Saltanat İçin Feda Edilen Genç Bedenler
“Bî-günâhım dime bârî, tevbe kıl câmm oğul!”
Osmanlı padişahları, dünyada başka bir hanedanda ve devlette görülmemiş bir fedakârlıkla devletin bekası için kendi evlatlarını feda etmişlerdir. Bu âdet Osman Gazi’den beri uygulana gelmekte idiyse de kanun haline gelmesi Fatih Sultan Mehmed Flan zamanındadır. Bugün bazı araştırm acılar, merhamet tellallığı yaparak şehzadeleri savunmak uğruna padişahları birer cani gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Bu gayretler çoğu zaman yalan yanlış beyanlarla karıştırılmakta ve mübalağalı rakamlar verilmek suretiyle mesele büsbütün çarpıtılmaktadır. Bu mesele, iki kardeşi olan padişaha yedi kardeş boğdurtan, sekiz şehzadesi olduğu halde kırktan fazla şehzadesi olduğu ve bunların tamamının bir gecede boğdurulduğu, yetmedi mezarından çıkarılıp başı kesilen şehzade gibi uydurma hikâyelerle gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.
Birkaç hadise dışında padişahların bu yola gitmedikleri ve ancak isyanlar durumunda kanunu uyguladıkları görülür ki, meselenin temelinde büyük bir devletin bekası ve bu sayede milyonlarca halkın huzur ve refahı vardır. Osmanlı Devleti bu sistemi uygulamakla diğer Türk devletleri ve bilhassa aynı asırda kurulmalarına rağmen birçoğu saltanat davası yüzünden tarihten silinen onlarca Anadolu Beyliği gibi kısa soluklu bir devlet olmamış, altı buçuk asır tarih sahnesinde kalabilmiştir.
Bunun en büyük sebebi devlet teşkilatının sağlamlığı ve kuruluşta gösterilen tavizsiz hassasiyet olmuştur. Osmanlı padişahları devletin gücünü sarsarak milleti karşı karşıya getirip, bir kişinin ihtirası uğruna binlerce insanın ölmesine sebep olacak ve sonunda da devletin yıkılmasına yol açacak bir meseleyi kökünden halletmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmed Han Karaman seferinde iken, kendisinden uzun zaman haber gelmeyince, İstanbul’da bazı devlet adamları Cem Sultan’ı teşvik edip adına para bastırmasını bile sağlamışlardı. Babası seferden dönünce meseleyi büyütmemiş ve oğlunu ortadan kaldırmamıştır. Buna rağmen Fatih’in vefatından sonra Cem Sultan’m isyan edip devleti nasıl zor durumlara soktuğu ve en nihayetinde kendisini de nasıl perişan ettiği tarih sahifele- rinde kayıtlıdır.
Biz burada bu meselenin dînî ve tarihi temellerini anlatmaktan çok bizzat yaşanmış hadiselerden biri olan Kanunî Sultan Süleyman ile oğlu Şehzade Bâyezid arasında geçen hadiseyi anlatacağız.
Osmanlı Devleti’nde İtaat Esastı
Kanunî Sultan Süleyman devri Osmanlı tarihinin her bakımdan üstün olduğu bir devirdir. 46 yıllık saltanatı müddetince devletini daima ileriye götürerek, dünya siyasetine yön vermiş olması ve kanun hususunda en küçük bir taviz vermemesi ile tanınan Kanunî’nin bu gücüne rağmen, oğlu Şehzade Bayezid saltanat sevdasına kapılmıştır.
Bütün dünyaya nizam vermeyi şiar edinmiş bir padişahın yoluna maalesef oğullarının saltanat hırsı çıkmıştır. Nitekim 1553 Nahçıvan seferi sırasında Şehzade Mustafa devlet adamlarının da kışkırtmaları sonucu, saltanat sevdasına kapılmış ve idam edilmiştir (6 Ekim 1553). Şehzade Mustafa’nın saltanatı ele geçirmek istediğine dair bazı mektupları bile ele geçirilmişti. Şehzade Mustafa’nın idam edilmesi hadisesini bazı tarihçiler, saray entrikası olarak gösterirlerse de bu doğru değildir. Şehzade Mustafa’nın idamından sonra Kanunî’nin hayatta üç oğlu kalmıştı. Bunlardan en küçüğü olan Şehzade Cihangir kısa süre sonra vefat edince padişahın geriye iki oğlu kaldı. Bunlar Şehzade Bâyezid ile Şehzade Selim (sonra Sultan İkinci Selim Han) idi. Şehzade Bayezid babası hayatta olduğu halde büyük bir mücadeleye girişti. Kanunî, bir ihtiyat tedbiri olarak Şehzade Se ؛’ mil Manisa’dan alarak Konya’ya, Şehzade Bâyezid’i de Kütahya’dan Amasya’ya nakletti. Fakat bu tedbir, Şehzade Bâyezid’in hırsını azaltmaya yetmedi. Nitekim Şehzade Bâyezid’in topladığı kuvvetler Konya Ovası’nda Şehzade Selim’in kuvvetleriyle savaşa tutuştu (30 Mayıs 1559). Şehzade Bâyezid kesin bir netice elde edemeyeceğini anlayınca geri çekilerek Amasya’ya gitti (31 Mayıs 1559). Buna rağmen saltanat sevdasından bir türlü vazgeçmiyordu. Babasının defalarca mektup ve adam gönderip ikaz etmesine rağmen asker toplamaya devam ediyordu.
Kanunî Sultan Süleyman Han, oğlunun Amasya’da tekrar asker toplamaya başlaması üzerine, bizzat onun üzerine yürümek için harekete geçti. 5 Haziran 1559’da Üsküdar’da ordugâh kuruldu. Fakat Şehzade Bâyezid, şuursuz bir harekette bulunarak maiyeti ve çocukları ile birlikte Osmanlı Devleti’ne düşmanlıkta her türlü hileye başvuran İran’a kaçtı (7 Temmuz 1559). Bu durum Kanunî Sultan Süleyman’ı fena halde üzdü.
İran’a Şehzadeyi Teslim Etmesi İçin Nota Veriliyor
“Devlet-penâh Tahmasb Şah şöyle bilesin ki kendi yazın ile mektup gönderip yüce kapımın bendelerinden Kapıcıbaşı Haşan Ağa ile de söz söyleyip ahd ve yeminler ile: ‘Bâyezid’i oğulları ile tutup haps ettiğimin sebebi sizin hâtır-ı şerifiniz içindir. Sizin emr ü fermân-ı hümâyûnunuza asla muhalefetim yoktur. Ammâ bunun gibi büyük hizmetler karşılığında büyük miktarda ihsan umarım.1 demişsin. Bilesin ki bütün dinlerde ahd ve yemin mu’teber olup küfür ile İslâm farkı, verilen ahd ve yemin ile belli olur. Binaenaleyh inâyet-i hüsrevânemden ,dokuz kere yüz bin altın1 ve sevgili oğlum Şehzâde Selim Han dahi ,üç kere yüz bin altın1 Erzurum’a ulaştırılmak üzere gönderdik ki, sen de çok itimad edilir adamlar ile Bâyezid’i oğlanları ile gönderesin ve o sırada bizim ihsanımızı teslim edeler. Umarız ki sözünüzde durasınız. Bu sebeple bizim ve neslimiz arasında muhâlefet olmayıp dostluktan gayri nesne vâki olmaya. Er olandan aykırı iş gelmez, er olanın sözü erdir vesselam.” Bu arada Şehzade Bâyezid, emrindeki ordu ile şahı devirmek teşebbüsünde bulunmak istediği şeklinde bir haber çıkınca, sıkı gözaltına alındı. İki devlet arasında yapılan görüşmeler sonunda Şehzade Bâyezid ve dört oğlunun Osmanlı Devleti’ne iade edilmesi kabul edildi. Kanunî, Şehzade Bâyezid’in teslimi şartı ile Kars’ın İran’a terki ve 1 milyon 200 bin altının da fidye olarak verilmesini kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı.
Bu büyük ücrete mukabil İran Şahı B irinci Tahmasb da mültecilerini Erzurum ‘a gönderecek ve şehzadelerle gönderilen bedelin değiştirilmesi orada olacaktı. Rivayete göre İran şahı şehzadeyi “güvenilir adamlar ile” Erzurum ‘a göndermeden Kazvin’de elçilere teslim etmiş ve onlar da İran toprağında şehzade ve oğullarını idam etmişlerdir. Kaynaklarda kaydedildiğine göre Kanunî bu neticeyi mukâveleye aykırı bulmuş olmalı ki, sağ teslim edilmeleri kararlaştırılan şehzadelerin cenazeleri Kaz- vin’den Sivas’a nakledildiği zaman İran şahına bir milyon iki yüz bin altın yerine yalnız dört yüz bin altın verdirmiş ve Kars Ka- lesi’ni de teslim ettirmemiştir (25 Eylül 1561).
Bütün büyük devletleri dize getiren Kanunî Sultan Süleyman’ın çocuklarının bu hareketleri devlet otoritesi bakımından çok zarar verici olmuştu. Şurası bir hakikattir ki, Kanunî, oğlunun bu feci durumuna çok üzülmüş ve gözyaşı dökmüştür.
Babasına rağmen her türlü yola başvuran Şehzade Bâyezid’in İran’a sığınarak kendi memleketinin adaletinden kaçması onun için iyi netice vermemiştir.
Önce İsyan Etti Sonra Suçsuzum Dedi
İran’a kaçan Şehzade Bâyezid ile babası arasındaki mektuplaşmalar hadisenin anlaşılması bakımından çok mühimdir. Şehzade Bâyezid’in babası Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı şiir ve babasının ona cevabı şöyledir:
Ey serâser âleme Sultan Süleymân’ım baba!
Tende cânım, cânımın içinde cânâmm baba!
Bâyezîd’ine kıyar mısın benim cânım baba?
Bî-günâhım Hak bilür, devletlü sultânım baba!
(Ey baştanbaşa âlemin Sultan Süleyman’ı babam!
Tende canını gönlümün içinde cananım babam! Bayezid’ine kıyar mısın benim canım babam? Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam!)
Enbiyâ ser-defteri ya’nî İd Âdem hakkiçün,
Hem dahî Mûsâ ile îsâ-yı Mervem hakkiçün,
Kâinâtııı serveri ol Rûh-ı A’zam hakkiçün, Bî-günâhım
Hak bilür, devletlü sultânım baba!
(Peygamberler defterinin ilki Hz. Adem (a.s.) hürmetine Hem dahi Musâ (a.s.) ile Meryem oğlu İsâ (a.s.) hürmetine Kâinatın Efendisi O Muhammed Mustafa (s.a.v.) hürmetine Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam)
Sanki mecnûnum, bana dağlar başı oldu durak;
Ayrılup bil-cümle mâl ü mülkden düştüm ırak;
Dökerim gözyaşımı “vâ hasretâ dâd el-firâk”;
Bî-günâhım Hak bilür, devletlü sultânım baba!
(Sanki mecnun gibi dağlar başı bana durak oldu. Bütün mal ve mülkümden uzak düştüm. Yazık ayrılık dünyasına düştüm, gözyaşı dökerim. Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam)
Kim sana arz eyleye hâlim, eyâ Şâh-ı kerîm!
Anadan kandaşlarımdan ayrılup kaldım yetim.
Yok benim bir zerre isyâmm sana Hak’dır alîm.
Bî-günâhım Hak bilür, devledü sultânım baba!
(Ey cömert hükümdar! Sana halimi kim arz etsin ki; Ben annemden ve kardeşlerimden ayrılıp yetim kaldım Hak Teâlâ bilir ki benim bunda zerrece isyanım yokuır Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım baba!)
Bir niçe masûmum olduğun şehâ bilmez misin?
Anların kanına girmekden hazer kılmaz mısın?
Yoksa ben kulunla Hak dergâhına varmaz mısın?
Bî-günâhım Hak bilür, devletlü sultânım baba!
(Ey şâh! Birçok masum evladım olduğunu bilmiyor musun? Onların kanına girmekten (onlan yetim bırakmaktan) korkmuyor musun? Yoksa ben kulun ile Hak dergâhına gitmek istemiyor musun? Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam!)
Hak Teâlâ çiin cihânın şâhı etmişdir seni,
Öldürüp ben kulunu güldürme şâhım düşmeni,
Gözlerim nûru oğullanmdan ayırma beni; Bî-günâhım
Hak biliır, ؛iltelved sultanım baba!
(Hak Teala seni “cihanın padişahı” etmiştir. Ben kulunu öldürüp düşmanını güldürme Gözlerimin nuru oğullanmdan beni ayırma Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam)
Tutalım iki elim baştan başa kanda ola,
Bu meseldür söylenür kim “kul günâh itse n’ola”,
Bâyezîd’in suçunu bağışla, kıyma bu kula;
Bî-günâhım Hak bilür, ؛iltelved sultanım baba!
(Diyelim ki baştan aşağı hatalıyım (iki elim kanda) Bu atasözüdiir ki “kul günahsız olmaz” Bâyezid’in suçunu bağışla bu kula kıyma Allah bilir ki günahsızım devletli sultanım babam!)
Şehzâde Bâyezîd’in bu sözlerine karşılık gözyaşlannı tutamayan Kânûnî Sultan Süleyman Han, şu cevabı yazar:
Ey demâdem mazhar-ı tuğyan u isyanım oğul!
Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermânım oğul!
Ben kıyar mıydım sana, ey Bâyezid Hân’ım oğul?
Bî-günâhım dime bârî, tevbe kıl cânım oğul!
(Her vakit serkeşlik ve isyan eden oğlum! Buyruğumun halkasını asla boynuna takmayan oğlum! Ey Bâyezid Hân oğlum, ben sana kıy’ar mıydım? Cânım oğul! Bâri, günâhsızım deme, tövbe et.)
Enbiyâ vii evliyâ ervâh-ı a ,zam hakkiçün,
Nûh u İbrâhîm ü Mûsâ İbn-i Meryem hakkiçün,
Hatm-i âsâr-i nübüvvet Fahr-i Âlem hakkiçün,
Bî-günâhım dime bârî, tevbe kıl cânım oğul!
(Peygamberlerin ve velilerin, en büyük ruhların hakkı için; Nûh, İbrahim, Mûsâ ve Meryemoğlu İsâ (a.s.) hakkı için, Dünyânın övüncü, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için; Cânım oğul! Bâri, günahsızım deme, tövbe et.)
Âdem adın etmeyen mecnûna sahrâlar durak;
Kurb-i tâatden kaçanlar dâimâ düşer ırak;
Ta’n değildir der isen “vâ hasretâ dâd el-firak”;
Bî-günâhım dime bârî, tevbe kıl cânım oğul!
(Adem adını anmayan Mecnûn’a sahralar durak oldu. İtaate yaklaşmaktan, emirlere baş eğmekten kaçınanlar, dâimi uzağa düşerler. “Yazık, ayrılık dünyâsına düştük” dersen şaşılmaz. Canım oğul! Bâri, günahsızım deme, tövbe et.)
Neş’et-i Hak’dır iibüvvet, râm olan olur kerîm.
“Lâ-tekııl üf” kavlini inkâr eden kalur yetim.
Tâate isyana âlimdir Hudâvend-i azîm.
Bî-günâhım dime bâri, tevbe kıl canım oğul!
(Babalık, Allah’tan gelmedir. Ona boyam eğen yücelir. (Ayet’te emredilen) “Öf deme”, sözünü inkâr eden yetim kalır. Bağışlaması bol olan Allah, itaati ve isyanı bilir. Cânım oğul! Bâri, günahsızım deme, tövbe et.)
Rahm u şefkat zîb-i îman olduğun bilmez misin?
Ya dem-i ma’sûmu dökmekden hazer kılmaz mısın?
Abd-i âzâd ile Hak dergâhına varmaz mısın?
Bî-giinâhım dime bâri, tevbe kıl cânım oğul!
(Acıma ve şefkatin, îmân süsü olduğunu bilmez misin? Mâsum insanların kanım dökmekten de çekinmez misin? Hür kullarla Hak dergâhına varmaz mısın? Cânım oğul! Bâri, günahsızım deme, tövbe et.)
Hale reâyâ-yı mutîa râî etmişdir beni,
İsterim mağlûb edem ağnama zi’b-i düşmeni.
Hâşe-lillâh öldürürsem bî-giineh nâgâh seni.
Bî-günâhım dime bârî, tevbe kıl canım oğul!
(Hak, beni, itâat eden halka hükümdâr tâyin etti. Koyunlann düşmanı olan kurtlan mağlûb etmek isterim. Seni ansızın, giinâhsız öldürürsem, Allah korusun. Cânım oğul! Bari, günâhsızım deme, tövbe et.)
Tutalım iki elin başdan başa kanda ola,
Çünkü istiğfar edersen biz de affetsek n’ola?
Bâyezid’im suçunu bağışlarım gelsen yola;
Bî-günâhım dime bâri, tevbe kıl canım oğul!
(İki elinin baştan başa kanda olduğunu bir an için kabul edelim. Eğer tövbe edersen biz de seni affederiz. Bâyezıd’im, yola gelsen suçunu bağışlarım. Cânım oğul! Bâri, günâhsızım deme, tövbe et.)
Kaynaklar: Derviş Çelebi, Cengnâme der Harb-i Sultan Bâyezid, Bâyezid Ktb., Veliyüddin Ef. Ks., nr. 2735/14; Mehmed Mazhar Fevzi, Haber-i Sahih, V, 1. Fasıl, İstanbul 1293, s. 416- 417; Sûret-i Fetvâ fî hakk-ı Şehzâde Sultan Bâyezid, Bâyezid Devlet Ktb., Veliyüddin Efendi Ks., nr. 3216, var. 67b-69b; Müneccimbaşı, Tarih, II, s. 579-584; Alî, Nadirâtü’l-Mehârib, TS Revan Ktb., nr. 1320; Peçevî, Tarih, I, s. 386-403; Solakzâde, Tarih, s. 547-550; Feridun Bey, Münşeât, II, s. 43; Nişancızâde Mehmed b. Ahmed b. Muhammed b. Ramazan, Mir’at-ı Kâinat, II, İstanbul 1290, s. 128; Kâmil Paşa, ؛-hirâT Siyâsi-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, I, s. 232; Ali Emîrî, ‘,Şehzâde Bâyezid’in pederleri Kânûnî Sultan Süleyman Han Hazretlerine irsal eyledikleri tazarrunâme, pederleri Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın cev