Heyecan ve Şiddet Arasında!
Bugün sporsever dedikleri topluluğu ne güzel tarif etmiş yazar: “…Fakat bî-çare seyircinin vaziyeti ne kadar elimdir. Elinden ne gelir ki? O yalnız seyreder, çırpınır, bağırır, ne söylediğini, ne de yaptığını bilir; hasta gibidir. Çok kere elini ısıran, yanındakini çimdikleyen, önündekinin başına yumruk vuran seyircilere tesadüf edilir; onlar, uzaktan sevdalıdır.”
Spor denince akla pek çok çeşidi ve kolları bulunan (deniz sporları, atletik sporlar, dövüş sporları, takım sporları vs.) bir “hareketler bütünü” ve tabii eğlence geliyor; bütün dünya toplumlarının itibar ettiği, ya bizzat yaptıkları ya da seyrettikleri bir eğlence. Eğlence olmaktan çok aslında bir nevi beden terbiyesidir spor. Bu manada tarihte örnekleri
fazlasıyla mevcut. Konu spor olunca yazılacak şey ne olursa olsun “popüler” oluveriyor tabii! Zira o derece girmiş hayatın içine. Bundan hemen hemen 90 yıl önce bir gazetede “Burhaneddin” imzasıyla kamuoyuyla paylaşılmış bir makale bu popülaritenin o dönemde de var olduğunu gösteriyor.
Önce Tarif
Önce sporun kökenim bulup tarifini yaparak başlayalım. Kelime lügatlere bakılırsa Fransız asıllı; desport kökünden Orta İngilizceye “disporte” şeklinde geçmiş ve sonra kısaltılarak “sport” oluvermiş. Webster’s’a göre spor, “keyif için meşgul olunan eğlence”; elbette bu ilk manası. Diğer başka manaları olsa da (mesela “alay, şaka” ya da “israf” vb.) bizim makalede üzerinde duracağımız husus kelimenin ilk manası. Türkçeye nasıl geçmiş? Redhouse Lexicon’unda “Oyun, eğlence; şaka, latife” diyor. Otüken Türkçe Sözlük ise kelimeyi açıklarken “ansiklopedik” bir yaklaşım sergilemiş: “Güç, hız, çeviklik, dayanıklılık vb. yanında cesaret, fedakârlık, dürüstlük gibi nitelikler kazandırmak suretiyle beden ve ruh sağlığını geliştiren, kurallara bağlı ferdî hareketlerle ikili, takımlar veya topluluk halinde yapılan beden hareketlerinin ve yarışmaların tamamı”. Bu açıklamada ayrıca dikkati çeken iki önemli madde var: ilki sporun “beden ve ruh sağlığım geliştiren” bir meşgale oluşu, diğeri ise sporun bir “yarışma” olması. İki madde de ayrı ayrı bahis konusu olacak makalenin devamında.
Ötekinin Sporu, Berikinin Sporu
Sporun köken ve mahiyeti hakkında bu kadar izah yeterlidir sanırız. Şimdi şurasını açıklığa kavuşturalım: Her ne kadar türlü şubelere ayrılsa da aslında hemen her kıtada; daha özele inelim, neredeyse her ülkede popüler olan ve yapılış tarzıyla o ülke insanının karakterini yansıtan sadece birkaç spor var dünyada. Kuzey Amerika’da basketbol ve Amerikan futbolu, Avrupa’nın güneyinde ve ortasında genellikle futbol, Avrupa’nın kuzey kesimlerinde buz hokeyi, Uzak Doğu’da muhtelif dövüş sporları vs. Saydığımız hemen her sporun; yapıldığı ülkelerin coğrafyasıyla, yapan toplulukların tarih ve kültürleriyle, hayat anlayışıyla ilgisi var.
Basketbolün mucidi kabul edilen James Naismith’in Kuzey Amerika’nın komşusu Kanada doğumlu bir Amerikan vatandaşı oluşu tesadüf olmasa gerek. Bir “Ingiliz oyunu” olan futbolun adada hayli sert ve mücadeleci oynanışı, kazanmak için müsabakayı, yarışmayı emreden “kapitalizm”le bir ilgisinin olduğunun göstergesidir kanaatimizce. Avrupa’nın kuzeyinde coğrafî manada hâkim olan soğuğun buz hokeyini daha tutulur bir spor haline getirişi, Uzak Doğu’da çeşitli dövüş sporlarıyla asıl maksadın bedeni ve tabii ruhu terbiye oluşu ve zaten o bölgede en fazla mensubu bulunan Budizm’in de bunu emrediyor oluşu zannederim iddiamızı ispat için yeterli misal kabul edilebilir.
Bizim Sporumuz
Akla ilk gelen birkaç coğrafyadan sonra kendi toprağımıza dönelim ve bizim sporlarımıza bakalım şimdi de. Bizde spor denince akla ilk gelen elbette güreş ve binicilik. Öteden beri yiğitlik ve celadetleriyle nam salan ve “doğuştan asker” kabul edilen Türklerin güreş gibi çeviklik, bir parça adale ve tabii zekâ gerektiren bir sporla hemhâl olmaları ve şöhret bulmaları boşa değil. Ayrıca bir zamanlar geniş bozkırlarda yaşayan ve her yıl en az iki defa göç eden ecdadımızın ilk defa ve bizzat ehlileştirdikleri Orta Asya’nın en namlı ve en asil hayvanı olan atla ve dolayısıyla binicilikle meşgul olmaları tabii kabul edilmeli.
Bizde meşhur sporlardan bahsederken önce güreşi zikrettik; sebebi yok değil. Şemseddîn Sâmi “Kâmûs”unda bakın güreş manasına gelen “sur‘a ya da sır‘a” kelimesi için ne söylüyor: “Güreşme, pehlivanlık, hasmını atmak mahareti. [Me’nus (alışılmış) değilse de “ispor” (yani spor) lügat-i ecnebiyesine tercihen kullanılabilir.]” işte merhum Sâmi Bey’in parantez içinde verdiği bu izahat şunu gösteriyor: Bizde “pehlivanlık” o derece millîdir ki aynı manaya gelen “sur‘a” kelimesini “spor” manasına kullanabilmemiz mümkündür! Fakat bugün köprünün altından çok sular akmış ve maalesef “spor” anlayışımız başka bir suret almış. Artık Türkiye’de milyonları heyecana sevk eden şey bir güreş müsabakasını ya da mesela “cirit’’ vesaireyi seyretmek değil, futbol seyretmek!
Burhaneddin Bey’e ait ‘Spora Dair’ başlıklı makalenin ilk sayfası
Nasıl Spor?
“ikisi de spor, ha birini ha ötekini seyrediyoruz; ne farkı var” diyenler olabilir. Var efendim; çok fark var: Mesela güreş, seyrettiğimiz bir spor olarak, yalnızca “heyecan arzumuzu” tatmin ederken futbol, izleyenleri başka bir surete, başka bir kimliğe büründürüyor. Bu hususta yukarıda zikrettiğimiz Burhaneddin Bey’e ait makaleden bir iktibas yapalım:
“Sporda ‘heyecan sevdası’ yalnız sporu yapanın değil, seyredenin, idare edenin, hatta onun menkıbesini okuyanın da başını yakar.
“Faraza bir futbol oyuncusu bu heyecanı müsabakaya girinceye kadar günlerce çeker; oyuna başlayınca onun için heyecan artık bir kavgaya dönüşür. Fakat bî-çare seyircinin vaziyeti ne kadar elimdir. Elinden ne gelir ki? O yalnız seyreder, çırpınır, bağırır, ne söylediğini, ne yaptığını bilir; hasta gibidir. Çok kere elini ısıran, yanındakini çimdikleyen, önündekinin başına yumruk vuran seyircilere tesadüf edilir; onlar, uzaktan sevdalıdır.”
Futbolun kimyasına karışan nedir bilinmez, seyirciyi saldırganlaştırıyor hatta vahşi bir hale sokuyor. Fanatizm ve holiganizm denen illetler hep bu sözüm ona sporun doğurduğu “çirkin çocuklar”. Son yıllarda yaşanan “şike” skandalları, sektörün “iddia”ya, daha doğrusu “kumara”
âlet oluşu, dinî bakımdan da pek çok mahzurlara gebe olan bir “tehlike” haline sokmuş durumunda futbolu. Bütün bu tezahürler şunu işaret ediyor: Bir eğlence, keyif veren bir meşgale olarak uğraşılan bir spor olmaktan çıkıyor, hatta çıkmış futbol; insanın madde ve ruh dünyasını ihlal edecek, iki dünyasına da zarar verecek duruma gelmiş. Bu “ayak oyununu” sporun tarif ve bünyesinden çıkarmak iktidarı yok elimizde; ama kalben araya mesafe konabilir; daha doğrusu konmalı…
Neden Spor?
Bir meşgale değil de seyirlik bir eğlence olarak spora sevkeden ne, bunu izaha çalışalım. Burhaneddin Bey’e dönelim yine; Burhaneddin Bey, içimizdeki bu sâiki “sevdâ- yı teheyyüç” yani “heyecan arzusu” diye izah ediyor ve ilginç bir örnek vererek meseleyi şöyle anlatıyor:
“Her gün hepimize vaki olur; sebebini izah edemeyeceğimiz cezbelere uğrarız. Mesela bir kalabalık görürsünüz, sokulur, anlarsınız ki, birisini tramvay ezmiş. Onu görmeyi istemezsiniz aslında; ama o an eğer bir güçlük yoksa akşam yemek yememek pahasına o feci şeyi seyredersiniz. O, güzel değildir, iştah açıcı değildir, meraklı değildir. Fakat neden ona karşı tutkunsunuz? Bunu psikologlar “besoin d’emotivite” [heyecan(lılık) ihtiyacı] ile tefsir ediyorlar, insanlık bu heyecan ihtiyacının ve biraz daha açık şekilde “sevdâ-yı teheyyüc”ün her an düşkünü ve bağımlısı…”
Hangi Spor?
Dünya çapında muhtelif şubeleriyle hemen herkesi meşgul eden sporun yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir parça seyirlik eğlence ve “beden ve ruh terbiyesi” vasıtası olarak hayatımızda yer alması zararlı olmaz zannındayız. Fakat ülkemizde spor denince akla gelen futbol, onunla özdeşleşen “fanatizm” ve son dönemde açığa çıkan “şike” vs. belki de herkes için bir uyarı mahiyetinde. Etrafa daha dikkatli bakıp meşgul olabilecek, seyredebilecek başka sporların da olduğunu, insanları zaman zaman vahşete varacak kertede kabalaştıran ve başkalaştıran bu spor yerine daha mutedil ve daha ölçülü branşlarla (güreş, yüzme, imkân nispetinde binicilik vb.) ilgilenmenin mümkün olduğunu hatırlatmak isteriz. Denemeye değer…
Kaynaklar: Servet-i Fünûn, Num ara 1479, 18 K ânun-1 Evvel 1340 (18 Aralık 1924); M eydan Larousse, “Spor”, c . XI, s. 523-525, İstanbul 1973; ötüken Türkçe Sözlük, “Spor”, İstanbul ؛7002 James w. Redhouse, Lexicon, English and Turkish, “Sport , İstanbul 1911; “sport”, http://www.thefreedictionary.com/sport.