YENİ PERSPEKTİFLER
Wittgenstein, ikinci döneminde, tüm dil oyunları, tasarım öncesi bir «yaşam faaliyeti veya biçimi», bir davranış şeması içinde yer alır («Felsefe Soruşturmaları»), Bu durumda, söylemsel kullanımlarımızı etkileşimsel boyutları bakımından ele alıp kavramak yeterli değildir ve bu etkileşimleri toplumsal pratiklerin dışsal erekliliklerine ve kısıtlamalarına bağımlı kılmak gerekir. Başka bir deyişle, simgesel etkileşimler, dilsel olmayan karşılıklı etkiler zincirinin halkalarını oluşturur. Bazı istisnalar bir yana, radyodan açıklanan saati, sadece saati öğrenmek için dinlemeyiz, ama bir eylemi programlamak için dinleriz. Böylece, Wittgenstein’ın Tractatus’unda, dil ile dünya arasındaki eşbiçimliliği ileri sürmeye devam eden tasarımsal şema, yaşam biçimlerinin karmaşıklığı içinde faaliyet gösteren dil oyunlarına yerini bıraktı. Bu durumda genel bir eylem kuramı ortaya koymak gerekiyordu. Searle, söylem edimleri kuramını genişleterek böyle bir kuram ortaya koydu. Böyle bir girişim, görüngübilim ile analitik felsefe arasındaki karşıdığın ötesinde, Brentano’nun yönelim çözümlemesiyle başlattığı tarzda bir zihin felsefesinin ana temalarını yeniden canlandırmaktadır, ama yine de söylem edimleri kuramının monologa dayanan temel görüşlerine bağlı kalmaktadır.
Bu gerekçeler son zamanlarda ortaya konmuştur ve dile tanınan statünün dönüşüme uğradığına tanıklık eder. Gerçi dil hâlâ önemli yerini korumaktadır, ama biricik konu olma durumunu ve aşkın statüsünü kaybetmiş gibidir. Böylece, anlamı, göstergelerin işlevleriyle ve düşünceyi dille bir tutan temel postüla sorgulama konusu olmaktadır. Bugün yapılan bilişsel araştırmalar, tasarımları salt simgesel ortaya koymalara indirgemek şöyle dursun, alt-simgesel ve eylemsel yapılara yer vermekte ve rasyonel faaliyeti, tasarımlar üzerindeki çıkarımlara indirgemek yerine bu faaliyeti birbirine bağlı öğelerin oluşturduğu şebekenin dinamik bir harekete getirilişi olarak ele almaktadır. Dolayısıyla XX. yy’ın sonunda dil felsefesi, yeni bir yola girmiş gibi görünüyor.