Bunun da beş âdâbı vardır:
1 — Birinci vâzife, yemeği acele hazırlamaktır. Bu, misafire ikramdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) bir hadîsinde:
«Allah’a ve âhiret gününe imân eden, misafirine ikrâm etsin.» (55) buyurmuştur. Ekseriyet toplandığı, vakit geldiği hâlde bir-iki kişinin geç kalması hâlinde, mevcûtlann hakkı tercîh edilir ve sofra kurulur. Ancak, geç kalanlar fakîr veya kalbi kırılacak kimseler ise, beklemekte beis yoktur. Allahu Teâlâ’nm:
«İbıâhîmin (Allah indinde) şerefli misafirlerinin haberi saııa geldi mi?» (51-Zâriyât: 24) Âyetindeki «İkrâm olunmuşlar» ifâdesinin mânâsı da, «Hemen yemekleri verilmiş» demektir. Nitekim«Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz dana getirdi.» (51- Zâriyât 26) Âyetleri, buna delâlet etmektedir. «Revğan», sür’atlt gitmek demektir. Bâzılarına göre, gizlice gitmektir. Bâzılarına göre de «bir but et getirdi». Buna «icl» denmesi, acele getirmesindendir.Hâtem-i Esamm: «Acele Şeytan’dan, teenni [ağır olmak] rahmandandır. Yalnız beş şeyde acele sünnettir. Bunlar da:
«Misafiri yedirmek, cenâzeyi defnetmek, yetişkin kızı evlendirmek, borcu ödemek, günâha tevbe etmektir» demiştir. (56) Düğünün ilk gününde yemek vermek sünnet, ikinci gününde âdet, üçüncü gününde ise riyâdır.
2 — Yemeği sıraya koymak, (Mideyi yumuşak tutm ak için) —varsa— Önce meyveyi koymak. Tıbbî bakımdan da bu daha doğrudur. Çünkü hazmı daha kolaydır. K ur’an-ı Kerim’de de bu tertibe riâyet edilerek:
«Tercih ettikleri meyvelerden ve canları arzû ettiği kuş etlerinden (yerler)» (56-Vâkı’a: 20, 21) buyurulmuş, meyve et üzerine cak- aîm edilmiştir. Meyveden sonra ise, et ve tirit takdim edilmelidir. Zira Resûl-i Ekrem:
tc^işe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.» buyurmuştur. Bunun üzerine bir de tatlı getirirse her çeşit iyi-yemekleri toplamış olur. Allahu Teâlâ’nm K ur’ân-ı Kerimde İbrâhim Aleyhisselâm’ın, misafirine büryan [bir nevi kuzu kebâbı] takdim ettiğini ve bunun bir ikrâm olduğunu haber vermesi, et yemeğinin, iyi bir ikrâm olduğuna delildir. Yine Allahu Teâlâ iyi yemekleri tavsif ederken şöyle buyuruyor:
«Ve size bal ve et indirdik» (2-Bakara: 57). E t’e Selvâ denmesi, etin, diğer yemeklerin de yerini tutup, yiyen kimseyi teselli ve teskin etmesi bakımındandır. Etin yerini hiç bir yemek tutamaz. Bunun için Resûl-i Ekrem de:
«Yemeklerin en üstünü et’tir» buyurdu. Allahu Teâlâ, bal ve et’i tavsif ettikten sonra:
«Size rızk ettiklerimizin iyilerinden yiyin.» (2-Bakara: 57) buyurmuştur. Bu da et ile tatlının, yemeklerin iyisinden olduğunu bildirmektedir. Ebû Süleyman Dârâni: «Yemeklerin iyisini yemek, Allahu Teâlâ’nm rızâsını celbeder» demiştir. Bütün bu tayyibât, temiz ve iyi yemekler, bir de soğuk su İçmek ve sonunda ılık su ile elleri yıkamakla tamamlanır. Me’mûn (57): «Buzlu su içmek Allah’a şükrü gerektirir» dedi. Edîblerden biri: “Dostlarını dâvet edip onlara koruk aşı ve borani (58) yedirip bir de soğuk su içirdin mi işte ziyâfeti tamamlamış oldun» demiştir. Bir ziyafette fazla masraf eden hâne sahibine, hekimin biri: «İyi pişmiş ekmeğin, keskin sirke ve bir de soğuk suyun bulundu mu kâfi idi, bu masraflara hiç de lüzûm yoktu!» dedi. Diğer hakim’in biri: «Bir kap yemek üzerine bir tatlı, mütenevvi yemeklerden çok daha iyidir, bir çeşitten doymak, çok çeşitli yemeklerden hayırlıdır.» dedi. Denildi ki, yeşil sebzelerin bulunduğu sofrada melekler de hâzır olur. Bu gibi yeşil sebzelerle sofrayı süslemek de müstehabdır. Haberde, İsrail Oğullarına inen sofrada Hilyon olu veya Pırasadan başka her çeşit sebze mevcûttu diye vârid olmuştur. Yine bu sofrada başucunda sirke, kuyruk tarafında da tuz bulunan bir de balık ve üzerlerinde birer zeytin ve birer de nar bulunan yedi çörek vardı. Sofranın bu şekilde bezenmesi, insanın zevkini ve iştahım arttırır.
3 — Yemeklerin iyisini önce getirmeli ki, arzû edenler onlardan bolca yiyebilsin de sonradan çok yemeğe lüzûm göstermesinler. Halbuki ehl-i keyif, fazla yemek için önce kaba sonra da nefis yemekleri sofraya koymakla lüzûmundan fazla yemek yemiş olurlar. Bu ise sünnete ve sıhhate aykırıdır. Halbuki eskiler bütün yemekleri ortaya kor, herkes cam arzû ettiğinden yemekle karnını doyurmuş olurdu. Aynı zamanda fazla da yemezlerdi. Ev sahibinin başka yemeği bulunmadığı takdirde: «İşte yemek budur, karnınızı bundan doyurmaya çalışın» derdi. H attâ bâzı mürüvvet sahiplerinin, yemeklerin listesini misâfir- lerine arzettiği de hikâye edilir. Irak’tan gelen şeyhin birine Şam’da sofra kurmuşlar ve bir yemeği öne sürmüşler. Şeyh: «Irak’ta bu yemeği en sona alırlar» demesi üzerine, Şam’lılar: «Bizde de usûl böyledir. Fakat bu adamın başka yemeği yoktur; ilki de bu, sonu da budur» demeleri üzerine, Şeyh mahcûb olmuştur. Başka birisi: «Birkaç kişi bir evde misâfirdik. Bize kurutulmuş ve pişirilmiş kelle getirdiler, ondan bir şey yedik fakat doymadan bıraktık. Çünkü üzerine başka bir çeşit ve hiç olmazsa meyve bekliyorduk. Ne yazık ki o yemek kalktıktan sonra leğen ibrik gelince, birbirimize bakakaldık. O sırada meşâyıhtan şakacı bir zat «Allah gövdesiz başlar yaratmağa kaadirdir» dedi. Hâdiseyi anlatan adam devamla «biz o gece sâhura kadar ekmek artıklarını anyacak kadar aç bekledik» dedi. Bunun için ya, bütün yemekleri ortaya koymalı, yâhut başka yemek olmadığını haber vermelidir.
4 — Misâfirler elini çekmeden yemekleri kaldırmamak, belki son lokmayı da yemek isteyen olur. O yemeğin son lokmasını yemek, onun için, başka yemekten daha hayırlı olabilir.
Sofilerden ve aynı zamanda çok şakacı bir zât olan Sutûri (59) şöyle anlatıyor: İleri gelenlerden bir kaç kişi ile zengin bir cimride misâfir bulunuyorduk. Bir kuzu geldi. Misâfirler, kuzuyu parçaladı. Bunu gören cimri dayanamadı, daha yarıyı yememiştik ki hizmetkârına «Kuzuyu kaldır, çocuklar yesin» dedi. Ben de hizmetkârın arkasından koştum. «Nereye gidiyorsun?» diyenlere, «çocuklarla yemeğe gidiyorum» dedim. Bunun üzerine cimri ev sâhibi utanarak, kuzuyu geri getirtti.
Yine bunun gibi, misâfirler çekilmeden, kendisi elini çekmemelidir. Çünkü misâfirlerden, belki utanıp yiyemiyen olur. H attâ kerem sâhibi insanlar, yemek çeşitlerini misâfirlerine bildirir ve onları yemekte serbest bırakırlardı. Bitirmeğe yakın, kendisi de diz çökerek «Bismillâh» der, elini yemeğe uzatır ve: «Haydi benimle berâber yiyin.» der ve bu suretle onların doymalarına yardım ederdi. Bu ise, güzel bir harekettir.
5 — Sofraya yetecek kadar yemek getirmelidir. Yemeği az koymak, mürüvvet değildir. Fazlası da — hele koyduğu yemeği tamâ- men yemelerini arzû etmiyorsa— isrâf ve riyâ olur. Ancak gönül hoşluğu ile, misafirlerinin yemeğin hepsini yemelerini istiyor ve artan ile yümn ü bereket kasdediyorsa, o zaman zarâr etmez. Zira hadîsde: «Misafirin önünden artan yemeği yiyen kimseye, o yemekten sorulmaz.» buyurulmuştur. İbrâhim b. Edhem, sofraya pek çok yemekkoymuştu. Süfyân-ı Sevrî: «İsrâf değil mi, ne yapıyorsun?» deyince İbrâhim: «Misâfirin önüne konan yemekte isrâf olmaz.» demiştir. Bu maksatla olmadığı takdirde, sofraya fazla yemek koymak, külfet olur.
tbn Mes’ud (R.A.): «Yemeği ile gösteriş yapanın dâvetine icâbet – ten nehyolunduk ‘. demiştir. Sahâbeden pek çoklan, bu gibilerin yemeğini mekrûh saymıştır. Bunun için Resûl-i Ekrem’in (S.A.V.) sofrasında yemek artmamıştır. Zirâ onlar, ihtiyaçtan fazla yemeği sofrada bulundurmaz ve hattâ tam doyuncaya kadar da yemezlerdi. Âdâblardan birisi de, pişirdiği yemeklerden evvelâ kendi ev halkına ayırmalıdır ki, gözleri misâfirin sofrasında kalmasın. Şâyet böyle yapmazsa, onlar misâfirin sofrasından artanı beklerler. Bir şey artmayınca da canlan sıkılır, misâfirin aleyhinde dedi-kodu yaparlar. Bu sûretle de, çoluk çocuğunun arzû ettiği yemeği misâfirlerine yedirmekle onlara ihânet etmiş olur. Misâfirin, sofrada artan yemeği götürmeğe hakkı yoktur. Sofiler, buna zillet derler. Ancak, ev sâhibi sarâhaten izin verir veya artan yemeği götürmesinden memnûn kalacağını bilirse, o zaman götürebilir. Hâne sâhibinin muvafakatini aldıktan sonra, artan yemeği, arkadaşlar arasında müsâvi şekilde bölmeli ve herkes hissesine düşeni almalı veya utandığından değil, gönülden arkadaşına müsâade ettiğini alabilmelidir.