ana yola bakan bir yerdeydi. Yanında, eski şeyhülislâmlardan Pirîzade Osman Sahib Efendi de gömülüydü. Üzerlerinde, sekiz tane mermer sütuna dayandırılmış, üstü demir, tek kafesli, açık bir türbe vardı. Rumî 1332 (Hicrî 1335) yılı Kasım ayı civarında, yol genişletilirken, türbenin yıkılması gerekmiştir. Gerek Davud Paşa’nın gerekse Osman Sahib Efendi’nin kemikleri çıkarılmıştır.Osman Sahib Efendi’nin kemikleri, torunu, Evkâf-ı Hümayun Nazırı Vekili Pirîzade İbrahim Efendi tarafından Üsküdar’a nakledilmiş, Selimiye Dergâhı’nın karşısındaki aile mezarlığına gömülmüştür. Davud Paşa’nın kemiklerinin de yine orada yapılmakta olan dört mermer sütunlu türbeye tekrar gömülmesi kararlaştırılmıştır. Tarihler, meselâ Hammer (c. 8, s. 245, Atâ Bey Tercümesi) Davud Paşa’dan bahsederken, “Davud Paşa, Sultan Osman’ın Yedikule’ye götürüldüğü arabaya konuldu; kendisinin cellâtlık hizmetini gördüğü bu zindana vardığında, Kilindiroğlu ile birlikte idam edildi ve ikisinin de cesetleri denize atıldı (7 Rebiülevvel, 9 Ocak 1623)” diyor. Hâlbuki, türbesi yıkılırken muntazam bir şekilde mermerlerle yapılmış olan lahdi açıldığı zaman, kemikleri tamamen ortaya çıkmış, yalnız kafatası bulunmadığı anlaşılmıştır. Çıkan kemiklerden, iri cüsseli biri olduğu anlaşılıyor. Demek ki Yedi- kule’de idam edildikten sonra kesik başı, siyaset taşı* üzerine konulmak için alınmış, cesedi de Hammer’in dediği gibi denize atılmayaıak getirilip, burada özel olarak yapılan lahde konulmuş. Hâlbuki yanında bir kubbe altında gömülü olan Osman Sahib Efendi’nin cesedi tam olarak ortaya çıkmıştır. Sultan Mustafa’nın kızı ve Davud Paşa’nın eşi, Fatma Hanım’ın kızı Rukiye Sultan burada gömülüyken zamanla taşı devrilmiş, mezarı kaybolmuştur. Zaman içinde bu da taşını buldum ve kabrini yine burada oluşturmak için, ilgili bakanlık nezdinde gerekli teşebbüslerde bulundum. Mezar taşı kitabesinin son beyiti şudur:
Hazret-i Rukiyye Sultân-ı âlişânîde Sabr u ecr ihsân edip kılma hazîn 1040
Uzun süre Girit kumandanlığında bulunan Deli Hüseyin Paşa da, Yedikule harimin- de, o dârii’n-nedvede** Köprülü Mehmed Paşa’nın emriyle katledilerek, Küçük Yaldız- lıkapı ile Büyük Kapı arasındaki yere gömülmüştür. Ayak ucunda ‘Girit Fatihi el-Gazi Hüseyin Paşa’nın oğlu Sarı Mustafa Paşa’nın kızı Fatma Hanım Sultanzade Seyyid Mehmed Beyzade Seyyid Halil Bey de medfundur. Mezar taşı kitabesi şudur:
Hüve’l-hayyü’l-bâkî Bu dehrin kârına olma mukayyet Ki zîrâ kimseye olmaz müebbet Beni bir gülden ayrı kıldı devrân Çiçek bâis olup soldurmuştu Fâtih-i Girit el-Gâzi Hüseyin Paşâ tâb Sırrullâhl83 Hazretleri’nin mahdumları Sarı Mustafâ Paşâ merhumun kerîme-i nıükerremeleri Fatma Hanım Sultânzâde Necâbetli Mehmed Bey Hazretleri’nin mahdûm-ı mükerremleri Seyyid
Halîl Bey ruhuna Fâtiha 22 Recep 1196
Bunun yanında, bir kabir daha varsa da baş taşı kırılmış, yalnız tarih yazılı olan küçük bir parçası kalmıştır. Okunan tarih H. 1199’dur. Bu da bahsedilen vezirin akrabalarından olmalı. Asıl zindan olan ve şehre göre sol tarafta bulunan burcun kapısı önünde, etrafına taşlarla gelişi güzel duvar çevrilmiş çok yaşlı bir ağacın koyu gölgesinde bir mezar daha görülüyorsa da kimin olduğu belli değildir. Geceleri baş ucunda kandil yakıldığına bakılırsa, bu zat da önemli kimselerden biri olacak. Mısır valiliği sırasında padişahın yanında Revan’ın fethi ve İran’ın tahrip edilmesinde (H. 1043), 1045’te İran şahına tekrar haddinin bildirilmesinde ve Diyarbakır taraflarının ıslahında takdire değer hizmetleri görülen Sadrazam Tabanıyassı Mehmed Paşa’nın, Silâhdar Paşa’nın hileleri ile H. 1049 yılı Şaban ayında Yedikule hapsinde öldürüldüğüne ve başka yerde mezarı gösteril memesi nel84 bakılırsa bu mezarın Mehmed Paşa’ya ait olması kuvvetle muhtemeldir. İki defada toplam on döıt yıl sadrazamlık yapmış, devlete ve millete pek çok hizmeti geçmiş, züht ve takvasının ve yaptığı hayır eserlerinin çokluğu sebebiyle ‘Veli’ unvanını kazanan Veziriazam Mahmud Paşa da Yedikule hapsinde on yedi gün kaldıktan sonra idam edilmişti. Her ne denirse densin, Mahınud Paşa’nın katli, gerçekten büyük bir padişah olan F atih’in özel hayatının tarihini heıhâlde lekelemiştir. Hicrî 1182 tarihinde, Osmanlı hükümeti, Lehistan’ınl85 Rusya tarafından işgalini protesto etmekle beraber “Eski bir saltanat geleneği gereğince, adı geçen devletin kapı kethüdası ve bazı ileri gelenleri Yedikule’ye getirilmişlerdir. Verilen fetva ve ulema ve devlet ileri gelenlerinin görüş birliği ile Padişah Hazretleri Rusya üzerine gaza ve cihat etmeye hazırlanmışlardı. Yedikule Zindam’na atılan Moskof elçisi Obreskov burada hastalandığından diğer elçilerin padişaha takdim ettikleri istirhamnamede, bundan sonra, hapiste bulunanların kale içindeki bir odada kalmaları için izin istemeleriyle, kale hisarı içinde186 yaklaşık on tane oda yaptırılmıştı. Ayrıca bir ağa, bir kethüda, altı bölükbaşı, elli kadar muhafaza askeri tayin edilmiş ve bunların namaz kılabilmeleri için de küçük bir mescit yaptırılmıştı. Bu mescidin ye ri bellidir ve harap minaresi hâlâ durmaktadır. Fransa İmparatoru Napolyon zamanında, İstanbul’da Fransa elçisi olarak bulunan General Sebastiani adı geçen Moskof elçisinin, memleketine dönebilmesi için padişahı ikna etmiş, bir de ferman çıkarttırmıştı. Yedikule Kalesi’nin plânı, Yanya başkonsolosu olup, uzun zaman buradaki hapiste yatan Puqville Hene tarafından verilen açıklamalar üzerine çizilerek, Sultan Üçüncü Selim’in eşsiz güzellikteki kız kardeşi Hatice Sul- tan’ın mimar ve mühendisi Melling’in eserine ilâve edilmişti. Yedikule’ye hapsetme âdeti, Sultan Üçüncü Selim devrinde bir dereceye kadar hafifletilmiş, Sultan İkinci Mahmud devrinde de kaldırılmıştır. Yedikule bahsine son vermeden önce, Yedikule’deki tabakhanelerle, Kazlıçeşme’ye dair, Evliya Çelebi Se yahatnanıesi’nin birinci cildinin 391. sayfasında gördüğüm malûmatı da yazıyorum: Şehrin dışındaki kasaba, Yedikule: Bizans zamanında, vebalı yerlerden gelenler burada yedi gün durmadıkça İstanbul’a giremediğinden buraya ‘Nazarte’ derler. Fetihten sonra Fatih, bütün derici esnafını ve mezbahaları buraya koydurup bayındır hâle getirdi. Deniz kenarında bayındır bir kasabadır. Bir camii, yedi mescidi, bir hanı, bir hamamı, yedi sebili, üç tekkesi vardır. Üç yüz tane deri işleme atölyesi, elli tane tutkalcı dükkânı, deniz kenarında yetmiş tane kirişçi dükkânı vardır. Ama, evli mahallesi azdır. Hepsi bekârlar pazarıdır. Savaş zamanında, beş bin tane güçlü kuvvetli derici bekârı çıkar, her biri birer demire benzer. Ama bu kasabanın kötü kokusuna alışamayanlar, bir an dursa helâk olurlar. Fakat, oranın halkına o kötü koku, misk ü anber gibi kokarmış. Misk kokan insanlar yanlarına gelse hazzetmezler. İnsanları çok cömerttir. Cenab-ı Allah mallarına Halil İbrahim bereketi vermiştir.