OSMANLI İKTİSADİ VE PARANIN TARİHİ
Adalet ve sosyal refah Osmanlılar tarafından titizlikle gözetilmişti. Osmanlı bütçeleri devletin artan askerî harcamaları karşılayabilmesi için mukataa, cizye ve avârız gibi gelirlere yönelmiş ve zaman içinde Osmanlı ekonomisi giderek nakdî bir karakter kazanmaya başlamıştır…
Osmanlı Devleti, kuruluşundan sona ermesine kadar farklı çağlarda hüküm sürmüş çok milletli bir devlet olarak karşılaştığı iktisadi zorluklarla baş edebilmek için farklı çözümler üretmiş ve esneklik gösterebilmiştir. Osmanlı İktisat Tarihini gelişimi ve geçirdiği değişimleri gösterebilmek için başlıca iki döneme ayırmak mümkündür: Klasik Dönem ve Yenileşme Dönemi. Nizâm-ı kadim olarak da adlandırılan klâsik dönem, Osmanlı iktisadi düşüncesinin oluştuğu ve temel ilkelerinin ortaya çıktığı zaman dilimidir. Bu dönem Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinden başlayıp, 18. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.
ikinci dönem olan Yenileşme Dönemi (Nizâm-ı Cedid) ise 18. yüzyılın sonlarından başlayıp OsmanlI’nın sonuna kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti her ne kadar Karlofça Antlaşması’yla (1699) sonuçlanacak uzun savaşlar neticesinde toprak kayıpları yaşamışsa da, bu yenilgilerin rövanşı alınmış ve kayıplar büyük ölçüde telafi edilmişti. Devletin asıl kalıcı sorunlarla karşılaştığı ve askerî yenilgilerin, telafisi mümkün olmayacak şekilde toprak kayıplarıyla sonuçlandığı 18. yüzyıl ise klâsik iktisadi düşüncenin değişmeye başladığı ve batılılaşma temelli yenileşme fikirlerinin yoğun olarak yerleştiği bir devirdir.
Devletin doğuşunda mevcut olan teknolojik ve iktisadi şartlar ile devletin sonundaki şartlar oldukça farklıdır. Mesela Osmanlı donanması devletin kuruluş ve gelişme döneminde kadırgalar kullanırken, 20. yüzyılın başlarında donanmada buharlı savaş gemileri bulunmaktaydı. Kuşkusuz Sanayi Devrimi ile bilinen üretim şekilleri altüst olmuş ve Osmanlı Devleti bu değişimlere uyum sağlayabilmek için klâsik İktisâdi zihniyetini terk etmek zorunda kalmıştır. Bu yazıda klâsik dönemde Osmanlı iktisadi düşüncesini oluşturan temel prensipler ve Osmanlı toprak rejiminin temeli olan tımar sistemi ve Osmanlı bütçesinin gelir ve gider kalemleri üzerinde durularak okuyucuya Osmanlı iktisadi sistemi hakkında bir fikir vermek amaçlanmaktadır.
Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi
Klâsik dönemde Osmanlı iktisadi düşüncesini şekillendiren unsurlar büyük ölçüde Islâm devletlerinden miras alınmıştır. Ikta, tımar, mukataa, ahilik, fütüvvet gibi kavramlar Islâm devletlerinin tecrübeleriyle ortaya çıkmış ve Osmanlılar tarafından da benimsenmiştir. Osmanlılar sadece İslâm devletlerinin tecrübelerinden faydalanmamış, aynı zamanda Ortadoğu ve Anadolu’da kendilerinden önce hüküm süren Iran ve Bizans geleneğinden de etkilenmişlerdir.
Gelenekçilik, Osmanlı iktisadi düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Gelenekçilikten kasıt tutuculuk değil, geçmiş tecrübe birikiminden faydalanmaktır. Bu birikim Osmanlı devlet yapışma esneklik ve yeni şartlara uyum sağlayabilme yeteneği kazandırmıştır. Islâm’a aykırı olmamak kaydıyla Osmanlılar yeniliklere açık olmuşlardır. Bu şekilde Osmanlı, hem Islâm devletlerinden hem de Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında kendisinden önce yaşamış devletlerin tecrübelerinden faydalanmıştır. Osmanlılar, devletin tamamı için tek bir iktisadi sistem dayatmamış, yerel geleneklerin ve iktisadi yapıların varlığını kabul ederek, farklı ekonomik bölgelerin oluşmasına izin vermiştir. Mesela tımar sistemi Osmanlı Devleti’nin belli topraklarında uygulanırken, bazı topraklarında yaygın olarak kullanılmamakta ve vergi gelirleri farklı şekillerde tahsil edilebilmekteydi. Buna ek olarak, Eflak, Boğdan ve Kırım gibi merkezi idareye doğrudan bağlı olmayıp, yarı özerk statülerini koruyan beylikler de devlet ekonomisi içinde kendilerine düşen vazifeleri yerine getirmekteydiler.
Adalet ilkesi Osmanlı iktisadi düşüncesinin bir diğer önemli prensibidir. Devlet, gelirlerini arttırmak zorundadır ve bu da ancak halkın adaletle yönetilmesiyle gerçekleşebilir. Sosyal refah, adaletle beraber devletin gözettiği bir başka unsurdur, çünkü adalet olmadan refah gerçekleşemez ve sosyal refah olmadan vergi gelirlerinin artırılmasından bahsedilemez.
Ekonominin Bel Kemiği Tımar Sistemi
Osmanlı ekonomisi esas itibarıyla ziraî bir ekonomi idi ve bu yapının temelinde de tımar sistemi vardı. Tımar sistemi, devlet mülkiyeti altındaki toprakların, maaşlarını tımar gelirlerinden bizzat alan sipahilerin gözetiminde, kullanım hakkına sahip olan köylüler tarafından işletilmesidir. Senelik hâsılatı 20.000 akçeye kadar olan birimlere tımar, 20.000-100.000 arasmdakilere zeamet ve geliri 100.000 akçeden fazla olan topraklara has denmiştir.
Osmanlı Devletinde toplum askerî ve reaya olarak ikiye bölünmüş ve bu kesimler arası geçişlerin mümkün oldukça önüne geçilmeye çalışılmıştı. Bu esasa göre klâsik dönemde askerî sistemin önemli bir unsuru olan tımar sahipleri tımarlı sipahilerden, bunların oğullarından veya yine askerî kesimden seçilmeye özen gösterilmiş, reaya sınıfından kimselere verilmemesine dikkat edilmişti.
Tımar tevcihleri Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar merkezden yapılmakta iken, bu dönemden sonra beylerbeylerine küçük tımarları kendi beratlarıyla tevcih etme yetkisi verilmişti. Daha büyük gelir getiren tımarlarda ise beylerbeyi o tımara hak kazanmış sipahiye bir tezkire vererek, tayinini merkeze teklif eder ve merkezin de uygun görmesi halinde tevcih beratı İstanbul’dan verilirdi. Bu iki tımar arasında ayrım yapmak için beylerbeyinin kendi beratı ile verdiği tımarlara “tezkiresiz”, merkeze bir tezkire ile bildirip tasdik ettirdiği tımar tevcihlerine ise “tezkireli tımarlar” denmiştir. Reaya sınıfından birisinin tımar sahibi olması çok zordu. Böyle bir kimsenin tımar sahibi olması için tek yol, savaşa katılıp büyük bir başarı sağlaması idi. Bunlar yine serhat beyleri veya seraskerler tarafından merkeze teklif edilmeli ve ancak ondan sonra padişah beratı ile tımar sahibi olabilmekteydiler.
Tımarların kadro mevcutlarının aynı kalması için çeşitli tedbirler alınmıştı. Tımarlar “kılıç” tabir edilen bir çekirdek hisseden oluşur ve bu kısma zamanla “terakki”ler ilave edilir ve tımar büyüyebilirdi. Ancak bu ilaveler tımar sahibi öldüğünde hizmete girecek oğullarına aynen intikal etmezdi. Böylece zamanla büyümüş olan tımarın aile mülkü halinde büyümesi önlenmiş oluyordu. Has ve zeamet sahibi vezir ve beyler ise sık sık değiştirildikleri için böyle bir ailevi bağ kurmaları çok zordu.
Her tımar sahibi bir “kılıç” yerine tayin edilmiş olmalıydı. Kılıçların yerleri ve sayısı değiştirilemezdi. Tımarlı sipahi sağ iken oğlunun tımar sahibi olması zordu, genellikle tımar sahibi babanın vefatından sonra veya sefere katılamayacak kadar yaşlandığı ve güçten düştüğü zaman tımarın “kılıç” tabir olunan çekirdeği oğula geçmekte idi. Sadece “atadan yurt” veya “ocaklık” olan tımarların bütünlüğü bozulmazdı.
Klasik tımar tanımının dışında kalan “eşkincili tımarlar” veya “mülk tımarlar” da mevcuttur. Bu tımarlarda devlet, hak ve vergi toplama yetkisini sipahiye hayatı boyunca ve ölümünden sonra da mirasçıları tarafından tam bir mülk olarak tasarruf edilebilecek şekilde bırakmaktadır. Bir diğer çeşidi devletten bir şekilde satın alınmış veya mülk olarak bağışlanmış kimselere askerî hizmetin devlet tarafından kabul ettirilmesidir. Mülk tımarlarının sahipleri sefere bizzat gitmek veya cebelü beslemek zorundaydılar. Devlet bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen mülk sahibinin tımarını diğer tımarlarda olduğu gibi elinden almaz, sadece tımarın bir yıllık gelirine el koyardı.
Mülk/eşkincili tımarlar Osmanlıya daha çok fetihler esnasında diğer Anadolu beyliklerinden geçmişlerdi. Devlet, bu tip tımarları tekrar dağıtmak yerine hem verimliliği devam ettirmek hem de yetişmiş askerî kuvvetten azamî faydayı sağlamak için bunları mevcut haliyle uzun müddet muhafaza etmiştir. Rumeli ve Balkanlar’da da bazı Hıristiyan beylerin veya soylularının ellerinde bırakılmış toprakların da mülk tımar olarak muhafaza edildiği görülmektedir.
Tımar sistemi, dönemin gözlemcilerine göre 17. yüzyılın başlarından itibaren sıkıntı vermeye başlamıştı. En önemli sorun tımar bekleyen askerî sınıftan ocakzâdeler varken, tımarların ehil olmayan ve reayadan kimselere verilmesi idi. Bu kimseler atadan tımarlı sipahi olanlar tarafından “ecnebi” olarak adlandırılmaktaydılar. Çeşitli sebeplerden tımarları ellerinden alınanlar özellikle Anadolu’da idareye muhalif silahlı bir kesim olarak ortaya çıkmışlar ve Celali isyanlarında önemli bir unsur olarak yer almışlardır.
Merkezî idare zamanla boşalan tımarları mukataaya çevirerek iltizama vermeyi tercih etmiş, böylece merkezde sayıları artan daimi kapıkulu askerlerinin maaşlarını ödeyebilmek için nakdî gelirleri arttırmayı hedeflemiştir. 17. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş klâsik dokusunu kaybederek erimeye başlayan tımar sistemi, 19. yüzyılın başlarında tamamen ortadan kalkmıştır.
Osmanlı Devleti, Balkanlarda yayılma sürecinde de mahalli geleneklere ve İktisâdi yapıya başlangıçta müdahalede bulunmamış ancak ahalinin üzerindeki ağır yükler ve angaryalar hafifletilmiştir. Osmanlılar Balkan coğrafyasında tımar sistemini birdenbire değil, kademeli olarak yerleştirmişler ve eski Hıristiyan soylular tımarlı sipahiler haline gelmişlerdir. Yeni fethedilen topraklarda tımar sahibi olmak için Müslüman olma şartının aranmadığı da görülmektedir. Bununla beraber Osmanlı sistemine entegre olan bu kişiler zamanla Müslüman olmaktaydılar.
Osmanlı Bütçesinin Gelir ve Giderleri
Osmanlı bütçelerinde tımar ve vakıf sistemi dışında kalan nakdî hareketler yer almaktadır. Bütçelerde yer alan başlıca gelir kalemleri mukataa, cizye ve avarız gelirleridir. Mukataalar mülkiyeti devlete ait işletmelerdir. Bunlar doğrudan devlet eliyle işletilebildikleri gibi, özel kişiler veya devlet görevlileri tarafından da idare edilebilirlerdi. Gümrükler, madenler ve darphaneler önemli mukataa işletmeleri arasında idi. Mukataa gelirleri merkezî hâzinenin bir kalemi olmakla birlikte bu gelirler vakıflara bırakılabilmekte veya maaş karşılığı, ocaklık veya has olarak da tahsis edilebilmekteydi.
Mukataalar başlıca üç şekilde işletilmekte olup bunlar; iltizâm, emanet ve malikânedir. Mukataalarm özel sektör eliyle işletilmesine iltizâm denmekteydi. Üçer yıllık süreler için tahsis edilen mukataalar bu sürenin sonunda veya süre dolmadan açık artırma ile tekrar iltizâma verilebilmekteydi. Böyle durumlarda öncelik hakkı eski mültezime ait olmakla birlikte, mukataa başka birine de verilebilirdi. Mültezimler, mukataa alabilmek için kefil göstermek zorundaydılar ve malları da hâzineye ipotekli sayılmaktaydı.
Emanet, mukataalarm işletilmesinde ikinci yöntem olarak öne çıkmaktadır. Emanet sisteminde, devletin önem verdiği ve stratejik ehemmiyete sahip işletmeler özel şahıslara bırakılmaz, emin denilen bir devlet görevlisi eliyle isletilirdi. Mukataalarm işletilmesinde üçüncü yöntem malikânedir.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Kısa Kısa Osmanlı Para Tarihi…
• OsmanlI’da, sanayi öncesi şartların coğrafî ve İktisadî gerekleri dolayısıyla ülkenin her köşesine piyasanın talebi olan parayı, istenen zamanda, miktarda ve oranda ulaştırmak mümkün değildi. Hem devrin teknolojisi hem de enerji kaynakları buna imkân vermiyordu. Bu yüzden merkezî darphane İstanbul’da olmak üzere, daha çok maden yataklarının bulunduğu bölgelerde (İstanbul, Edirne, Serez, Novaberde, Selanik, Gümüşhane, Erzurum, Bağdat, Sam ve Mısır) darphaneler kuruldu.
• Darphanedeki sîmkeş ve kuyumcular, işleyecekleri gümüşü Darphane emininden satın almak zorundaydılar. Darphane eminleri, eski akçeleri toplayıp, yeni akçe arz etmekle mükelleftiler. Aynı zamanda çevrelerinde gümüş kaçakçılığının önlenmesi de görevleri arasındaydı.
٠ 1479 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin altın parası }’oktu. Büyük hacimli işlemlerde Venedik dukası kullanılıyordu. Fatih Sultan Mehmed Han ilk Osmanlı altın parasını bastırdı.
• Ülkede tedavül eden yabancı paraların ayar vezin ve akçe karşısındaki değerleri, yayınlanan fermanlarla ilan edilir, böyleçe Malikâne iltizâmın ömür boyu mültezime tahsis edilmesidir. 13u sistem özellikle 17. yüzyılın sonlarından itibaren askeri masrafların artması ile hâzinenin nakit ihtiyacının karşılanması için düşünülmüştür. Bu şekilde mukataa gelirleri, peşin bir ödeme ve her yıl ödenecek taksitler karşılığında özel şahıslara satılmaktaydı. Bu yöntem ile malikâne sahiplerinin kendilerine ömür boyu verilen mukataalara yatırım yapacakları, böylece iltizâm sisteminin mahzurlarının ortadan kalkacağı düşünülmüştü. Ancak beklentilerin karşılanmadığı zaman içinde görülmüştür. Osmanlı hâzinesinin bir diğer önemli gelir kalemi cizye gelirleri idi. Cizye Islâm devletlerinde zimmî statüsündeki gayrimüslim erkek nüfustan alınmakta idi. Ruhban sınıfı ve devlet hizmetindeki gayrimüslimler cizyeden muaftılar. Osmanlı’ya tâbi Eflak, Boğdan voyvodalıkları ve Dubrovnik cumhuriyeti bedel-i cizye öderlerdi.
Üçüncü önemli gelir kalemi avarız denilen olağanüstü vergilerdir. Bu vergiler artan askerî harcamaları karşılamak için gündeme gelmiş ancak 17. yüzyıldan itibaren giderek sabit hale gelmişlerdir. Avârız vergisi aynî olarak da ödenebilmekteyken zaman içinde giderek nakdî ödenen bir vergi haline gelmiştir. Avârız vergisi, “avârız hanesi” denilen birimler üzerinden toplanmaktaydı. 3 ilâ 10 gerçek hane, bir avârız hanesi kabul ediliyordu. Askerî ve dinî görevliler ile devlet hizmetinde bulunan ve devletin ihtiyaç duyduğu bazı hizmetleri yerine getiren kimseler avârız vergisinden muaftılar. Bu gelirlere karşılık bütçede önemli giderler de mevcuttu. Başlıca gider kalemi mevâcib harcamaları yani ordu ve devlet görevlilerine üç ayda bir yapılan maaş ödemeleridir.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Herkes tarafından bu paraların fiyatlarının bilinmesi sağlanırdı. Bu fermanlar çoğunlukla padişah cüluslarında veya
büyük bir devalüasyonun ardından veyahut da halk tarafından yoğun şikâyetler üzerine yayınlanırdı.
• Osmanlı para tarihinde kalpazanlar ve kalpazanlık da olmuştu. Kalpazanlara verilen cezalar nadir olmakla beraber daha çok sürgün ve kalebend cezaları veya nadiren idamdı. • Osmanlı ilk büyük devalüasyonunu 1586 yılında gerçekleştirdi
• Osmanlı Devleti’nin resmî para biriminin hâkim olduğu devreler: Akçe Devri (1327-1688 / 361 yıl), Kuruş Para Devri (1688-1879 / 191 yıl), Lira-Kuruş Devri (1879-1980 / 101 yıl).
• 1704,1719,1732 ve 1789’da hâzineye gelir sağlamak üzere sikke ayarlamaları yapıldı. Bu yüzyılda yeni bazı altınlar basıldı.
• 1728’de yayınlanan bir fermanla kırpık paraların halk arasında fazlalaştığı, özellikle kalpazanların Mısır parasının etrafını kırparak ayarını düşürdükleri ve bunun önüne geçilmesi gerektiği bildirilerek, kırpık paraların yasaklandığı ilan edilmişti.
• Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından (1826) Hayriye adıyla yeni bir altın, piyasaya sürüldü. Bunların da nısıf (yarım) ve rubülan (çeyrek) olup, halk arasında “Gazi” veya “Sandıklı Altın” olarak meşhur olmuştu.
Bu harcamaların bütçe içerisindeki oram %50’lerden %70’lere kadar çıkabilmekteydi. Teknolojinin gelişimi ile orduda maaşlı ve düzenli asker sayısının artması bu artışın en fin^mli sebebidir.
Kalelerin tamiratı ve mühimmat hareamaları da bu kalem içine girmekteydi. Bu hareamalar hâzineyi zorlamaktaydı. Mevâcib harcamalarının dışında saray ve ordu için çeşitli harcamalar %15 ilâ %30 arasında bütçede yer almaktaydı.
Bunun dışında Has ve Salyâne harcamaları devlet görevlilerine, beylere ve sultanın ailesine verilen ödenekleri ifade etmektedir. Bu gider kaleminin oranı da %5 ilâ %15 arasında değişmiştir. Modern devletlerin bütçelerinde yer alan kamu yatırımlarının Osmanlı bütçelerinde yer almaması ise eğitim, sağlık ve bayındırlık hizmetlerinin hâzineden para çıkmadan, vakıflar, ocaklıklar veya bazı vergi muafiyetleri ile karşılanmasıyla açıklanabilir.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti gelenekçilik prensibiyle hem Islâm devletlerinin tecrübelerinden hem de Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında kendisinden önce yaşamtş olan devletlerin bilgi birikiminden istifade etmekten çekinmemiştir. Osmanlı düşüncesine göre en sağlıklı sistem bu bilgi tortusunun özümsenmesiyle ortaya çıkabilirdi.
Adalet ve sosy^ refah kavramları da bir Islâm toplumunda olmazsa olmaz şartlar idi ve ©smanlılar tarafından titizlikle gözetilmişti. Osmanlı toprak rejimi klasik dönemde tımar sistemi ile özdeşleşmiş ve bürokrasi, tımar sisteminin sağlıklı işleyebilmesi için ileri bir uzmanlık seviyesine ulaşmıştı. ا1 ه 0 ؛س bütçeleri devletin özellikle artan askerî harcamaları karşılayabilmesi için mukataa, cizye ve avârız gibi gelirlere yönelmiş ve zaman içinde Osmanlı ekonomisi giderek nakdî bir karakter kazanmaya başlamıştır.
Kaynaklar: Fatma Acun, “Klâsik Dönem Eyalet idare Tatzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulaması” Türkler, Ankara 2002; Çoşkun Can Aktan, “Osmanlı Tımar Sisteminin Mali Yüzü”. Türk Dünyası Araştırmaları, s. 52. İstanbul 1988; Omer Lütfi Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ٧^ Ekonomik Tarihi, Tetkikler-Makaleler, Cilt 111, İstanbul 2000; Barkan, “Timâr”, IA, Cilt 12, ¡stanbul 1979; Entecen, Feridun. Osmanlı Klâsik Cağında Hanedan, Devlet ve Toplum. İstanbul, 2011; Emine Erdoğan, “Timar Tevcih Sebepleri Üzerine Bir Kaynak Değerlendirmesi”. OTAM, s. 19.2005; Mehmet Genç, Osmanlı Imparatorlüğu’nda Devlet ve Ekonomi. İstanbul ؛0002 Halil İnalcık, “Timâr” Encyclopedia of İslam. Vol. X. Leiden 2000; Mustafa Oztürk, “Genel Hatlarıyla Osmanlı Para Tarihi”, Türkler, c. 10, S.802- 822; Ahmet Tabakoğlu,. iktisat Tarihi: ulp ؟T Makaleler 1, İstanbul 2005; Tabakoğlu, Türkiye iktisat Tarihi. İstanbul 2010.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
• 1810 yılma kadar Sultan Üçüncü Selim ve Sultan Dördüncü Mustafa’nın gümüş paraları geçerliyken, bu tarihte Cihadiye darp edildi. Yeni paraya bu adın verilmesinde, Rusya ve Avusturya ile devam eden savaşın etkisi olmuştu.
• 1828’de Metelik denen paralar piyasaya sürüldü. Birinci tertip Meteliklere, halk arasında Noktasız, ikinci tertip Meteliklere de, kurdelelerinin hemen altında bir nokta bulunduğu için Noktalı adı verildi.
• ikinci Mahmud Han, 1808’de İstanbul altını, 1815’te Mahmudiye, 1816’da da Rumi muhasebe sikkelerini bastırdı. En son, 1824 yılında adına izafeten Adlî adıyla yeni bir altın darp ettirdi. Yayınladığı bir emirle Adlî altının Tam, Nısfiyye ve Rubiyyeleri (Tam, Yarım ve Çeyrek) ile Altmışlık ve Zolotadan başka sikkelerin tedavülünü yasakladı. Fakat İktisadî ve siyasî gelişmeler sebebiyle bu sistem devam ettirilemedi.
• 5 Ocakl844’te Usul-i Cedîde Üzere Tashih-i Ayar Fermanı ile darphane birliği sağlanmış, birden fazla darphanenin varlığı sona ermiştir. Bundan böyle paranın değeri Ingiliz Sterlinine ve uluslararası dengelere bağlandı.
• Adlî altının piyasaya sürülmesinin ardından, kalpazanlık artınca Adlîler toplanıp, taklidini zorlaştırmak amacıyla, üzerine sanatlı bir şekilde yazı ve resim yapılarak yeniden piyasaya çıkarıldı.
.OsmanlI’da ilk Kaime, Abdülmeçid Han zamanında (1839- 1861) çıkarıldı. Yabaneı devletlerden borç para bulunamayınca, para sağlamak için ilk kez kâğıt para çıkarma yoluna gidildi. Bu suretle Kavâim-i Nakdiye-i Mu’tebere (Para Yerine Geçer Kâğıt) tedavüle çıkarıldı. Bunlar kâğıt paradan çok madeni paranın yerine geçerli olan bir nevi hazine bonosu niteliğindeydi.
• 1854’te 10 ve 20 kuruşluk kaimeler çıkarıldı ve bunlara “Ordu Kaimesi” denildi.
• Son olarak 1876-1877 Osmanlı-Ruş savaşı dolayısıyla, ikinci kez kaime bastırıldı, o tarihten sonra da kaimeler. Cumhuriyet dönemine kadar, çeşitli şekillerde varlığım korumuş, ancak devamlılık kazandığı için, adı “Kâğıt Para”ya dönüşmüştür.
• 1914yılın،la çıkarılan kararname ile Osmanlı meskukâtında kıymet ölçüsü olarak altın kabul edilerek Gümüş Mecidiyeden ve külçeden Mecidiye akşamı darbı yasaklanmış ve görünüşte önce iki esaslı (Bimetalizm) olarak kabul edilen para sistemi, bu şuretle bir esaslı (Monometalizm) bir sisteme dönüştürüldü. Ancak, Mecidiyeler için bir kabul etme sınırı belirlenmediğinden, Türkiye’de gerçekte tam bir esaslı para sistemi kurulamamıştır.
• Cumhuriyet altın ؛metsis günümüze kadar varlığını korumaktadır. Cumhuriyetin ilk kâğıt parası da 1927 yılında Fondra darphanelerinde basılan paralardır.