1910’da gerçekleşen Meksika devriminden sonra, Latin Amerika sanat ve mimarisinde yeni bir yönelim başlamıştır: önce Meksika’da, sonra -farklı zamanlarda- diğer Latin Amerika ülkelerinde, İspanyol dönemi ve İspanyol öncesi döneme ilişkin tarihi konuları işleyen akademik salon resimciliği yavaşça ortadan kalkarak yerini devrimi resmeden duvar resimcili- ğine bırakmıştır. Paris okulu kübizm ve kolajlarla, Almanya’daki Bauhaus grubu insan anlayışı ve insanın anlamından kaynaklanan soyut geometrik denemelerle uğraşırken, Meksikalılar Geç Gotik dönemin ve İtalyan Rönesansı’nın temsili geleneklerine dönmüşlerdir^bugünlerde siyasal açıdan suçlanan, öğretici ve insani anlamlarla yüklü resimler. İtalyan Rönesansı’nın dört merkezli büyük ustaları gibi büyük Meksikalı duvar ressamları da -Diego Rivera, Jose Clemente Orozco, ve David Alfaro Siqueiros – fresk yöntemini kullanarak büyük öl çekli figürler resmetmişler; mimariyi resimle birleştirmişler ve insanlara, -diğer ressamların dinsel konuları yaptığı gibi- çağdaş tarihi, geniş tarihsel bir epikle anlatmışlardır. Bu üç ressamın en politik olanı Diego Rivero’dur. Rivero, Meksika devriminden dramatik manzaralar resmetmiş (Mexico City’nin Eğitim Bakanlığı binasındaki 1923-28 dönemini analatan yapıtı gibi) ve Rönesansçı- (Sağda) Diego Rivera duvar resmi Tenochtitlan’a Yürüyüş’ü (1929-35, 1944-50), M éxico City’deki, Palacio Nacional için yapmıştır. Rivera’nın toplumsal vurgulaması ve cesur anlatımcı üslubu, sanatçıyı Meksika’nın en büyük duvar ressamlarından biri yapmıştır. ların yaptığına benzer bir üslupla dönemin yaşamı üzerine yorumlar yapmıştır. Net figürleri çizgiseldir, değişik mekâ’nları yansıtır; bazense, Velosco’nun anladığı bi çimde yapılmış Meksika vadisinin görüntüsü gibi, bir kır manzarasına dönüşür. Orozco, Ulusal Hazırlık Okulu’ndaki (1923-26; Mexico City) duvar resimlerinde olduğu gibi, figürlerini çizgisel olmaktan çok resimlerle gösteren, renk anaforları üslubuyla barok ya da anlatımcı anlayışa daha yakın olmuştur. Rivera dikkatli ve dürüst bir tarihçi nitelikleri gösterirken, Orozco epik bir şair gibi, gene anlatımcı ve dinamik bir üslupla resim yapan Sigueiros ise keskin bir hicivci olarak ortaya çıkar. Bu üç ressamın yapıtları birçok XX.Jyy./Meksika ressamını kimi zaman sanatsal motif açısından, kimi zaman toplumsal anlam bakımından etkilemiş tir. Candido Portimari, Brezilya’nın en tanınmış çağdaş ressamlarından biridir. Gerçek bir modernist olarak, fresk duvar resimleri ve Brezilya halkının tahta kaplama resimlerini yapmıştır. Paris’te eğitim görürken, akademik Fransız eğitimini yarıda bırakmış ve kendi özel Brezilya üslubunu geliştirdiği Rio’ya dönmüştür. Emilio Pettoruti ise 12 yıl Avrupa’da çalışmış, Arjantin’e döndüğünde de kıtanın önde gelen avangard ressamlarından biri olmuştur. Kübist üslupta resmettiği Kentet (1927; San Francisco Sanat Müzesi), hayret verici bi çimde Picasso’nun çalışmalarına benzer. Diğer iyi bilinen avangard ressamlar, Şilili Roberto Matta Echaurren, Kübalı Raul Martinez, Meksikalı Rufino Tamayo ve yeni kuşaktan, KolombiyalI (Fernando Botero ve Venezuelalı Raphael Soto’dur. 1980’lerde Rivera’nın karısı Frida Kahlo’nun resimleri de ilgi çekmeye başlamış tır. Latin Amerika’da modern mimari, 1920’ler gibi erken bir tarihte, Meksikalı mimarlar Juan O’Gorm’anlve José Villagran Garcie’nın işlevselci ilkeleriyle başlamış tır. Brezilya’da yeni Eğitim ve Sağlık Bakanlığı (1934-43; Rio de Janeiro) binaları gibi yapılar, modern uluslararası üslubun başlangıcını simgeler. Diğer mimarlar arasında Lucio Costa, Oscar Niemeyer ve Alfonso Eduardo Re- Brezilya başkanlık konutu olan Alvoroda Sarayı, başkent Brasilia’da yer alır. Saray, mimar Oscar Niemeyer’in 1960’tan sonra planını çizdiği pek çok binadan biridir. idy (1904-64) sayılabilir; Le Corbusier de Fransa’dan danışman olarak çağırılmıştır. Son 20-30 yıldır Latin Amerika’da çağdaş mimari, ABD ve Avrupa’daki kadar canlı, hattâ bazı bakımlardan düşgücü daha yüksek bir çizgi izlemiştir. Kavisli duvarların ve iç ve dış mekânın dinamik biçimde hemen hemen barok kullanımına, özellikle Meksikalı mimar Felix Candela’nınkiler gibi, birçok Latin Amerika mimarının yapıtlarında rastlanmaktadır. Dahası bütün Latin Amerika’da iklim o kadar yumuşak ve hattâltropikaldir ki, Avrupa ya da ABD’de olanaksız olan çevreye açık tasarımlar kolayca uygulanabilmektedir. Duvar resimlerinin ya da mozaik çalışmalarının ¡heykelle karışımı genellikle mimarinin ayrılmaz bir parçasıdır; bu durum başta Mario Pani ve Enrique de Moral’ın tasarladığı, anıtsal planlı Meksika Üniversitesi’nin (1953) moza’ikleri İO’Gorman tarafından gerçekleştirilmiş kütüphane binasında görülebilir. Carlos Raul Villanueva’nın yaptı ğı Venezuela’nın Caracas Üniversite¡Kenti( 1950-57) eski geleneğin, metropolisin orasına burasına dağılan binaları yerine, tek bir merkezde toplanmış kampüs uygulamasına başka bir örnektir. Belki de, Latin Amerika’da bu yüzyılın en büyük kentçilik tasarımı ve dünyada, kent planlamacılığının en büyük örneklerinden biri, Lucio Costo’nun Brezilya’nın yeni başkenti olarak tasarlanan Brasilia’dır. Burada bü tün bir kent, açıkça planlanmış bütün yönetimsel, yasama ve yürütme görevlerini eksiksiz yerine getirebilecek biçimde tasarlanmıştır. Kentteki birçok yapıyı Oscar Niemeyer gerçekleştirmiştir
Yirminci Yüzyıl.
05
Eyl