Osmanlı Devleti’nin daimi
ücretli ordusunun (Kapıkulu Ocağı piyade sınıfına verilen
ad. Devlet merkezinde Osmanlı padişahlarının emir
ve kumandaları altında ve onların şahıslarına bağlı
olan, Kapıkulu denilen yaya ve atlı askeri ocaklar,
maaşlı olup eyâletlerdeki topraklı veya tımarlı sipahi
ile diğer eyâlet kuvvetlerinden tamamen ayrı idiler.
Osmanlı Devletinin muvaffakiyetinde mühim bir amil
olan ve ikibuçuk asır kadar pek muntazam bir teşkilât
ile idare edilen Yeniçeri Ocağının kuruluşu, Sultan
Birinci Murad Hân (1359-1389) zamanındadır.
Rumeli’deki ilk Osmanlı fetihlerinde, gâzâ harekâtı
nın devamının daimi ve düzenli bir ordu ile mümkün
olabileceği anlaşılmıştı. Ayrıca Türklerden teşkil edilmiş
olan yaya kuvvetleri de artık ihtiyaca cevap veremeyecek
durumdaydı. Bu sebeple Birinci Murad Hân
zamanında Acemi Ocağı ve Yeniçeri Ocağı teşkilâtıyla
Müslüman olmuş esir Hıristiyanlardan müteşekkil yeni
bir askerî kuvvet meydana getirilmiştir. Piyada kuvveti
olan Yeniçeri Ocağı’nın hangi tarihte kurulmuş olduğu
kesin olarak tayin edilememektedir. Ancak bunun
Murad-ı Hüdavendigâr zamanında, yani ondördüncü
asrın son yarısı içinde bir ocak halinde tesis edilmiş
olduğuna şüphe yoktur. Yeniçeri Ocağı’nın ilk teşkilindeki vaziyetle ocak
kaideleri hakkında şimdilik malûmat yoktur. Ocak
kanununun zamanla geliştiği ve Sultan Birinci Süleyman
Hân (1520-1566) devrinde en mütekâmil şeklini
aldığı görülmektedir. Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasının
sebeplerinden biri fetihlerin genişlemesi cihetiyle eldeki
askerin azlığı ve bu askerin de daimi surette el altında
bulunmayarak memleketlerine dönmeleri idi. Halbuki
hem Rumeli’deki vaziyeti muhafaza etmek ve hem de
yeni fetihlere girişmek için el altında daimi ve padişahın
emir ve kumandası altında esaslı bir kuvvetin bulunmasına
lüzum vardı. Bu sebeple yaya ve müsellem denilen
ilk Türk yaya ve süvari kuvvetlerinin yanında diğer bir
askeri güç olarak Yeniçeri Ocağı kurulmuştur. Bu her
iki ocağın kuruluşunda Çandarlı Kara Halil Paşa
en önemli rolü oynamıştır. Yeniçeri Ocağına, savaş
larda pençik denilen bu beşde bir olarak alınan esirlerin
Türk çiftçisinin hizmetinden sonra alındıklarını ve ilk
ocak teşkilatının bu suretle sırf esirlere mahsus olduğu
anlaşılmaktadır.
Nitekim Yeniçeri olmak için muhtelif tarihlerde esirlerin
üç devre geçirdikleri görülüyor. İlk olarak esirlerin
üç, beş sene veya daha fazla Türk çiftçileri arasında
yetişmeleri sağlanmıştır. Türk çiftçilerinin hizmetlerinden
getiriler bu esirler, Acemi Ocağı’nda da hizmet
verdikten sonra Yeniçeri Ocağı’na girmeleri kanun
olmuştur. Bu kanun daha sonra devrişme kanununun
tatbikatında da uygulanmıştır.
Sultan Birinci Bayezıd Hân’ın Ankara yenilgisi üzerine
fetihlerin duraklaması ve gerilemesi böylece istenildiği
kadar esir elde edilememesi devşirme usulüne
başvurulmasına yol açtı (Bkz. Devşirme). Acemi Oğlanlar
gibi, devşirmelerden gelen Bostancı Ocağı mensupları
da zamanla Yeniçeri olurlardı. Ocak kanununun
tamamen tatbik edildiği iki-ikibuçuk asırda Yeniçeri
Ocağı’na Penç-ü Yek Oğlanı denilen esirlerin beşde
biriyle, devşirmelerden kurulu Acemi oğlanlanndan ve
Kul oğullarıyla Bostancılar’dan başka hiçbir yerden
efrat alınmazdı.
Ocağa alınan efradın isimleri, künyeleri ve eşkali ile
yevmiyeleri miktarı kütük denilen ana deftere (ulufe
defteri) kaydolunur, bu suretle ocağa gelişigüzel adam
alınmazdı. Yeniçeri Ocağına muhtelif tarihlerde alınacak
acemiler, ocaktaki vaziyete göre az veya çok miktarda
alınırdı. Bu hususta ya Yeniçeri Ağasının
müracaatı yahut emri altında Acemi efrat bulunan
cemaat ve ocak ağalarının kanunî müddetin dolmasına
binaen birtakım kıdemli acemilerin çıkmasını, divana
arzetmeleri üzerine kapuya Acemi oğlanı çıkarılırdı.
Askerlik daimi olduğundan Ocak efradı bekâr idiler.
Onun için bunlara mahsus özel odalar yaptırılmıştı.
Her Yeniçeri ortasının yani bölüğünün orta efradına
mahsus oda denilen koğuşu ve daireleri vardı. İlk Yeni
çeri odaları Edirne’de bulunuyordu. Edirne’deki bu
odalar İstanbul’un daimi surette merkez olduğu zamana
kadar Yeniçerilere mesken olmuştur.
Yeniçeri odalarına yeni ayrılmış efrat içinden birkaçı
yayabaşı veya bölükbaşıların seyislik, hasekilik
etmek suretiyle hizmetlerine bakarlardı. Yine her odadan bir, bazan oda efradının fazlalığına göre iki kişi
odayı siler, süpürür, yemek kaplarını yıkar, kandillere
bakar, odun keser, ihtiyar silah arkadaşlarının pabuçlarını
temizler, çarşı ve pazara gidip alınan levazımatı
taşırlardı. Bu hizmet efradına Karakullukçu denilirdi.
Yeniçeri kethüdası odasının beş, çavuş odasının dört
Karakullukçusu vardı.
Ocağın ilk teşkilinde her yüz nefer üzerine zabit
olarak Yayabaşı ismiyle bir zabit tayin edilerek bunlara
yirmidörder akçe yevmiye verilmişti. Bu orta mevcutları
sonradan artmıştı. Fakat bazı orta mevcudu yüzden
çok fazla hatta yediyüzü geçtiği halde zabit adedi
artmamıştı.
Yeniçeri Ocağına alınanlara odaları tarafından ve
orta çorbacısının mührünü ve ortanın nişanını havi bir
sofa tezkiresi verilmekteydi. Bu sofa tezkirelerinden biri
nümune olarak aşağıda gösterilmiştir.
“Mü’miniz kâlû belâdan beri, Hakkın birliğini eyledik
ikrar. Bu yola vermişiz seri Nebimiz vardır. Cenâb-ı
Ahmed-i Muhtar. Ezelden beri mestaneleriz. Nur-ı İlâ
hide pervaneleriz. Bir bölük iki cihanda divâneleriz.
Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırılmakla, taşramızdan
sormakla, kimse bilmez halimiz. Oniki imam
on-oniki tarik cümlesine dedik beli, üçler, yediler, kırklar,
Nur-ı Nebi Kerem-i Ali pirimiz Sultan Hacı Bektaş-ı
Veli. Binikiyüzotuzdört senesi cennetmekan, firdevs
aşiyân kanun sahibi elgazi Sultan Süleyman Hân’e hazretlerinin
kurduğu nizam-ı müstahsene üzre ondoku-zuncu bölüğün Çorbacısı Hüseyin Ağanın izniyle Aşçı
Usta ve Odabaşı Ağa ve cümle ihtiyarların marifetiyle
Mehmed Ataullah Efendi ibni Abdurrahman Bey yoldaşlığa
talip ve ragip olup, ismi kul defterine kayıt ve
sofamıza yağmurluk vaz idüp yedine işbu sofa tezkiresi
ita olundu vakt-i hacetti ibraz oluna.”
Sultan Birinci Murad Hân tarafından kurulan ve
onbeş-onaltıncı asırların büyük fetihlerine katılan Yeni
çeri kuvvetleri hiçbir zaman ordunun ve fetihlerin esasını
teşkil etmedi. Büyük askerî zaferlerin temeli bu
ordu sayılamayacağı gibi onyedinci yüzyıldan itibaren
de bozulmaya başlayarak devlet içinde bir çıban başı
durumuna gelmiştir. Osmanlılar, Selçuklular’dan miras
aldıkları Miri toprak rejimini çok daha ileri ve mahirane
metodlarla kemâle erdirmişlerdi. Bunun üzerinde kurulan
tımar usulü Osmanlı Ordusu’nun temeli olurken,
Türk askerleri (sipahiler) sancakbeylerinin emrinde,
fakat padişaha bağlı bir durumda idiler. Zira askerlerin
maişetlerini sağlıyan tımarlan ve sancakbeylerinin zeametleri
de padişah tarafından veriliyordu. İşte büyük
Osmanlı ordusunun esasını bu tımarlı askerler teşkil
ediyor ve merkezdeki Yeniçerilerde ancak 10.000-
20.000 arasında bulunuyordu. (Nadiren bazı padişahlar
döneminde sayıları artırılmış ancak sonra yine düşürülmüştür
). Miri toprak rejimi ve bunun ortaya çıkardığı
tımarlı sipahiler böylece İçtimaî nizam ve adaletin tesisi
ile Anadolu ve Rumeli’nin de Türkleşmesinde başlıca
sebep olmuştur (Bkz. Tımar).
Yeniçeri Ocağı yüzdoksanaltı orta veya bölük olup,
Yaya beyler veya Cemaat, Sekban ve Ağa bölükleri diye üç kısma ayrılmaktadır. Ocağın ilk ortalan olan Yeni
çeri yaya bölüklerine daha sonradan cemaat adı da
verilerek tedricen artan yaya ortaları yüzbire kadar
çıkmıştır. Cemaat ortalannın altmışbeşinci bölüğü olan
Sekbanlar otuzdört orta idi. Sekbanlann ilk devirlerdeki
orta adetleri malum değildir. Padişahın av yapması
için vücuda getirilmiş olan Sekbanlar önceleri müstakil
bir ocak iken onbeşinci asrın ortalarında Yeniçerilere
katılmışlardır. Bölükler veya Ağa bölüklerinin kurulması
ise onbeşinci asrın sonlarındadır. Bu da teşkil edildiği
zaman her bölüğü elli kişiden mürekkep olarak
altmışbir orta idi. Şu halde Yeniçeri orta ve bölüklerinin
tamamı yüzdoksanaltı orta ve bölükten meydana
geliyordu.
Yeniçeri Ocağı onlatıncı asrın ortalan ile bilhassa
onyedinci yüzyılın başından itibaren bozulmaya baş
ladı. Ocağın bu kötü gidişini iyi anlayan Sultan Genç
Osman, bunları ortadan kaldırmayı düşündü ise de
şehid edildi. Kardeşi Sultan Dördüncü Murad Han, bu
ocağı ortadan kaldırmaktansa disiplin altına almayı tercih
etti. İstisnasız olarak çıkardığı bütün ihtilallerde
devlete büyük zararlar veren Yeniçeri Ocağı, Padişahlan
tahttan indirdi, hatta şehid ettiler (nitekim Sultan
Üçüncü Selim Han böyle bir isyan sonunda öldürülmüştür).
Aynı zamanda birçok kıymetli vezirin hayatın^
kastettiler. Ocaklılar hem kendileri modern talim
ve terbiyeyi kabul etmedikleri gibi, hem de başka bir
modern piyade sınıfının kurulmasına izin vermiyorlardı.
Esnaflık, ticaret, kabadayılık, haraççılık, hatta
eşkıyalıkla geçinen bir zümre halini aldılar. Savaşlarda
yağma edilecek bir şey olmadığı takdirde, sadece kaçı
yorlardı. Disiplin gösteren subaylannı öldürüyorlardı.
Böyle bir ocaktan artık devlete bir fayda gelmiyece-
ğini anlayan Sultan İkinci Mahmud Hân devlet erkanı
ile de görüşerek Yeniçerilerin ortadan kaldmlmasına
karar verdi. Sancağı şerif çıkanp babüssaade önüne dikilmişti.
Bundan sonra karşı gelenler ortadan kaldınldı.
,Ocak tamamen tarihten silindi. 17 Haziran 1826’deki
bu olay, Osmanlı tarihlerine Vak’a-i Hayriye = Hayırlı
olay adıyla geçmiştir. (Bkz. Vak’a-i Hayriye).
Yeniçeri tabirleri:
Yeniçeri Ağası: Yeniçeri ocağının başı, yeniçeri sını
fının kumandanı. Sultan İkinci Selim Hân devrine
kadar ağalar ocaktan gelirdi, sonra bu usûl bırakıldı ve
Enderun’dan, Hasoda’nın büyük amirlerinden, padişahın
şahsen itimadını kazanmış kimselerden ağalığa getirilenler
oldu. Onyedinci yüzyıldan sonra ise arada yine
ocaktan tayin edilmiştir.
Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi ocağı işlerinden
mesuldü. İstanbul’un inzibatı ile de alâkası
vardı, maiyyetinde bir hey’etle ve falakacılanyla beraber
vakit .vakit kol dolaşıp asayişi temin ederdi.
Sekbanbaşı: Sekban ortalan kumandanı.
Kul kethüdası: Birinci ağa bölüğü kumandanı
Zağarcı başı: Altmış dördüncü süvari ve piyade
Zağarcılar ortası kumandanı.
Seksoncubaşı: Yetmiş birinci orta kumandanı.
Turnacıbaşı: Altmış sekizinci orta kumandanı.
Hasekiler (Dört haseki): 14, 49, 66, 67. ortalar
kumandanı ve ocak başçavuşu.kin bir dişi 8 milyon kadar yumurta bırakabilir.
Deniz yılan balıklan özellikle sıcak denizlerde yaşarlar.
Alt tropikal ve ılıman denizlere yayılmış olanlar da
üreme devrelerinde sıcak denizlere dönerler.
Etleri zehirli olan deniz yılan balıklan da vardır.
Orta Amerika Atlantik sulannda ve Akdeniz’de rastlanan
“Moray” zehirlidir. Uzunluğu 180 cm.’yi bulan bu
balık, genellikle kayalıklar arasında bulunur. Bütün
yılan balık türlerinin ortak yanı ince ve yaprak biçimli
bir larva (yavru) devresi geçirmeleridir. Bu larva
dönemi türlere göre birkaç ay veya 2-3 yıl sürebelir.
Bunun sonucunda, başkalaşım geçirerek ergin hale
gelirler. Tatlı su yılan balıklannı içine alan Anguillidae
familyasının bireyleri, üreme zamanı nehirlerden çıkarak
denizlerin derinlerine göç ederler. En önemli iki
türü Avrupa yılan balığı (A. anguilla) ve Amerikan
yılan balığı (A. rostrata)’dır. Amerikan yılan balığı ortalama
3.1-3.6 kg. ağırlığında, 90cm. uzunluğundadır. 1,2
metre uzunlukta olanlanna da rastlamr. Avrupa yılan
balığı 1,5 metre uzunluk ve 4 kg. ağırlıktadır. Derileri
kılcal damarlarla zengin olduğundan deri solunumları
gelişmiştir. Uzunca bir süre karada da yaşayabilirler.
Gündüzleri bir delikte veya derinlerdeki balçıklarda
saklanarak dinlenir, gece bir türlü küçük su hayvanlannı
ve balık yumurtalannı avlarlar. Geceleri karaya
çıkarak yeşil tahıl yemeyi de severler. Gök gürültüsü ve
şiddetli yağmurlarda nehirlerin derinliklerine kaçarlar.
Kışın derinlere inerek uyuşuk bir devre geçirirler. Yurdumuzun
Karadeniz ve Akdenize akan nehir ve göllerin
bazılarında bol miktarda yılan balığı vardır.
Amerikan halkı etini yağlı bulduğundan pek yemezler.
Erginler üreme dönemlerinde tatlı sulardan denizlerin
derinliklerine göç ederler. Dişi 12 yaşında, erkekler
ise 4-8 yaşında cinsel olgunluğa erişirler. Çeşitli deniz ve
okyanuslara göç ederken uzun mesafeler katederler.
Avrupa nehirlerinde yaşayanlar Atlas Okyanusuna, Nil
ve diğer Afrika nehirlerinde yaşayanlar Akdeniz’e
geçerler. Akdenizdekiler Cebelitank Boğazını aşarak
okyanustakilerle birleşirler. Beraberce yollanna devam
ederek binlerce mil uzaklıktaki Batı Hint adalarına,
Bermuda’nın güneyine inerler. Burada yumurtladıktan
sonra ölürler. Yumurtalar su yüzeyinde yüzerler. Kısa
bir zaman içinde1 rvalar yumurtalardan çıkar ve atalarının
yaşadığı dere ve nehirlere varmak için dönüş yolculuğuna
girişirler. Dönüş sırasında değişime
uğrayarak nehirlerin içlerine girerler. Bazen kıvnmiı
nehirlerde yolu kısaltmak için tarlalardan geçerler.
Tuzlu sularda doğan Amerikan yılan balığının yavrulan
tatlı sulara varmak için göçü, bir yıl kadar sürer.
Avrupa yılan balığı ise 3 yılda anavatana ulaşır. Atalannın
geldiği nehirleri bulmakta asla şaşırmazlar. Avrupa
nehirlerinde bir Amerikan balığına, Amerikan nehirlerinde,
Avrupa balığına rastlamak vaki değildir. Tatlı
sulara ulaşan yavrular gelişerek cinsel olgunluğa ula
şınca yumurtlamak için denizlere göç etmeye başlarlar.
Bunlar denize ölmeye giderken, yavrulan da hayatlannın
büyük bir bölümünü geçirmek için tatlı sulara akın
ederler.
1900’lerin başlangıcında DanimarkalI, biyolog
Johannes Si’hmidt, gelişkin Avrupa ve Amerika tatlı su
yılan balıklannın yumurtlamak için Sa-gasso denizine gittiklerini ve ayn bölgelerde yumurtladıklannı tespit
etti. Okyanus akıntıları, gelişmekte olan yavruları
Kuzey Amerika ve Avrupa kıyı nehirlerinin ağızlarına
sürükler. Kuzey Amerika yılan balıklarının yavruları
bir yılda kıyılara vanrken Avrupa yılan balıklannın
yolculuk süresi üç seneyi bulur.
Yeniçeriler
08
Tem