TALAT PAŞA

“Talat, ittihat ve Terakki’nin ilk saatinden son saatine kadar hakiki reisi idi. O, Cemiyet’e kendi hilkatinin (yaratılışının) bütün vasıflarını bir marka gibi vermişti, ittihatçılığın hem çok derli toplu, hem de elâstikî oluşu reisinin yaratılışından geliyorduk

İttihat ve Terakki Komitası ve uygulamaları son devir Osmanlı tarihinin tartışmalı bir gerçeğidir. Tanzimat ile başlayan Yeni Osmanlılar akımının bir neticesi olan komita, 1908’de Meşrutiyetsin ilanından sonra partileşmiş ve Türk siyasi hayatındaki önemli yerini almıştır. 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı Meclis-i Mebusam’mn bir numaralı partisi olmayı şeklen becerebilmiştir. Ancak zahirde adı parti olmasına rağmen gerçekte komitacılık ruhundan ve davranışlarından kurtulamamıştır.

31 Mart Vakası’ndan sonra İttihatçılar mecliste bir parti mensubu gibi davranmaktan çok, muhalefeti ezmek ve susturmak için uğraşıyordu. Muhalefet eden milletvekillerini meclis içerisinde tokatlamaktan bile çekinmiyorlardı. Hatta bu gibi küstahça davranışları da vatanperverlik (!) olarak addediyorlardı.
İttihat ve Terakki, hemen hemen her türlü insanı bünyesinde barındıran bir partidir. Hızlı bir şekilde Osmanlı Devlet hayatına hâkim olan komita, devlet
kadrolarına meşru veya gayr-i meşru yollardan kendi adamlarını yerleştirmiştir. Böylece devletin can damarlarına hâkim olan İttihatçılar, devletin sonunu da hazırlamışlardır. Ahmed İzzet Paşa’nın ifadesiyle “İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı tarihine çok acıklı sayfalar eklemiş, oldukça feci bir hâtime (son) vermiştir… On yıl süren ömrü kanlı bir facia halinde geçmiş ve kesin bir yenilgi ile sona ermiştir.” Bu bakımdan Osmanlılarm yıkılışını ve yeni Türkiye devletinin kuruluşunu iyi anlayabilmek için ittihatçılığı, ittihatçı zihniyeti çok iyi anlamak lazım gelir.

1908'de Meşrutiyet'ini ilanında İttihat ve Terakki'nin İstanbul'da ilk merkez-¡ umumi azası. Soldan sağa; Mithat Şükrü (Bleda), Hüseyin Kadri (Mahmut Şevket Paşa'nın yaveri), İbrahim, Hayrı (Ürgüplü), Talat (Paşa), Ahmet Rıza, Enver (Paşa) ^ Talat Paşa

1908’de Meşrutiyet’ini ilanında İttihat ve Terakki’nin İstanbul’da ilk merkez-¡ umumi azası. Soldan sağa; Mithat Şükrü (Bleda), Hüseyin Kadri (Mahmut Şevket Paşa’nın yaveri), İbrahim, Hayrı (Ürgüplü), Talat (Paşa), Ahmet Rıza, Enver (Paşa)
^ Talat Paşa

“İttihadın Mayası Talat’tır”

İttihatçı zihniyet; yaptıklarıyla, düşünüp de icra mevkiine koyamadıklarıyla son devir siyasi, sosyal ve kültürel hayatımıza damgasını vurmuştur. Sonraki dönemlerde, Cumhuriyet devrinde bile her taşın altından çoğu zaman İttihatçılar çıkmıştır. Görünüşte parti, ama başından sonuna kadar komitacılığı devam ettiren bu yapı üzerinde durmak gerekir. İttihat ve Terakki komitası hakkında en güzel değerlendirmelerden birini eski Jön Türk Yahya Kemal Beyatlı yapmıştır.

Onun enfes tasviri ile İttihat ve Terakki Komitası şudur:

“İttihat ve Terakki kadar bin türlü zihniyeti, bin türlü yaratılışı, bin türlü emeli bir araya toplamış ve dağılmamış; bilâkis, zaman geçtikçe daha ziyade toplanmış ve kuvvetlenmiş siyasî bir cemiyeti Avrupa’nın ve Asya’nın tarihinde göstermek imkânsızdır. İttihatçı ittifakının içinde en dinsiz Masonlar yanında, en şedit İslâm ittihatçıları; en geniş insaniyetçi ve medeniyetçiler yanında en dar kafalı milliyetçiler bulunduğu gibi, en seciyeli tanınmış adamlarla seciyesizlikleri herkesçe malûm adamlar; maddî menfaatlerden uzak temiz vatanperverlerle, vurguncular ve harp zenginleri yan yana ve birbirini çok sever olarak görülüyordu. Böyleyken İttihat Terakki dağılmadı. Bu terkibi Talat vücuda getirmiştir. Onun cazibesi, onun herkesi kendine, sonra Cemiyet’e bağlayışı, onun binlerce insana en yakın arkadaş vehmini vererek idare edişi, bu birliğin mayası idi.”

Zemin ü zamandan hiçbir şeyi kendinden hâriç bırakmamıştı. 1908’de fikirler, unsurlar arasında en geniş liberalliği, 1913- 1918 arasında en dar milliyetperverliği tatbik ettikten başka, 1918’de Stockholm Kongresi’ne sosyalist azasım göndermeği unutmamıştır.”

Liberal, Milliyetçi ve Sosyalist

Yahya Kemal, İttihat ve Terakki Partisi’ni ve İttihatçı zihniyetin birbiriyle zıt yönlerini ve memlekette nasıl bir tesir bıraktığını şöyle tarif ediyor: “El’an siyasi usullere, inkılâplara dair bir bahis açılsa o bahsin İttihat Terakki Merkezi’nde ya müzakere edildiğini yahut da icrasına teşebbüs edildiğini dinliyoruz. Demek ki İttihat Terakki siyasette birbirine zıt ne kadar usul varsa, ne kadar inkılâp varsa hepsini birer birer tecrübe etmişti. Zemin ü zamandan hiçbir şeyi kendinden hâriç bırakmamıştı. 1908’de fikirler, unsurlar arasında en geniş liberalliği, 1913- 1918 arasında en dar milliyetperverliği tatbik ettikten başka, 1918’de Stockholm Kongresi’ne sosyalist azasım göndermeği unutmamıştır.”

Komitacı Siyaset Onun Ölümüyle Bitti

Osmanlı parlamentosunu ve mebusları gösteren gravür

Osmanlı parlamentosunu ve mebusları gösteren gravür

İttihatçıların en bariz vasıflarından biri de tahammülsüzlük ve pervasızlıktır. Komitacı gözü karalığını, yer altı faaliyeti yaparken sürdürdükleri militanlığı, partileştikten sonra da, iktidara geldikten sonra da devam ettirmişlerdir. İttihatçıların bu yapısı, militan karakterleri gerçek anlamda siyasi bir parti olmalarının önünde en büyük engel olarak başından sonuna kadar kalmaya devam etmiştir. İttihat ve Terakki Partisi mensuplarının karakteristik yapısını Ziya Şakir şöyle tarif ediyor؛ “Hürriyet toplarının atılmaya başladığı andan itibaren türeyen yeni unsur ise, cemiyet mensupluğunu bir imtiyaz hakkı sanmışlar, diğer vatandaşların eşitlik hakkını hiçe sayarak cemiyete mensup olmayanlara kafa tutmaya başlamışlardı.”

31 Mart Vakasıyla bulduğunu; “Enver, Talat, Cemal” sıralamasının rastgele olmadığını; gerçek liderin Talat Paşa olduğunu yazıyor ve Talat’ı şöyle tarif ediyor:

“Talat, İttihat ve Terakki’nin ilk saatinden son saatine kadar hakiki reisi idi. O, Cemiyet’e kendi hilkatinin (yaratılışının) bütün vasıflarını bir marka gibi vermişti. İttihatçılığın hem çok derli toplu, hem de elâstikî oluşu reisinin yaratılışından geliyordu.”Ziya Şakir de bu istikamette fikir beyan etmektedir.

Ona göre Talat, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hem müessislerinden ve hem de Merkez-i Umumi azalarının en mühimlerindendi.” Tarihi hadiseler ve araştırmalar da bu istikamettedir. Talat Bey, partiye o kadar hâkim bir durumda idi ki adeta cemiyet ile kişiliği bütünleşmişti. Öyle ki, “Talât’ın bu muazzam marifeti bir hâli terkip etmeye, sevk etmeye ve idare etmeye yaradı. Lâkin sırf komitacı siyasetinden ibaret olan bu marifet ne Talât’ın şahsını istikbâlin hafızasına muayyen bir timsal gibi nakledebildi, ne de İttihat Terakki’nin hangi fikri temsil ettiğini belirtebildi.” Yani bu kadar marifetli, birbirine zıt birçok insanı bir arada tutabilen biri olmasına rağmen tesiri ölümü ile sınırlı kalmıştır. Çünkü; devrinin hakiki timsali olan Küçük Said Paşa ile onun zıdd-ı kâmili olan Ömer Nâci’yi; cins, ahlâk ve fikirde o derece birbirine zıt olan Karasu Efendi ile Hayri Efendi’yi, demirden seciyeli bir adam olan Doktor Nâzım’la, seciyesizliği temsil etmiş olan Doktor Tevfik Rüşdü’yü bir arada, senelerce halhamur etmek harikasını gösteren büyük bir politikacı zamanında ne kadar sihirkâr olursa olsun öldükten sonra istikbâlin nesillerine tesir edemez. İstikbâlin nesillerine, bilâkis, hayatlarında yekpare kalmış, dikine gitmiş, bir tek

fikir uğrunda tek başına kalmayı tercih etmiş olanlar tesir edebilirler.”

Talat Paşa Olmasa İttihat ve Terakki Dağılırdı

İttihat ve Terakki Komitası’nın bu kadar karmaşık yapısına rağmen uzun süre yaşaması, içeride birbirlerine zıt davransalar da dışarıya karşı sonuna kadar birliklerini devam ettirmelerinde Talat Paşa’nm rolü inkâr edilemez. Çok iyi eğitimli, dahi bir lider olmamasına rağmen partinin bu kadar başarısında Talat’ın yeri şüphesiz çok önemlidir. Yahya Kemal, yukarıdaki tespitlerini izah etmek ve daha anlaşılır hale getirmek için İttihatçılardan bazı meşhurlarla Talat’ın mukayesesini şöyle yapıyor:

“Bu da Talât’ın, yalnız onun başarabileceği bir usuldü. Bu iddiayı iyi ispat etmek için onlardan başkalarını tasavvur edelim: Meselâ onun yerinde ya Doktor Nâzım yahut da Doktor Bahaeddin Şâkir olsaydı İttihat Terakki

altı (ay) içinde dağılır, kaybolurdu. Diyelim ki onlar hakikatte birinci derecede adamlardan değildiler. Enver olsaydı, yine aynı şey olurdu. Hatta idare ve inzibat bahsinde emsalsiz bir kudreti olan Cemal de olsa yine aynı neticeye varılırdı.

Bu şedit şahsiyetlerin zıtlarını yâni hem mutedil, hem de elâstiki olanlarını alsak bu defa şahsiyet kifayetsizliğinden aynı iflâsın vaki olacağını görürüz.”

İttihat ve Terakki Komitası’mn sevk ve idaresinde maharetli gözüken, kurnazlığı ile cemiyet içi muhaliflerini kolayca bertaraf eden Talat’ın devlet yönetiminde de aynı derecede kabiliyeti var mıydı?

Bu soruya müspet cevap vermek zor gözüküyor. Parti içi ayak oyunlarını iyi bilen, muhaliflerini adeta parmağında oynatan Talat’ın devlet idaresi ile ilgili bilgi ve kabiliyetini Ziya Şakir şöyle tarif ediyor:

“Talat Paşa ilk Dâhiliye Nazırlığında Bâbıâlî’ye girerken, devlet idaresine taalluk eden işlerde tam manasıyla bir cahildi. Fakat zeki ve çalışkan bir talebe gibi, az zamanda Bâbıâlî siyasetini çabuk öğrendi”

Enver Paşa ile diktatörlüğü paylaşamıyorlardı

Talat Bey’in pragmatik bir adam olduğunu dolayısıyla vefasız olduğunu da söyleyebiliriz. Ziya Şakir “Onun en mühim hususiyetlerinden biri de herhangi bir adamı ancak lazım olduğu zaman kullanmak ve icap ettiği zaman da, bilâtereddüt (tereddüt etmeden) en derin bir uçuruma kadar fırlatıp atmaktı” diyor. Bazı hadiseler onu zaman zaman sertliğe sürüklemiştir. Harpte vurgun yapanlara karşı mücadeleler yapmasına rağmen başarılı olamayınca “…Yavaş yavaş bir diktatör vaziyeti almaya başladı. O zaman da bir taraftan Enver, diğer taraftan da Cemal Paşa ile karşılaştı. Bilhassa Enver Paşa ile diktatörlüğü paylaşamıyorlardı.” Talat’ın karakteri ile ilgili olarak Ziya Şakir enteresan bilgiler vermektedir: “Talat Paşa’yı yakından tanıyanlar, ona ikiyüzlülük atfederler. Bazıları da, komitacılık ve mebusluk hayatında da çok dürüst olan Talat’ın, memuriyet hayatında kendisine rakip olanları veyahut icraatını tenkit etmek suretiyle sataşanları bir kaşık suda boğmak istediğini söylerler.”

Posta Memurluğundan Sadrazamlığa

Talat Bey’in tahsil ve terbiyesi konusunda da muhtelif görüşler vardır. Esasında çok okuyan ve entelektüel tarafı baskın biri olmadığı onunla ilgili yazılanlardan anlaşılmaktadır. Yahya Kemal “Talât kafasını yorarak, kitapları ve programları karıştırarak bu siyasî usullerin bir tekini olsun benimsemiş bir adam mıydı?” sorusunu sorarak böyle fikrî, ilmî konularla fazla ilgisinin olmadığını ima etmektedir. Talat Paşa’nın eğitimi ve kabiliyetleri konusunda Ahmed İzzet Paşa da benzeri bir değerlendirme yapmaktadır.

Ona göre, “Talat Bey ciddi bir öğrenim görmeden, devrin ilmî ve tarihî çalışmalar(m)a zaman bulmadan bir ihtilal sonucunda devletin başına geçmiştir.” Ancak Ahmed İzzet Paşa, Talat Paşa’nın yaratılıştan “müstesna bir zekâ ve düşünce gücüne, benzersiz bir azm(e), cüretli ve metanet sahibi olduğuna” dair bir kanaate de sahiptir. Halil Menteşe de onun yaratılıştan zeki bir insan olduğunu kabul etmektedir. Talat Paşa’nın eğitim seviyesi, kültürü ve yaratılıştan var olan özellikleri konusunda Başmabeyinci Lütfü Bey hatıralarında, “Talat Paşa, bilgi ve kültürden yoksundu. Bir posta memurluğundan -sırf gözünün pekliği, ataklığı ve vatanseverliği sayesinde- milletvekilliğine, nazırlığa, nihayet sadrazamlığa kadar yükselmişti. Komitacı ve gerçekten inanmış bir ittihatçıydı” diye yazmaktadır.

Mason mu Olayım, Bektaşi mi?

Eski Jön Türkler'den Yahya Kemal Beyatlı

Eski Jön Türkler’den Yahya Kemal Beyatlı

Talat Paşa dış mihraklarla ilişkili miydi sorusu hep sorulmuştur. Bu mevzuda Ziya Şakir’in söyledikleri gerçekten de dikkate değer. Yazdıklarına göre, “Talat Paşa’nm hususi ve mahrem gayelerinden biri de, cemiyet efradını manevi bir camia halinde toplamak, daha doğrusu cemiyeti, Malta veyahut Rodos Şövalyeleri gibi, adeta bir tarikat haline sokmaktı. Fakat bu düşüncesini uzun süre sakladı. Nihayet günün birinde, en samimi dostlarından Abdülaziz Mecdi merhuma açtı.

  • Ben böyle bir şey düşünüyorum. Hocam, sen ne dersin Mason mu olayım, Bektaşi mi? dedi. Abdülaziz Mecdi hiç düşünmeden şu cevabı verdi:
  • Bence, bunların ikisine de lüzum yok. Fakat mutlaka bir şey olmak lazımsa, Bektaşîliği tercih etmelidir. Çünkü Bektaşilik, bir Türk tarikatıdır.Talat Paşa, efendi merhumun bu fikrini tereddütsüzce kabul etti. Çünkü kendisi, en yüksek dereceyi ihraz etmiş bir Mason olmakla beraber Bektaşi tarikinin de en samimi muhiblerindendi.”Talat’ın Osmanlı hanedan ailesine karşı laubali olduğu hatta kin beslediği malumdur. Ziya Şakir bu hususta da enteresan bilgiler vermektedir.“Talat Paşa Sultan Hamid’e Kayserili derdi.

    Bunun sebebi ise o hükümdarın zekâ, dirayet ve idare kabiliyetini takdir etmesiydi. Sultan Hamid’in Beylerbeyi sarayında mahpus bulunduğu esnada Enver Paşa birkaç defa saraya gelerek sabık hükümdarı ziyaret ettiği halde, Talat Paşa buna lüzum görmemişti.” Ancak Sultan Abdülhamid’in hastalanması üzerine telaşlandığı da rivayet edilmektedir. Hanedanı sevmediği aşikâr olduğu halde bu telaşı biraz da çıkarcı ve faydacılığmdandır. Niçin telaşlandığını soranlara verdiği cevap bu düşüncemizi

    teyit eder mahiyettedir: “Bu adamın, Avrupa siyasetinde büyük bir tecrübesi ve hatta hükümdarlarla siyasi rical üzerinde mühim tesirleri vardı. Günün birinde bize lazım olabilirdi…”İttihat ve Terakki Partisi ve mensupları dışarı ile daima irtibat halinde olmuşlar ve düşünce biçimleri dışarıdan şekillendirilmiştir. O günkü dünya siyasetini tanzim edenlerin temel hedefi İslam dünyasının kalpgâhı, umudu olan Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmaktı. Tarih, bunun şahididir. Batılı güçler için her zaman en kolay yollardan biri şüphesiz kaleyi içeriden fethetmektir. Bu mantık her devirde olduğu gibi günümüzde de geçer akçedir. İttihat ve Terakki, bu manada Osmanlı tarihinde yabancılar tarafından en kolay ve en çok kullanılabilen bir obje olma özelliği göstermiştir. Yeni Osmanlılardan beri hedefte olan Osmanlı Hanedanı, İttihatçılar eli ile tarih sahnesinden çekilmek zorunda bırakılmıştır.

    Meşhur üç İttihatçıdan Enver ve Cemal paşalar, Kudüs ziyareti sırasında

    Meşhur üç İttihatçıdan Enver ve Cemal paşalar, Kudüs ziyareti sırasında

    Bir başka ifade ile “bu cemiyet bir maşadır”. Osmanlı hanedanını siyaset sahnesinden indirerek yerine İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisini ikame etmişlerdir. Yahya Kemal bu hususu gayet güzel bir şekilde şöyle ifade etmektedir:

    “1860 ile 1876 arasındaki Genç Osmanlı hayallerinin 1895 ile 1908 arasındaki cisimlenmesi olan İttihâd ve Terakki, hakikatte Osmanlı Hanedam’mn saltanatına nihayet de vermiş, Türkiye’de iktidar mevkiine Merkez-i Umûmîyi getirmişti. Bu kuvvet işe başladığı günden itibaren hayal sahasından çıktı. Her saat gözle görülür bir hâl aldı. Artık milletin bütün inkisâr-ı hayâlleri (hayal kırıklıkları), merâretleri (acıları), şikâyetleri, bedduaları, muhalefetleri ona teveccüh etti. Merkez-i Umûmî, padişahın yerini almakla (onun müşkül) vaziyetini de yüklenmiş oluyordu”
    İsmet İnönü؟ “Memleketi bırakıp gitmesini anlayamadım•”
    İttihatçılar ve onları destekleyen bütün Osmanlı tebaası kısa süre sonra gerçekle yüzleşecek, koskoca bir devletin yıkılışını gözleri yaşlı seyretmekten başka bir şey yapamayacaklardır. Hürriyet, adalet ve eşitlikgibi heyecan verici sözlerin büyüsüne kapılarak iktidara gelenler ve onlara umut bağlayanlar çok kısa süre sonra acı gerçekle, devletlerini kaybetmekle karşı karşıya kalacaklardır. Ancak bu vaziyet gerçeği değiştirmeyecektir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi göz boyayarak kendisini tanıyan herkes üzerinde müspet bir etki bırakan Talat Paşa’nın ülkeyi terk edişine bazı ittihatçılar bile hayret etmişlerdir. Bunlardan biri de eski İttihatçı İsmet İnönü’dür. Hatıralarında Talat Paşa ile ilgili önemli tahlillerde bulunarak şöyle yazmaktadır:

    “Talat Paşa girgin, sıcakkanlı, gayet çalışkan bir yaradılışı vardı. Cemiyet teşkilatının küçükten büyüğüne kadar her kademesine girip çıkar ve tasavvur edilemeyecek bir sevgi ile sıcak bir ilgi ile kabul görürdü. Bununla beraber Talat Paşa’nm bütün vasıflarının yanında bir önemli eksikliği vardı. Komitacılıktan geldiği ve öyle geliştiği için partisinin ve kendi yakın arkadaşlarının menfaatine olan hususlarda bütün komitacılar gibi dar görüşlülükten kendisini kurtaramazdı. Koruyucu ve idare edici vasıfları onun her mizaçta insanla görüşüp anlaşmasına ve saygı telkin etmesine imkân sağlamıştır. Ben Talat Paşa’nın mütarekeden sonra felakete uğrayan memleketi bırakıp gitmesini anlayamadım. Fedakâr bir adamdı. Ne yaparlarsa yapsınlar memlekette kalırdı. Fakat bilemiyorum ne ümit etti de gitti?”

    Ne yazık ki birçok insanın bir şekilde gözünü boyayan, romantik bir hürriyet uğruna memleketin başına bin bir belayı musallat eden İttihatçı komitacılar ve reisleri Talat Bey herkesten önce memleketi terk etmiştir. Bu da o devirde İttihatçılığın gerçek yüzünün tanınmadığının bir ifadesidir. Fransız cumhuriyetçilerinden Georges Clemencau’nun “Ah Cumhuriyet, imparatorluk devrinde ne kadar

    güzeldin!” sözleri tam da İttihatçıların yüz yüze kaldıkları durumu ifade etmektedir. Hürriyet diye diye iktidara geldiler. Ancak ilk işleri hürriyeti kısıtlamak, muhaliflerini de kurşunlamak oldu. Sultan Abdülhamid’i müstebit olmadığı halde istibdat ile itham ettiler fakat kendileri tam müstebit oldular. Bunlar devlet adamı değil belki ancak müsveddesi olduklarını on yıl gibi kısa sürede ortaya koydular. Tarih kabristanı kendini devlet adamı sananlarla doludur.

Meşhur Jön Türklerden Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet ve Yusuf Akçura (soldan sağa

Meşhur Jön Türklerden Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet ve Yusuf Akçura (soldan sağa

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*