1996’nın Genleri
Her geçen yıl çeşitli hastalıklara sebep olan yeni genler Keşfediliyor, İşte 1996’nın gözdelerinden bazıları.
, deforme olmuş kulaklar, sağırlık, aşağıya meyilli gözler, dar dü/bir yüz ve küçük bir çeneyle tanımjfenan, , vüzde meydana gelen bir çeşit bpzulma. /
Bu bozulma, 5 numaralı kromo/om üze*-‘’
t *
::nde bulunan Treacle adlı pro/eini şiire-leyen bir gendeki mutasyon sofucu meydana geliyor.
.4000
inhandan birini etkileyen bir tip ilerleyen körlük. Hastalısın en ç<:»k ¿örülen biçimlerinden bir: \ kr^nv’zontu üzerin-deki bir ¿er.de ızienrr.:;. AraşnımaaLir bozulma kin bı: te-t ;e!:şt;ri\ rla-
hastalığına yakalananlarr ¿işleri ve saçları dökülüyor – = ener , bir duruma geliyorlar. Bunun .
da X kromozomunda meydana çeler, r it mutasyon. İnsan embriyosunun dfj ¿erişinin gelişiminde rol oynuyor.
, embriyo halindeki beyinde gelişmekte olan sinirlerin doğru pozisyonları bulmasına rehberlik eden bir protein. 1 numaralı kromozom üzerinde bu proteinin yapımından sorumlu bir gen tanımlanmış. Bu keşif, bazen sinirlerin yer değiştirmesindeki yanlışlıklar yüzünden oluşabilen epilepsi ve şizofreninin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.
’na yakalananlar oldukça iyi dil yeteneklerine sahip oldukları halde, mekânsal konularla ilgili sorunlar yaşıyorlar. Örneğin, bir diyagramdan bir model oluşturamıyorlar. Bu yetersizlik 1996’da, 7 numaralı kro-‘ mozomda bulunan ve beyin gelişimiyle ilgili bir proteini şifreleyen eksik bir gende izlenmiş. Williams hastalığı olan insanların aynı kromozom üzerinde birçok genleri eksik olabiliyor.
deri kanserinin en çok görülen biçimi, 9 numaralı kromozom üzerindeki bir mü-» tasyonla ortaya çıkıyor. Genin normal hali embriyonik gelişmede önemli rol oynuyor.
: ,16 numaralı
kromozom üzerinde bir gende oluşan mu-tasyona bağlı olarak ender görülen bir çeşit bozulma. Gendeki mutasyonun, DNA’ lara zarar veren kimyasal maddelere karşı duyarlılığın artmasına neden olduğu düşünülüyor. Bundan etkilenen çocuklar yeterli kan hücresi üretemiyorlar ve genellikle anemi ya da lösemiye yakalanıyorlar ve 16 yaşma gelmeden ölüyorlar.
: , Avrupa’daki insanlarda cyı»çok görülen kalıtsal genetik bozulma, 6 numaralı kromozomda bulunan bir genle bağlantılı. Mutasyon, bağırsakların, birçok organda biriken de-
mirin emilmesini düzenleme yetisini engelleyebiliyor. Buna maruz kalanlar, şeker hastalığına, siroza ya da kalp hastalığına yakalanabiliyorlar.
. sinir dejenerasyonu ve ilerleyen delilikle tanımlanan kalıtsal epilepsinin nadir görülen biçimi. Buna neden lir. ;en. 21 numaralı kromozom üzerinde belirlenmiş* Mutasyonun sistatin B r’~nin:r. li’errrını engellediği bilini-•• r –*ı ~-r_n enler-vve nasıl \ A aç-
1996’nın Genleri
aş binalara ve heykellere zarar veren mikroorganizmalar şimdiye kadarjpakımsız kalan kirlenme biçimlerinde başarılı olabiliyorlardı. Yüzyıldan fazla bir zaman önce, arkeologlar Ege Denizi’nde mitolojide Apollo’nun doğum yeri olarak bilinen küçük kurak bir ada olan, Delos’taki tarih öncesi kalıntıla kazmaya başladılar. Delos, M.Ö. 88’de Kuzeydoğu
Anadolu’daki Pontus Krallığı’ndan General Menofanes tarafından yağma edilene kadar, yüzyıllar boyunca dini ve ticari merkez konumunu başarıyla devam ettirdi. Adada yapılan arkeolojik çalışmalarda bulunanlar arasında mermere oyulmuş yazıtlar da var. Bu mezar yazıtları Apollo Tapınağı’ndan çıkarıldıklarında keskin ve temizlerdi. Bir yüzyıl sonra ise bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanan küçük oyuklarla kaplılar ve neredeyse okunamaz duruma geldiler. ^ • • • • (^uruyen Anıtlar
Almanya’da, Oldenburg Üniversi-tesi’nden jeomikrobiyoloji profesörü Wolfgang Krumbein, bu mantar tecavüzünü bütün Akdeniz’de incelediklerini ve heryerde bununla karşılaştıklarını söylüyor. Delos’ta oluşan siyah mayanın yaklaşık seksen çeşidinin sorumlusu olarak insan aktivitele-riyle havaya saçılan hidrokarbonları görüyor. Delos anıtlarından aldıkları mantarı laboratuvarda uçak yakıtı olan kerozen üzerinde yetiştirerek mermer üzerinde nasıl büyüdüğünü ve nasıl parçaladığını anlamışlar.
1966’da Krumbein, hidrokarbonlarla, taşları parçalayan mikroorganizmaların büyümeleri arasındaki bağlantıyı bulan ilk kişiydi. Şimdi, havayla taşman organik ve inorganik kimyasal maddelerin taş yapıların üzerinde yaşayan ve onları parçalayan mantar, yosun, bakteri ve liken çeşitleri için başlıca gıda kaynağı olduklarına dair kanıtlar gittikçe artıyor. Bu “biyolojik bozulma” üzerinde çalışan araştırmacılar, mikroorganizmaların taşlara nasıl hasar verdiklerini anlamaya başlıyorlar.
_ _ tamamen mikroorganizmalara _ ■ “ .ak zor. Diğer faktörlerin de bun-‘::”ü var. Örneğin, asit yağmuru, ; :s mermerlerinin yıpranmasının _ “iplerinden biri. Ayrıca taşlar
• i”, donma, çözülme ve tuz etkisi de toz haline geliyor. Bununla
■ r:,sber, zorluklara rağmen bilim .: ımları arasında bir görüşbirliği gedmekte. Harvard Üniversitesi’nden
– irobiyolog Ralph Mitchell, bu . arıda herkesten gelen düşünceye
re, asit yağmurunun yanında hid-
– _-arbonların daha da çok önemli ol-: .ğunu söylüyor. Korumacılar da
Mahal, Westminster Abbev ve
1 rmdenburg Tor gibi kültürel hazinlerin korunması için biyolojik kir-rnmeyi önlemeleri gerektiğine ‘anmaya başladılar.
Taşlar üstündeki bu yeni mikrop -diası, havadaki organizmaların, is ;ya diğer küçük parçacıklarla taşınmışı şeklinde başlıyor, bazen bunlar ¿raltı suları aracılığıyla da ulaşabili-jrlar. Kolonilerini nereye kuracak-an. taşların çeşidine, biçimine ve -Jkroklimaya bağlı. Sonuçta tama-rjyla farklı mikrokolonilerin birbiri–s çok yakın olarak yaşamaları -ümkün. New York’da Metropolitan Sanat Miizesi’nde çalışan biyo-ıg Robert Koestler “Taş üzerinde -¿dece birkaç santimetre ilerlemek eslen güneş ışığının miktarını değiştirebilir ve böylelikle taş içinde fark-
lı sıcaklıklar oluşabilir ya da farklı yoğunlukta güneş ışınları taşa nüfuz edebilir.” diyor.
Daha karmaşık mikrokoloniler taşlara farklı şekillerde hasar verebiliyorlar. Bazı organizmalar yüzeyde tortular oluşturuyorlar, bazıları ise renksizleştiriyorlar, oyuyorlar ya da aşındırıyorlar. Nesillerdir Akropol’ü konu alan sanatçıların, onu kırmızıdan griye, griden siyaha değişen tonlarla resmetmiş olmalarının, yaratıcı düşünceden çok, sürekli olarak değişen mikroorganizmaların rengiyle açıklanabileceğine inanıyor Krum-bein.(Xew Scientist, 19 Eylül 1992. s.6). Bu hasarın çoğu mikrobik meıa-bolizmaîaraî ortak ürünleri vttzur:-den meydana scüsv-r. “Bir ürtr.a urs-rine yağan azor ve kükürt, bulunan mikroplar içip > crıiar: nrr-rik ve sülfürik aside d’,”..> .’inekleri besini sağlıyor.” diyor Mitchell. Bu asitler daha sonra taştaki kalsiyum ve magnezyum gibi bağlayıcı maddelerle tepkimeye girerek suda çözünebilir karışımlar oluşturuyorlar. Oradan yıkanıp temizlendiklerinde taşta oyuklar açılıyor ve kristal yapısı zayıflıyor.
Mikroorganizmalar, taşın gözenekliliğini ve geçirgenliğini değiştirecek suyu emen maddeler de üretebiliyorlar. Mitchell’e göre mikroorganizmalar, yüzey altına da geçerek, hidrofılik poli-sakkarit çıkarıyorlar. Mitchell, “Bu, oraya suyu emen bir jel koymak gibi bir şey” diyor. Sonuç olarak, taş her donma-çözülme döngüsüne girdiğinde, daha sonra erozyona sebep olacak mikroçatlaklar meydana geliyor.
Taşların, fiziksel ve kimyasal özelliklerine göre mikrobik saldırılara verdikleri tepkileri farklı olabiliyor. Mermer gibi daha yoğun taşlar yüzeyde mikrobik hasara izin vermiyorlar. Gözenekli taşlar yüzeyin san-timetrelerce altında kolonileşmeye müsait olabiliyor. Liken ve siyano-bakteriler, kumtaşları ve diğer gözenekli taşların içine girmekte ustalar. “Bu betonun içine doğru bir kökün gelişmesi ve onu çatlatması gibi bir şey” diyor Mitchell. Taşların, mineral bileşimlerime bağlayıcı maddeleri gibi kimyasal özellikleri de mikrobik enfeksiyonun etkilerini belirliyor. Bununla beraber, hasarın oraya