45
1985 37S %51
1990 450 %56

TUrktye’de nülusu lO.OOO’l aşan kentlerin sayısı vs kentsel nüfus oranının bazı sayım yıllama göre gösterdiği değişiklik.

Doğu Anadolu’da ekim ve dikime elverişli İğdır, Erzincan, Elazığ, Malatya ovaları gibi yerler daha kalabalık, yüksek alanlar tenhadır. Öyle ki. bazı
yüksek alanlarda hiç insan yaşamaz.

Kır ve kent nüfusunun durumuna gelince, son sayıma (21 Ekim 1990) göre nüfusun yüzde 56’sı kentlerde (Nüfusu 10.000’i aşan ve sayılan 450’yı Du-lan yerler) geri kalanı ise kırsal kesimde yaşamaktadır.
Ülkemizde nüfusu en yoğun olduğu kentlerden İstanbul’un kalabalık köşelerinden biri.

Türkiye’nin illerinin 1990 sayımına göre nüfus yoğunlukları
4S
45
44
43
42 ‘il
42
J/
41
39 1
S S ‘1

}4

î?
32
31
29
29

j_5
24 1
24

Türkiye’nin topraklarının, yararlanma açısından, son yıllardaki bölünüşüne alt diyagram.
Türkiye’nin dış ticaretinde en büyük payın zamanla tarımsal ürünlerden sanayi ürünlerine geçtiğini gösteren diyagram.
Türkiye, yakın yıllara gelinceye kadar ekonomisi tarıma dayalı bir ülke di. Nüfusun büyük bölümü kentler dışında yaşıyor, Türkiye’nin dışa sattığı arOnler arasında tarım ürünleri daha fazla yer tutuyordu. Türkiye’de kent ‘lüfusunun 1985 sayımından beri kır löfusundan fazla olduğu görülür. Bu-^a paralel olarak dış satışımızda tarım ErOnlerinin payı, yüzde 75’den yüzde 26’ye düşmüş, buna karşılık sanayi erünlerinin dış satışımızdaki payı art-nıştır. Bütün bu değişiklikler, Türkiye’-7in ekonomik yapısını temelden yeni-ediğini ve tarım ülkesi olmanın dışında başka ekonomik etkinliklerin de ge-: işliği bir ülke durumuna geçtiğini gös-Eerir.

Ülkemizin topraklarından yararlanma bakımından son yıllardaki bölünüşü aşağıdaki diyagramda verilmiştir:

Bu oranlar, bölgeden bölgeye bü-yak farklılıklar gösterir. Son yıllara ait c!an bu rakamlar, geçmiş yıllardakiler-
EKONOMİK

YAPI
den oldukça farklıdır. Ortalama olarak yüzde 33,6 oranında görülen ekili ve dikili alanlar, Cumfıuriyet’in başlarında yüzde 15’i bulmuyordu.

Ülkemizde ekim alanlarının büyük kesimi tafııl tarımına ayrılmıştır. Tahıl türleri arasında hemen her zaman buğday başta gelir (1988’de 20.5 milyon ton). Bugün buğday, Türkiye’nin hemen hemen bütün bölgelerinde ekilir; yalnızca yazları fazla yağmurlu olan Karadeniz kıyılarında yerini mısıra bırakır. Kireci az ve kumu fazla olan topraklarda buğday yerine çavdar, Doğu’-nun yazları kısa süren yüksek yaylalarındaysa daha çabuk yetişen arpa ekilir. Karadeniz kıyıları dışında, ülkenin kıyı bölgelerinde de hemen her zaman buğday tarımı başta gelir. Yağışları az olan iç bölgelerde, tek tip tarım niteliği gösterecek biçimde, öteki ekimleri çok geride bırakır. Buğday üretiminde bölgeler arasındaki en büyük pay, iç Anadolu Bölgesi’nindir. iç Anadolu Bölgesi’nde buğday üretiminin 1/10’u-nu gerçekleştiren Konya başta gelir.

Tahıl ürünlerimiz arasında ikinci sırayı alan arpanın yetişme koşulları buğdayınkini andırdığı için, üretimi aşağı yukarı onunkine paralel olarak
yapılır. Özellikle Doğu Anadolu’da, buğday yetiştirilmeyen yüksek yerlerde arpa ekilir. Buna karşılık, dış piyasada da çok aranan yüksek nitelikli biralık arpaları yetiştirmek için, bazı bölgelerde iyi topraklarda buğday yerine arpa ekildiği de görülür (Eskişehir’de olduğu gibi).

Kireci az, cılız topraklarda yetişen çavdarın en çok iç Anadolu’nun güneydoğu yarısında ekildiği görülür. Kayseri ili, çavdar üretiminde her zaman ön sıradadır.

Daha çok at yemi olarak kullanılan yulaf, zengin toprak aramadığı gibi, yazları nemli ve serin bölgelerde oldu ğu kadar, kuru ve sıcak yerlerde de ye tişebilir. Yulaf ekiminde başta İç Ana dolu, sonra Marmara ve Akdeniz böl geleri gelir. ■

Darı ekimi ülkemizde dağınık bi çimde yapılır. Eskiden daha geniş öl çüde üretilen darı, günümüzde en çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde (baş ta Diyarbakır) yetiştirilir.

Mısır, Karadeniz Bölgesi’nin yazla n yağışlı iklimine çok iyi uymuş, bu mevsimde yağmur istemediği için böl gede iyi gelişmeyen buğdayın yerine

kıyı boyu halkının temel besin maddesi olmuştur. Türkiye, mısır üretiminin yandan fazlasını Karadeniz Bölgesi gerçekleştirir.

Pirinç de buğdaygillerden olmakla birlikte, ekimi fazla su ve çok emek ister. Ülkenin yazları sıcak olan birçok yerinde yetiştirilebilirse de, pirinç tarlalarının sürekli olarak su aitınaa ou-lundurulması koşulu, bu ekimi oldt..k-ça sınırlandırmıştır.

Sebzeler arasında baklagillerin üretimi, Türkiye’de öteden beri oldukça önemli yer tutar. Baklagiller arasında en çok ekilenler fasulye, nohut ve mercimektir; bunları bakla ve bezelye izler. Fasulyenin çok geniş ve dağınık olan yetişme alanı içinde, belirgin üretim kesimleri ayırmak güçtür. Doğu Karadeniz, iç Anadolu’nun güneydoğu kesimi ve Marmara Bölgesi’nde oldukça çok yetiştirilir. Nohut, en çok iç Anadolu ve çevresinde, baklaysa daha çok batı bölgelerimizde (Özellikle Balıkesir, Çanakkale) yetişir. Mercimek ürünü en çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden elde edilir.

Kökeni Amerika olan patatesin ekim alanı son yıllarda çok genişlemiş, üretimi de son 25-30 yıl içinde gittikçe artmıştır. 1950’de 500.000 ton olan patates üretimi 1988’de 4 milyon tonu geçmiştir.

SANAYİ BİTKİLERİ

Sanayi hammaddesi olan bitkilerin yetiştirilmesi, ülkemizde sürekli olarak gelişmektedir. Bu bitkilerden bazıları öteden beri ekilir. Pamuk, keten, susam, haşhaş ve tütün gibi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Türkiye’de yeni sanayi kolları kurulması, yeni yeni sanayi bitkilerinin yetiştirilmesine yol açmıştır. Şekerpancarı, ayçiçeği ve çay gibi bitkilerin ülkeye girmesi bunun sonucudur.

Şeker pancarı üretiminde 4 fabrikanın (Uşak, Alpullu, Turhal, Eskişehir fabrikaları) çalıştığı 1952 yılına kadar 1.300.000 tona ulaşılamamışken, daha sonra fabrika sayısının artmasıyla 1988’de 11.5 milyon tona ulaşılmıştır.
termik
Lırryıt

42.000,000 ton

o

I J

‘ ^ II II
, Bor ş, mineraiieri 854.000 ton

I 382,QQ@*k»
Türkiye’de önemli yeraitı zenginliklerinin işletilmesi ve elektrik üretiminde termik ve hidrolik santrallarının üretim durumu.
Dokuma bitkileri arasında pamuğun üretimi özellikle Akdeniz (Çukurova) ve Ege bölgelerinde toplanmıştır. Sanayi bitkileri içinde, üretim bakımından şekerpancarı, ekim alanı ba-kımındansa pamuk (1988’de 740.000 ‘hektardan, 650 ton üretim) birinci sırayı alır. Keten ve kenevir, Batı Karadeniz bölümü ile Marmara Bölgesi’nde, susam Akdeniz ve Marmara bölgelerinde, ayçiçeği Marmara Bölgesi’nde, yer fıstığı Akdeniz ve Ege bölgelerinde, soya fasulyesi Oria ve Doğu Karadeniz bölümlerinde, kolza ve aspir ekimi Afyonkarahisar ve komşu illerde yapılır. Çay (Rize dolayları) ve tütün (Karadeniz, Marmara ve Ege bölgeleri) de ülke ekonomisinde önemli yer tutan ürünlerdir.

Zeytinliklerin büyük bölümü Batı Anadolu’da toplanmıştır. Türkiye’de yağlık zeytinlerin en çok yetiştiği alan Edremit Körfezi kıyılarıdır. Sofralık zeytinse özellikle Marmara Denizi’nin güney kıyılarında (Gemlik, Erdek) yetiştirilir.
Tahıl Türleri Üretim (Ton) Ekim Alanı (Hektar)
Buğday 16.200.000 9.351.000
Arpa 4.500.000 3.440.000
Mısır 2.000.000 510.000
Çavdar 191.000 182.000
Yulaf 216.000 140.000
Pirinç 198.000 66.000
Darı 6.000 5,000

Başta buğday olmak üzere yetiştirdiğimiz başlıca tahıl türlerinin son yıllardaki üretim miktarı ve ekim alanı genişliğini gösteren çizelge.
g
OĞ §
a> .îipş-s; g
r* lO

Ülkemizde meyve üretimi büyük çeşitlilik kazanmış ve gelişmiştir. Ege ye Marmara bölgeleri ile Güneydoğu, İç Anadolu bölgelerinde üzüm yetiştirilir (Ege Bölgesi’nde kurutulmaya elverişli ünlü çekirdeksiz üzüm üretilir), incir (Ege Bölgesi), fındık (Karadeniz Bölgesi ve Marmara kıyıları), turunçgiller (Dörtyol, Adana ve Mersin çevresi ile Antalya ili ve Muğla ili kıyılan) en çok üretilen meyvelerdir. Ayrıca ceviz, badem, kayısı, antepfıstığı, şeftali, çilek, muz, elma, armut, ayva, kiraz, vişne yetiştirilir.

ÇAYIR VE OTLAKLAR

Geniş çayır ve otlakları bulunan Doğu Anadolu, iç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu, başlıca hayvancılık alanlarıdır. Türkiye’de küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar ile kümes hayvanlarından başka, ipekböceği ve an da yetiştirilir. Koyun, özellikle Trakya’da (kıvırcık), Batı Anadolu’da (dağlıç), iç Anadolu’da (Karaman koyunu) beslenir. Keçi, Türkiye’nin her yanında yetiştirilir. En çok Akdeniz Bölgesi’nde bulunur. Tiftik keçisi (Ankara keçisi) iç Anadolu’da, Eskişehir-Afyonkarahisar-Aksaray-Kayseri-Yozgat-Amasya-Kas-tamonu-Bolu’dan geçen daire içindeki alanda yetiştirilir (Siirt yöresinde de bir tür tiftik keçisi vardır). Erzurum-Kars yaylasında ve Karadeniz Bölgesi’nde çok sayıda inek beslenir.

MADENLER YERALTI KAYNAKLARI

Türkiye, hemen her bölgesinde çeşitli madenler bulunan, bazı madenler bakımından zengin, ama bazı madenler bakımındansa yoksul bir ülkedir.
(Ton olarak)
co

§
1986
Kâğıt 1980
Türkiye’nin coğrafi bölgelerinin tarımsal üretimdeki payı.
fjektrîlt

üretimi

44.300.000

1987
S

00
S
çelik Çimento şeker
Demir
Türkiye’nin başlıca sanayi Urünlsrlndekl 1980 ve 1986 yıllanndakl Untim mikta

Ülkemizde bulunan madenlerin bazıları, Eskiçağ da, hatta tarın öncesi dönemlerde işletilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, madencilikle İlgili bazı temel bilgiler, öteki ülkelere Anadolu’dan yayılmıştır. Ne var ki, Türkiye’de yüzyıllardan bu yana süregelen maden işletmeciliği, genellikle gelişigüzel yapılmış, madenlerimizin daha derinlere inilerek modern yöntemlerle galeriler ve derin kuyular halinde işletilmesi çok sonraları olmuştur. 19. yüzyılda Batı dünyasının maden gereksinimi artınca, bu iş için yabancı sermaye ülkemize girmiş, ama işletmeler genellikle küçük ölçüde kalmış, bunlann da birçoğu zamanla terk edilmiştir. Madenlerimizin bilimsel yolla işletilmesine ancak Cumhuriyet döneminde başlanmış, bunda en büyük etken, 1935 yılında kurulan MTA (Maden Tetkik ve Arama) Enstitüsü’nOn madenlerimizin incelenmesini üstlenmesi olmuştur.

SANAYİ ÜRÜNLERİ DIŞSATIMI

Türkiye’nin son yıllarda ihraç ettiği ürünlerin yüzde 70’ten çoğu, sanayi ürünleridir. Oysa Cumhuriyet’in başlarında ülkedeki sanayi işletmelerinin sayısı yalnızca 300 dolaymdaydı. Günümüzde sadece büyük sanayi kuru-luşlannın sayısı 9.000’i bulmuştur. Aynı zamanda Türkiye sanayii, çeşitlilik de kazanmıştır. Bugün Türkiye’de çok çeşitli besin maddeleri ve dokuma ürünleri, kimyasal maddeler, madeni eşya, traktör, motor, gemi, çeşitli kara taşıtları, hatta uçak üreten çeşitli fabrikalar vardır.

Türkiye’de sanayi kuruluşlarının büyük bir bölümü, özel kesimin çalıştırdığı küçük işletmelerdir. Büyük işletmelerin bir bölümü özel kesimin, bir bölümüyse devletindir. Sanayi etkinliği bakımından Türkiye’de Marmara Bölgesi başta gelir (Sadece İstanbul ili, Türkiye imalat sanayii üretiminin dörtte birinden fazlasını sağlar), ikinci sırayı Ege Bölgesi alır. Onları Çukurova yöresi, İç Anadolu ve Batı Kara-•deniz bölümü izler.

Ülkemizde ulaşım, Anadolu yarımadasının biçiminden ve onun üzerindeki yüzey şekillerinin uzanış doğrultularından etkilenerek doğu-batı doğ-rultulu bir yol sistemi olarak belirmiş;
kuzey-güney doğrultulu yollar, ancak teknik imkânlarm çoğaldığı daha sonraki dönemlerde gelişebilmiştir.

Tarih devirlerinde, ülkemizde varlığı bilinen en eski karayolları Hitit öncesine kadar çıkar. Bu dönemde Asur-lu tüccarlar tarafından Anadolu’da ku-
rulan önemli ticaret kolonileri ile Mezopotamya’yı blribirine bağlayan bazı yollar yapılmıştı. Bu dönemi izleyen Hitit döneminde İse yollar, o sırada iç Anadolu’da bulunan başlıca yerleşme noktalarını biribirine ve bunları Karadeniz ve Ege Denizi kıyılarına bağlıyor-
Türkiye’nin İthalatında çeşitli maddelerin payı ve bu payın son 30 yılda değişimi.
HHIIi
— ■*- Doğal gaz Pipe-Lıne
Madeni^

— Petrol
rafinerisi
_ ‘endüstrileri E f
O Çimento Krom
▲ K.mwa Kn Kurşun ♦ K.mjra BO mmerallen Lületaşı Ö Şeker A Boksit .. .. ^

Q m Manganez
Û Dokuma ç P Petrol 2 Zımpara
Türkiye’de yeraltı kaynakları ve sanayi.

KARADENİZ
Kahramar^fnaraş

a. .

^ <taziantap Martin Adana / q
£.k»S

O

O

Malatya
Sİnok»
‘$«msun
Çorun) O Amasya
^ Tokat
• ■ O-….. O:”
Yozgat Sivas
0. Kırfahlr
O

/ / Keys*fi ı!
e
^ s.

»akkaıf

’ o \
son on yıl içinde karayolan büyük gelişme göstermlfür.
lardı. Daha sonra Anadotoca =£’= egemenliği kurulunca, bu impa’a::’ luğun başkenti olan Susa’yı Ege Sr gesi’nde o zamanın meşhur ker: Sa*-deş’e ve buradan da Ege kiyna’ “s bağlayan büyük bir yol yapıldı. Bu la “Kral Yolu” ya da “Hükümdar Yc -adi veriliyor ve uzunluğu da 2&:c km’yi buluyordu.

Daha sonraki Helenistik ve oni, r-leyen Roma İmparatorluğu döner^;”-de Anadolu’yu baştanbaşa geçen S takım caddeler yapıldı.

KARAYOLLARI GERİLİYOR

Selçuklu döneminde, Anadolu’ca yeni bir yol yapım faaliyeti kendini gösterir. Bu dönemde İstanbul’dan Konya’ya buradan sonra da Gülek Bo-ğazı’ndan geçerek Tarsus, Antalya’ya da Kayseri-Sivas-Erzincan üzerinden Erzurum’a giden yollar üzerinde bOyuk hanlar ve kervansaraylar meydana getirildi.

OsmanlIlar genellikle Selçuklu yollarından faydalanmakla birlikte yeni yollar da yapmışlardır. Ayrıca Anado-
_ -un kuzeyindeki batı-doğu doğrul-:-!u depresyonların sağladığı kolaylıkta- yararlanarak Bolu-Amasya üzerinden Efzurum’a kadar uzanan bir kuzey >olu meydana getirmişlerdir.

Daha sonraki yüzyıllarda, Ümit Bur— yoiy keşfedilince, Hindistan’a doğ-‘iidan doğruya deniz yoluyla gitmek nîlmkün olmaya başladı. Bu yüzden Anadoîu’ya gelen kervan yoJları öne-kaybetti.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itiba-‘en de demiryolunun rekabetiyle karşılaşan karayolları geriledi ve bakımsız kaldı. Türkiye’de karayolları yapımı: özeilikle 1950 yılından sonra yeni-der! önem kazandı ve hızlandı. Cumhuriyetin kuruluşunda 14 bin km şase ile 4 bin km kadar toprak yoldan ibaret oian karayolları 1988’de 59.000 km’ye yaklaşmıştı.

TOrkiye’ye demiryollarının girişi I956’da başlayıp 1966′.da tamamlanan lanir-Aydın hattı ile olmuştur.

Bunu İzmir-Kasaba (Turgutlu) hattı izledi. Bunlardan birincisi yüzyılın sonuna doğru Büyük Menderes
vadisini boydan boya geçmiş, Dinar’a ulaşmış, ancak Göller Yöresi’nde Eğir-dir’e varması XX. yüzyılı (1911) bulmuştur. Bu hattan Ödemiş, Tire, Söke, Denizli ve Çivril’e ayrılan kollar vardır ki bunların da hepsi 19. yüzyılda tamamlanmıştı.

YABANCI ŞİRKETLER

Bir Fransız şirketi tarafından yapılan İzmır-Kasaoa hattı ise xıx. yüzyıl sonunda bir taraftan Afyonkarahisar’a, bir taraftan da Soma’ya kadar uzatılmıştı. Soma’ya ulaşan demiryolunun Marmara kıyılarına ulaşması ise 1912’de mümkün oldu.

İngiliz ve Fransızlar’dan oaşka Avusturya ve Alman şirketleri de, Türkiye’de demiryolu yapımına giriştiler. Avusturyalılar’ın girişimi ile IstanbûT’u Balkanlar’a bağlayan “Şark Demiryol-lan” yapılmaya başlandı. Osmanlı Dev-leti’nin kendi girişimi ile yaptığı Haydarpaşa-Izmit hattını sonradan Alman şirketleri “Anadolu Hattı” adı altında Eskişehir ve Ankara’ya kadar uzattılar (1892). Almanlar daha sonra

lÜRKİYE/İL İL BÜYÜK TÜRKİYE ANSİKLOPEDİSİ
Yurdumuza gelen turistlerin üll(eye bıralctıkları döviz
(Dolar olarak)
VD
<NI

m
CN
K>

rv.

N->
1980 1981 1982 1983 1984 1987 1988
SAYFA/I9
Yurdumuza gelen turist sayısı
1980 1981 1982 1983 1
1987 1988
S
İO

CM

ro
1980-1988 arasında Tttrklya’ya galan turist sayısı va bıraktıkları döviz (dolar olarak) miktarlarındaki dağişikllk.
Bağdat demiryolu hattını tamamlamaya çalıştılar. Bunun için Ankara hattından Eskişehir’de güneye ayrılan bir hat yapılmaya başlandı. Bu hat 1896’da Konya’ya, 1918’de de Nusaybin’e vardı.

19. yüzyıl sona ermeden önce yapılmış olan bir başka hat ise Mersin-Adana demlryoludur (1886).

Cumhuriyet dönemi ı ürkiye demiryolları için parlak bir dönem olmuştur. Devlet, bu dönemde, hatların eksiklerini tamamlamaya ve yeni hatlar ilave etmeye çalıştı. Eğirdir hattından İsparta ve Burdur’a şube hatları açıldığı gibi (yıl 1936), Karakuyu istasyonundan başlayıp Sandıklı üzerinden Afyonkarahisar’a uzatılan bir hat da tamamlandı (1936). Bu suretle Izmlr-Aydın-Dinar hattı Afyonkarahisar’da Haydarpaşa-Konya hattına ve Izmlr-Manisa-Afyon-karahisar hattına bağlanmış oldu. KOtahya-Balıkesir arasında yapılan demiryolu ile de Batı Anadolu demiryolu ağı tamamlandı. İmparatorluk zamanında Ankara’ya kadar gelmiş olan demiryolu doğuya doğru uzatılarak 1927’de Kayseri’ye, 1930’da Sivas’a, 1939’da da Erzurum’a varmıştır. Bu hattan ayrılan Ankara-Zonguldak 0937) ve Sivas-Samsun (1932) hatları İle Anadolu demiryollarının Karadeniz’de iki noktaya ulaşması sağlanmış oldu. Ayrıca Kayserl-Ulukışla hattının yapımıyla (1933) da iç Anadolu “demir-, yolu halkası” tamamlanmış oldu. Sivas doğusunda Çetinkaya’dan ayrılan bir hat Malatya’da, Fevzipaşa’dan gelen başka bir hatla birleştirilmiş, Malatya’dan doğuya uzanan demiryolu da 19^ yılında bu hattın son noktası olan Kurtalan’a varmıştır. Malatya doğusunda Yolçatı’dan Elazığ’a ayrılan demiryolu hattı 1934’te adı geçen kente varmış, fakat daha İleriye gitmek için ikinci Dünya Savaşı sonrasını beklemiş, nihayet Murat vadisini izleyerek
Muş üzerinden Van Gölü kıyısından Tatvan’a varmıştır.

Cumhuriyet ın başında 4.000 km kadar olan demiryollarımızın uzunluğu günümüzde 8.400 km’yi geçmiştir,

Türkiye’nin başlıca limanları İstanbul, İzmir, İskenderun, Samşun, Mersin, Antalya ve Trabzon limanlarıdır. Giren ve çıkan gemi sayısı bakımından Mersin Umanı, mal yükleme kapasitesi bakımından ise İzmir Limanı başta gelir. Türk ticaret filosu, gemi sayısı, tonaj ve nitelik bakımlarından özellikle son yıllarda çok gelişmiştir.

HAVA ULAŞIMI

Hava ulaşımı da hızla gelişmektedir. Türkiye’de İlk hava ulaşımı 1933 yılında İstanbul-Ankara seferi ile başlamış ve o yıl bu hatta sadece 460 yolcu taşınmıştı. Günümüzde bu hattaki sefer ve taşınan yolcu sayısı arttığı gibi, havaalanlarının sayısı da kırka yaklaşmıştır. Türkiye bazı büyük havayolları üzerindedir..

Türkiye ulaşım sistemindeki bu gelişmeler, yurda gelen turist sayısı ye onların bıraktığı döviz miktarındaki gelişmeler bakımından da olumlu rol oynamıştır.
TARİH
Anadolu’da insanlann yaşamasına elverişli koşulların Dördüncü Zaman’-ın pleyistosen evresinde oluştuğu kabul edilir.

Tunç Çağı’nın sonuna doğru küçük dalgalar halinde Anadolu’ya gelen Hint-Avrupa kökenli Hltitler.M.Ö. Il.bin-yılın başlarında Anadolu’da söz sahibi oldular. Kendilerine Nesalılar. dille-
rine de Nesa dili diyorlardı. Kızılırmak yayı içinde Hatti ülkesi olarak anılan bölgede kurulan imparatorluğun başkenti Boğazköy yakınlarında idi. Bu imparatorluk yaklaşık 600 yıl Anadolu’ya egemen oldu.

Yunanlılar’ın, Hititler’in son dönemlerinde ticari amaçla Anadolu’ya geldikleri ve M.Ö. 1400-1200 yılları arasında batı kıyılarına yerleştikleri anlaşılıyor.

Yunanlılar’ın İlk dönemlerine ilişkin bilgiler yetersiz olduğundan bu döneme “Karanlık Çağ” denir. Ege kıyılarına Aiolisliler, orta bölgeye İonya-lılar, güneyde Karia kıyılarına da Dor-lar yerleştiler ve zamanla İç Anadolu’daki krallıklarla da ilişki kurdular. Tiranlarca yönetilen kent devletleri, M.Ö. 8. yüzyıl sonlarında Çanakkale Boğazı, Marmara ve Karadeniz kıyılarında. Doğu Akdeniz’de koloniler kurmaya başladılar ve bu kolonizasyon dönemi M.Ö. 6. yüzyıla kadar sürdü.
HİTİT DEVLETİNİN ÇÖKÜŞÜ iINA KADA
PERS İSTİLASINA kÂDAR°^*^ (M.Ö.1200 – M.Ö.545)

Anadolu’da yaklaşık M.Ö. 1000’lere doğru başlayan Demir Çağı’nda, Hitit imparatorluğu yıkıldı. Güneydoğu Anadolu’da Luvi dili konuşan ve M.Ö. 8.yüzyıl sonuna kadar varlığını sürdüren geç Hitit Devleti, Asurlularca haraca bağlanmış ve zamanla bir As’ur eyaletine dönüşmüştOr.

Van yöresinde M.Ö. 9.yü^ıl ortalarında kurulan Urartu Devleti, M.Ö. 6. yüzyıl’da İskit ve Med akınlarıyla yıkıldı.

M.Ö. 8. yüzyılda Ankara’nın batı yörelerinde, Balkanlar üzerinden gelen Frigyalılar, başkenti Goıdıon olan bir krallık kurdular. Kafkaslar Özerinden Anadolu’ya inen Kimmerler İle sık sık savaşan Frigya Krallığı, M.Ö. 546’da Pers

sından sonra Gotlar ve Sasaniler Anadolu’ya saldırılarda bulundular.

Constantinus I (Büyük) döneminde (306-337) Byzantlon kenti, Konstan-tinopolis adıyla imparatorluğun ikinci merkezi oldu (330). Bu dönemde, daha l.yüzyılda Aziz Paulus’un Anadolu’daki gezileriyle yayılmaya başlayan Hıristiyanlık resmi bir nitelik kazandı. Theodosius l’in (379-395) ölümünden sonra imparatorluk ikiye bölündü ve Anadolu Doğu Roma (Bizans) Impara-toriuğu’na bağlandı.

TÜRKLER’İN ANADOLU’YA GELİŞİ

Selçuklu Türkleri, Anadolu kapısına dayandığında, Diyarbakır (Amld) ve çevresi dışında, bugünkü Türkiye’nin sınırları içinde kalan topraklar Si-
t
Bir Hitit Hlyroglifi.
yrlITv’İ-TS-‘
istilasıyla bağımsızlıklarını kaybettiler. Anadolu tarihinde İlk madeni paravı yapan Lidyalılar’ın M.Ö. 7. yüzyılda kurdukları devlet de Persler’in istilasıyla sona erdi.

Pers istilası Anadolu’nun siyasal dengesini tümüyle değiştirdi. Persler, Anadolu’da bakımlı ulaşım yolları kurarak egemenliklerini 200 yıl sürdürdüler ve özellikle Kapadokya bölgesinde etkili oldular

Büyük İskender, Granikos Savaşı (M.O. 334) ile Pers egemenliğine son verdi. Onun döneminde Anadolu He-lenleşti. Büyük İskender’in ölümünden sonra (M.Ö. 323) Anadolu generalleri arasında paylaşıldı. 8u bölünmeden yararlanan Romalılar uzun savaşlardan sonra Anadolu’ya egemen oldular. 3. yüzyılda Romalılar’ın zayıflama-
V’- m-f;
v:l
zans’a aitti. Selçuklular Anadolu’nun içlerine önemli akınlar yaptılar. Kons-tantinos X, Mayıs 1067’de ölünce, Bizans tahtına, sınır boylarındaki felaketlerin önlenmesi amacıyla askeri soyluluğun temsilcisi Romanos IV Dioge-nes çıkanidı (Ocak 1068). Romanos ilk başlarda Türkler’in İlerleyişini durdurmayı başardı. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Alparslan bizzat harekete geçmeye karar verdi. Sayıca daha kalabalık olan Bizans ordusunun Malazgirt’te Alparslan tarafından yenilgiye uğratılması (Ağustos 1071) Anadolu tarihinde dönüm noktası oldu, imparator, Sultan’a esir düştü, iki hükümdar arasında yapılan anlaşmadan sonra Di-ogenes serbest bırakıldı. Fakat İstanbul’da çıkan ayaklanmayla Diogenes tahttan indirildi. Alparslan’la aralarında yapılan anlaşma geçersiz duruma düştü. Bunun üzerine Türkler Anadolu’da fetih hareketlerine giriştiler,

Selçuklu hükümdar soyundan Süleyman Şah, Bizans’taki taht kavgasından yararlanarak Anadolu’nun büyük kesiminde fiilen egemenlik kurdu.

Süleyman Şah, 1082-84 arasında Tarsus, Adana ve Misis’i alarak bütün Çukurova’yı, ardından, Haçlılar’ın elinde bulunan Antakya’yı zaptetti (1085). Ama Halep’e saldırdığı sırada karşısında Büyük Selçuklular’ı buldu, Melik-şah’ın kardeşi Tutuş’a yenildi ve savaş alanında öldü (1086). Bu arada Azerbaycan’daki Türkler, Doğu Anadolu’daki Hıristiyan Bakratiler’in elindeki bölgeyi fethetmişlerdi (1080). Bunun üzerine buradan göçen Rupen, Çukurova’da bir beylik kurdu ve beylik 1375’e değin bjraya egemen oldu. Türkmen • beylerinden Haşan Bey, Kapadokya’-ya; Karatekin, Kastamonu ve Sinop’a; Çaka Bey, Ege Denizi kıyılarında Izraır, Urla ve Foça’ya yerleşti. Aynı tarihlerde Sivas merkez olmak üzere Tokat, Amasya, Niksar yöresi Melik Daniş-mend Gazi’nin elinde bulunuyordu. Güney ve Doğu Anadolu’da ise Togan Arslanoğullan Bitlis-Erzen’e, Çubuko-ğulları Harput-Muş’a, Saltuklular Erzurum’a, Mengücükler Erzincan ve Divriği’ye hâkim olmuşlardı. Mellk-şah’ın ölümünden sonra Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Aslan I, Anadolu’ya

döndü ve Anadolu (Run^) Selçuklu Sultanı olarak babasının başkenti iznik’e yerleşti (1092).

Birinci Haçlı Seferi arifesinde Suriye’den İzmit’e değin güney yolu Sel-çukluiar’ın; kuzey yolu ise Ankara, Sivas ve Kayseri’yi ellerinden bulunduran Danişmendliler’in denetimindeydi. Anadolu’ya geçen Haçlılar, Kılıç Ars-lan’ın başkenti iznik’i ele geçirerek kenti yeniden Bizans’a verdiler (Haziran 1097). 1098’de Bizans’a bağlı Antakya Prensliği’ni (ilk Haçlı devleti) kurdular. Aynı yıl Mezopotamya’da Edessa (Urfa) Haçlı Kontluğu kuruldu. Haçlılar’ın başarıları, Aleksios’un Anadolu’nun batısındaki toprakları yeniden ele geçirip Türk akınlanna karşı sınırlarını güven altına almasını sağladı, Böylece, bir yüzyıl boyunca Türk-ler İç-Anadolu’da kalırken bütün Batı Anadolu ile Karadeniz ve Akdeniz kıyıları Bizans yönetimi altına girdi. Çukurova’da Ermeniler, Urfa ve Antakya’da Franklar, Meyyafarıkin’de (Silvan) Artuklu Atabeyler sülalesi, Ahlat ve Van’da Ahlatşatılar (Sökmenliler); Amid’de (Diyarbakır) inaloğulları egemendi. 1144’te Urfa Kontluğu Musul atabeyi Zengi tarafından fethedildi.

iznik’i kaybettikten sonra başkentini Konya’ya taşıyan Kılıç Arslan, ülkenin sınırlarını doğuya doğru, Mezo-

mİ6lmııi hdyse
tifak kuran Selçuklu Beyleri ile Ha-bur Suyu kıyılarında tutuştuğu savaşta yenilgiye uğradı ve öldürüldü (Haziran 1107).

Kılıç Arslan’ın oğlu Şehinşah (1107-1116), Bizans’la bir anlaşma yaptı ve Bizans’a karşı akınları durdurmayı kabul etti. Danişmendliler’In desteğiyle Şehinşah’ı devirerek Anadolu Selçuklu tahtınaçıkan Mesut (1116-1156) Anadolu’da Danişmendliler’e geçen üstünlüğü yeniden Selçuklular’a kazandırdı. Dorylaion’da yendiği (Ekim 1174) İkinci Haçlılar, yollarına Türk topraklarından geçmeden devam etmek zorunda kaldı. Kılıç Arslan II (1156-1192) Danişmendli ülkesini Selçuklu topraklarına kattı, Setçuklular’-ın güçlenmesinden ürken Manuei I Komnenos, Türkler’i Anadolu’dan tümüyle atmak üzere harekete geçti. Ama Miryokefalon’da ağır bir yenilgiye uğradı (1176).

Miryokefalon zaferi, Malazgirt savaşından sonra Bizanslılar’ın uğradığı en büyük yenilgi idi. Bu yenilgi ile Türkler’in Anadolu’dan çıkartılabileceği düşüncesi tamamen ortadan kalktı. Bundan böyle BizanslIlar sürekli savunmada kaldılar. Selçuklu Devleti gittikçe büyüdü.

Kılıç Arslan II, 1182’de İmparator

ivianuei’in ölümünden sonra leHrar Bi-zanslılar’ın üzerine yürüdü; UJjjMj/
Nlğdt’MI Hüdavena Hatun Türbesi.
Selçuklu kümbetlerinin en

değerlilerinden Döner Kümbet (Kayseri).

imparator Aleksios M’yl yıllık vergiye

bağladı.

Sultan Kılıç Arsan, 1185’te artık yaşlanmıştı. Ülkeyi 11 oğlu arasında pay etti. Kendisi sultan olarak Konya’da kalırken, oğullarının her birini de melik sıfatıyla kendilerine ayrılan bölgelere gönderdi. Ancak bölünme, kardeşlerin egemenlik duygularını kamçıladı, iç kavga, düşmanları umutlandırdı. Bu sırada Haçlılar üçüncü seferi düzenlediler. 1190’da Konya’yı ele geçiren Haçlılar’ın komutanı Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, Göksu Irmağı’nda boğulunca Üçüncü Haç-<lı Seferi sonuçsuz kaldı.

Bu arada ilerlemeye devam eden Selçuklular, 1194’te Samsun’u alarak, Karadeniz’de ilk limanı elde ettiler.

Dördüncü Haçlı Seferi sonunda Latinler, İstanbul’u işgal ettiler(1204). BizanslIlar da, İznik Imp^ratorluğu’nu kurdular ve Theodoros I Laskaris’i hükümdar yaptılar. Komnenos soyundan gelen David ve Aleksios kardeşler de Trabzon’da Gürcistan Kraliçesi Tama-ra’nın desteğiyle Trabzon Rum İmpa-ratorluğu’nu kurdular.

Gıyaseddin Keyhüsrev 1, Selçuklu tahtını ikinci kez ele geçirdi ve 1207’de Antalya’yı fethederek, Anadolu Sel-
i ‘ _
Sivas’taki Selçuklu eserlerinden Gök Medresesl’nln taç kapısı.
I

‘l

> ‘l <

I

’»

—/-I
dolu’nun ar. Kons-ûnce, Bi-:i felaketken soy-V Dioge-lanos ilk urdurma-Selçuklu ;Gfe geç-) kalaba-jlazgirt’-giye uğ-dolu ta-impara-kümdar onraDi-it İstan-ogenes ıraların-Juruma Anado-tiler. jan Sü-vgasın-büyük jrdu. asında bütün ın elin-(1085). ırşısın-Melik-savaş 1 Azer-Mu’da-ki böl-n üze-ırova’-j’e de-kmen Dkya’-»op’a; İzmir, ihler-okat, laniş-ordu. ogan )uko-»r Er-n ve

leiik-

nan
(J2t0-i2l3i Trabzon

Erzurum’daki YakuUye Medresesi’nin cephesindeki çift asianlı ve çift kartaiiı

Selçuklu kabartması.
Konya’da Alaeddin Keykubad tarafmdan yaptırılan Kubadâbâd Sarayı’nın benzersiz çinilerinden ikisi.
Sivas’taki Çifte Minareli Medrese’nin cephesi.
dan Sinop’u aldı. Keykâvus’un kardeşi ve Anadolu Selçüklu sultanlarının en bO-yOğO olan Alaeddin Keykubad, ülkesinin sınırlarını Akdeniz yönünde genişleterek Kalonoros Kalesi’nı aldı ve Alâiye (Alanya) adını verdiği bu kenti, kışlık merkez yaptı. Artuklular’ı kendisine Dağladıktan sonra, MengOcOkier’in elindeki Erzincan’ı topraklarına kattr. Doğu yönünde ilerleyerek Erzurum’u (1230), Ahlat’ı (1231), Harpufu (1234) aldı. Oğlu Gıyaseddin KeyhOsrev II (1237-1246) Amid’i de Anadolu Selçuklu topraklarına kattı. Ancak çok geçmeden Selçuklu ordusu Kösedağ’da, Moğollar tarafından bozguna uğratıldı (1243).

MOĞOLLAR ANADOLU’DA

Bu savaştan sonra Moğollar, Anadolu Selçuklu Devleti’ni haraca bağladılar. Fakat Anadolu’da Moğollar’a karşı ayaklanmalar başladı. Selçuklu -Moğol yönetimine karşı ayaklanan Karaman TOrkmenieri’nin çağrısı Özerine Anadolu’ya gelen Memluk sultanı Baybars, Moğollar’ı Elbistan’da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra (1277) Kayseri’ye kadar ilerledi. Durumdan
yararlanan Karamanoğlu Mehmed Bey, Konya’yı ele geçirdi ve kurduğu beylikte, Anadolu tarihinde ilk kez Türkçe’yi resmi dil ilan etti (1277). Ne var ki, Konya’daki Türkmen iktidarı uzun sürmedi. Baybars’ın ardından Anadolu seferine çıkan Abaka Han’ın gönderdiği Moğol birlikleri, Tûrkmen-ler’i Konya’dan çıkardı. Karamanoğlu Mehmed Bey ve sultan ilan ettiği Cimri (Alaeddin Siyavuş) öldürüldüler.

Moğollar, Memluklular’la İşbirliği yapmakla suçladıkları vezir Muineddin Pervane’yi öldürdükten sonra Selçuklu sultanlarının yetkilerini iyice azaltarak, Anadolu’yu gönderdikleri genel valilerle yönettiler. Anadolu’da Moğol baskısı ve sömürüsü giderek arttı. Ama Moğol valilerinin etkinliği daha çok İç Anadolu’yu kapsıyordu. Türk-menler, gittikçe güçlendiler ve bazı merkezleri ele geçirerek beylikler halinde örgütlendiler. Moğol yönetimi zayıfladıkça etkileri artan Türkmenler, Anadolu’da başlıca güç durumuna geldiler.

Bu arada Anadolu’daki BizanslIlar, Mikhael VIII Palaiologos’un önderliğinde İstanbul’u Latinier’den geri al-
dılar (1261). Ancak Balkanlar’ia me; gul olduklanndan Anadolu’nun savuı masını ihmal ettiler.

Bu durum Anadolu’ya yeni gele Türkmen aşiretlerinin işini kolaylaştı dİ. Türkler, özellikle kırsal kesimler neredeyse hiçbir direnişle karşılaşm. dan yerleşmeye başladılar. 1300 doğru Batı Anadolu’nun büyük bölı mü Türkler’in eline geçmişti. Bizan lılar’ın elinde Bursa, İznik, İzmit gil kaleler, Ege Denizi’nde İzmir, Foç Karadeniz’de Ereğli gibi birkaç lima kalmıştı. Türkler çoğu zaman, fethe tikleri bölgelerde beylikler ya da emi ilkler kurmuş olan beylerin yönetimi de dağınık olarak hareket edlyoriarc Başlangıçları hakkında yeterli bilgi b lunmayan bu beyliklerin en güçlüs merkezi Kütahya olan Germiyan Be liği’ydi. Batı Anadolu’daki önemli be İlklerden İkincisi Candaroğulları’yc Merkezi Kastamonu olan beylik. Sine limanını da içine alıyordu. Onun ba daki komşusu OsmanlI Beyliği’yc Merkezi Söğüt olan beylik çok geçm den birçok müstahkem mevkii ele g çirip Marmara kıyılarına dayanmış Daha batıda, Çanakkale’ye değin Mc

merkezi İsparta olan Hamidoğullan beylikleri kurulmuştu.

İlhanlI Imparatorluğ ü’nun çökmesinden sonra Moğol valiler, Rum emi-ri ya da sultanı unvanıyla bağımsızlıklarını ilan ettiler. İç Anadolu’da ilhan-lılar’ın uzantısı durumundaki Eretna Beyliği, daha sonrada Kadı Burhaned-din Devleti ortaya çıktı. Memlukler’in 1375’te Çukurova’daki Ermeni Beyliği’-ni ortadan kaldırmaları üzerine, Rama-zanoğulları burada merkezi Adana olmak üzere Memlukler’e bağlı bir bey-IİK kurdular. Yine IVIısır’a bağımii olan Dulkadiroğulları sülalesi de, merkezi Elbistan olan bir devlet kurdular.

OSMANLI İMPARATORLUĞU

OsmanlI Devleti’ni kuranlar, Oğuz-lar’ın sağ kolu olan Günhan kolunun Kayı Boyu’dur.

Kayılar, 1071 Malazgirt Meydan Sa-vaşı’ndan sonra diğer Türk boyları ile birlikte Anadolu’ya gelmeye başladılar. Kayılar’ın bir kısmı, 13. yüzyıl ortalarında Ankara’nın batı kesiminde, daha sonra da Söğüt ve Domaniç dolaylarında yerleşti. Bu sırada, Kayılar-ın başında Ertuğrul Bey bulunuyordu. Onun ölümü üzerine (1281 yada 1288) yerine, küçük oğlu Osman Bey (doğ. 1258) tüm Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçti.

Osman Bey, o zamanın önemli top-
lumsal örgütlerinden biri olan Ahiler’-in en itibarlı reislerinden Şeyh Edeba-li’nin kızı ile evlenerek Ahller’in gücünden yararlandı ve fetih hareketlerine girişti. Bizanslılar’m elindeki Bilecik, Yar-hlsar, İnegöl, Eskişehir ve Yenişehir’i ele geçirdi. Önemli bir ipekçilik, dokuma ve demir madeni merkezi olan Bi-lecik’in alınmasından (1299) sonra uç beyliği merkezi buraya taşındı.

Osman bey den sonra uman Bey fetihleri sürdürdü. Bursa’yı alan(6 Nisan 1326) Orhan Bey beylik merKezi-ni buraya taşıdı. Akçakoca, Karamürsel ve Gazi Abdurrahman gibi komutanlar. Kocaeli Yanmadası’nı ele geçirdiler. Bizans İmparatoru Andronikos lil’e karşı kazanılan Pelekanon Zaferi (1329 ya da 1330), İznik ve İzmit (1337)’in «îlde edilmesini sağladı.

Orhan Bey, Karesi Beyliği’nde çıkan bir iç çekişmeden yararlanarak Balıkesir, Manyas, Aydıncık (Edincik) ve Kapıdağı yörelerini ele geçirdi (1345). Bu fetihler, Osmanlılar’ın, Rumeli’ye geçişlerini kolaylaştırdı.

Orhan Bey’den sonra yerine geçen oğlu Murad I, önce kardeşlerinin muhalefetini etkisiz hale getirdi, ardından Ahiler’in eline geçmiş olan Ankara’yı geri aldı ve Rumeli harekâtına başladı.

Sazlıdere Zaferi, Edirne (1363) ve Filibe gibi çok önemli iki mevkiin elde edilmesini sağladı. Macarlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar ve Bosnalı-lar’ın oluşturduğu müttefik Haçlı ordusunun Meriç yakınındaki Sırpsındığı’-nda kesin bir yenilgiye uğratılması (1364) Rumeli’deki ilerleyişi hızlandır-
dı. Tûrkler, ele geçirdikleri yeri Anadolu’dan Türkmen topluluklar tirerek yerleştirdiler. İkinci Meriç men) Savaşı’ndan (1372), sonra M donya da ele geçirildi. Bundan so Rumeli harekâtına, kısa bir süre ara verilerek, fethedilen bölgelerd devlet yönetiminde örgütlenmeyi dildi. Gene de bu arada, Anadolı Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav, A hir, Yalvaç, Beyşehir, Karaağaç İsparta ele geçirildi.

Sultan Murad, 1380’de, Rumel yeniden harekâta başladı. 1388’de garistan işgal edildi ve 1392’de Bu Krallığı tamamen ortadan kaldır Türk istilâsına karşı ittifak kuran: despotu Lazar, Bosna kralı Tvr Hırvat ve Arnavut prens Corcu Ka yota uygun zamanın geldiğine in< rak, harekete geçtiler. Müttefik kuv lere sonradan Macar, Eflâk, Leh Çek askerleri de katıldı. Haçlılar, sova’da kesin bir yenilgiye uğrad (20 Haziran 1389). Sultan Murad, za den sonra savaş alanını gezerken, 5 kralı Lazar’ın damadı Miloş Obili^ rafından öldürüldü. Şehzâde Baye tahta çıktı.

Yıldırım Bayezid, saltanat değiı liğini fırsat bilen Anadolu beyleri harekete geçtiklerini haber alınca S larla anlaştı, Rumeli tarafında gen önlemleri aldı ve derhal Anadolu geçti. Germivan, Aydın, Menteşe Saruhan beylikleri zapt edildi (1390). tesi yıl, Hamidoğullan Beyliği ilet Beyliği de ele geçirildi ve Karamanc Alaeddin Ali Bey banş yapmaya 2 landı. Daha sonra Candaroğlu Beyii
Ağaç oymacılığı şaheseri kapı kanatları. Karamanoğu/farı dönemine ai\
Murad II
1

nin Kastamonu’daki egemenliğine son verildi (1391). Amasya ele geçirildi (1393).

Karaman seferinde Yıldırım’m yanında bulunan Bizans prensi Manuel, babası Yannls V ölünce, İzin almadan İstanbul’a kaçtı. Bu İstanbul’un kuşatılmasına neden oldu(1391). Bu birinci kuşatma, Timur tehlikesine kadar (1401), Niğbolu seferi sırasında nisbe-ten gevşeyerek devam etti.

Macar Kralı Sigismund’un ön ayak olmasıyla ve onun komutasında Macar, Fransız, Alman, Belçika, İsviçre, Ingiltere, Iskoçya, Savua, Lombardjya, Rodos şövalyeleri ve Ulahlar’dan oluşan büyük haçlı ordusu, sının geçerek Niğbolu önlerine gelmişti. Yıldınm Bayezid, beklenmedik bir hızla Niğbolu’-ya yetişerek Haçlı ordusunu yendi (28 Eylül 1396).

Yıldınm Bayezid, bu zaferden sonra, Osmanlılar’ın Haçılar’la meşgul oluşunu fırsat bilerek harekete geçen Karamanoğlu Alaeddin Bey’in üzerine yürüdü. Alaeddin Bey, yenildi ve öldürüldü. Toroslar’ın kuzeyindeki kentler ele geçirildi (1397). Daha sonra Samsun ve Kadı Burhaneddin’e ait topraklar alındı(1398) ve Memlukler’e bağlı Malatya, Kâhta, Divriği, Behisni, Darende ve Elbistan fethedildi. Böylece OsmanlI Devleti’nin sınırlan, doğuda Orta Fırat’a ulaşmış oldu.

Bu arada, Timur, hızla batıya doğru geliyordu. Iran, Azerbaycan, Irâk-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı alan Timur, Sivas ve Malatya’ya girerek bu kentleri tahrip etti.

28 Temmuz 1402 Cuma günü yapılan Ankara Meydan Savaşı’nı Timur kazandı ve Yıldırım Bayezid esir düştü. OsmanlI Devleti yıkılma tehlikesi ile
karşı karşıya kaldı. Anadolu beyleri, tekrar eski topraklannı ele geçirdikleri gibi Rumeli’deki Türk fetihleri de durdu.

Yıldırım’ın altı oğlu vardı. Bunlardan Musa ve Mustafa, babaları ile birlikte esir düşmüşlerdi. Babalan Mart 1403’te ölünce serbest bırakıldılar. En büyük oğlu Süleyman Çelebi, Ankara bozgunu üzerine, hemen batıya yönelerek, Timur’dan önce Bursa’ya gelip devlet hâzinelerini ele geçirmiş ve Edirne’ye giderek orada hükümdarlığını ilan etmişti. Süleyman Çelebi, en küçük kardeşi Kasım Çelebi’yi de yanına almış ve onu rehin olarak Bizans’ta bırakmıştı. Kaynaklarda Kasım Çe-lebi’den bir daha hiç sözedilmez. Diğer iki oğuldan Mehmed Çelebi Amasya’da, Isa Çelebi ise Balıkesir ve Bursa’-da idi.

Timur’un Anadolu’yu terk etmesinden sonra, sadece Süleyman Çelebi değil, Mehmed Çelebi ve Isa Çelebi de bulundukları bölgelerde hüküm sürmeye başladılar. Babasının ölümünden sonra serbest bırakılan Musa Çelebi de bir süre sonra hükümdarlığını ilân etti ve böylece dört şehzade arasında bir saltanat mücadelesi başladı.

Mustata Çelebi, başlangıçta bu mücadeleden uzak durdu. Ancak M^h-med Çelebi öldükten sonra saltanat iddiası ile ortaya atılmaktan kendisini alamadı.

Bu taht kavgası, 5 Temmuz 1413 tarihine kadar devam etti. 1405 yılında Isa Çelebi, 1411 yılında Süleyman Çelebi ölünce, çekişme Musa Çelebi iıe Mehmed Çelebi arasında surau.

Musa Çelebi, ünlü Şeyh Bedreddin-i Simavi’yi kazaskerlik makamına getirdi. 1412 yılında da İstanbul’u kuşattı.
Fakat Mehmed Çelebi ile olan mücadelesi, nedeniyle kuşatmayı kaldırdı.

5 Temmuz 1413’te Sofya Dağlan dolaylannda Musa Çelebi’yi yenip, öldürten Mehmed Çelebi, beşinci OsmanlI padişahı olarak tek başına tahta oturdu.

Sultan Mehmed I, devletin sarsılan otoritesini güçlendirmek, devlet örgütünü yenilemek ve elden çıkan topraklan geri almak için büyük çaba harcadı. Anadolu’da birçok yeri yeniden aidi, Karamanoğullan’nın nüfuzunu kırdı ve doğuda, Şarki Karahisar’ı elinde bulunduran Karakoyunlular’la komşu oldu. Aynca.Şeyh Bedreddin ve taraftarları ile kardeşi Şehzâde Mustafa’nın isyanlarını da bastırdı. Öldüğünde, devlet oldukça güçlenmişti. Yerine oğlu, Murad II geçti (25 Haziran 1421).

Murad ll’nln karşılaştığı en önem-

li sorun, Limni’de hapis bulunan, amcası Mustafa Çelebi’nin, Bizans imparatorunun desteğiyle Rumeli’ye geçip hükümdarlığını ilan etmesi oldu. Bu isyan bastınldıktan sonra imparatoru cezalandırmak isteyen Murad 11, İstanbul’u kuşattı (1422). Ama bu kez de, küçük kardeşi Şİehzade Mustafa’nın Anadolu’daki İsyanı ile karşılaştı ve iki ay kadar sonra kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Şehzade Mustafa, yakalanarak idam edildi.

Bu olaylardan sonra devleti uzun süre uğraştıran en önemli sorunlar, batıda Selanlk’in alınışı dolayısıyla (1430) Venedik’le, Eflak ve Sırbistan işleri dolayısıyla da Macarlarla ilişkilerin bozulmuş olması ve Rumeli’deki savaşlardan yararlanmak isteyen Karamano-ğullan’nın sık sık nüfuz alanlannı genişletmeye kalkışmalandır. Haçlılar, Hemnanstadt, Vazag ve Izladi Derben-
Yavuz Sultan Selim
i
5,

î-

i-

e-

i,

n

e

i-

i,

î-

e
Kanunî Sultan Süleyman
Selim II
Murad III

mm”-‘
Osmanirkakmacılık sanatımı değerli örneklerinden bir rahle.
fen/fc çinilerine iki örnek: Vazo ire taba^.
di’de küçük başarılar elde edince yüreklendiler ve Rumeli’de Osmanlı egemenliğini sarsmaya başladılar. Murad I, Macarlar’la Segedin Anlaşması’nı imzalayarak, (12 Haziran 1444) tahta küçük yaştaki oğlu Mehmed’i çıkardı ve Manisa’ya çekildi. Bu durumu kendileri için elverişli bulan Macarlar, Pa-pa’nın teşvikiyle, anlaşmayı bozup, TürKler’e karşı Bohemya, Eflak, Hırvat, Polonya, Venedik ve Papa ile yeni bir ittifak oluşturdular. Çocuk padişah Mehmed ll’nin çağnsı üzerine Osmanlı ordusunun başına geçen Murad II, Varna Zaferi’yle (10 Kasım 1444) Haçlılar ın, İstanbul’u kurtarma ve Türkler’i Rumeli’den atma umudunu tümüyle ortadan kaldırdı. Bu yenilgiyi telafi etmek isteyen Macar kral naibi Jan Hun-yad, ikinci Kosova Savaşı’nda gene yenildi (17-20 Ekim 1448). Murad II tahtını ikinci kez oğlu Mehmed’e bıraktı.

Fatih Sultan Mehmed döneminde-ki(18 Şubat 1451-4 Mayıs 1481) ilk büyük başarı, İstanbul’un fethidir (29 Mayıs 1453).

Fatih’in önemli başarıları arasında, Bizans hanedanına akraba hanedanlara ait toprakların ele geçirilmesi (Trabzon, Mora, Midilli, Enez), Tuna ile Fırat arasında ataları tarafından fethedilmiş ve sonra elden çıkmış olan yerlerin geri alınması (Malatya, Darende, Amasra, Sırbistan, Arnavutluk vb.) ya da daha kesin olarak devlete bağlanması, Boğazlar ve Karadeniz’e hâkim olmak İçin Ege Adaları (Limnl, Taşoz, İmroz, Semadirek) ve Ceneviz kolonilerinin ortadan kaldmlması, Kırım’ın koruma altına alınışı da sayılabilir. Fatih, saltanatı sırasında en güçlü düşman olarak özellikle, batıda Venedik ve Macaristan, doğuda Karamanoğulları ve Akkoyun-lular’la mücadele etti. Venedik, uzun savaşlardan (1463-1479) sonra barışa razı oldu; Macarlar ele geçirdikleri Belgrad’la yetinmek zorunda Kaldı, Karamanoğullan’nın egemenliklerine son verildi (1466). Akkoyunlu Devleti de, Otlukbell savaşındaki yenilgiden (1473) sonra Anadolu üzerindeki emellerinden vazgeçti ve yıkılmaya yüz tuttu.

Fatih, devleti merkeziyetçi, mutlak bir imparatorluk haline getirdi. Ölümünden sonra, tahta geçen bûyûk oğlu Ba-yezid’e karşı küçük oğlu Şehzâde Cem, tahtın kendi hakkı olduğunu İleri sür-
dü. Ama sonra ellerine düştüğü Rodos şövalyeleri tarafından bir şantaj aracı olarak kullanıldı. Venedik ve Macaristan ile savaşlar sürdü. Kili ve Akkirman alındı, Boğdan’a Osmanlı egemenliği kabul ettirildi, Lehisan ile ilişkiler başlatıldı. Venedik’e açılan savaş, bir Haçlı deniz seferine yol açtıysa da Haçlılar yenilerek inebahtı, Modon, Koron, Navarin gibi bazı sahil kale ve limanları ele geçirildi (1502).

Bayezid ll’nin saltanatının son yılla-nnda şehzadeler arasında başlayan mücadeleyi Selim kazandı ve babasının yerini bırakması üzerine tahta geçti (24 Nisan 1512).

Yavuz Sultan Selim, iç işleri yoluna koyduktan sonra Safevî ve Memlûk devletleriyle savaştı. Çaldıran Meydanı’n-da, (23 Ağustds 1514) Şah İsmail’i bozguna uğrattı; bu başarı. Doğu Anadolu topraklannın (Diyarbakır, Kemah, Erzincan, Bayburt, Mardin, Cizre, Siirt) Os-manlılar’ın eline geçmesine yol açtı, Mercidâbık (24 Ağustos 1516) ve Ridâ-niye (22 Ocak 151^ meydan savaşları ile Memlûk Devleti son buldu. Suriye, El-cezire, Kilikya, Filistin, Mısır ve Hicaz fethedildi. Bu arada, Dulkadir Beyliği de OsmanlI topraklarına katıldı (1515). Özellikle, Suriye ve Mısır’ın alınması Os-manlılar’ın ekonomik durumunu çok güçlendirdi. Yavuz Sultan Selim, 22 Eylül 1520’de ölünce yerine oğlu Süleyman geçti (1 Ekim 1520).

“Kanuni”, “Muhteşem”, “Büyük Türk” lâkapları verilen Süleyman l’in saltanat yılları(1520-1566), Osmanlı İmparatoriu-ğu’nun her bakımdan en parlak çağıdır. Rumeli’de Belgrad’ın alınması (30 Ağustos 1521) ile başlayan seferier, Mohaç Zaferi (29 Ağustos 1526) ile Macaristan’ın önce himaye altına alınması, sonra da ilhakı ile sonuçlanırken (1541), akrabalığını ileri sürerek Macaristan Krallığı üzerinde hak iddia eden Avusturya Arşidükü Ferdinand ve koruyucusu Kutsal Roma-Germen imparatoru Şariken’e karşı yapılan savaşlar Kanuni’nin ölümüne kadar (1566) sürdü. Doğuda Safevîler’e karşı yapılan seferier (Irakeyn Seferi; 1534-1535, Tebriz Seferi; 1548-1549, Nah-çıvan Seferi: 1553-1555) sonucunda Bağdad, Tebriz, Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak-ı Arab ele geçirildi; OsmanlI – Salevî ilişkileri Amasya Anlaşması ile (29 Mayıs 1655) yeniden düzenlendi.

Akdeniz’de ı üri< egemenliği, Cezayir’de bir devlet kurmuş olan Hızır Re-is’in Barbaros Hayreddin Paşa) önderliğindeki denizcilerin Osmanlı hizmetine girmesinden sonra Proveze Deniz Zafe-ri’nin (27 Eylül 1538) kazanılması ile kesinleşti. Aynı yıl, Hind Denizi’nde Portekiz nüfuzunu kınnak için başlatılan deniz seferierinde (1538-1553) kesin başa-
rılar kazanılmamakla biriikte, karada, Ye-n’ıen ve Güney Arabistan kıyılannda egemenlik kuruldu. Daha güneyde ele geçirilen topraklarda Habeş Beylert3eyliği oluşturuldu (1555).

Kanuni’nin ölümOhden (7 Eylül 1566) sonra da fetih hareketleri sürdü. Bunda, oğlu Selim ll’nin(24 Eylül 1566 -13 Ocak 1574) büyük devlet adamı Sadrazam So-kullu Mehmed Paşa’yı devlet işlerinde tamamen serbest bırakmasının çok büyük payı olmuştur. Sakız (1566), Kıbrıs (1571) ve Yemen kesin olarak onun zamanında ele geçirildi. Fakat, bu arada Kıbrıs seferinden sonra Papalık, Venedik, Ispanya ve Malta şövalyelerinin ittifak kurarak oluşturduklan Haçlı donanmasının Lepanto (inebahtı) da TOri< donanmasına karşı kazandığı deniz zaferi (7 Kasım 1571) Osmanlılar’ın Akdeniz hâkimiyetine gölge düşOrdO. Sokullu’nun Don ile Volga ırmakları arasında ve Süveyş’te kanal açma girişimi de gerçekleşemedi.

Murad II döneminde (22 ücak 1574-14/17 Ocak 1595) Sokullu’nun nüfuzu, onu çekemeyen bazı devlet adamlarının çabaları sonucu gittikçe azaldı ve öldürülmesinden (12 Ekim 1579) sonra, devlet genellikle yetersiz padişah ve sadrazamların yönetiminde kaldı.

İran’daki iç karışıklıklardan yararlanmak amaçıyla başlatılan İran savaşları (1577-1590,1603-1611,1615 -1618 • 1623 -1639), devleti çok büyük ekonomik ve askeri zarariara soktu; başlangıçta kazanılan geçici başarılardan’ (Azerbaycan’ın Tebriz bölgesi, Kara-bağ, Gence, Kars, Tiflis, Şehrizor, Ni-havend ve Lüristan’ın alınması) sonra, Türk-iran sınırına kesin biçimi veren ve sonraki anlaşmalara temel oluşturan Kasrışirin Anlaşması imzalandı (17 Mayıs 1639).

Bazı sınır çatışmalarıyla başlayan Avusturya savaşları (1593-1606) da, uzun yıllar devam ettikten sonra Zitvatorok Anlaşması ile sonaetdi (11 Kasım 1606). Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti, bazı kale ve kentleri(Eğri, Kanije, Estergon) elde etmişse de, gerçekte onun, siyasi ve askeri bakımdan eski gücünü yitirdiği anlaşılmıştır.

Anadolu’da çıkan Celâli ayaklanmalarını bastırmak için çok büyük çaba harcamak ve uzun yıllar uğraşmak gerekti. Ahmed I (22 Ocak 1603 • 22 Kasım 1617), tahta geçince, şehzadelerin öldürülmesini önlemek için tahta, hükümdarın büyük evladı yerine, ailenin

OsmanlI Imparatorluğu’nun en fazla genişlemiş olduğu dönemdeki (XVI. yüzyıl) sınırlan.
en yaşlısının geçmesi töresini getirdi.

Kapıkulu askerlerinin, saray kadınları ve bazı devlet adamlarının kışkırtmasıyla çıkardıkları isyanlar, kanlı olaylara yol açtı. İsyancılar, elebaşıları sonradan idam edildiyse bile, çok defa istediklerini elde ettiler. Osman II’-nin (26 Şubat 1618 – 20 Mayıs 1622) öl-dOrOlmesiyle sonuçlanan olay bu kanlı isyanların en bOyOkierinden biridir.

Devletin içine dOştOğO bu durumdan kurtarılması için zaman zaman, bazı hOkOmdar ve devlet adamlarının giriştikleri ya da tasarladıkları yeni düzenlemeler, kalıcı çözümler getirmedi. Murad IV (10 Eylül 1623 – 8 Şubat 1640), Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa (Sadareti: 24 Aralık 1638-22 Şubat 1644) ve Tarhuncu Ahmet Paşa’-nın (Sadareti: 20 Haziran 1652 – 21 Mart 1653) icraatı bu bağlamda anılabilir.

Köprülü ailesinden sadrazamların icraatı ise daha başarılı oldu. Köprülü Mehmed Paşa, devlet teşkilatında karışıklığın hâkim olduğu bir dönemde, bazı koşullarla yaklaşık 80 yaşlarında iken sadarete geldi (14 Eylül 1656). İktidarda kaldığı 5 yıl içinde sert ve acımasız icraatı ile devlet otoritesini kurmayı başardığı gibi 1645’ten beri devam eden Girit Seferi dolayısıyla Venedikliler’le yapılan savaşlarda, Venedikliler’in eline geçmiş olan Bozcaada ve Limni’yi geri aldı (31 Ağustos 1657 ve 15 Kasım 1657) ve Çanakkale Boğazı’nı Venedik ablukasından kurtardı. Erdel Beyi Rakoczy II György’nin ayaklanmasını bastırdı.

Köprülü Mehmed Paşa ölünce, sadrazamlığa, onun vasiyeti üzerine oğlu Köprülü Fazıl Ahmed Paşa geti-
rildi (31 Ekim 1661). Erdel işlerini yoluna koyduktan sonra Avusturya’ya karşı açılan savaşı (13 Nisan 1663), Vaşvar (Eisenburg) anlaşması ile (10 Ağustos 1664) başarılı bir şekilde sonuçlandırdı. Uzun bir kuşatmadan sonra Kandiye kalesini bizzat alarak (27 Eylül 1669) Girit Seferi’ne ve Girit’teki Venedik hâkimiyetine son verdi. Lehistan’a karşı başarılı seferler yaparak Podolya’yı OsmanlI topraklarına kattı (1676).

Fazıl Ahmed Paşa, 15 yıl sadrazamlık yaptıktan sonra 3 Kasım 1676’da, 41 yaşında öldüğünde, Osmanlı Devleti, güçlü ve itibarlıydı. Mehmed IV (8 Ağustos 1648 – 8 Kasım 1687), sadrazamlığa Köprülü Mehmed Paşa’nın yetiştirdiği ve damat edindiği Merzifon-lu Kara Mustafa Paşa’yı getirdi (5 Kasım 1676).

Kara Mustafa Paşa komutasında Viyana’yı ikinci kez kuşatan (14 Temmuz 1683), OsmanlI ordusu bozguna uğradı (12 Eylül 1683). Daha sonra, Lehistan’dan sonra Venedik (25 Nisan 1684) ve Rusya ile de (1696) savaşa tutuşan, OsmanlI Devleti, dört cephede çarpışmak zorunda kaldı. Rumeli topraklarının düşman tarafından istila edilmesi, mâliyedeki ve yönetimdeki bozukluklar, askerin inzibatsız!ığı büyük bunalımlara yol açtı. Mehmed IV-ün tahttan indirilmesi, kötü gidişe bir çare olmadı.

26 Ocak 1699’da Karlofça’da, Ingiltere ve Felemenk elçilerinin aracılık-lanyla 4 ay süren uzun görüşmelerden sonra, Avusturya, Venedik ve Lehistan’la 25’er yıl süreli üç ayrı anlaşma, Rusya ile de üç yıllık bir mütareke im-
zalandı. Bu anlaşmaya göre Avusturya’ya Banat hariç bütün Macaristan; Lehistan’a, Kamaniçe (Podolya) ile Uk-
Büyük minyatürcü LevnPnin bir eseri.

rayna; Venedik’e Mora yanmadası ile Dalmaçya kıyılarındaki kimi kentler terkedildi. Karlofça Anlaşması, OsmanlI Devleti’nin askeri gücünü yitirdiğini ortaya koymuş, özellikle orduda Batılilar’ın bulduğu yeniliklere uygun değişiklikler yapmak gerektiğini göstermiştir.

“Birinci Edirne Vak’ası” denen Ah-med III döneminin (23 Ağustos 1703 -1 Ekim 1730) ikinci yarısında, Osman-lılar’ın batılılaşması yolundaki ilk cid&i adımlar atılmıştır. Bunlar arasında en önemlisi 1727’de İstanbul’da ilk Türkçe kitabı basan matbaanın kurulmasıdır. “Lale Devri” diye anılan bu zevk ve safa döneminde, başka müzik ve mimari (İstanbul’da Ayasofya’nın karcısındaki Sultanahmet Camii ve külli-yesi) olmak üzere birçok sanat dalında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu dönem, Patrona Halil önderliğindeki isyanlar tarafından Ahmed lll’ün tahttan indirilmesiyle sona ermiştir.

OsmanlI hizmetine giren ve Müslüman olan Fransız asıllı Humbaracı Ahmed Paşa (Claude Alexandre Comte de Bonneval) yönetiminde maaşlı, yeni bir Humbaracı Ocağı kuruldu (1734).

Mustafa III zamanında (30 Ekim 1757

– 21 Ocak 1774) Türkiye’de Baron de Tott’un yardımı ile Tophane ıslah edilerek yeni toplar döktürüldü. Aynca Has-köy’de yeni bir top dökümhanesi yapıldı ve tersanede yeni gemiler inşaa edildi. Fakat bütün bu yenilik hareketleri yetersizdi. Ordu ve donanmada köklü bir ıslahat yapılamamıştı. Nitekim Rusya ile tutuşulan yeni bir savaş, gerçekleri bütün acılığı ile ortaya çıkardı.

Rusya’nın Lehistan’ı elde etmeye yönelik girişimleri ve bazı Leh yurtseverlerinin OsmanlI topraklanna sığınmaları üzerine, onları kovalayan Rus kuvvetlerinin sının aşarak Lehleri ve Türkler’i kılıçtan geçimneleri, yüzyıllardan beri Lehistan konusunda duyarlılık gösteren Osmanlılar’ı kızdırdı. Fransa’nın teşviki ve kamuoyunun baskısı ile hazıriık yapılmadan Rusya’ya savaş ilan edildi(4 Ekim 1768). Ruslar bu savaşta, Tuna boylarında büyük başarılar kazandıktan sonra Kınm’ı işgal ettiler ve Battık filolarını ingilizler’in yardımı ile Akdeniz’e çekerek Mora Rumlan’nı ayaklandırdılar
(1769), Çeşme limanında bulunan OsmanlI donanmasını yaktılar (7 Temmuz 1770). Mısır’da İstanbul’a karşı ayaklanan Bulutkapan Ali Bey’e yardım ederek onun bağımsızlığını ilan etmesine yol açtı.

Savaşların yenilgiyle sonuçlanması, ordu ve donanmanın çökmüş olduğunu ortaya koyduğundan Çeşme felâketinden sonra, Kaptanıderya Cezayirli Haşan Paşa’nın çabalarıyla tersanenin yenilenmesi, İngiliz ve Fı-ransız gemileri tipinde, yeni savaş gemileri inşa edilmesi, gemici yetiştirilmesi ve gemiciler için kışla yapılması (1784) gibi işler gerçekleştirildi. Aynca temeli Baron de Tott tarafından atılan Tersane Mühendishanesi 1776’da; İstihkâm Okulu ise 29 Ekim 1784’de, yabancı uz-manlann gözetim ve idaresinde faaliyete geçirildi. Obert’in yönettiği Sürat Topçuları Ocağı (Ocak 1774) 1781 yılında lağvedildikten sonra Sadrazam Halil Paşa’nın girişimi ile yeniden örgütlendi. Ama en ciddi adımlar Selim III (7 Nisan 1789-29 Mayıs 1807) tarafından atıldı.

Selim III güvendiği devlet adamlan-nın fikirierini alarak ticari, sosyal, siyasi ve askeri alanlarda yapılacak yeniliklerin geniş bir planını hazıriayarak işe başladı. “Nizam-ı Cedid” adı ile. Bostancı ucagı na bağıı, Avrupa tarzında eğitim, donatım ve giyimi olan yeni bir ordu kuruldu; Avrupa’dan getirtilen ustalaria Tophane ve Baruthane düzene kondu; tersaneler faaliyete geçirildi, yeni gemiler yapıldı, bilgili gemici ve kaptanlar yetiştirilmeye çalışıldı; yine yabancı uzmanlardan yararlanılarak Kumbaraha-ne (1792) ile Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn kuruldu (1794); ordu ve donanmanın işine yarayacak kitaplar Türkçe’ye çevrilip bastırıldı; Londra, Paris ve Vi-yana’ya ilk defa daimî elçiler gönderildi. Ordu ve donannıa için yapılan masrafları karşılamak amacıyla “Irad-ı Cedid” adıyla yeni bir hazine kuruldu; mülki ıslahat yapıldı ve yeni kanunnâmeler hazırlandı. Bütün bunlara rağmen, Nizam-ı Cedid de, iç ayaklanmalar karşısında âciz kalmış, Mısır’ın Napolyon tarafından istilâ edilmesi karşısında Fransa’ya açılan savaşı (25 Eylül 1798) kazanmak için Fransa’nın düşmanı Rusya, Ingiltere ve iki
Yenilikçi ve sanatçı padişah Selim III
Sicilya Krallığı ile ittifak yapma (23 Kasım 1798, 5 Ocak 1799, 21 Ocak 1799) gereği duyulmuştu. Daha sonra OsmanlI Devleti ve Fransa yakınlaştı Rusya’nın Eflâk ve Boğdan’ı istilâ etme-si(16 Ekim 1806) Rusya ve Ingiltere’ye karşı savaşın başlamasına yol açmıştı. Nizam-ı Cedîd’in Rumeli’ye de yayılması karanna karşı, Şehzâde Mustafa taraftarlarının da tahrikleriyle harekete geçen bir grup esnaf, ulema, tüccar ve yeniçeri ayaklandı (İkinci Edirne Vak’asr. Haziran 1806). Devletin bazı ödünler vermesi, isyancıların cesaretlenmesine yol açtı.

Savaş sırasında, İstanbul’da çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı ile (25 Mayıs 1807) Selim III tahttan indirileli (29 Mayıs 1807) ama, bunu yenilik taraftarları, karşı darbe ile Mustafa IV’ü tahttan uzaklaştırdılar (28 Temmuz 1808) ve Alemdar Mustafa Paşa, Sekban-ı Cedid adı altında Nizam-ı Cedid askerî teşkilâtını yeniden kurdu. Sonunda Mah-mud II (28 Temmuz 1808 – 30 Haziran 1839) Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdı.
S

te

Mahmud M, hükümet örgüt ve yöntemlerinde değişiklik yaparak bakanlıklar, askerî işleri görüşüp karara bağlamak üzere Darü’ş- Şura-yı As-ketî’yi ve memurtann yargılanması, hükümet ile halk arasındaki davaların görüşülmesi için “Meclis-i vâlâ-yı Ahkâm-ı Adlive”yi kurdu, memurlan, hariciye ve dahiliye olmak üzere İki sınıfa ayırdı, rütbe ve sınıflarına göre maaş bağladı, el koyma yöntemini kaldırdı, postacılık örgütü kurdu, Avrupa eğitim ve öğretim sisteminin benimsenmesi amacıyla sıbyan okullarının üstünde rüştiyeler, devlet memurlarını yetiştirmek için Mekteb-i Maarlf-i Adlî, Harbiye ve Tıbbiye okullannı açtı. Tıbbiye ve Harbiye için yabancı kaynakların Türkçe’ye çevrilmesini sağladı.

Bütün bu yenilik hareketleri yanında, Mahmud II döneminde siyasi bakımdan bazı olumsuzluklar ya da talihsizlikler yaşandı. Milliyetçilik fikirierinin OsmanlI Imparatoriuğu’nda yayılması üzerine çıkan. Sırp (1804-1817) ve Yunan is-yanlan (1815-1830), Avrupa devletlerinin kendi çıkartan için bu olaylara kanşarak devleti zor durumlara düşürmeleri, Rusya’nın emperyalist ve geleneksel siyasetine uygun olarak savaş açması (1806-1812,1828-1829), Mısır valisi Meh-med Ali Paşa’nın isyanlan (1831-1840) bunlardandır. Sonuçta, Sırbistan’a bazı İmtiyazlar verildi; Mora’da bağımsız bir Yunan devleti kuruldu. Rusya, Bükreş Anlaşması ile Sesarabya’yı, Edirne Anlaşması (1829) ile Doğu Karadeniz kıyısındaki Poli ve Anapa’yı aldı; Eflâk ve Boğdan özerkliğini kazandı; Fransa Cezayir’i işgal etti (1830) ve Mı-
Gülhane Hatt ı Hümayunu’nu hazırlayan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa

sır’ın yönetimi, bazı koşullarla Meh-med Ali Paşa’ya bırakıldı.

Sultan AbdOlmecio’ln (1 Temmuz 1839-25 Haziran 1861) ilk ve en önemli icraatı, 17. yüzyıl başlarından beri yapılmakta olan ıslahat hareketlerini tamamlamak üzere Mustafa Reşıd Paşa’nın hazırladığı Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu (Tanziat Fermânı) ile açıklanan (3 Kasım 1839) yeni düzenlemelerdir.

Tanzimat Devri’nde, Boğazlar, Lübnan, Macar mültecileri, kutsal yerier sbrunları ve Kınm Savaşı (1853-1856), OsmanlI Devleti’nin başlıca dış siyaset konuları oldu. Kınm Savaşı sonunda imzalanan Paris Anlaşması (30 Mart 1856) ile Ruslar’ın bazı OsmanlI toprakları üzerindeki emelleri bir süre için engellendi. OsmanlI Devleti nin aevıetıer arası haklardan yararianabileceği kabul edildi ve OsmanlI Devletl’nin tarafsızlığı ka-
rariaştınidı. Anlaşmanın imzasından önce hazırianarak ilân edilen ve Gülhâne Hatt-ı Humayûnu’ndaki ilkeleri yenileyen ve onlara yenilerini ekleyen Islahat Fermanı (18 Şubat 1856), Rusya’nın gelecekte Hıristiyan halkın çıkarlarını bahane ederek müdâhale etmesini önlemek için Paris Anlaşması’-nda dikkate alındı. Ama, Islahat Fernıa-m’nın, anlaşma metni içine sokulması, Rusya yerine, bu kez Batı Avrupa devletlerine Osmanlılar’ın iç işlerine müdahale fırsatı vemıişti. Rusya, Fransa, İngiltere ve Avusturya, çıkariarına göre, bazen ayrı ayrı, bazen de biriikte, fermanda vaadedilen ıslahatı bahane ederek müdahalelerde bulundular. Cidde ve Suriye isyanları (1868-1860), Eflâk-Boğ-dan (1856-1862) ve Sırbistan olayları (1856-1861), Karadağ İsyanı ve savaş-lan (1858) Osmanlı – Yunan ve Osmanlı
– Mısır ilişkileri bu devletlerin müdahale ettikleri başlıca konulardı. Bu devletlerin İstanbul’daki elçileri, Osmanlı Dev-leti’nde uygulanmasını gerekli gördükleri kanunlan hazıriamaya kalktıkları gibi, kendilerinde devletin iç ve dış siyasetini denetleme hak ve yetkisini gördüler.

Abdülaziz’in (25 Haziran 1861 ■ 30 Mayıs 1876) saltanat devri, barış içinde geçmiş olmakla biriikte, yj. ne büyük Avrupa devletlerinin tahrik ve himayeleri ile Hıristiyan halkın çoğunluğu oluşturduğu yerierde çıkan isyanlar, ülkenin huzur ve rahatını kaçıran başlıca sorunlardı. Hersek ve Karadağ isyanları (1861-1864), Eflâk – Boğdan (1861-1867) ve Sırbistan olayları (1862-1867Î, Girit İsyani (1866-1868), gene Hersek fşyariî (1875-1876) ve Bulgar başkaldırısı (1848-1876) bunlardandır. Ordular göndererek bastırılan isyanlar
Osmaıtlılar’a büyük askeri zaferler kazandıran, anna sonradan bir çıbanbaşı haline gelen Yeniçeri Ocağı, 1827’de Mahmud II tarafından kaldırıldı.

Mahmud M, hükümet örgüt ve yöntemlerinde değişiklik yaparak bakanlıklar, askerî işleri görüşüp karara bağlamak üzere Darü’ş- Şura-yı As-ketî’yi ve memurtann yargılanması, hükümet ile halk arasındaki davaların görüşülmesi için “Meclis-i vâlâ-yı Ahkâm-ı Adlive”yi kurdu, memurlan, hariciye ve dahiliye olmak üzere İki sınıfa ayırdı, rütbe ve sınıflarına göre maaş bağladı, el koyma yöntemini kaldırdı, postacılık örgütü kurdu, Avrupa eğitim ve öğretim sisteminin benimsenmesi amacıyla sıbyan okullarının üstünde rüştiyeler, devlet memurlarını yetiştirmek için Mekteb-i Maarlf-i Adlî, Harbiye ve Tıbbiye okullannı açtı. Tıbbiye ve Harbiye için yabancı kaynakların Türkçe’ye çevrilmesini sağladı.

Bütün bu yenilik hareketleri yanında, Mahmud II döneminde siyasi bakımdan bazı olumsuzluklar ya da talihsizlikler yaşandı. Milliyetçilik fikirierinin OsmanlI Imparatoriuğu’nda yayılması üzerine çıkan. Sırp (1804-1817) ve Yunan is-yanlan (1815-1830), Avrupa devletlerinin kendi çıkartan için bu olaylara kanşarak devleti zor durumlara düşürmeleri, Rusya’nın emperyalist ve geleneksel siyasetine uygun olarak savaş açması (1806-1812,1828-1829), Mısır valisi Meh-med Ali Paşa’nın isyanlan (1831-1840) bunlardandır. Sonuçta, Sırbistan’a bazı İmtiyazlar verildi; Mora’da bağımsız bir Yunan devleti kuruldu. Rusya, Bükreş Anlaşması ile Sesarabya’yı, Edirne Anlaşması (1829) ile Doğu Karadeniz kıyısındaki Poli ve Anapa’yı aldı; Eflâk ve Boğdan özerkliğini kazandı; Fransa Cezayir’i işgal etti (1830) ve Mı-
Gülhane Hatt ı Hümayunu’nu hazırlayan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa

sır’ın yönetimi, bazı koşullarla Meh-med Ali Paşa’ya bırakıldı.

Sultan AbdOlmecio’ln (1 Temmuz 1839-25 Haziran 1861) ilk ve en önemli icraatı, 17. yüzyıl başlarından beri yapılmakta olan ıslahat hareketlerini tamamlamak üzere Mustafa Reşıd Paşa’nın hazırladığı Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu (Tanziat Fermânı) ile açıklanan (3 Kasım 1839) yeni düzenlemelerdir.

Tanzimat Devri’nde, Boğazlar, Lübnan, Macar mültecileri, kutsal yerier sbrunları ve Kınm Savaşı (1853-1856), OsmanlI Devleti’nin başlıca dış siyaset konuları oldu. Kınm Savaşı sonunda imzalanan Paris Anlaşması (30 Mart 1856) ile Ruslar’ın bazı OsmanlI toprakları üzerindeki emelleri bir süre için engellendi. OsmanlI Devleti nin aevıetıer arası haklardan yararianabileceği kabul edildi ve OsmanlI Devletl’nin tarafsızlığı ka-
rariaştınidı. Anlaşmanın imzasından önce hazırianarak ilân edilen ve Gülhâne Hatt-ı Humayûnu’ndaki ilkeleri yenileyen ve onlara yenilerini ekleyen Islahat Fermanı (18 Şubat 1856), Rusya’nın gelecekte Hıristiyan halkın çıkarlarını bahane ederek müdâhale etmesini önlemek için Paris Anlaşması’-nda dikkate alındı. Ama, Islahat Fernıa-m’nın, anlaşma metni içine sokulması, Rusya yerine, bu kez Batı Avrupa devletlerine Osmanlılar’ın iç işlerine müdahale fırsatı vemıişti. Rusya, Fransa, İngiltere ve Avusturya, çıkariarına göre, bazen ayrı ayrı, bazen de biriikte, fermanda vaadedilen ıslahatı bahane ederek müdahalelerde bulundular. Cidde ve Suriye isyanları (1868-1860), Eflâk-Boğ-dan (1856-1862) ve Sırbistan olayları (1856-1861), Karadağ İsyanı ve savaş-lan (1858) Osmanlı – Yunan ve Osmanlı
– Mısır ilişkileri bu devletlerin müdahale ettikleri başlıca konulardı. Bu devletlerin İstanbul’daki elçileri, Osmanlı Dev-leti’nde uygulanmasını gerekli gördükleri kanunlan hazıriamaya kalktıkları gibi, kendilerinde devletin iç ve dış siyasetini denetleme hak ve yetkisini gördüler.

Abdülaziz’in (25 Haziran 1861 ■ 30 Mayıs 1876) saltanat devri, barış içinde geçmiş olmakla biriikte, yj. ne büyük Avrupa devletlerinin tahrik ve himayeleri ile Hıristiyan halkın çoğunluğu oluşturduğu yerierde çıkan isyanlar, ülkenin huzur ve rahatını kaçıran başlıca sorunlardı. Hersek ve Karadağ isyanları (1861-1864), Eflâk – Boğdan (1861-1867) ve Sırbistan olayları (1862-1867Î, Girit İsyani (1866-1868), gene Hersek fşyariî (1875-1876) ve Bulgar başkaldırısı (1848-1876) bunlardandır. Ordular göndererek bastırılan isyanlar
Osmaıtlılar’a büyük askeri zaferler kazandıran, anna sonradan bir çıbanbaşı haline gelen Yeniçeri Ocağı, 1827’de Mahmud II tarafından kaldırıldı.

Girit valiliğine Yunan prensi Yorgi’nin atanmasını kabul etmeye zorladı ve ada üzerindeki Osmaniı hâkimiyeti kâğıt üzerinde bırakıldı (21 Aralık 1898). Ermeniler, Avrupa devletlerinin kendi çıkarları için yaptıklan tahriklere kapılarak, özerklik elde etmek amacıyla ihtilâlci komiteler kurdular (1887); Sason’da (8 Ağustos 1894) ve İstanbul’da birçok olay çıkardılar (30 Eylül 1895 ve 26 Ağustos 1896). Bulgar, Yunan ve Sırp çetelerlnin(1901’den itibaren) meydana getirdikleri Makedonya oluları da müdahalelere yol açtı ve devleti büyük zararlara soktu.

Abdülhamid il, Ingiltere ve Fransa’nın dostluk ve yardımlanndan umut kesince Almanlar’ın dostluğunu kazanmaya yöneldi. Bu, Alman nüfusunun OsmanlI Imparatorluğu’nda gittikçe artmasına yol açtı. Abdülhamid ll’ye muhalefet edenler ve genel olarak adlanna Genç Türkler (Jön Türk) denen kişilerin dağınık ve kişisel çalışmaları, sonradan kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından örgütlendirildi ve hızla gelişti. Türkçülük ai<ımı da, aydınlar arasında dil, edebiyat ve tarih bakımından etkili oldu.

ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin zorlamasıyla Abdülhamid II, 23 Temmuz 1908’de Meşmtiyet rejiminin yeniden yürürlüğe girdiğini ilân etmek zorunda kaldı. Rumi tarihle 31 Mart’taki II. Meşrutiyet karşıtı ayaklanma (13 Nisan 1909) bastırıldıktan sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidarı ele geçirdi, muhalifleri tasfiye etti ve ayaklanmayı bahane ederek Abdülhamid ll’yi tahttan indirip yerine Mehmed V Reşad’ı geçirdi (27 Nisan 1909).

II. Meşrutiyet’in Hânı sırasındaki ka-nşıklıkta, Avusturya, Bosna ve Hersek’! topraklarına kattı (5 Ekim 1908). Bulgaristan bağımsızlığını ilân etti (6 Ekim 1908).

Mehmed V zamanında olumsuzluk-lanr birbirini izledi ve imparatorluğun çöküşü hızlandı. Arnavutluk isyanı (1 Nisan 1910), Girit Meclisi’nin Yuanistan kralına sadakât yemini sorunu (9 Mayıs 1910), İtalya’nın, 29 Eylül 1911’de savaş ilân ederek Trablusgarp ve Binga-zi’ye saldırması; Sırbistan, Bulgaristan,
Yunanistan ve Karadağ’ın birleşerek başlattıklan (8 Ekim 1912) Balkan Savaşı bu olaylann başlıcalandır. Bütün bun-lann sonunda imparatorluğun Rumeli’deki bütün toprakları dışında, Trablus ve Bingetzi de elden çıktı, ittifak Devlet-leri’nin safında girilen Birinci Dünya Savaşı (11 Kasım 1914) imparatorluğun yıkılışının başlangıcı oldu.

Birinci Dünya Savaşı, Osmaniı İmparatorluğu için 30 Ekim 1918 günü Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile bitti. 13 Kasım’da imparatorluk işgâl edilmeye başlandı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgâl ettiler. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlattı.

KURTULUŞ SAVAŞI

Anadolu’da istilâcı düşman kuvvetlerine karşı ilk silahlı direniş, 28 Mayıs 1919’da Ödemiş’te görüldü, küçük bir birliğin karşı koyması sonuç getirmediy-se de ülke içine doğru yayılan Yunan kuvvetlerinin karşısına başka direnişçilerin de çıkmasına başlangıç oluşturdu,

Mustafa Kemal. Paşa, Karadeniz kıyılarında, Türkler’ie Pontusçu Rumlar arasında çıkan çatışmaların sona emne-sini sağlamak, orada herhangi başka sorun çıkmasını önlemek için ordu müfet-
tişi olarak, bazı yetkilerle, 15 Mayıs 1919’da Samsun’a gönderildi.

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, ülkenin her tarafında peş peşe yerel müdafaa demekleri kurulmuştu. Edirne ve yöresinde “Trakya ve Paşaeli Cemiyeti”, Erzurum ve Elazığ’da “Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti”, Trabzon’da “Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti”, İstanbul’da “Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” faaliyet gösteriyordu. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâlinin ardından İzmirliler buna engel olmak için “Redd-I İlhak” ilkesini ortaya attılar ve bir de miting düzenlediler. Bunlann yanı sıra, azınlığın kurduğu ve bazı bölgelerin yabancı devletlere verilmesini öngören cemiyetler de vardı.

Yunanlılar İzmir’den sonra Ege içlerine doğru ilerlemeye başlayınca, İzmir’in doğu, kuzey ve güneyinde üç ay-n cephe oluştu. Kuzeydeki cepheyi Miralay Kâzım Bey(Özalp) ve Kaymakam Ali Bey(Çetinkaya) yönetiyordu. Ali Bey ilk olarak Ayvalık’ta Yunanlılar’la karşılaştı. Ayrıca Bursa ve çevresinde de büyük bir birlik kurulmuştu. Bu güçler üstün düşman kuvvetlerine karşı bir süre dayandılar (Haziran ve Tem-
Ittihadcılar’ın tahta geçirdiği Mehmed V Reşad.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı yıllarında.
İkinci Meşrutiyet’in başlarında idari bölünüş: Büyük vilayet sistemi.

muz 1919), ama daha sonra bir bölü-mO dağıldı. Güney Anadolu ise Ocak 1919’dan başlayarak İngilizlerce işgal edilmiş, daha sonra Fransızlar’a devredilmişti. Bunun üzerine 21 Ocak 1919’-dan itibaren Adana ve Maraş cepheleri oluşturulmuştu.

Yurtsever komutan ve subayların ulusal bir savunma örgütü oluştunnaya çalıştıktan sırada, Osmanlı ordusu, çok kûçOk bir bölümü dışında dağıtılmıştı. Mustafa Kemal, Samsun’a geldiğinde ordunun mevcudu 50.000’e inmişti. Bu kuvvetler üç orduya bölünmüştü. Üçüncü Ordu Müfettişliği’nin merkezi Erzurum’daydı. Merkezi Sivas’ta olan 3. Kolordu (Rafet Paşa’nın komutasında) ile merkezi Eızurum olan 15. Kolordu (Kâzım Paşa’nın komutasında) buraya bağlıydı. Mustafa Kemal başka ordulara bağ-
lı kolordu komutanlarıyla ve başka vilayetlerin valileriyle bağlantı kurdu. Bu girişimini hukukileştirerek tüm halkın kabul etmesini sağlamak için, seçilmiş delegelerden oluşan bir meclis toplayıp o meclisin kararlannı temel almak istiyordu. 22 Haziran’da bunu belirten bir genelgeyi Amasya’dan yurdun dört yanına gönderdi. Bu genelgenin son maddesinde toplantı yerinin Erzurum olduğu bildirilmiş, toplantı tarihine kadar diğer illerin delegelerinin ancak Sivas’a ulaşabilmeleri halinde, Erzurum Kongresi’ne katılanlann Sivas toplantısına da gitmeleri İstenmişti.

Erzurum ve Sivas Kongreleri

Amasya Genelgesi üzerine, İstanbul hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın res-
mi görevine son verip, onu İstanbul’a getirmek için bazı girişimlerde bulun-du.Ama Mustafa Kemal Paşa, kendisine sevgi gösteren halkın arasında Sivas’a, oradan da Erzurum’a geçti. “Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Ce-miyeti”nin Erzurum Şubesi tarafından toplanmasına çalışan Doğu Vilayetleri Kongresi, Mustafa Kemal Paşa’nın çabasıyla 23 Temmuz 1919’da toplandı. Bu arada, resmi görevine son verileceğini anladığından, İstanbul’a istifa ettiğini bildiren bir telgraf çekti. Toplanan kongre, beışkanlığa onu seçti. 14 gün süren kongrede bazı ilkeler belirlendi ve bir bildiri yayınlandı.

Dile getirilen temel ilkeler şunlardı:

1-Ulusal sınıriar içinde vatan topraklan bir bütündür, bölünemez:
10 Ağustos 1920’de, OsmanlI Devletleri ile İtilaf devletleri arasında imzalanan Sevres Anlaşması’na göre

Anadolu’nun düşmanlarca paylaşılması.
Mustafa Kemal’i İstanbul’dan Samsun’a götüren “Bandırma” vapuru.

2-Her türlü yabancı işgal ve müda–aleye karşı bütün millet birlik halinse karşı koyacakır;

3-Merkezi hükümet vatanın ve ba-ğfmsızlığın korunmasında güçsüzlük gösterirse, amaca ulaşmak için geçici bir hükümet kurulacaktır;

4-Esas olan ulusal güçleri ve milli radeyi hakim kılmaktır;

5- Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliği ve toplumsal dengeyi bozacak ayncalıklar verilemez;

6-Manda ve himaye kabul edilemez;

Erzurum