Neden Tarih ?
Osmanlı’nın son devrinde yetişen ilim ve namus ehli ve bir fazilet abidesi Ahmed Cevdet Paşa’ya göre “Neden tarih?” sorusunun cevabı, insanın geçmiş ve geleceği bilmek arzusuyla yanıyor olması. Ezel ve ebed sırlarına aşina olmak ihtirası adeta tabiatımızın bir parçası. Bu esrarı barındıran “tarih”e hepimiz muhtacız! Ahmed Cevdet Paşa, “Tarih-i Cevdet”inde bu ilimden bahisle, “Tarih ilmi, halka mazinin vaka ve izlerini, seçkinlere de icap eden sırları öğretir. Bıı ilmin menfaati bütün âleme aittir ve bu pek çok faydası olan bir ilimdir.” diyor. Ahmed Cevdet Paşa’nın da söylediği gibi tarih bizi geçmişten haberdar eder ve geleceğe bir ayna tutar. Seçkin insanlar ve mesela siyasetle alakadar kimseler için de yine “olmazsa olmaz” derecesinde bir ilimdir tarih. Zira Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadesiyle, “… siyasî işlerde maharet ancak tecrübeyle elde edilir. Her suret ve her hali tecrübeye de bir adamın ömrü yetişmez.” Dolayısıyla arif olanlar, Efendimiz (s.a.v.)’in “Akıllı kimse başkasından ibret ve ders alandır.” Hadis i Şeriflerinde buyurdukları gibi başkasından bir şeyler alan, onların tecrübesiyle zenginleşenlerdir. Yani akıllı kimse başkasının tecrübelerinden ibret ve nasihat yoluyla istifâde eder, yaşayarak göremediklerini, okuyarak görür ve bilir. Cenab Şehabeddin de aynı şeyleri söylüyor: “Yeni bir şey mi öğrenmek istiyorsun? Tarihin sayfalarını çevir, çevir…” Cevdet Paşa’ya göre yine bu anlamda tarih, “devletlerin kanunlarının muhafazası” için bir vasıtadır ve bu yolla biz, “eskilerin usullerini bugüne tatbik” ederiz. İşte sırf bu gibi menfaatleri sebebiyle bazı âlimler “Tarih ilminin öğrenilmesi ve öğretilmesi vacip derecesindedir.” derler.
Dergiler
Okumanın mahiyeti ve ne okunması gerektiğinden vüsatimiz yettiği kadar bahsettik. Geriye okumamız gerekenleri nereden ya da hangi kanalla okumak meselesi kaldı. “Yazılan”la münasebeti olan ya da Ahmed Midhat Efendi’nin tabiriyle “mütalaa ile meşgul olan” herkes bilir ki, biz ihtiyaç hissettiğimiz herhangi bir konuda merakımızı kitaplar, dergiler, gazeteler vs. yoluyla gideririz. Yani yol ve yöntem bir değil, birkaçtır. Fakat mevzubahsimiz okumak gibi hayatî bir dava olunca bu hususta da sözü, “okuma”yı “mütalaa” olarak değerlendiren, öyle isimlendiren eskilere bırakalım istedik. Ahmed Midhat Efendi, yazan ve okuyan herkesin bir yerde ve bir şekilde ismini duymaktan uzak kalamayacağı münevverlerden biri. 200’ü aşkın eseri bulunan Ahmed Midhat Efendi, 1873’te çıkarmaya başladığı “Kırkambar” isimli mecmuanın hemen takdim kısmında “Besmele”den sonra bakın neler söylüyor: “Mütalaa ile tevaggul edenler (meşgul olanlar) bilirler ki, memleketimizde matbuatın ilerlemeye başladığı zamandan bu ana dek ortaya çıkan yayınlar içinde okuyanlara en ziyade fayda veren eserler genel manada her şeyden bahseden mecmualardır.”
Ahmed Midhat Efendi’ye göre, o ana dek neşredilen eserler arasında en fazla rağbete mazhar olan, en çok fayda elde edilen yayınların ilki dergilerdir! Yapılan her türlü neşriyatın, mesela “kitap, gazete vesaire nin halk için faydalı olmadığını söylemenin küfran-ı nimet olacağını” belirtir Ahmed Midhat Efendi. Mesela sırf felsefeden bahseden bir kitap ne kadar mükemmel olursa olsun insan tabiatına “kelâl ve melâl” verir yani sıkar ve yorar insanı. Ayrıca sürekli politika yahut terakkiye dair şeylerden bahseden gazeteler de “bu gibi şeyler insanlar tarafından adeta ezberlendiğinden” onlar tarafından tutulmaz; itibar görmez. Öte vandan insanlar “muhtelif hususlardan bahseden mecmuaları tercihte devam” edegelmişlerdir. Ahmed Midhat Efendi’nin de söylediği gibi dergiler bir değil, birkaç hususu bir araya getirir, okuyucu için geniş bir konu yelpazesi sunarak onun dikkat ve merakını daima zinde tutar. Bugün neşredilen dergilerin tamamı için bunu söylemek mümkün değildir sanıyoruz; fakat Ahmed Midhat Efendi’nin ifadesi şu: “Dergiler bir ilim ve edep hâzinesidir.” Özetle; bilginin akıl almaz bir süratle yayıldığı bu çağda sıhhatinden emin olunan bilgiye erişmek belki de en güç meslek. Fakat tarih okuyan ve okutanlar bilirler ki, tarih çok kere tekerrürden ibarettir. Haliyle “dün”ü bilen kimse “yann”ı da pekâlâ bilir; en azından kestirir. Bu da bugünün insanını, dört bir yanını kuşatan manasız politik tartışmalar, boş ve faydasız lakırdılardan alıkoyar. Unutmayınız, tarih istikbale ışık tutan muteber bir fenerdir ve Yedikıta, “tarih”in kendisi…