Hal’a-i Sultaniye Karşısında
Dest’i san’atde şimdi hep kelimât
Olsa mermerden, olsa altından,
fışkırıp taşsa cümlelerde hayât,
Etse üslûba câ-be-câ sereyân.
Ra‘d ü berkiyle hep yanar dağlar,
Bir güneş doğsa rûh-1 mânâya,
Çıksa söz arş-ı sânihâta kadar,
Bu temâşâ-yı Hakk’tecellâya,
Yine bir sâde tercümân olamaz.
Ne kadar tâc taht-1 ikbâle
Bir cahîm-i sükût olan o boğaz,
Fürklerin dest’i intikamıyla,
Bu bi’ıyük kavm-i Hakk için her ucu
Adn-ı rahmetle evc-i târihe
Miıntehî kehkeşân-1 sân oldu.
Her cebel, her kenâre, her sâha
Bir hayâl-i hamâset ânının
Ebedî ma’kes-i mukaddesidir;
Sanki Kur’ân kahramanının
Birer i’câz-eser sahîfesidir
Bu mübeşşer cüyûş’1 gufrânm
O şehidân-ı Hakk-pesendânı
Sidretü’l-müntehâda
Yezdan’ın Kurb-i peygamberîde mihmânı
Cân-fedâyân-ı mülk ü dîn, hepsi Yâr-ı gâr-ı
Nebiyy-i muhteremin, Hepsi Fârûk-ı ma‘delet-şiyemin,
Esedullâh-ı galibin, hepsi
Yâr u serdâr-ı Fahr-i âlemiyân
Hâlid bin el-Velîd o Mevlâ’nın
Seyf-i meslûl-i intikâmı olan
Kahramân-ı cihân-ı îmânın,
Târik bin Ziyâd ın, Orhân’ın
Hepsi Sultân Selîm’in ahfadı…
Bütün iclâl-i haşmetiyle yarın
Bu büyük kahramanların yâdı
Vardırırken rükû‘-ı tebcile
Bir taraftan likâ-yı Merrîh i,
Bir taraftan semâ-yı târîhi
Boğazın sırtlarında bu yüksek
Heykel-i şîre istihâle ile
Ebediyyen bu şehri bekleyecek.
Fâik Âlî
Kolunu Harp Meydanına Bırakmış Askere
Geçtin o kesik kolla önümden mütebessim,
Bir gözyaşı bir ukde-i muzlim gibi hissim
Toplandı merâretle gelip gözbebeğimde;
Çarpıştı o mazlûm o kesik koldaki ukde
***
Dîdemdeki matemli merâretli düğümle;
Baktım o zaman çehrene zulmetli gözümle
Bir berk-i bükâ kavradı a’sâbımı yaktı,
İdrâkimi îmânımı hatta yakacaktı…
***
Her şey düşecek, devrilecek…
Sâde ayakta Bir sayha-i inkâr müebbed kalacak da,
Beynimde bu muzlim sesimin velvelesiyle,
Ağzımda kanâatlerimin son nefesiyle,
***
Rabbim bu kesik kol ne demektir?
Soracaktım İsyân edecek, ağlayacak, haykıracaktım…
Âsî idi, meftûr idi, mecnûn idi hissim!
Geçtin yine ey genç önümden mütebessim,
***
Bir kal‘a vakârındaki göğsünle başınla
Baktın bana lâkayd o muazzam bakışınla
Dermiş gibi: “Bir erkeğe kâfi mi değil, sus,
Bir sîne-i mağrûr ile bir cebhe-i nâmûs”
***
Hep âile-perver babalar olsa bu ordu,
Evler uçurum âileler gölge olurdu…
A‘sâb-1 hamiyyetde yanan kan, o cerî kan
Olmazsa çamur kütlesidir gölgedir insan!
Hicrân-ı vatan zehri, o ateş, o cehennem
Yandıkça hayâlimde ser-i derbederânem
Boşluklara çarpar tutacak şey bulamaz da
Sağlamdır elim, belki metânetli biraz da,
Lâkin bu kavî kolla da bulmam tutacak yer:
Tuttukça düşer hepsi, ne mihrâb ne minber…
Derken, bu kesik kolla gelir onları bir bir
Düştükleri yerden mütehevvir, mütecebbir
Bir azm-i hurûşânla tutar, kaldırır, a‘lâ
Eylesin; iner kalbe emel, ma’bede Mevlâ
***
Ay yıldızımız meş‘al’i milliyyetimizle,
HayruThalef-i fecr olan râyetimizle
Bir hacle-i pür-tantana kursun sana millet,
Dursun bu kesik kolda arüs-ı ebediyyet!…
Midhat Cemâl
TEKBİR
Allâhü Ekber! Kâim onunla mihrâb u minber
Tekbir-i millî İslâm’a rehber,
Allâhü Ekber! g Dînim bu dîndir,
Allâh birdir, hakdır Peyâmber
Millet, diyânet, devlet, hilâfet dâim berâber ”
Allâhü Ekber! Allâhü Ekber!
***
Zâtı bir ancak, bin birdir ismi, hep bildik ezber
Dîndaşımızdır kuşlar, melekler, tübâ, sanavber
Allâhü Ekber! Allâhü Ekber!
***
Lütfuyla olsun hâl-i hazarda, yâhud seferber
Asker muzaffer, hâkânı mesrür, a‘dâsı müdber
Allâhü Ekber derken o asker hem bahr u hem berr
Hem leyl-i muzlim, hem mihr-i enver, hem mehd ü makber
Tekrâr edip der: Allâhü Ekber! Allâhü Ekber!
Çanakkale’den “Kaçanlara İNGİLİZLERE
Târih mürekkeple yazılmaz, onu her gün
Tedvin eder akmaktan usanmaz kanı
Türk’ün! Türk’ün ki eğer nâmını etmezse zamân yâd,
Târihini milletlere eyler gider inşâd
Pür-velvele bir sel kesilip hûn-ı cerîsi.
Osmanlıların kanlarıdır vak’anüvîsi!…
Siz, işte bu fıtrattaki bir kavme tecâvüz
Etmiştiniz ammâ, o salâbetli o gürbüz
Hûn-âb’i celâdet sizi emvâcına gömdü,
Dârâtını metbû unuzun tâcına gömdü;
Sîzlerde fakat sâde hayânın adı varmış,
Türk’ün kanı etmiş de temâs öyle kızarmış
Târihinizin çehre-i bî-hiss ü hayâsı!
Askerleriniz fenn-i firârın ulemâsı!
Kimdir bu kaçanlar, kızınız mı karınız mı?
Cidden o mehâbetli dretnotlarınız mı?
Bir şâibe şeklinde duran öyle denizde?
Nâmûsunuzun derbeder enkazını biz de
Askerleriniz zannediyor aldanıyorduk!…
İngiltere, ey maskeli haydûd-ı müdebdeb
Ey arzı soyan râhat-ı akvamı çalan hep
Biz kavmini millet, seni devlet sanıyorduk!
Git tayf u hayâlet gibi mâzîye refik ol,
Çık râhına müstakbele kuttâ‘-ı tarik ol
Müstemleke çal, çöller aşır, kafileler soy;
Git sofra-i akvama sokul bâd-ı hevâ doy;
At armanı evrengini… Ok, balta, asâ bul.
Sen ey çete efradına hûnîn rü’esâ bul,
Harb etme fakat; tîgını râyâtını kır, at;
Kâfi sana bir pençe-i gâret yed-i sirkat
Midhat Cemâi
Seni Kurtarmak İçin Muazzez Vatana
Ne için, mâbed-i İslâm’da bu âvâz-ı dua?
Ne bu cûşânî-i millet, ne bu eşvâk-ı güzîn?
Ne için vâlideler oğlunu etmekte fedâ?
Ne için süngüye mevkûf nice bin dest-i metin?
Senin uğrunda, azîz yurd, seni kurtarmak için!
***
Bu kadar kanlı döğüşlerde düsen şîr-i jiyân,
Bu kadar bin topun âvâzesi dehhâş u derin,
Bu kadar merdlere ders vermeye lâyık nisvân,
Bu kadar kahr u metâ’ib ile îmân-ı yakîn
Senin, ey şânlı, azîz yurd, seni kurtarmak için!
Bu kadar cehd-i te’âlî bu kadar hûn-ı hayât
***
Bu kadar merd-i civân-dil, bu kadar ahd ü yemîn,
Bu kadar âteş-i vicdân, bu kadar sa‘y-i bülend,
Bu kadar ölmeye hâhiş, bu kadar âh u enîn
Sana ey şânlı, büyük yurd, seni kurtarmak için!
333, Göztepe Salime Servet Seyfi