Enerji verici ve vücudun yapı taşı olmakla birlikte, sağlıklı bir hayat için mutlaka besinler vasıtası ile dışardan alman, vücuttaki biyolojik olayla- nn normal olmasına, insan ve hayvanın dengeli gelişmesine sebep olan uzvi (organik) maddeler. Vitamin kelimesi, sıhhata sebep olan amin manasında olup, ilk defa 1911 senesinde C.Funk adlı bir kimyacı tarafından kullanıldı. Vitamin isminin kullanılmasından asırlar önce, protein karbonhidrat, lipid, madenler ve su dışında henüz belirlenmemiş bazı kim
yasal maddelerin de normal beslenme için gerekli olduğu bilinmekteydi. Mesela aylarca denizlerde gezen gemiler limon ve sebze yemediklerinden skorbüt hastalığına yakalanmışlar ve bunun tedavisinin de limon yemekle mümkün olduğu anlaşılmıştır. Çünkü limonda C vitamini bulunmaktadır. Diğer taraftan, yalnız kabuğu soyulmuş pirinç ile beslenen insanlarda beriberi hastalığının meydana geldiği ve bu hastalığın pirinç kabuğu ile tedavi edildiği bilinmekteydi. Vitamin eksikliğinin sebep olduğu hastalıklara “Avitaminoz” veya “Hipovitaminoz” denir. Bugün ülkemizde, belirli vitamin eksikliklerine seyrek rastlanmaktadır. Böyle eksiklikler görülen kimselerde ya alkolizm gibi çok kötü alışkanlıklar veya sindirim bozukluğu bulunmaktadır. Teknoloji bakımından ileri ülkelerde meydana gelen egozizim (bencillik) ve metaryalizm (maddecilik) hastalığı yaşlanan kimselerin tek başına yaşamasına sebep olmaktadır. Böyle yaşlı kimseler de, tek yönlü hazır yemekler ile beslendiklerinden, vitamin eksikliği görülmektedir. Aynca bol miktarda bira ve şarap tüketen bu ülkelerin insanlannda vitamin eksikliğinin olması çok tabiidir. Çünkü, alkol ince bağırsakdaki emilimi bozmaktadır. Bu da birçok bakımdan vitamin almama olayıdır. Bugünkü tıp kat’i olarak aklolün, B2 B6 ve B12 vitaminlerinin alınmasına mani olduğunu ortaya koymuştur. Bunlann eksikliğinin nelere sebep olduğu B2, B6, B12 vitaminleri kısmında geniş olarak anlatılmaktadır. Aynca büyük şehirlerdeki yerleşim bozukluğu, insanlann güneş ışını almasına mani olduğundan D vitamini eksikliği ortaya çıkmaktadır. Afrika ve Güney Asya insanlannda halen şaşılacak derecede vitamin eksikliği bulunmaktadır Bütün vitaminler ya olduklan gibi veya provitamin (vitaminin önmaddesi) şeklinde bitkiler tarafından sentez (basit maddelerden meydana getirme) edilirler. Pro- vitaminler, vücutta vitamin haline dönüştürülür. Bu dönüşme ya vücudun kendi gücü ile veyahut dış bir kuvvet vasıtası ile olur. Vüc <endine lâzım olan enzim ve hormonları kendisi yapüj. halde vitamini yapamaz. Onun içindir ki vitaminlerin mutlaka dışardan alınması gerekiyor. Vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin miktarı miligram mertebesindendir. İncelemeler, metobolizma- mn kontrolünde, mineraller ile birlikte vitamini, hor- man ve enzimlerin birbirlerine bağlı olarak çalıştıklannı göstermektedir. Vitamin etki bakımından hormanlara benzemektedir. Vitaminler az miktarda bütün hücrelerde depolanmaktadır. Bazılan ise önemli miktarda karaciğerde birikir. Bugün, yaklaşık 20 değişik iyi karekterize edilmiş vitamin bilinmektedir. Fakat bunlardan 14’ünün kat’i olarak gerekliliği ispatlanmıştır. Her vitaminin ara metabolizmada kendine has bir fonksiyonu vardır ki, bu başka bir şey ile karşılanamaz. Ayrıca bazı vitaminler etkilerinde birbirlerine bağlıdır.
Vitaminlerin yapılan aydınlatılmadan önce vitaminler A, B, C, K gibi büyük harfler ile adlandırma alışkanlığı vardı. Bu gün de böyle devam etmektedir. Vitaminler genel olarak et, sebze, meyva ve tahıllardan temin edilir. Sürekli olarak vitamin alınması gerekir. Herşey yiyebilen bir insan için vitaminsizlik mesele değildir. Bu gün birçok vitaminler suni olarak, hayvan ve bitkilerden elde edilmektedir. Eczanelerde ilaç olarak satılmaktadır. Vitaminler, suda ve yağda çözünen vitaminler şeklinde tasnif edilmektedir. A, D, E ve K vitaminleri yağda, C ve B vitaminleri suda çözünürler. Vitaminler başlıca üç şekilde analiz edilmektedir: Kimyevi veya fizikokimyevi, biyolojik ve mikrobiyolojik. Vitaminlerin keşfinden sonra bunlara âdeta her derde deva gibi aşın kullanma meselesi ortaya çıkmıştır. Esasında vitaminin ilme uygun olarak kullanılması gerekir. Fakat ilim vitamin konusunu halen araştırmaktadır. Son zamanlarda, vitaminler araştırmacı üb adamlarının dikkatini çekmeye başlamış ve eksiklik veya fazlalıkların sebeb olduğu olaylann dışında, kişilerin günlük aldıkları vitaminlerin değişik miktarlarıyla uzun süredeki sağlık durumları ve sağlık bozuklukları arasındaki münasebet yeniden büyük bir incelikle araştırılmaya başlanmıştır.
A VİTAMİNİ (Retinol): Eski doktorlar gece körlüğünü sığır ciğeri ile tedavi ederlerdi. Sonra bu hastalık tereyağı, morina balığı karaciğeri yedirilerek tedavi edildi. 1915’de, ABD’lerinde, sadece kazein, nişasta ve şekerle beslenen sıçanlardaki gelişme bozukluğunun, morina karaciğerinden elde edilen bir madde ile giderildiği keşfedildi ve bu maddeye A vitamini denildi. Bu maddeye A vitamini denmesinin sebebi daha önce keşfedilen B vitamininden ayırmak içindi. Bundan sonra, 1920’de, bitkilerde bulunan boyalı madde kroten’in A vitamininin başlangıç maddesi olduğu bulundu. Tabiatta bulunan ve A vitamini etkisini gösteren en iyi bilinen A vitamini akseroftol veya retinoldür. A! vitamini de denir. Kapak formülü C20 H2, OH dır. Erime noktası 62-64°C olan renksiz kristal bir maddedir. Molekülün bir sikloheksen p-iyonon halkası vardır. Bu halkaya ucunda (-OH) grubu bulunduran 11 karbonlu bir grupbağlanmış olup bir atlamalı 4 tane çifte bağ vardır. Yağda çözünür suda çözünmez. Yiyeceklerde A vitamini yağlar ile esterleşmiş halde bulunabilir. Uzun süre ışıkta kalırsa harap olur. Pişirmek ile pek harap olmaz. A vitaminin içinde bulunduğu yağ, bozunur veya ekşirse vitamin de harap olur.
Az ışıkta görebilmek için retinol (A vitamini) gereklidir. Bu vitaminin eksikliği sebebi ile retinada, bir boyalı madde olan rodopsin meydana gelemez. Rodop- sin alacakaranlıkta görme olayına sebep olan maddedir.
Eksikliği: A vitamini eksikliğinin erken ve önemli belirtisi gece körlüğüdür. Yine bu vitaminin eksikliğinde epitel hücrelerinin gelişmesi ve farklılaşması bozulur. Deri kepeklenir ve kurur. El, derinin üzerinde gezdirilirse kuru ve pürtüklü bir deri hissedilir. Benzer bozukluklar mukozada da görülür. Bunun sonucu olarak da, mukozada enfekte (iltihabi) durum ortaya çıkar.
Yine aynı durum sindirim kanalı mukozasından da görülür ki bunun sonucu emilim bozukluğu ve ishaller görülür. A vitaminine bağlı ishalleri A vitamini verilmesi ile 48 saatte düzelir. A vitamini eksikliği böbrek taşı •meydana gelmesine sebeb olur. A vitamini eksikliği uzun sürerse korena bozulabilir, yumuşayabilir ve üzerine de iltihaplanma eklenirse korena delinir ve körlük meydana gelir. A vitamini eksikliği kemiklerde rezorpsi- yonu azaltır ve kalınlaşmaya sebeb olur. Bu kalınlaşma sonucu bazı sinirler sıkıştırılmış olur.
Fazlalılığı: A vitaminin ön maddesini ihtiva eden besinleri çok fazla olan kimselerin derisinde sarılık olur. Göz akında sanlık olmaz. Çünkü vücut bu gıdalarda bulunan karoten’in yeteri kadannı A vitaminine çevirir. Geri kalan kısımda hipokarotene, bu da sanlığa sebeb olur (Karaciğer ile ilgili sarılıktan farklı sanlık). A vitaminin fazlası zehirleyicidir. Zehirlenme, baş ağrısı, beyin omurilik sıvısının artışı ve şuur bulanması şeklinde kendini gösterir. Daha kronik’ zehirlenmelerde iştahsızlık, bulantı, bazan kusmalar, baş ağrısı, görme bozuklukları, saçlarda kalınlaşma ve seyrelme, deride kuru bir kaşıntı görülür. Karaciğer büyür. Bu durum vitaminlere aşın düşkün olanlarda ve deri hastalıkları sebebi ile aşın A vitamini alanlarda görülür. Vitamin a- lınması kesildiğinde iyileşme başlar.
Biyokimyasal mekanizması: A vitamininin gözdeki biyokimsayal mekanizması bilindiği halde vücudun diğer yerlerindeki biyokimyevi mekanizması bilinmemektedir. Ancak bazı ihtimaller mevcuttur.
Günlük ihtiyaç ve tedavide kullanılması: A vitamini ihtiyacı yaşa, kadın ve erkek oluşa göre farklıdır. Süt veren kadınların saf olarak ihtiyaç duyduğu A vitamini 1200 mikrogram/gün kadardır. 7 yaşından itibaren günlük A vitamini ihtiyacı 400-700 mikrogramdır. Anne gerekli şekilde besleniyorsa süt çocuğuna dışardan ilave A vitamini vermeye gerek yoktur. Normal pişirme ile A vitamini ve A vitaminin meydana geldiği karoteri pek harap olmaz. Kızartmalarda ikisi de tama
Yaşamamız men bozunur. Güneşte kurutulan yiyeceklerde A vitamini harap olur. Gece körlüğü için üç gün arka arkaya 30 mg. (100 000 ünite) verilir. Ağızdan ve enjeksiyon halinde verilebilir. Üç gün sonra doz 9 mg. düşürülür ve belirtiler yok oluncaya kadar devam eder. Yanıklarda ve deri hastalıklannda kullanılır. Son zamanlarda ağızdan alman sentetik bir retinoik asid türevi ile ağır ve tedaviye dirençli proriasislerde çok iyi sonuç alındığı bildirilmektedir.
Kan serumunda A vitamini miktarı düşük olan kim-. selerin daha sık kansere yakalandığı ve bu vitaminin kişiyi kansere karşı dirençli kıldığı bazı ciddi yayınlarda belirtilmiştir. Sindirim bozukluğu ve yalnız pirinç, buğday, beya z mısır gibi nişastalı besinler ile beslenen kimselerde A vitamini eksikliği görülmektedir. A vitamini karaciğerde depo edilir ve buradan vücuda dağıtılır. Uygun besinler alan kimsenin karaciğerindeki A vitamini deposu o kimseye aylarca yeter.
Gıdalarda A vitamini: Bir insanın günlük A vitamini ihyitacı 1 yumurta, bir litre süt, 25 gr. tereyağı ve 100 gr. taze domatesten sağlanabilir. Hayvanlar yeşil ot yiyerek ihtiyaçlarını temin ederler. Aşağıdaki gıdaların her birinin yüz gramındaki A vitamini, retinol’e eşdeğer olarak mikro gram cinsinden verilmiştir. Balık ve balık yağlarında 45-27000, tereyağında 800, yumurtada 100, sütte 40, yağlı peynirde 300, sığır-koyun etinde 0-4, dana veya koyun karaciğerinde 5000-10000, havuçta 2000, yapraklı sebzelerde 600-700, domateste 100, taze kayısıda 250, muzda 30, sarı patateste 600, sarı şeftalide 200 mikro gram retinol’e eşdeğer A vitamini bulunmaktadır. Normal patates, koyun, sığır yağı, tahıllar, beyaz etli balıklar, bitkisel yağlar ve şeker A vitamini ihtiva etmezler.D VİTAMİNİ: Yüz yıllarca önce rahitis (raşitizm) denen kemik hastalığı balık yağı ile tedavi edilirdi. Raşitizm hastalığının, vitamin eksikliği sebebiyle meydana geldiği 1918 yılında Mellanby adlı bir hekim tarafından tetkikler sonunda bulundu. 1922 yılında D vitamini keşfedildi. Son 20 yıl içinde yapılan çalışmalar, D vitaminin vücuttaki etkileri ve hareket tarzlannı büyük ölçüde aydınlattı.
Özellikleri: Özellikleri birbirine benzeyen D2, D3, D4, D5, D6i D7, şeklinde adlandınlan altı D vitamini elde edilmiştir.
D2 vitamini (ergokalsiferol) bitki men- şeyli olup, en çok mantar ve mayalarda bulunur. Ergosteral’un morötesi ışınlara maruz kalması ile meydana gelir. Bu arada zehirli maddelerde meydana gelebilir. D2 vitamini tedavide D3 gibi etkilidir. Ancak tabiatte pek bulunmaz. D3 vitamini (kolekalsiferol) hayvani yağlarda çok bulunan 7-dehidrokolesterol’un morötesi ışınlara maruz kalması ile meydana gelen bir tabii vitamindir. Tabiattaki besinlerin çok azında D vitamini vardır. D vitamininin kaynağı güneştir. Çünkü dışardan alınan 7-dehidrokolesterol aym zamanda vücut tarafından da yapılmaktadır, imal edilen bu madde deri yüzeyine gelir ve bu yüzey güneşe maruz 1 kalınca D vitamini meydana gelir. Araştırmacılar, yanakların yeteri kadar güneş ışığına maruz kalması sonucunda vücut için lâzım olan D vitamini meydana geldiğini belirtmektedirler. Sıcak bölgelerdeki insanların esmer veya siyah olması D vitaminin yeterinden fazla meydana gelmesine mani olur. Fazla D vitamini zehirlenmelere sebep olur. Hayvanlar da, sentez edilen D vitaminin ön maddesi tüysüz derilere gider. Meselâ tavukların bacaklarının çıplak kısmanda D vitamini meydana gelir. Sentetik D vitaminleri de morötesi ışınlar kullanılarak laboratuvarlarda elde edilmektedir. D Vitamini Eksikliği ve Fazlalığı: D vitamini eksikliğinden ilk etkilenen sistem kemiklerdir. Kemiğin teşekkülü için lâzım olan kalsiyumun, kemiğin teşekkül ettiği noktaya oturabilmesi için D vitamini gereklidir. D vitaminin buradaki etkisi dolaylıdır. Yine D vitamini eksikliğinin sonucu kanda kalsiyum ve fosfor miktan azalır. D vitamini eksikliği çocuklarda raşitizim (rahitis) hastalığına sebep olur. Erişkinlerde osteomalasi denilen (kemik yumaşaması) hastalık da D vitamini eksikliğin- dendir. D vitamini fazlalığı önemli zararlara sebep olur. Ne kadar fazlasının zararlı olduğunu söylemek zordur. Uzun süre günde 150 mikrogram D vitamini alınırsa zehir etkisi yapabilir. D vitamini fazlalığında kanda kal
sivum fazlalığı olur ve zararlı etkiler buna bağlı olarak gelişir. İlk belirtiler kusma, sık idrar yapma, bulantı ve iştahsızlıktır. Şuur bozulabilir. Kemiklere, böbreklere, damarlara, kalbe ve akciğere kasliyum oturması ve bu oturmalar öldürücü olabilir. Sindirimi: İnce barsaktan yağ ile birlikte alınır. Yağ sindirimi bozulunca D vitamini alınması da bozulur. Emilen D vitamini karaciğere gelir ve ilk değişme burada olur. Karaciğer de, D vitamininin 25. karbonuna bir hidroksil kökü eklenir ve bu vitamin, 25- hidroksi kolekalsiferal halini alır. Bu madde alfa-2-globülün’e yüklenerek kana geçer. Sonra böbrekte özel bir enzim vasıtası ile D vitamininin hakiki aktif şekli meydana gelir ki bu 1,25-dihidroksi D vitaminidir. Bu D vitamini D3 vitamininden en az 10 defa daha aktiftir. Bu 1,25-dihidroksi şeklindeki D vitamini hormon gibi davranarak, diğer bazı maddeler ile birlikte kalsiyum ve fosfor metabolizmasını ayarlar. 1,25- dihidroksikolekalsiferolûn üç ana etkisi vardır. 1- İnce barsaktan kalsiyum sindirimini sağlar. 2- Kalsiyumun kemiklerden kana geçmesini sağlar. 3- İnce barsakta fosforun emilimini sağlar. Günlük ihtiyaç ve tedavide kullanılması: D vitaminin günlük ihtiyacı kişinin güneş ışığına maruz kalışı De alâkalıdır. Bol güneş alan bir kimse dışardan D vitamini almadan da idare edebilir.
Güneşe maruz kalmayan çocuklann 10, büyüklerin ise 2,5 mikrogram D vitamine ihtiyaç vardır. Ancak raşitizm hastalığına yakalanmış çocukların günde 25-125 mikrogram D vitamini alması gerekir. Hastalık belirtileri yok oluncaya kadar devam edilir. Fakat bu arada D vitaminin zehir etkisi gözden uzak tutulmamalıdır. 300.000 ünite D vitamini kalçadan veya ağızdan bir defada verilmesi pek tavsiye edilmez. D vitamini ile tedavide kalsiyumun da alınması gereklidir. Böbrekleri hasta olan raşitizim hastala- nna bol kalsiyum ile 3-5 mg. (120.000-200.000 ünite) D vitamini verilir. Osteomalasi tedavisindeki dozlar raşiti- ziminkinin aynıdır. Eğer sindirim (emilim) bozukluğu varsa yine D vitamini vermek gerekir. Ilıman ülke olan memleketimizde bilhassa büyük şehirlerde yaşayan çocuklarda ilk dört yaş bitinceye kadar kış aylarında günde 10 mikrogram (400 ünite) D vitamini vermek faydalıdır. Sara ilaçlan alan çocuklann sürekli D vitamini alması gereklidir. Bazı yiyecek maddelerinin 100gramında bulunan D vitamininin mikrogram cinsinden miktan şöyledir: Morina balığı karaciğerinin yağında 210, konserve balıklarda 7 ilâ 10, yumurtada 1,5, tereyağında 0,75, yaz sütünde 0,03, karaciğerde 0,25, ette 0,001 mikrogram- dır. Tabiattaki besinlerin çok azı D vitamini ihtiva eder. Sadece bitki besinleri ile beslenen kimseler dışardan D ıritamini almamış olurlar. Çünkü tahıl, meyva ve sebzelerde D vitamini yoktur. Otlakta otlanan, yani güneş gören hayvanlann ürünlerinde D vitamini daha çoktur. E VİTAMİNİ (Tokoferol): Kazein, mısır nişasta, domuz yağı, tereyağı ve maya ile beslenen farelerin beslenme bakımından iyi olmalanna rağmen, üremedikleri tetkikler sonunda anlaşılmıştır (1923). Meselâ erkekleri kısırlaşdılar. Dişileri ise yavrulanm düşürdüler. Yukardaki beslenmeye bitkiden elde edilen yağ ilave edilince farelerde görülen bozukluğun düzeldiğigörüldü. Bu bozukluğun sebebinin E vitamini eksikliği olduğu tesbit edildi ve o yılda E vitamini keşfedildi, sentezi yapıldı ve yapısı aydınlauldı. Özellikleri: E vitamini yağda çözünen vitaminlerdendir. Bu yüzden hücre zannda bol miktarda bulunur. E vitaminin etkilerini gösteren 8 tokoferol ve tokotrie- nol vardır, a tokoferol diğer tokoferoller içinde en etkili olanıdır, a -tokoferol ve daha çok kullanılan •* * tokoferol asetat hafit san, kokusuz, yağımsı berraK ve oldukça yapışkan maddelerdir. Tabiatte bulunan deks- tro şekli fizyolojik olarak en etkili izomeridir. Suni rasemik a -tokoferol (DL- a -tokoferol) ve esteri, tekabül eden dekstro izomerinin yüzde 70-75 etkisine maliktir. /} ve V tokoferoller, 3 izomerinin yansı kadar, S izomeri ise ancak yüzde biri kadar etkilidir. Tokoferoller billuri şekilde elde edilemedi. Oksijensiz ortamda 200°C’ye kadar dayanır. Organik asidlerden 100°C kadar müteessir olmazlar. Alkaliler etki eder. Oksidasyon ile biyolojik etkisini hızla kaybeder. Acılaşmış yağda E vitamini bulunmaz. Işık ve bilhassa ultra vi- yole (morötesi) ışınlara karşı dayanıksızdır. Onun için E vitamini ihtiva eden gıdalar güneşe maruz bırakılmamalıdır. E vitamininin bazı oksidasyon ürünleri K vitamini etkisi gösterir. Kızartmalarda E vitamininin % 50-90’ı kayıp olur. Suni olarak ağartılmış unlarda E vitaminin bir kısmı harap olmaktadır. E vitamini antioksidan olduğundan yağlara katılarak yağın dayanıklılığı artırılır. E Vitamini Eksikliği: E vitamini eksikliği her hayvanda başka etki göstermektedir. Tavşan ve maymunların erkeklerinde kısırlık, hindilerde kanama, maymunlarda hemolitik anemiye v.s. sebeb olmaktadır. Tabiatta ve besinlerde oldukça bol olan E vitamini eksikliği insanlarda çok az görülür. Erken doğan bebeklerde E vitamini eksikliğine bağlı olarak hemolitik anemi görülür. Sindirim esnasında yağ alınamadığı zaman E vitamini eksikliği görülür ki, bu da kandaki erotrositlenn ömrünün kısalmasına yol açar. E vitamini eksik olan kimselerin eritrositleri bazı oksidan maddelere karşı dayanıksızdır. İnsanda E vitamini eksikliğinin zaranmn ne olduğu pek anlaşılmamıştır. E Vitamini Fazlalığı: E vitaminin fazlalığının zararlı olduğuna dair bir keşif yoktur. E Vitaminin tedavide kullanılışı: Erken doğan bebeklerdeki hemolitik anemiyi düzeltmek en yaygın kullanım alanıdır. Orak hücreli anemide E vitaminin oraklaşma oranını azalttığı ve hastalığın prognozunu önemli ölçüde düzelttiği gösterilmiştir. Kistik pankreas fibrozu olan çocuklara E vitamini vermek faydalıdır. Yeni doğanın solunum sıkıntısını gidermekte kullanılır. Akdeniz tipi glükoz-6-fosfatdehidrogenaz eksikliği memleketimizde çok sık görülmektedir. Bu hastalara günde 800 (IÚ) E vitamini verildiğinde üç ay içinde hemo lizin azaldığı ve erotrositlerin yaşama müddetinin uzadığı kati olarak gösterilmiştir. Bir yıllık tedavi ise bu hastaların kansızlıklannı önemli ölçüde gidermiş ve krizleri hafif atlatmasını sağlamıştır. Bazı kaynaklar, E vitamininin vücuddaki serbest köklerin birikmesine mani olduğunu ve böylece yaşlanmayı geciktirdiğini iddia ediyor. Fakat demir ve C vitamini ise bu serbest kökleri meydana getirerek iltihaplanma ile mücadeleyi kolaylaştırıyorlar.Eğer E vitamini yaşlanmayı yavaşlatıyorsa antioksidan olan selenyum, bakır ve B2 vitaminin de bu işi yapması gerekir. E vitamini şeker hastalığındaki dejene- ratif değişiklikleri önlemek, itiyadı düşüklükleri tedavi etmek, sporculan kuvvetlendirmek, erkek kısırlığını düzeltmek, prostat büyümelerini kontrol altında tutmak için, katarakt meydana gelmesini önlemek, bazı deri hastalıklannı tedavi etmek için kullanılmıştır. Fakat bu kullanımın mantıklı bir açıklaması da yoktur. E Vitamini kaynaklan: En önemli kaynak tohum yağlan (nebati) yağlardır. Ekmek ne kadar esmer ise o kadar çok E vitamini ihtiva eder. Et ve meyvada çok az vardır. Normal yeme ile günde 5-10 mg. E vitamini alınır. Amerika’da tavsiye edilen miktar 15 mg/gün olduğu halde Kanada’da 9 mg/gün’dür. Bazı besinlerin 100 gramında oc – tokoferol miktan şöyledir: Tereyağda 1,6, Margannde 10,2, sıvı yağlarda 50, tavukta 1,6 yumurtada 10,7, koyun ve sığır etinde 1,7, fasulyede 9, tahılda 45 ve sebzelerde 90 mg. dır.
K VİTAMİNİ, DanimarkalI araştırmacı Dam, 1934 yüında civcivleri yağsız gıdalar ile beslediği zaman onlarda C vitaminine bağlı olmayan bir kanama istidadı gördü. Değişik besinler ile beslenince kanama istidatlının düzeldiğini gördü. Bu bozukluğu düzelten aktif maddeye K vitamini (Koagulasyon=Pıhtılaşma Vitamini) adını verdi. Bu araştırmacı 1939 yılında bu maddeyi saf olarak elde etti. Özellikleri: Tabii kaynaklarda K, ve K2 olmak üzere iki çeşit K vitamini vardır. K vitaminin ikisi de bir naftokinondur. K, vitamini bitkilerde bulunur ve fıloki- non ve filomenadion şeklinde adlandırılır. K, vitaminin kimyada adı, 2-metil-3-fitil-l,4-naftokinondur. Yeşil yapraklarda bulunur. Erime noktası yaklaşık -20°C’ olan san yağımsı bir maddedir. K2 vitamini ise kokuşmuş balık unlarından elde edilmiş olup bir grup menakinonlar ve bakteriler tarafından üretilir. 53,5- 54,5°C’de eriyen san kristalimsi bir maddedir. Kimyada 2-metil-3-difamizel-l,4-naftakinon şeklinde adlandın- lır ki bu K2(30) olarak bilinir. Karbon sayısına bağlı olarak K2(35) ve K2(4J) vitaminleri de vardır. K vitaminleri organik çözücülerin çoğunda ve yağda çözünür. Fakat suda çözünmez. K vitamini ısıya dayanıklıdır. Pişirme sırasında kısmen parçalanır. Baz- lan ve ışığa çok hassastırlar. K2 vitaminin etkisi K! vitaminin 2/3’si kadardır. K3 vitamini ise K, den birkaç defa daha etkilidir. K vitaminin tesiri naftokinon halkasından ileri gelir.
K Vitamini Eksikliği: Sağlam bir insanda bu vitamin eksikliği pek görülmez. Çünkü alınan gıdalann pek çoğunda K vitamini olduğu gibi aynca bağırsaktaki bakterilerde K vitamini üretirler. Yeni doğan çocuklann bağırsaklan ve beslendikleri anne sütü sitefil (mikropsuz) olduğundan bebeklerde K vitamini eksikliği gelişebilir. Anne sütü K vitamini ihtiva etmediği halde inek sütünde boldur. Bebeklerin bağırsaklannda bakteriler meydana geldikçe K vitamini eksikliği düzelir. K vitamini eksikliği kanamaya sebeb olur. Geniş spekt- rumlu antibiyotik alanlarda, bağırsak florası bozulduğundan, K vitamini eksikliği olur. Karaciğer yetersizliği olanlarda, safra yollan tıkanmış olanlarda, K vitamini yetersizliği olması dahi takviye olarak bu vitaminde verilmesi iyi olur. K vitamini Fazlalığı: K vitamini fazlalığı sonucu aşın bir kan pıhtılaşması ve tromboza eğilimi meydana geldiği tespit edilmemiştir. K vitamini fazla olarak şırınga edilirse bulantı ve bazan da kusma görülür. Fazlalığının karaciğerin vazifelerini bozma ihtimali vardır. Emniyetli olması bakımından, özel haller dışında, erişkinlerin günde 10 mg. dan fazla K vitamini kullanmaması iyi olur. Sindirimi ve Tedavide Kullanılması: K vitamini yağda eriyen bir vitamin olduğundan emilmesi için safra ve pankreas özsuyuna ihtiyaç vardır. Yağ sindirimi bozulduğunda K vitamini sindirimi (emilimi) bozulur. K vitamini kana şilomikronlarile girer ve karaciğere gelir. Burada bazı pıhtılaşmaya sebeb olan maddelerin yapımını sağlar. K vitamini karaciğerde pek depolanmaz. Günlük ihtiyacın nekadar olduğu katî belli değildir. Karaciğeri sağlam kimselerde, K vitamini eksikliğine bağlı, protrombin (pıhtılaştırma faktörünün bir cinsi) zamanın uzaması 1 mg. K vitamini vermekle düzelir. Kanın pıhtılaşma gücünü azaltan ve çok antibiyotik alanlarda kanama görülebilir ve bu durumda K vitamini vermek gerekir. Travmalı doğumlarda ve kanama belirtileri gösteren bebeklere K vitamini verilmektedir. Safra yollan tıkanmaları, kronik pankreatit ve pankreas tümörü sebebiyle ameliyat olacaklara üç dört gün süreyle günde 10-20 mg. K, vitamini verilir. K Vitamini Kaynaklan: K, vitamini yeşil sebze ve tahıllardan sağlanır. K2 vitamini ise kaim bağırsakta ürer. Bazı besinlerin 100 gramındaki K vitamini; inek sütünde 3, peynirde 35, tereyağında 35, yumurtada 10, karaciğerde 90, sığır etinde 15, buğdayda 15, ekmekte 4, sebzelerde 15-600, şeftalide 8, kahvede 38 mg. bulunmaktadır. Pirinçte mısır ve ayçiçeği yağında, çilekte, çayda yoktur. B, VİTAMİNİ (Tiamin), İlk keşfedilen B vitaminidir. 1926 yılında saf olarak elde edildi. 1890 yılında HollandalI hekim Eijkman, yıkanmış beyazlatılmış pirinç ile tavuklan beslendiğinde, tavuklann bacakla- nnda felçler, başlannda kasılmalar gördü. Sonra bu tavukları tesadüfü olarak kabuklu pirinç ile beslemek zorunda kaldı ve bu hastalıklann yok olduğunu hayretle gördü. Uzak doğudaki beriberi hastalığının sebebini kabuğu soyulmuş pirinçlerin çok yenmesine bağladı. Pirinçin kabuğunda beriberi hastalığını tedavi eden maddenin olduğunu söyledi. Bundan sonra, bu madde elde edilmeye çalışıldı. 1936 yılında sunî olarak elde edildi. Özellikleri: Suda kolay çözünür. Isıya pek dayanıklı değildir. Asidik ortamda 12CPC ye kadar dayanabilir. Işık ve havadan pek az etkilenir. Pastalara ve hamur işlerine sodyum bikarbonat (kabartmatozu) konursa bu vitamin büyük ölçüde harap olur. Etler tabii olarak pişirilirken B, vitamini pek bozulmaz. Besinlerin kurutulması ve depolanması esnasında pek az kayba uğrar. Unlann ağırtılmasında yaklaşık % 20 nisbetinde kayba uğrar. Renksiz kristalsi bir maddedir 221°C de erir. Hafif tuzlu bir tadı ve kendine has ceviz kokusu vardır. Hekzasiyanoferrat gibi uygun yükseltgenler etkisi ile mavi fluorassanslı san bir pigment tiokroma’a yükseltgenir. B, Vitamini Eksikliği: B( vitamini eksikliği, genellikle başka vitamin eksiklikleri ve kalori yetersizliği ile birlikte görülür. Eskiden olduğu gibi günümüzde B, vitamini eksikliği yalnız başına görülmemektedir. Özel beslenme ile insanda B, vitamini eksikliği meydana getirildiğinde iştahsızlık ve gerginlik (anksiete) haline benzeyen psişik hastalıklar meydana çıkıyor. Ancak bu durumun tiamin (Bt) eksikliğine bağlı olduğu kesin ispatlanmamıştır. Tiamin eksikliği, gıda olarak az Bj vitamini alınmasına, mide-barsak kanalındaki sindirim bozukluğuna ve Bj vitamine fazla ihtiyaç duyulmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Hafif tiamin eksikliği daha çok kilo almak kaygısı ile beslenme şeklini bozan kadınlarda ve çok fakir olanlarda görülebilir. Bu durumda kişide iştahsızlık, kuvvetsizlik, öğleden sonra artan yorgunluk, ruhi gerginlik, sıkıntı ve kabızlık gibi bozukluklar görülür. Fazla B, vitamini eksikliği beriberi hastalığına sebeb olur. Bu da, yalnız beyaz ekmek ve iyice soyulmuş pirinç yiyenlerde görülür. Günümüzde böyle bir durum yok sayılır. Dört çeşit beriberi vardır: 1-Bebek beriberisi, 2-Yaş beriberi, 3-Kuru beriberi, 4-Alkolik beriberi. Bu gün dünyada ilk üç beriberiye pek rastlanmaz. Ancak sık olarak alkolik beriberiye rastlanmaktadır. Bir kimse sürekli bir hafta şarap-rakı v.s. içse bu hastalığa yakalanabilir. Sindirimi ve vücutdaki davranışı: Barsak kanalından kolayca sindirilir. Kalın barsakta dahi emilebilir. Vücutta 3-4 günlük B, vitamini deposu vardır. Aşırı miktarda verilirse, vücud ihtiyacının fazlasını idrar vasıtası ile dışan atar. Tiamin (B,) organizmada pirofosfat asidi ile esterieşmiş olarak bulunur. Bu durumda kokar- boksilazdır. Bu koenzim bir mal spesifik protein ve 1 atom Mg. ile birleşerek aktif enzimin kendisine veya holo-enzime dönüşür. Bu hali de karbonhidrat (şeker) metabolizmasını ayarlar. Glikoz yıkımı laktat ve pirü- vat seviyesinde duraklar. Kanda, beyinde, çevre sinirlerinde ve diğer dokularda laktat ve pirüvat birikimi olur. Dokulann ve beynin oksijen tüketimi azalır. Aynca tiamin sitrik asid sirküsünde (çemberinde) rol oynar. Tedavide kullanılması: Beriberi tedavisinde Wernicke ensefalopetisinde hayat kurtarıcıdır. Şarap ve rakı içme sonucu meydana gelen B, vitamin eksikliğini gidermek için alkolden vazgeçilip uygun gıdalar ile beslenmesi gerekir. Bu gıdalara ek olarak 5 mg B, vitamini ayrıca diğer vitaminleri de ihtiva eden haptan günde iki defa vermek uygundur. Beriberi hastalığında 20 mg B! vitamini verilir. Alkolik beriberi tedavisi için ilk işin alkollü içki alimini yasaklamak ve sonra da B, vitamini vermek gerekir. Ameliyattan sonra ve ağızdan beslenemeyen kimselere aynca B, vitamini de vermek gerekir. B, vitamini kaynaklan ve günlük ihtiyaç: Beslenmede şeker miktan ne kadar fazla ise günlük B! vitamini ihtiyacı da o kadar fazladır. Alkol içmekte bu ihtiyacı önemli ölçüde artırır. Dünya Sağlık Teşkilâtı, günlük beslenmenin 1000 kalorisi için, 0,4 mg. tiamiııi (Bj) yeterli görmektedir. Genellikle, toplam olarak günde 1 mg. tiamin alınması yeterlidir. B, vitamini bütün hayvan ve bitkilerde bulunur. En bol bulunduğu yer bitkitohumlandır. Yine yeşil sebzelerde, et, yumurta ve sütte bol miktarda bulunur. Tereyağı ve bitkilerden elde edilen yağlarda bulunmaz. Rafine şekerde, beyazlatılmış buğday ve mısır unlan ve bunlar ile yapılmış makarna da hemen hemen hiç bulunmaz. B, vitamini suda çözündüğü için gıdalann pişirilmesi esnasında suya geçer. Bu su dökülür ise gıdadaki B( vitaminin büyük miktan kaybedilmiş olur. Bazı gıdalann 100 gramında ki B, vitamini; işlenmemiş buğdayda 0.4,70 randımanlı beyaz ekmekte 0.05-0.07 kepekte 2-4, evde hazırlanmış çiğ pirinçte 0.08-0.15, parlatilmış pirinçlerde 0.02-0.04, baklagillerde 0.4, taze sebze ve meyvalarda 0.02-0.2, koyun etinde 0.16-0.20, sığır etinde 0.08-0.30, balık etinde 0.01-0.1, yumurtada 0.9, inek sütünde 0.04, kuru bira mayasında 6-24 ve malt hülâsasında 2-3 mg. bulunmaktadır. B2 Vitamini (Riboflavin-Laktaflavin): Bu vitamini, Kuhn ve arkadaşaln 1933 yılında sütten elde ettiler ve bunun riboflavin olduğunu öne sürdüler. Molekül yapısı bir şeker olan nbose benzediği için nbo eki, san kristal olduğundan flavin (flavuas=san)eki alınarak B2 vitamine nboflavin denildi. 1935 yılında yine aynı araştırmacılar tarafından sentez edildi. Özellikleri: Yeşil florasans gösteren san boyar maddedir. Kristal yapıya sahiptir. 282°C’de bozunarak erir. Suda çözünür, fakat yağda çözünmez. Hafif kokusu acı bir tadı vardır. Suda çözündüğü için hayvanı ve nebatî gıdalardan kolayca çekilebilir. Sulu çözeltilerinde uzun süre ısıtmaya bile dayanıklıdır. Işığa karşı hassas- ür. Işıkta kalan sütte B2 vitamini azalır. B2 Vitamini Eksikliği: Hayvanlarda riboflavin eksikliğinin en göze çarpan sonucu büyümenin durmasıdır. Bunun yanında termatit, konjonktivit, saç dökülmesi ve üreme gücünde azalma görülür. İnsanlarda yalnız başına B2 vitamini eksikliğini görmek oldukça zor olduğundan eksikliğin insana neler getirdiği söylenemiyor. 1949 yılında insanlar üzerinde yapılan deneyler, B2 vitamini eksikliğinin ağız köşelerinde stomatit hali, burun- dudak oluğunda kepeklenme, seborreik dermatit,skrotumda deri zedelenmeleri ve gözde kroneya doğru kılcal damarlann yürümeleri gibi vakalann olduğunu gösterdi. B2 vitamin eksikliğinin sebebleri, az miktarda alınma, sindirim bozukluğu, ateş, hipertiroidi, gebelik ve enzirme olabilir. B2 eksikliği aşırı miktarda ise beriberi belirtileri ortaya çıkar. B2 vitamini eksikliği sonucu gözlerde kaşıntı ve yanma, dudak köşelerinde yanma hissi ve deride kepeklenme şeklinde kendini gösterir. B2 vitamini verilince bunlar düzelir. İçki içenlerde B2 vitamini eksikliğine çok sık rastlanır. Fazla alınması, idrar yoluyla atıldığından zarar vermemektedir. Sindirimi: Barsaklarda sindirilen B2 vitamini organizmada fosfat asidi ile esterleşmiş olarak bulunur. Yine adenil asidi ile birleşmiş olarak bulunan B2 vitamini böyle san enzimlerin koenzimlerini meydana getirir. Yukanda bahsedilen hafif hastalıklar için günde üç defa 5 mg riboflavin ağız yoluyla verilir. Beriberi ve pellegra hastalıklannın tedavisi esnasında B2 vitamini de verilir. B2 vitamini kaynaklan ve günlük ihtiyaç: Dünya Sağlık Teşkilâtına göre günlük alınan 1000 kalori başına 0.55 mg B2 vitamini yeterlidir. Günlük ihtiyaç 1 mg civann- dadır. Daha çok alınması gerektiğini ileri sürenler de vardır. B2 vitamini tabiatta çok dağılmış vaziyetle bulunur. Hayvan ve bitkilerde vardır. 100 gram hesabiyle, bira mayasında 1.3-4.0, Malt hülasasında 3.0-4.0, Karaciğer-böbrekte 2.0-3.0, buğday kepeği 0.5, buğday 0.1-0.2, mısır 0.15, yulaf 0.15, buğday unu (70 randıman) 0.03, yeşil sebzede 0.1, patateste 0,05, etde 0.1-0.3, balıkta 0.2-0.4, yumurtada 0.3- 0.5 mg. B2 vitamini bulunmaktadır. Nikotonik asit (niasin) ve nikotin amid (PP vitamini): Genel olarak daha çok mısır yiyen kimselerde pellagra (pelle=deri, agra=kaba) hastalığı ortaya çıkar. Onseki- zinci yüzyılda Amerika’da ve Avrupa’da çok görülen bu hastalık ondokuzuncu asırda Afrika’da çok yayılmaya başladı. Goldberger adlı bir tabip pellagra hasta- lanna mısır dışında et ve sebze yedirince bu hastalığın tedavi olduğunu gördü. Böylece bu hastalığın gıdaeksikliğine dayalı olduğunu ortaya çıkardı. 1937 yılında Elvejhem ve arkadaşları köpeklerdeki karadil hastalığının karaciğerden elde edilen nikotinamid ile tedavi ettiler. Aslında nikotinamid kimyagerler tarafından 1894 yılında tütünden elde edilen nikotinden elde etmişlerdi. Zamanımızda pellagra Afrika’da, Pakistan ve Hindistan’ın belli bölgelerinde sağlık meselesi olarak durmaktadır. özellikleri: Beyaz iğne şeklinde billurdan ibarettir. Su ve alkolde çözünür. Eterde az çözünür. Piridin /J- karboksilli asidin amidi olan nikotinamid 131-132°C’de erir. Niasin maddesi vücutda niasinamid’e dönüşür. Isı ve ışığa dayanıklıdır. Sentezi kolaydır. Eksikliği: Niasin amid, eksikliği beslenme yetersizliğinden, kanser tümörlerinin meydana gelmesinden, izo- niazit tedavisinden ve hartnup hastalığı gibi sebeblerden olabilir. Az eksiklik, kolay yorulma, kolay sinirlenme, dilde yanma ve kabızlık gibi şikayetlere yol açar. Çok eksikliği pellagra hastalığına sebep olur. Alkoliklerde bu vitaminin eksikliği çok sık görülür. Sindirimi: Barsak kanalından kolayca sindirilir. Nikotinik asid vücudda nikotin amid şeklinde bulunur. Bağırsakda da bir miktar nikotinafhid meydana gelmektedir. Deposu çok azdır. Vücutta dokuların çoğunda bulunur. Nikotinamid, NAD (nikotinamid adenin dinükleotid) ve NADP (nikotinamid adenin dinükleotid fosfat-TPN) nin yapılarına girer. Böylece, hücrelerin, oksijeni kullanabilmesi için gerekli solunum enzimlerinin işlemesini sağlar. Nikotinik asid, primer ve sekonder pellagranın ve hartup hastalığının tedavisinde ana tedavi maddesidir. Bu vitamin yüksek dozda (miktarda) verilirse geçici damar açıcı etkisinden dolayı yüzde, boyunda ve avuç içlerinde yanma ve iğnelenme hisleri olabilir. Doğrudan nikotinik asidin amid’i verilirse bu da görülmez. Pellagra için dört saatte bir 100 mg. verilir. Nikotinik asid damar açıcılığı sebebiyle arter yetersizliklerinde kullanılmıştır. Hiperlipemi de günde 4 defa 250 mg. ile başlanarak iki üç hafta içinde doz günde üç defa birer grama yükseltilir. Yan etki olarak derideki kaşıntı ve mide şikâyetleri olabilir. Karaciğer için zararlı etki ve kanda ürik asid seviyesinde artış olabilir. Günlük ihtiyaç ve kaynaklan: 1967 de FAO ve WHO ortak komisyonu günlük beslenmenin 1000 kabrisi başına 6,6 mg. nikotinik asid veya muadili triptofan ihtiva etmesi gerektiğini belirtmiştir. Günlük ihtiyaç 10- 14 mg. nikotinomid veya 600 mg. civannda triptofan- dır. Nikotinik asid, besinlerde mevcut olan triptofen amino asidden vücudda sentez edilebilir. 60 mg. tripto- fandan 1 mg. nikotinik asid sentez edilir. Besinlerdeki nikotinik asidin bir kısmı mısırda olduğu gibi bağlı halde olup, vitamin değeri yoktur. Mısırda niastein şeklinde bağlı bulunan bu vitamin, pişirmeden önce sodalı su ile muamele edilirse serbest hale geçer ve vitamin etkisini gösterir. Kızgın külde pişirilen mısır kebabında nikotinik asid serbest hale geçer ve faydalı olur. Tahıllarda epeyce nikotinik asid bulunduğu halde bağlı olduğu için biyolojik değeri yoktur. 100 gram hesabıyla besinlerdeki nikotinik asid- nikotinamid miktarı; Böbrek-Karaciğerde 7-17, etde 3 6, balıkta 2-6, bira mayasında 30-50 yer fıstığında 15-0, kepekte 25-0, buğdayda 4-5, baklagillerde 1,5-3,0 fındık ve cevizde 1-2 az terbiyeli pirinçte 2-4, kurutulmuş mey- vada 0,5-4 mg.dır. B6 Vitamini (Piridoksin-Adermin): 1936 yılında keşfedildi ve hemen sentezide gerçekleştirildi. Özellikleri: Pridoksin, piridoksal ve piridoksamn maddelerinin herbiri bir B6 vitaminidir. Bu üç madde vücutta birbirine dönüşebilir ve biyolojik olarak birbirine eşdeğerdirler. Piridoksin, bir 2-metil, 3-hidroksi- 4,5-dihidroksimetil piridindir. Bu bileşik 1938 yılında Kuhn tarafından mayada bulunmuş ve sentez edilmiştir. Piridoksinin sentetik paraparatlan hidroklorür bileşiği halindedir. Bu bileşik beyaz, kokusuz, billûri ve tuzlumsu tadı olan bir maddedir. 204-208°C’de bozuna- rak erir. Suda kolay, alkolde güç çözünür. Eterde çözünmez. Isıya ve bazlara dayanıklıdır. Sulu çözeltisi ışığa karşı hassastır ve ışıkta bozunur. Yemeklerin pişirilmesi esnasında harap olmaz ise de kızartmada bozunur. Piyasada satılan piridoksin hidroklorürdür. Eksikliği: Maymunda, köpekte, sıçanda ve domuzda özel besleme ile B6 vitamini eksikliği meydana getirildiğinde her birinin bu eksikliğe verdiği cevap farklı olmuştur. Maymunlar ateroskleroz’a (atardama- nnm iç kısmının kireçlenmesi), köpeklerde sara nöbetlerine, sıçanlarda deri hastalıklanna ve domuzlarda mikrositer anemiye (kan alyuvarlannda çap ufalmasına) sebep olmaktadır. İnsanlarda eksikliği pek yaygın değildir. Ancak, INH (Tüberküloz ilacı),hidralazin, penisilamin ve östrojenler gibi ilaçlar B6 vitaminini yok edici özelliğe sahip olduğundan, bu ilaçlan alanlarda B6 vitamini eksikliği görülür. Bunun sonucu olarak perife- rik nevritler (bir nevi sinir hastalığı) ortaya çıkar. Ağız yoluyla alınan gebelikten korunma haplan (östrojen) sinir sistemini bozuyor ki bunun sebebi B6 vitaminini bu ilacın yok etmesindendir. İnsanlarda B6 vitamini eksikliğinin nelere sebep olduğu halen kati olarak bilinmediği halde B6 vitamini birçok hastalıklann tedavisine sebep olmaktadır. Sindirimi: B6 vitamini en çok jejunumdan emilir. Deriden dahi emilir. Bağırsak bakterileri tarafından sentez edilip edilmediği belli değildir. Vücutta piridoksal fosfat şeklinde bazı transaminaz ve dekarbaksilazla- nn koenzimi olarak bulunur. Vücuttaki bu aktif hali kısaca PLF şeklinde gösterilir ki 60 kadar enzimin işlemesine sebep olur. Bu enzimlerin çoğu protein metabolizması ile ilgilidir. B6 vitamini yok edici özelliklerdeki ilaçlan kullananlara günde 3 defa 10 mg. B6 vitamini vermek lâzımdır. Konvülsiyon nöbetlerinde günde 2 mg verilir. Demir eksik olmadığı halde hipokrom sideroblastik anemiye yakalanan büyükler yüksek dozda B6 vitamini verilirse bu hastalık tedavi olabilmektedir. Bazan bulantı ve kusmaya iyi gelmektedir. Parkinson hastalannın kullandığı Levodopanın meydana getirdiği distoniye, hidrazin zehirlenlenmelerine B6 vitamini iyi gelmektedir. Bazı gebelik diabetlerinin, B6 vitamini vermekle düzeldiği bildirilmiştir. Günlük İhtiyaç ve Kaynaklan: Büyüklerde günlük ihtiyaç 2-3 mg, bebeklerde ise 0,3 mg. kadardır. Sırf anne sütünden 0.1 mg sağlanabilir. Onun için bebeklereilave olarak vermekte faide vardır. Gebelikte ihtiyaç artar ve en az 4 mg gereklidir. Bitkilerde ve hayvanlarda yaygın olarak bulunur. Karaciğer, fıstık ve tahıllar zengin kaynaklardır. Bitkisel ve hayvansal yağlarda, mısır ununda, şekerde ve alkollü içkilerde bulunmaz. 100 gram hesabıyla bazı gıdalarda bulunan B6 vitamini: Dana karaciğerinde 840, dana böbreğinde 360, dana etinde 140-160, koyun etinde 270, balıklarda 200-400, piliçlerde 300-600, yumurtada 110, beyaz peynirde, kaşar peynirinde 38, beyaz ekmekte 40, siyah ekmekte 180, pirinçte 170, bulgurda 244, sebze ve meyvalarda 30-500 kavrulmuş fıstıkta 400 mikrogramdır. Pantotenik Asid: B grubu vitaminlerinden biridir. Tabiatta çok yaygın olarak bulunur. (Pentoten=Her- yerde demektir). 1940 yılında sentez edilmiştir. Açık sanmsı yağımsı bir maddedir. Butirik asidin beta alanin’e bağlanmış halidir. Piyasada kalsiyum pentote- nat şeklinde satılır ki, bu tuz suda kolaylıkla çözünür. Tam nötr olan ortamda ısıya dayanıklıdır. Kalsiyum tuzu ısı ve havaya dayanıklıdır. Eksikliği: Eksikliğinde sıçanlarda büyüme durmakta, kıllar ağarmakta ve böbrek üstü kapsüllerinde kanamalar olmaktadır. İnsanlarda saf eksikliği pek görülmez. İnsanlarda özel beslenmeyle bu vitamin eksikliği meydana getirildiğinde, topuklarda ağrı ve yanmalar sindirim şikâyetleri, halsizlik ve şahsiyet değişikliği dikkati çekmiştir. Yaşlı kimselerin kanında pantotenik asid miktarı azalmaktadır. Bu vitaminin eksikliği hayvanlann kıllarını ağarttığı halde insan saçının beyazlığını yok etmekte faydası yoktur. Sindirimi: Suda çözündüğü için bağırsaklarda kolayca emilmektedir. Vücutta Adenozin difasfat (ADP) ile birlikte koenzim A’yı meydana getirir. Bu koenzim de vücutta pekçok biyokimyasal reaksiyonların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Alkolik nöropatilerin ve yanık tedavisinde merhem olarak kullanılır. Fazlası ishal yapabilir.
Günlük ihtiyaç ve kaynaklan: Günlük ihtiyacın 6- 10 mg. olduğu tahmin edilmektedir. Normal beslenme ile bu miktar kolaylıkla sağlanır. Karaciğer, böbrek, yumurta sansı, mayalar, buğday, kepek ve bazı sebzeler önemli kaynaklardır. Şeker, teyeyağı, mısır nişastası, makama ve margarin, alkollü içkilerde kola ve gazozlarda bu vitamin, yoktur. Et, donduktan sonra eritilirken altından damlayan suyu ile birlikte bytün pantotenik asidini kaybeder.B12 VİTAMİNİ: Pemisiöz hastalığının tedavisinde tıp 1926 yılına kadar aciz kalmıştı. Bu yılda, Minot ve Murphy bu hastalığın tedavisinde karaciğerin kullanılabileceğini gösterdiler. Daha sonra Casttle, etin mide suyu ile birlikte yedirilmesinin bu hastalığı daha çok düzeltebileceğini gösterdi. Sonra karaciğer ekstralan- mn şınngası ile daha iyi sonuç alındı. Bunun üzerine etkili madde araştırması hızlandı ve 1948 de B12 denilen vitamin izole edildi. 20 mg. renkli kristal B12 vitamini elde etmek için bir ton taze karaciğer kullanıldı. Bu bileşik % 4 nisbetinde kobolt madeni ihtiva etmekteydi. Onun için bu maddeye *siyanokobaltamin adı verildi. 1955 de molekül yapısı aydınlatıldı. Özellikleri: B12 vitamini 300°C’de eriyen kırmızı billurdur. Saf madde nötr çözeltide ısıya dayanıklıdır. Alkali ve asidik çözeltilerde ısıya dayanıklı değildir. Saf olmayan B12 vitamini ısıya daha dayanıklıdır. Billuru % 12 su iiıtava eder ve 25°C de % 1,25 çözünürler. Eksikliği: Az alımına bağlı eksiklik pek seyrek gibidir. Hayvani gıda almayan Vejetaryen ve Hintlilerde görülmüştür. B12 vitamininin eksikliği sonucu Pernisioz anemi denilen hastalık belirir. B12 vitamini eskikliği beslenmeden dolayı olabileceği gibi, bu vitaminin sindirimine yardımcı olan glikoprotein tabiatındaki bir vasıtanın eksikliğinden de olabilir. Çeşitli bağırsak has- talıklan da B12 vitaminin emilmesine mani olmaktadır. Bazı ilaçlar ve bilhassa alkollü içkiler (bira, şarap, rakı v.s.) B12 vitaminin sindirilmesine mani olur. BI2 vitamini eksikliği, kansızlığa ve buna bağlı olarak sinir sistemi bozukluğuna sebeb olmaktadır. Eritrositlerin yaşama müddeti 120 günün altına düşmektedir. Renk iyice solar, dil kırmızı olur ve papilalan silinmiş ve bazan ağrılıdır. Sinir sisteminde değişiklik olur.
Sindirimi: İleum’un distal kısımlanndan emilir. Emilmenin olabilmesi için midede salgılanan glikoprotein lazımdır. Pemisiöz anemide Bl2 sindirimi ortadan kalktığı için birkaç mg. gibi yüksek dozlar vermek gerekir. B12 vitamini vücutta bütün hücreler için gereklidir. Hücrenin bu vitamine olan ihtiyacı, hücrenin çoğalma hızı ile orantılıdır. Mesela mide bağırsak kanalının sık sık yenilenen hücreleri B12 vitaminine çok muhtaçtır. Bazı sinir lifleri çok yenilendiği için bunlann da B12 vitaminine ihtiyaçlan vardır. Sinir liflerinde miyelinin yapılması, korunması ve DNA yani gen yapımı için de B,2 vitamini gereklidir. B12 vitamini pemisiöz kansızlık tedavisinde kullanılır. Başlangıçta haftada iki defa 1 mg. şırınga edilir. Kansızlık düzeldikten sonra 6 haftada bir 1 mg. şırınga etmek kâfidir. Bu tedavi ömür boyu devam etmelidir. Gıdoi veya sindirim sistemi bozukluğuna dayalı eksikliklerde, B12 vitaminini haftada iki defa 1 mg. şırınga etmek kâfidir. Alkoliklerde B,2 vitaminini diğer vitaminler ile birlikte vermek ve en önemlisi herçeşit alkollü içki almasına mani olmak gerekir. Aşırı tütün içenlerin aldığı fazla siyanürü yok etmek için de B12 vitamini kullanılır. Günlük İhtiyaç ve Kaynaklan: Günlük B12 vitamininin 3 mikrogram alınması tavsiye edilmektedir. İyi bir beslenme ile günde 3 ilâ 35 mikrogram B12 vitamini almak mümkündür. Bitkisel besinlerde bulunmaz.İnsanın kalın bağırsağındaki bakteriler tarafından B12 vitamini meydana getirilir. Fakat burada B12’nin emil- memesi gerekir. Fakat tamamen bitki menşeyli gıdalar ile beslenen Vajetariyenlerde B12 vitamini eksikliğinin görülmemesi ise ilgi çekici bir olaydır. Enbol, karaciğer, böbrek, yürek, et, balık ve yumurtada bulunur. Besinlerde hidroksikobalamin, metilkobalamin ve adenozil- kobalamin şeklinde bulunabilir. Bunlar bağırsakta birbirlerine dönebilir ve hepsinin biyolojik değeri aynıdır.FOLİK ASİD (FOLAT-POLİSİN): B grubundan bir vitamindir. Yeşil yapraklarda yaygın olarak bulunduğundan bu ad verilmiştir. Çüı^ü Latincede folum yaprak mânâsındadır. Bu ismi Mıtchell ve arkadaşlan bu vitamini 1941 yılında ıspanak yapraklarında keşfettiler. Özellikleri: Kimyaca adı pteroil glutamik asid (PGA)’dir. Bc faktörü de denir. Bu madde suda mızrak şeklinde kristallenen portakal san sı renginde bir katıdır. Isıtılmakla erimez, fakat 250°C’de esmerleşerek bozu- nur. Serbest asid halinde az, fakat sodyum tuzu halinde suda çok çözünür. Bazik ve nötr çözeltilerinde ısıya pek dayanıklı değildir. Eksikliği: Eksikliği sonucu megalobastik kansızlığı meydana getirir. Tropikal bölgelerde çok rastlanır. Bu eksikliğin başlıca sebebi protein-kalori eksikliğine dayanmaktadır. Normal beslenen insanlarda ancak sindirim bozukluğunda ve gebelikte görülebilir. Sarada kullanılan ilaçlar da verilirken bu vitaminin verilmesi gerekir. Bazı antibiyotikler (bactirim gibi) bu vitamini yok edebilmektedir. Bira, şarap, rakı v.s. içen kimselerde bu vitamin eksikliği oldukça sık görülmektedir. Sindirimi: Bu vitamin, ince bağırsak epitelinde bulunan bir karbonksipeptidaz enziminin yardımı ile, besinlerde bulunan poliglutamil şeklindeki folatlar parçalanarak serbest folat şeklinde ince bağırsaklann üst kısımlanndan emilir. Bu arada bazı değişikliğe uğrayarak kanda metil tetrahidrofolat şeklinde bulunur. Karaciğerde de bu şekilde depo edilir. Bu depo 5 mg. kadardır. Bağırsakta da aynca bir miktar üretilir. Bir karbon atomlu köklerin, moleküller arasındaki geçişlerinde önemli rol oynar. Bazı amino asidlerden aldığı kökleri pürin ve pirimidin sentezinde kullanır. DNA’ nin sentezinde vazife alır. Bu vazifeyi yapabilmesi için bu vitaminin 5,10 – metiltetrahidrofolat halinde olması gerekir. Bu geçiş ise B12 yokluğunda mümkün olmaz. Bunu göre megaloblastik kansızlığa, BI2’nin, dolaylı olarak tesiri vardır. Folik asid, megaloblastik kansızlığın tedavisinde günde 5-10 mg. vererek kullanılır. Tedaviye demir de katmakgeııeklidir. Çocuklara koruyucu olarak 0,5 mg. bu vitaminden verenler vardır. Keçi sütü bu vitamin bakımında!! fakirdir. Bu sütle beslenen çocuklara bu vitamin de ilave edilmelidir. Sara hastalarına bu vitaminin B12 ile birlikte gerektiği zaman verilmesi uygun olur. Günlük İhtiyaç ve Kaynaklan: Bu vitaminden günlük olarak serbest folat üzerinden 200, toplam folat üzerinden ise 300 mikrograma ihtiyaç vardır. Günde 100 mik- rogram olanlarda bile eksiklik görülmemektedir. Gebelikte ihtiyaç % 50 kadar artar. Bu vitamin nebatî ve hayvanı gıdalann bir çoğunda bulunur.BİOTİN (H Vitamini): B vitaminleri grubu ile alâkası olan bu vitamin çiğ yumurta akının fazla yenmesi sonucu meydana gelen bazı cilt hastalıklanmn tedavisine sebep olabilmektedir. Çünkü yumurta akındaki avidin maddesi biotini bağlamakta ve böylece deri hastalığına sebep olmaktadır. Bu vitamine deri mânâsına gelen Haut kelimesinden H vitamini denmiştir. 1943’de sentez edilmiştir. Özellikleri: Maya hücresininin ve bazı diğer mikro- organizmalann normal üremesi için gerekli sebepler bios adı altında toplanmıştır.Görüldüğü gibi H vitamini de bu gruptandır. Kimyaca adı 2’-keto-3,4 -imidazolin-2-tetrahidrotiyofen-n- vale- rik asiddir. Saf H vitamini 230-232°C’de erir. Renksiz iğne billurlar halindedir. Suda ve alkolde az çözünür, eter ve asetonda çözünmez. Asid olduğu için alkalilerde iyi çözünür. Isıya dayanıklı fakat hava oksijenine ve ışığa karşı hassastır. Eksikliği: Tabiatta yaygın olan bu vitaminin çok az miktarda eksikliği bile etkisini gösterir. Memelilerin bağırsaklannda bu vitamin üretildiğinden eksikliğine pek rastlanmaz. Bütün vitaminler tam olduğu halde dah i, bu vitaminin eksikliği yorgunluk, iştahsızlık, dep- rasyon, nöropati, kansızlık, deride pullanmaya sebepolmaktadır. Genel olarak büyüklerde bu vitamin eksikliğine pek az rastlamr. Bunlar da yumurta akı ve kırmızı şarap içenlerdir. Anne sütü ile beslenen bebeklerde bu vitamin eksikliğine bağlı olarak kepeklenme görülür. Bebeklerde Leiner hastalığı bazan biotin tedaviüine cevap vermektedir. Bağırsak çeperinden emilen bu vitamin eğer avıdin ile bileşik haline geçerse bağırsaktan emilmeden dısşan atılır. Emilen bu vitamin vücutta önemli biyokimyasal olaylara katılır. Karbondioksidin organik maddelere katümasım ve bu maddelerden alınmasını sağlar. Çeşitli reaksiyonlardan sonra meydana getirdiği maddeler vasıtası ile yağ asidlerinin ve proteinin metabolizmasında önemli rol oynar. Biotin tabiatta çok dağılmış, maya ve bir çok hayvan ürünlerinde suda çözünmeyen bileşik halinde bulunur. Yeşil sebze ve bitkilerde serbest, yani suda çözünebilir haldedir
İNOZİT (İnozitol): Sıçanlarda özel beslenme ile meydana getirilen kıl dökülmesinin inozitol verilmesi ile düzeldiği görülmüştür. İnsan dokularının çoğunda bulunur. Vücuddaki hareket tarzı kati olarak tespit edilememiş durumdadır. İnozitlerden dokuz stereoizo- mer mümkün olup, bunlardan yedisi optikçe inaktif mezo şekilleri, ikisi optikçe aktif (D-ve L-inozit) anti- podlardır. Optikçe inaktif olan myo-inozit en iyi bilinen etkili maddedir. Bu da bazılarınca B grubu vitaminlerinden sayılmaktadır. Hücre kültürlerinde, insan hücreleri büyümek ve çoğalmak için inozitole muhtaçtır. Şeker hastalarında idrar ile inozitol itrahı artar. Bunun sonucu olarak da şeker hastasında inozitole bağlı aksaklıklar görülebilir. Tabiatta çok yaygın olan bu vitamin eksikliğine normal olarak rastlanmaz. Beyin dokusunda, bakteriler ve soya fasulyesinde bulunan bazı fosfolipidlerin bünyesine girer. Besinlerde inozit, serbest halde, fıtinasid ve fitin şeklinde bulunur. Taze meyvelerde, birçok sebzelerde ve çimlenmiş buğdayda bol miktarda vardır. Taze portakalda ağırlığının % 0.2’
si kadar bu vitaminden vardır. KOLİN: Trimetillenmiş etanolamindir. Kolin renksiz, yapışkan, bazik özellikte ve çok nem çekicidir. Asid- ler ile kolayca tuz yapar, su ve alkolde çözünür. Karaciğerin yağlanmasını önleyen sebep olarak biliir. Bunun eksikliği ile kolesterol esterleri karaciğerde birikir ve yağlı karaciğer bozulması husule gelir. Kolin, organizmada başlıca lesitin sentezi (Karaciğerde meydana gelen yağ asidleri normal olarak lesitin şeklinde kana verilir.), metil verici olarak ve önemli bir hormon olan asetil kolin sentezi için kullanılır. Kolini birçok ilim adamlan vitamin saymaktadır. Kolin dokularda az miktarda serbest olarak bulunur. Çoğu fosfolipidlerin yapısına girmiştirKolin eksikliği hayvanlarda gelişme gecikmesi ve insanlarda karaciğer sirozuna sebep olabilir. Bunu önlemek için en önemli kolin olan Lipotrop maddeler denilen bileşikler verilir. Alkolikler de kolin parçalaması olduğundan siroz meydana gelmektedir. Bunaldık tedavisinde kolin kullanma denemelerine başlanmıştır. Kolin yumurta sarısında, sakatatta, et, tahıl ve soya fasulyesinde bolca bulunur. Beyaz peynirde bol bulunan metionin amino asidi de vücudda koline çevrildiğinden, beyaz peynirde kolin kaynağı sayılır. BİYOFLAVONOIDLER (P Vitamini): Kapiler kanamalarına limon suyunun iyi geldiği 1936 yılında keşfedildi. Bu sebeple P vitamini denildi. Limon suyundan çıkarılan ve doku geçirgenliğine etkili olan bu faktörün, flavonon türevleri hesperidin ve eriodiktrin glikozidlerinin bir Karışımı olduğu anlaşıldı. Aym özelliğe karabuğdaydan elde edilen rutininde sahip olduğu anlaşılınca P vitamini terimi kullanılmamakta ve bu maddelere biyoflavonoidler ve P (permeabilite) faktörü denilmektedir. En saf olarak elde edileni hasperidindir. C vitamini emilimini kolaylaştırdığı ve kılcal geçirgenliğinin normal sınırlarda kalmasını sağladığı düşünülmektedir. Daha çok, ilaç gibi kullanılmaktadır. İtiyadi düşüklerde, düşüklüklerde, gözdibi ve çeşitli sebeplere bağlı kopiler kanamalarda tedavi maksadıyla denenmiştir. Faydalı etkileri görülmemiştir. Son zamanlarda kataraktan koruduğuna dair haberler verilmektedir. Biyoflavonoidler bazı maddelerden 100 gramında şu şekildedir: Limonda 500, portakalda 490, gül yaprağında 240-680, cevizde 100, lahanada 60-100, domateste 60-70, bezelyede 40-80, maydanozda 130 ve elmada 60 mg.dır. KARNİTİN: Fraenkel, araştırmalan sonunda et kurdunun büyüyebilmesi için bir faktöre (sebebe) ihtiyacı olduğunu ve sonra da bunun karnitin denilen bir maddeolduğunu buldu. Bu maddeye B-, vitamini dedi. Kami- tin, insan ve hayvan bünyelerinde meydana gelebiliyor. Bu madde kaslarda ve birçok dokularda bulunur. Bu madde yağ metabolizması ile yakından alâkalıdır. Yakın zamanlarda eksikliği ve meydana getirdiği hastalıklardan sözedilmeye başlandı. Ailevi hipertrigliseri- demi’lerde kamitin tedavisi ile etkili olarak trigliserid seviyesini düşürmek mümkün olmaktadır. Kolesterol seviyesine etkisi yoktur. A.B.D.’de bir ailenin 5 çocuğundan dördünde endokardial fıbroelastoz mevcuttu, işte bu çocukların kan ve dokularında fazlaca kornitin eksikliği tayin edildi. Bunlardan üçü öldü ve dördüncü kamitin tedavisine tâbi tutuldu ve çocuk yaşadı. Üstelik kalb fonksiyonlarında da önemli ölçüde düzelme görüldü. Vitamin olup olmadığı münakaşa ediliyor. C VİTAMİNİ (Askobrik asid): 1500 yıllarından sonra uzun seferlere çıkan Avrupalı denizcilerde skor- büt hastalığı görülmüş ve bu yüzden çoğu ölmüştür. Bilgisizce beslenmeden ileri gelen bu hastalığın tedavisini AvrupalIlar 1753 yılında yapabildiler. J.Kind Lınd, skorbütlü 12 hastayı gruplara ayırarak her bir grubu çeşitli gıdalar ile besledi. Limon ve portakal suyu verdiği hastaların hızla iyileştiğini gördü. Bundan sonra uzun seferlere çıkan denizciler uğradıkları limanlardan yeşil sebze ve limon ve meyveler alarak yollarına devam ettiler ve bunun sonucu olarak da sbor- küte rastlanmadı. Ondokuzuncu asırda, hızlı sanayileşme ve ekonomik dengesizlik ve bunun sonucu olarak sefalet Avrupa’da yine skorbüt hastalığının ortaya çıkmasına sebep oldu. Çünkü beslenme zayıflamıştı. Bunun üzerine tekrar deneyler ve araştırmalar başladı. Holst ve Frönchlich 1907’de tesadüf eseri deney hayvanı olarak kobay seçtiler. Eğer başka bir hayvan Seçse- lerdi sonuca varamazlardı. Çünkü kobayda insan gibi C vitamini kendisi sentez edemiyen mahlûklardandı.Bu araştırmacılar bazı denemelerde kobaylarda skor- büte benzer hastalık meydana getirebildiler. 1932 yılında A .B D ’den Glen King skorbüte sebep olan C vitamini denen faktörün askorbik asit olduğunu buldu. Askorbik asid ise limondan ve böbrek üstü kapsüllerinden 1928 yılında elde edilmişti. Fakat elde eden bunun C vitamini olduğunu düşünememişti. Özellikleri: Kapalı formülü C6H80 6 olup, molekül ağırlığı 176’dır. 190-192°C’de bozunarak erir. Tadı limon gibi ekşidir. Optikçe aktif olup, suda spesifik çevirmesi ( a)D20=23°’dir. Alkolde ve suda çözünür. Yağda ve birçok organik çözücülerde çözünmez. Endiol grubuna sahip olduğu için kuvvetli indirgendir. Kolayca yükseltgenebilir ve bunun sonucu teşekkül eden dehidroaskorb’k gene kolayca indirgenebilir. Bun- -Y dan dolayıdır ki dehidroaskorbik asid (C6H6Os) da C sı vitamini vazifesini görür. Kuru halde oldukça dayattı nıklı, ışıkta yavaş yavaş esmerleşir. Asidli çözeltileri ■i dayanıklıdır. Oksijensiz ortamda ısıya dayanıklıdır. ^ Eser miktardaki bakır ve gümüş çabuk parçalanmasına sebep olur. Pişirilen besinlerde C vitamini azalır. Zede- ~y. lenerek kesilen meyyelerdeki C vitamin hemen bozun1 maya başlar. Teneke kutularda saklanan, meyve – sulanndaki C vitamini, plastik şişelere nispetle çok daha iyi korunmaktadır. Eksikliği: İnsan, kobay ve maymun dışındaki hay- p van ve bitkiler C vitaminini kendileri sentez eder. Bu yüzden, insanlann bu vitamini dışardan almaları gerekir. Kandaki C vitamini miktan 0,1 mg/dl olduğu zaman skorbüt denilen hastalık meydana gelir. Az eksikliğinde skorbüt ortaya çıkmadan önce halsizlik, kemik ağrıları, enfeksiyonlara eğilim ve gözden kaçan belirtileri olabilir. Skorbüt başladığı zaman deride peteşi ve ekimoz tarzında kanamalar, diş etlerinde şişme ve kanamalar, idrar ve mide bağırsak kanalında kanamalar meydana gelir. Deri kaba ve kuru bir hal alır. Kemik büyümesi durur ve kemik mineralini kaybeder. Çocuklarda C vitamini eksikliğinde dişlerde dentin hasıl olmadığı için dentin gözenekli sünger gibi bir hal alır ve dişler dökülür. Demir emilmesi bozulduğundan kansızlığa sebep olur. Ateş olabilir ve iltihaplanmaya meyil artar ve yaralar iyileşmez. İyi beslenen annenin sütünde yeteri kadar C vitamini olur. Fakat süt ve mama ile beslenen çocuklarda C vitamini eksikliği görülebilir. Bunun sonucu bebek skorbütü gelişebilir. Skor- L büt öldürücü bir hastalıktırSindirimi: İnce bağırsaktan kolaylıkla emilir. Günde 75 mg. C vitamini verilen kimselerin kanında 1 mg/dl C vitamini bulunmuştur. C vitamini orgaizmada başta böbrek üstü bezleri olmak üzere bir çok doku ve organlarda yoğun olarak bulunur. Beyin, dalak, pankreas, böbrek, karaciğer, kalb kasları ve göz merceği C vita- mlnince zengindir. Karaciğer C vitamini depo eder. C vitamini idrar ile atılır. Eğer kandaki seviyesi 1,4 mg/dl civarında olursa, idrarda bulunan C vitamini böbrek tarafından emilir. C vitamini güçlü bir indirgeyicidir. Canlılardaki önemli rolü de bu özelliğinden gelmektedir. Koenzim görevi almaz. Destek dokusunun esas maddesi olan kollagen proteinin meydana gelişinde lazım olan hidroksiprolin’ in prolinden yapılabilmesi için C vitamini gereklidir. Burada C vitamin elektron nakil vazifesini yüklenmektedir. Trizoni amino asidin metabolizmasında gereklidir. Böbreküstü bezlerinde steroid hormonların üretilmesinde ve salınmasında C vitamini bol miktarda tüketilir. Bu hormon üzüntü ve sıkıntılarda çok salgılandığından bu sırada C vitamini çok lazımdır. C vitamini bağırsak kanalında üç değerlikli demiri, iki değerlikli hale indirgeyerek kana demir geçmesini kolaylaştırır. Besinlerde folik asidin dayanıklılığım arttırır. E vitaminin, antioksidan vazifesini yapmasında, yardımcı olur. Antioksidan özelliğe sahip olan C vitamininin, nitritlerin sebep olduğu kanseri önlediği bildirilmiştir. C vitamini skorbüt hastalığında acil bir tedavidir. Yalnız yaşıyanlarda, bebeği ile ilgilenmeyen ailelerin bebeklerinde, bira, şarap gibi alkollü içkileri kullananlarda görülen bu hastalık memleketimizde görülmemektedir. Bebeklere ikinci haftanın sonunda bir çay kaşığı portakal suyu vermek iyi olur. Bu günlük miktar her hafta bir çay kaşığı arttırılır. Skorbüt için günde 4 defa 250 mg. C vitaminini ağızdan bir hafta vermek yeterli- dir. Çocuk skorbütleri için günde 150-200 mg. C vitamini yeterlidir. İyileşmeyen yaralar ve ameliyat sonrasıbirkaç gün C vitamini vermek gerekir. Ülser tedavisinde kullanılan tagamet gibi ilaçlar uzun süre kullanılırsa, mide salgılamasını durdurduğundan midede kanser yapan hitritlerin belirme ihtimali vardır. Bu açıdan bu hastaların antioksidan olarak C vitamini almaları gerekir. Soğuk algınlığı, grip ve anjin gibi hastalıklarda günde bir gram C vitamini tavsiye edilmektedir. Fakat nasıl bir etkisinin olduğu kat’i olarak bilinmemektedir. İlim adamlarının genel kanaati, nezle, grip ve anjin salgınında önceden alman C vitamininin vücudun bunlara karşı dirençli olmasına sebep olduğu yönündedir. Bu maksatla günde 500-1000 mg. C vitamini verilebilir. Yalnız C vitamini alimini birden kesmemek gerekir. Bazı araştırmacılar tarafından, Streptokokun sebep olduğu akut eklem romatizmasını C vitamini ile belli ölçülerde önlendiği ileri sürülmektedir. Fazlaca alınan C vitaminin ateraskleroza ve iskemik kalb hastalığına karşı koruyucu etkisinin olduğunu gösteren bazı çalışmalar vardır. C vitaminin kanserden koruması günümüzün münakaşa konusudur. A, E ve C vitaminlerinin kanserden koruduğuna dair oldukçü çok sayıda yayınlar yapılmaktadır. Kanser yapıcı nitritlere karşı C vitaminin hayvanı koruduğu tecrübeler ile ortaya konmuştur. İnsanda, bilhassa meme kanserinde tedavi maksadıyla kullanıldığında iyi sonuçlar alındığı ileri sürülmektedir. Yüksek dozdaki C vitaminin kansere iyi geldiği tam ispatlanamamış durumdadır. C vitamini eksikliği itiyadi düşüklüğe sebep oluyorsa C vitamini vermek gerekir. Mani-depresyon hastalanna yüksek dozdaki C vitamininin faydalı olduğu savunulmuştur. Çok miktardaki C vitamini böbrekte kalsiyum oksala: ün çökmesine yol açabilir. Günlük İhtiyaç ve Kaynaklan: Birleşmiş Milletler FAO ve WHO teşkilatlanmn ortak komisyonunun günlük miktar olarak tavsiyeleri şöyledir.
12 yaşının altında 20 mg.
13 yaş ve daha büyükler 30 mg.
Hamile kadınlar 50 mg.
Emziren kadınlar 50 mg.
Taze meyva ve sulan, C vitaminince en zengin kaynaklardır. İçlerindeki C vitamini miktan, yetiştiği yere gore hatta ağaçtan ağaca değişmektedir. Yeşil yapraklı sebzeler de oldukça iyi kaynaklardır. Pişirilirken önemli miktarda kayıp olur. Taze sebzeler, iyice kaynatılarak oksijenini kaybetmiş suya birden atılarak haşlanırsa C vitaminin % 50’si korunabilir. Beklemiş sebze ve mey- valar C vitaminlerini önemli ölçüde kaybetmiş olur. Gıdalann kesilen yüzeyleri hava ile temas ettikçe C vitaminini kaybederler. Sebzeleri doğradıktan sonra yıkamak C vitamini kaybına sebep olur