- Günler var; zengin, ama öyle, parayla pulla değil, en eskisinden en yenisine kitaplarla zengin bir kütüphanede, ancak bir insan bedeni (belki de ruhu demem gerekiyor) geçebilecek genişlikte birbirine yakın cilt duvarlarından bir labirentte dolaşıyorum. Rafların, kitapların, sayfaların arasında. İnsanlık belleğinin kuytu kıvrımlarında gezinir gibi. Minik adımlarla bilginin loş koridorlarında ilerlerken, rafların üzerindeki soluk sarı lambalar, yaklaştıkça kendiliğinden vanı-veriyor. Ve sanki, sıra sıra dizili o kitaplar, daha fazla aydınlanmak için daha fazla yaklaşmak gerektiğini söylüyor: “Yaklaş” diyor gölgeme, “yaklaş ve bekle, şimdi başlıyor Minevra kuşunun saati!”
Yüz yıldan da eski bir Amerikan üniversitesinin kütüphanesindeyim. Galata Kulesinden biraz daha geniş, hadi diyelim iki katı çapında, ama ondan daha kısa boylu bir kulenin içine yerleştirilmiş kütüphanenin, en az kendisi kadar eski, Oıis marka asansörünün çift sürgülü kapısını sık sık üstüme çekip katlar arasında sarsıla sarsıla inip çıkarken, beni en çok oyalayan bölümü, savaş ve barışla ilgili kitapların sıralandığı rafları buluyorum.
Kırmızı ciltli, küçük bir kitabı çekiyo» mm: Suna bakın! McLııhan’m bövlc bir
dan biri beni tam anlamıyla esir alıyor. Kitabın adı, Bin Yüzlü Düşman. (Tiirkçe-deki yüz sözcüğünün çok anlamlılığı, bin ile yan yana gelince ne kadar da tuhaf oldu. İkisi birbirinin çarpanı haline geldi. Bin yüz! En iyisi, İngilizcesini de yazmak: The Enemy with a Thousand Faces.)
Bir kitapçıda ya da kütüphanede yeni elinize aldığınız bir kitap hakkında o dakika içinde fikir edinmek ne kadar zordur. “İçindekiler’i okursunuz, başlıkları kurcalar, italikleri seçersiniz… En iyisi artık yerden kalkıp okuma masasına geçmek.
“Değişen Düşman” başlığının altında ince puntolarla dizilmiş bir yazıyı okuyorum: “Karar verdik ki, onların hükümetleri, tamamen ahlakdışı, dayanılmaz derecede küstah, boş ego ve ihtirasla şişmiş, dünyaya tek başına hâkim olma hayalleri kuran, Yolsuzluklara batmış, bize karşı kökleri derine giden nefretle yüklü, başını nerede uzatırsa uzatsın özgürlüklere düşman ve dünya barışının y orulmaz karıştırıcısıdır.”
Bu sözler bir Amerikan başkanma ait, ama soğuk savaş ya da Körfez Savaşı sırasında, Sovyetler Birliği ya da Iraka söylenmiş değil. Amerika’nın “orijinal düsiTum” kabul ettiği İni-Tiitere ve kralına
dış politika külLürü. ABD, diğer tüm ül lere kıyasla Tanrıya daha yakındır. T rı’yı ABD vc müttefiklerinde bulurk şeytanı Üçüncü Dünya ve şer ülkeleriı görürüz. Müttefik ülkeler “Hıristiyan/ hudi bir halk, serbest pazar ekonomis özgür seçim” özelliklerini ortak ola taşır. Şer ülkeleri bu üç değere karş ve şeytanın yanındadır. Gerçi dünva oynak bir karaktere sahiptir. Düşma: rm hatta müttefiklerin verleri değ; Ama her durumda da, bunların hangi olduğuna ABD karar verir. Tabii ABD’nin Tanrı yi oynama hakkı yok ama bu onun görevidir. Birleşik Devle en yüksek karar mcrcii, iyi ve kötüyü çen, doğru ve yanlışa, gerçekle yalana rar veren tek güçtür. Çünkü Tanrı mutlak gücünü yeryüzünde temsil e kararlarım ve eylemlerini Tanrı’dan ka kimseye açıklamak zorunda deği ABD ile ilgili bu yorumları yapan V Harle kim diye merak edip, kitabın ö
yazıları ve başlıkları bazen yatay bazen dikey yerleştirilmiş, tuhaf bir kitap. Global Kov lafını McLuhan bulmuştu, muhtemelen “televizyon savaşı” kavramını da ilk kez o kullanmış 1968’de, Vietnam Savaşı bütün yoğunluğuyla sürerken, Körfez Savaşı da, tarihin ikinci televizyon savacı oldu. Fakat, birincisinden farklı olarak bu savaş canlı yayınlandı. Bu kitabı tekrar rafa koymuyorum, ödünç alacağım, hatta şı.ı sözlerini hemen not ediyorum:
“Televizyon savaşı demek, siviller ile askerler arasındaki ikiliğin sona ermesi demektir. Halk artık savaşın her aşamasında yer alır ve savaşın ana kavgası Amerikan evinin içinde gerçekleşir.” Sonunda, ismini ilginç bulduğum için raftan çekip çıkardığım savaş kitapların-
Birleşik Devletler’in, yakın ve uzak gelecekteki hayalinin, ilk kez 1883 yılında Demokratie Review adlı bir dergide açıklandığım yazıyor kitap. “Erişilmez ve sınırsız büyüklükte bir Amerika” gerçekleştirmek için, Birleşik Devletlerin kendisi, “Ulusların ulusu” kabul edilecektir İnsanlığın selameti için ortaya konmuş “kutsal ve soylu” ilkeye bağlı kalınmalıdır: “En Yüksek olan, Kutsal ve Doğrudur ve ona tapınmalıdır/’
i a zar vııno naile, Amerikan dış polı* tikasımn işte bu kehanete dayandığını ve dünyayı iki kampa ayırdığım söylüyor. Bir taraf iyi, ahlaklı ve Tanrının arzuladığı gibi yaşarken, diğer kamp bu ilkelere açıkça karşıdır. Dinsel ve mistik kavramlarla güçlendirilmiş, “isomorfik” bir