Şehrin en çok tehdit edilen noktasının Tekfur Sarayı’yla Sen Romen Kapısı arasındaki yer olduğunu gözle görmek için Ayvansaray’dan Yedikule’ye231 kadar İstanbul’un savunma hattını dolaşmak yeterlidir. Caligaria ile Blacherna, Heraklius ve Emanuel Surları’yla birlikte bir çeşit kale durumunda olan Anema Kulesi’yle Blacherna Suru’nun arkasındaki Theodosius’un ikinci suruyla beraber savunulmuştu. Theodosius Surları, Sultan Mehmed’in toplarına dayanabilecek kadar sağlamdı. İstanbul’un anahtarı kesinlikle bu tarafta değildi, Charisius Kapısı’ndaydı. Bu kapı bir kere düşmanın eline geçtikten sonra artık Divanyolu’nu takip etmek için bir engel kalmazdı. Dolayısıyla düşman altı tepenin yaylasını geçmekle bütün önemli noktaları ele geçirmiş olurdu. Ducas’ın232 belirttiğine göre Fatih Sultan Mehmed, genel karargâhını Charisius Kapısı’nın karşısındaki tepenin arkasında kurmuştu. Bugün her kim Edirnekapı civarını güzelce incelerse Ducas’ın anlattıklarına tamamıyla uygun bir şekilde servilerin hemen arka tarafında bir tepe görür.233 Lycus Vadisi’ne doğru yaklaştığında Topkapı’dan Kostantin Sarayı’na kadar açık, perdesiz bir manzaranın karşısında kalır. Mekânın bu durumu Kritovulos’un “Sultan Mehmed, Sen Romen Kapısı’nın karşısında çadırını kurmuştu” demesinin sebebini de açıklar. Bu tarihçiye göre, Fatih Sultan Mehmed karargâhını, şehrin karşısında, 4 stades (bir stades 600 Yunan ayağına eşittir) uzaklıktaki Sen Romen Kapısı’nın hizasında kurmuştu. Padişah, Mesoteichion (aralık duvar) ve Myriandrium yakınlarında ve savunma hattının tam merkezinde yerleşmişti. Surların bu kısmının sınırları, Kritovulos’un ileride bildirilecek yazılarında gösterilmiştir ki bunlar, ordunun sağ ve sol kanatlarının durumuyla ilgilidir. Kritovulos şöyle demektedir: “Rumeli Beylerbeyi Karaca Bey sol kanada kumanda ediyordu. Bu kanat, kuzey yönünde Xylo Porta’dan Kostantin Porphirogenete Sarayı’na (Tekfur Sarayı) ve Edirnekapı’ya kadar olan surları kuşatmakla görevlendirilmişti.” Kritovulos, kuşatmanın bu safhasına dair yazdıklarında ‘Kostantin Sarayı’na doğru çıkarak’ ifadesini kullanmıştır. Eğer yazarın bundan maksadı Blacherna Sarayı olmuş olsaydı ‘çıkmak’ demesi yersiz olurdu. Zira Blacherna Sarayı, daha doğrusu Anema Kulesi yukarı tarafta değil alçak bir arazide (ovada) bulunmaktadır. Hâlbuki, Tekfur Sarayı’na varmak için tepeye çıkmak gerekir. Bundan dolayı Charisius Kapısı, Tekfur Sarayı’ndan ötede, güneydedir. Eğer, Kritovulos’un Pilitis Charisius’tan maksadı Eğrikapı (Caligaria) olmuş olsaydı ‘oraya kadar uzanırdı’ diyemezdi. Çünkü bu tamamen mantıksız olurdu. Kritovulos, sözlerine devam ederek: “Anadolu Beylerbeyi İshak Bey ile Mahmud Bey Edirnekapı’dan (Myriandrium) Yaldızlıkapı’ya ve Marmara Denizi’ne kadar olan surlara saldırmakla görevlendirilmişlerdi” diyor. Demek oluyor ki, Fatih Sultan Mehmed, Myriandrium ile Mesoteichion’un karşısında yer almıştır. Padişah, başlıca hücum noktalarını meydana getiren surların bu kısmına karşı yapılacak askerî faaliyetleri bizzat denetimi altında tutuyordu. Karaca Bey kumandasında bulunan sol kanadın son noktası olan Edirnekapı, Sultan Mehmed’in karargâhına bitişikti. İshak ve Mahmud Beylerin görevli oldukları yer de Myriandrium’un son bulduğu yerden, yani Topkapı civarından başlıyordu. Buna göre, Georgie Dolfin ile Sakızlı Leonard’ın ve Phrantez’in yazılarındaki maksat anlaşılmış oluyor. Bu üçü gibi Kritovulos da Myriandrium’dan hiçbir yerde kapı olarak bahsetmeyip Mesotechion da denilen ve iki ucu Edirnekapı ile Topkapı olan surların bir kısmı olarak belirtiyor. ‘Miliandri tepesi’ (locus arduus Miliandri) tabiri, arazinin buradaki oluşumuna tamamıyla uygun düşüyor. Charisius Kapısı, tepededir ve buradan Lycus Deresi’ne doğru iner. Sultan Mehmed, burayı başlıca hücum noktası olarak seçmiş olduğundan bizzat meydana gelecek savunma için en önemli kuvvetlerinin burada toplanmış olduğu bilinmektedir. Gerçekten de İmparator Kostantin ile Justiniani, Topkapı (Sen Romen Kapısı) tarafında yer almışlar ve Leontarius Bryennius yukarıda ismi geçen Fabrizio Cornero’yu Charisius Kapı- sı’nın savunmasıyla görevlendirdiklerine memnun olmadıklarından surların meyilli kısmına, Pemptou denilen Beşinci Kapı’ya23^ kadar Brochiardi ismindeki üç kardeşi memur etmişlerdi ki, Georgie Dolfin ile Sakızlı Leonardo’nun anlattıklarına göre eski zamanlarda Horatius Codes, Tibre Köprüsü’nü savunduğu gibi bu üç kardeş de burayı savunmuşlardı. Sen Romen Kapısı’nın karşı tarafına doğru yükselen surların ismine ancak batılı tarih yazarlarının eserlerinde rastlanabilir. Sakızlı Leonardo, Sen Romen Kapısı karşısındaki Bactatinea Kulesi’nden bahsediyor. Biraz aşağı satırlarda da Georgie Dolfin, Bacchatureus Suru’nda bugün görülen gediği anlatırken Baccatura Burcu, Baccaturea Suru diyor. İstanbul siperlerini görenler tahrip edici kuvvetlerin en çok üç yere yönelmiş olduğunu çok iyi fark ederler. İlki Silivrikapı civarı, İkincisi Topkapı yakınlarında Lycus Deresi’nin ağzına doğru olan kısım ve sonuncusu da Edirnekapı’nın kuzey bölümüdür. Bu üç gedik, Kritovulos’un anlattığı gibi, Sultan Mehmed’in yeniçerilere^ “Ben şehrin alınmasını üç yolla mümkün kıldım” hitabının canlı bir izahıdır. Nicolo Barbara, Osmanlı toplarının durumuyla ilgili bilgi vermektedir ki, onun bu konuda anlattıkları, bu topların etkisiyle meydana gelen ve bugün izleri görülen harabeye tamamıyla uygun düşüyor.
Nicolo Barbara, şöyle söylüyor: “Blacherna Sarayı ile Caligaria önüne yerleştirilen bölük, akabinde oradan alınarak Topkapı tarafına yönlendirildi ve büyük topla (la lombardo grosa) Edirnekapı’yla Topkapı arasındaki surun bir kısmını tahrip etti.” Verilen bu bilgiler, Edirnekapı’mn Charisius Kapısı olduğuna zıt durmaktan başka, aksine Charisius Kapısı’nın Edirnekapı olduğunu kuvvetlendiriyor. Xylo Porta’dan Tekfur Sarayı’na kadar, özellikle de Eğrikapı civarında olan siperlere dokunulmamış olması, Georgie Dolfin’in, “Caligaria önüne yerleştirilen topların etkisiz kalması üzerine Sultan Mehmed Han, bunları Sen Romen Kapısı’yla Edirnekapı arasındaki yere yerleştirmeyi tercih etti” sözlerinin doğruluğuna açık bir delildir. Yeniçerilerin şehre girişleri de, bu iki kapı yakınlarında açılmış gediklerden olmuştu. Phrantez, Georgie Dolfin ve Nicolo Barbara, Sen Romen Kapısı yakınlarındaki gedik civarında meydana gelen olaylarla ilgili bilgiler veriyorlar. Bunların verdikleri bilgilerin Charisius Kapısı’nın topografik durumuyla ilgili özel bir önemi olmadığından buraya almıyoruz. Yalnız Ducas, adı geçen kapı yakınlarında meydana gelen savaşlarla özellikle ilgileniyor. Ducas, önce elli kadar Osmanlı askerinin Kyrko Porta denilen ve gerçek yeri Mösyö Paspati tarafından belirlenen Tekfur Sarayı yakınlarında, Anthemius Suru’nun son kulesi tarafında bulunan gizli kapıdan nasıl içeri girdiklerini şöyle anlatıyor: “Bunlar iç surların üzerine çıktılar. İç surla (Esotichos) dış sur (Exotichos) arasındaki yeri (fausse-braie) savunanlar, yukarıdan geriye baktıklarında Türkleri gördüler ve kaçmaya çalıştılar, fakat izdihamdan dolayı Charisius Kapısı’ndan içeriye giremediklerinden güçlü kuvvetli olanlar zayıf olanları çiğneyip içeri girdiler.” Adı geçen iki sur arasındaki meydanda savaşan Rumlarla İtalyanlar geri dönmüş gibiydiler. Fakat Türkler, Justinianus Kapısı yoluyla bunların dönüş hatlarını kestiler ve Anthemius Suru üzerinden de saldırıya başladılar. Bu sebeple Charisius Kapısı’ndan başka kaçacak yer kalmamıştı. Sonunda burası da leşlerden geçilemeyecek bir hâle gelmişti. O elli askeri yakından takip eden yeniçeriler, bu şekilde kapıyı cesetlerle dolmuş gördüler: “Kapının önüne geldikleri zaman kapı, yukarıdan düşen ölülerle, can çekişmekte olanların cesetleriyle dolmuş olduğundan kapıdan içeri giremeyip, birçoğu gediklerden içeri girdiler.” Bu sebeple, padişahın toplarıyla açılmış olan gediklerden içeriye girdiler. Eğer Ducas’ın yaptığı açıklamalar Eğrikapı’ya ait olmuş olsaydı, bu cümlenin anlaşılması çok zor olurdu. Hâlbuki Edirnekapı’mn bütün bu olayların meydana geldiği yer olduğunu ispatlamak kolaydır. Ducas, Türklerin şehre girmelerinden bahseden yazısında ilâve olarak şunları da anlatıyor: “Şehre girerlerken ve Charisius Kapısı’yla saray arasındaki yeri istilâ ederlerken rastladıklarını öldürüyorlardı. Yeniçeri de denilen padişahın maiyeti olan azepler gerek sarayı, gerek Petra’daki St. Jean ve gerekse Khora Manastırı’nı istilâ ettiler. Bu felaket, Charisius Kapısı’nda, Sen Romen Kapısı’nda ve sarayda başladı.” Galip askerler tarafından yağmalanan ilk binalar, tabiî olarak bunların girdikleri yerin civarında olanlardı. Bunlar da Edirnekapı tarafındaki Khora (Kariye Camii) ve St. J. Baptiste Manastırlarıdır ki, görünüşe göre St. J. Baptiste Manastırı, Balat’la Tekfur Sarayı arasında olup bugün Bağdat Sarayı denilen yerden daha uygun bir yerde gösterilemez. Charisius Kapısı’nın tarihi burada bitiyor. İstanbul’un fethiyle birlikte eski yerlerin isimleri değiştirilerek bunlara yeni isimler verilmiştir. Böylece, Fatih Sultan Mehmed’in toplarını en fazla kullandığı Sen Romen Kapısı Topkapı, Aya Kyraki Kapısı -son hücumu hatırlatması açısından- Hücum Kapısı ve Charisius Kapısı da Edirnekapı ismiyle anılmaya başlandı.236 İstanbul’un fethinden bir süre önce Edirnekapı deyimi yaygınlaşmaya başlamıştı. Genç Andronikos’un Bizans’a girmesinden bahseden Ducas, “Edirnekapı diye anılan kapı” tabirini kullanıyor. Genel olarak Edirnekapı’mn gerçek adı kabul edilen Porta Poliandri ismi Bizans hâkimiyeti sırasında Heraklius devrinde yalnız bir defa geçiyor:237 “Kaan, İslâvları surun farklı noktalarına dağıtarak en büyük kuvvetiyle Polyandirii Kapısı’ndan Pempti Kapısı’na kadar olan kısma saldırıyordu.”
Bu ismin anlaşılması zor değildir. Tekfur Sarayı’yla Sen Romen Kapısı arasındaki surlar, Havariyun Kilise- si’nin bitişiğinde bulunan Heroon (Kahramanlar Kapısı demektir) ile Poliandirium denilen imparator mezarlarını bulunduran kısmı savunuyordu. Bu bölümün en önemli kapısının Porta Polyandrion ismini almış olması doğaldır. Bu kapı hakkında Patria “Polyandros-Myriandros Kapısı denilmesinin surların yapımı sırasında iki grubun bu yerde birbirlerine rastlamış olmalarından kaynaklandığına dair bir masal da vardır. Fakat böyle masallar yerine bu kitapta daha gerçekçi bilgiler olsaydı elbette daha faydalı olurdu” diyor. Bununla birlikte diğer bir yazıda Charsisius Kapısı’nın anlamı hakkında da açıklama yapılıyor. Bu açıklamalara göre iki farklı kapıdan bahsedilmiş olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bununla beraber diğer bütün bilgi ve şahitliklere zıt olan bu açıklamanın büyük bir kıymet ve önemi olması gerekir. Patria gibi Codinos da eskiden beri körü körüne alınıp en ufak bir inceleme ve düzeltmede bulunulmaksızın bir araya getirilmiş bilgileri içeren bir eserdir. Bu eserde çoğunlukla bir anıt iki farklı isimle anıldığı zaman aynı olay iki defa anlatılıyor. Şimdiye kadar hiç kimse, metinleri şu anki inceleme ve tenkit kurallarına uygun olarak tenkit etmeye cesaret edememiştir. Şu anda Patria ve Codinos’un rivayetlerini – fazla değer vermeksizin – kabul edip diğer yazarların eserleri ve anlattıklarıyla karşılaştırdıktan sonra bunlara güvenmek lâzımdır. Charisius Kapısı konusunda yukarıda bildirilen yazılardan Patriya’nın238 anlattıklarına zıt olarak aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkıyor: Birinci olarak, bu kapının Heraklius, Leon ve Emanuel Comnenos Surları’ndan önce de mevcut olduğu; ikinci olarak; Theodosius Surları’na ait bir kapı olduğu; üçüncü olarak, Sen Romen Kapısı’na çok yakın olup bu yakınlık yüzünden ikisinin karıştırıldığı; dördüncü olarak, Caligaria, Aya Kyraki ve Pempti Kapılarından farklı olduğu; beşinci olarak, Tekfur Sarayı’nın güneyinde bulunduğu ve altıncı olarak, nadiren Porta Polyan- drio, fetihten kısa bir süre önce de Pili Andriano Poleos diye isimlendirilip fetihten sonra kesin olarak Charisius Kapısı adıyla anıldığı.
Edirnekapi’nm Osmanlı Devrine Ait Hatıraları ve Kalıntıları
İstanbul’un kara kapıları arasında tarihî bir öneme sahip olan Edirnekapı, orijinal şeklini bir dereceye kadar koruyabilmiştir. Bununla beraber iki tarafındaki yüksek burçlar sürekli meydana gelen yer sarsıntılarından ve özellikle H. 915 yılın d a239 meydana gelen büyük depremden dolayı yıkılmış, tamir sırasında da geri kalan kısımları tamamen indirilmiş ve şu anda burcu kalmamıştır. Depremden sonra surlar tamir edildiği sırada Sultan İkinci Bayezid tarafından bu kapı da onartılmış ve üzerine tamirini anlatan bir levha asılmıştır. Bu vesileyle kapının eski bir resmiyle zamanımıza ait iç ve dış taraflarını gösteren resimlerini kitabımıza aldık. Kapının şehirden tarafa bakan kemerli mermer levhası üzerinde dikdörtgen şeklinde bir kitabe vardır. Bir tarafında servi ağacı resmedilmiş olan bu kitabede (Kitabe 11):
Gâziyânın menzili ya’nî dergâh-ı âlî Pîr-i erkân-ı tarikat Hâcî Bektâş-ı Velî 1211
beyti yazılı olup diğer yerlerinde yeniçeri ortalarına* ait birtakım işaretler kazılıyken Sultan İkinci Mahmud tarafından yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine bu işaretler demir kalemle düzeltilmiştir. Fakat yerleri ve şekilleri kısmen fark edilmektedir. Kapının dış yüzüne gelince resimde görüldüğü gibi, yatay vaziyetteki mermer levhanın üzerinde şu manzum tarih bulunuyor:
Ceddede Sultânü’s-sultân Bayezidü’l-bâzil Kal’ate dâri’l-hilâfe ba’de mâ kânet fenâ
Men ra’e’t-tecdîde hâzâ kâle’llâhi derruhü Temme kad kâle’l-müverrihü hassinû hâzâ’l-binâ
Bu kitabenin alt tarafında ve yatay levhanın sol kenarında şu beyit bulunmaktadır:
Sa’y edip râh-ı cibâli koydurur baş ile cân Bizlere Ka’be kuşağı subh u şâm olur nişân 1194
Bu yüzden de yeniçeri ortalarına ait nişanlardan zülfikâr resimleri, serviler, balıklar ve diğer bazı işaretler kazınmıştır. Tamamını ise Vak’a-i Hayriye’den sonra fark edilemeyecek şekilde bozmuşlardır. Bu kapının şehirden tarafa doğru olan kemer duvarına demir kabzalı iki gülle asılmış olup bunlar orta çaptaki topların granit gülleleridir. Dışarı çıkarken kapının sol tarafında, duvara bitişik bakkal dükkânın kiremitleri üstündeki yıkık burca asılmış mermer bir levha üzerinde, gözüme manzum bir tarih ilişti. Kitabenin yarısından çoğunu görmeye, bu bakkal dükkânının çatısı engel olduğundan yıkık surlar arasından çıkarak dükkânın çatısına atlamak zorunda kaldım. Levha, ortasından ayrılmış ve bir iki yeri kırılmış olduğundan güçlükle okuyabildim. Kırılan yerlerdeki harflerin ne oldukları dipnotta gösterilmiştir. Kitabe şöyledir:
Şehenşâh-ı kadr-i kudret ki nâm-ı pâki halk içre Anıldıkça duâ-yı hayrına meşgûldür dünyâ
Hudâvend-i hümâ-himmet “ki”24° adli Kâf’tan Kâf’a Tutupdur âlemi mânend-i hurşîd-i cihân-ârâ
Acep mi hâk-i pâyine akarsa su gibi âlem Bihamdihi ki etdi şarka azm-kemîn2^1 icrâ
Şeh-i gerdun-haşem Sultân-ı âlem Han Murâd ol kim Yeniden eyledi Kostantiniye kal’asın ihyâ
Nice yaptıysa anı lütfedip şâhen-şeh-i âlem Anın da hâne-i kalbini *2 yapsın Hazret-i243 Mevlâ
Duâ edip dedim ey Dânişî târihini anın Zemin durdukça dursun bu binâ-yı âsumân-âsâ öncesinde dört cami yapılmıştır. Bunlar, Emevîler, Selçuklular, Mısır hükümdarları ve Yıldırım Bayezid zamanlarında inşa edilmişlerdir. Beşinci Sefer: Hişam bin Abdülmelik zamanında, H. 114 yılında Seyyid Battal Gazi unvanını alan Abdullah el-Antakî249 komutasında yapılmıştır. Rumlar üzerine sefere çıkılıp Kostantin esir edilmişse de İstanbul kuşatılamamıştır. Ancak tarihî kaynaklarda Kostantin’in esir edilmesiyle, Kostantini- ye’nin kuşatılması birbirine karıştırılmıştır. Altıncı sefer: Mehdî zamanında, H. 16525° tarihinde oğlu Harun Reşid Rumlar üzerine sefere çıktı. Rumları önüne katarak İstanbul Boğazı’na ve Üsküdar’a kadar gelmişti. Rumlarla, yıllık yetmiş bin altın fidye vermeleri şartıyla üç yıl süreli barış yapıldı. Müs- lümanlar birçok ganimet elde ederek geri döndüler. Tarihlerde görülen ayrıntılara göre ertesi yıl İmparatori- çe İrene barışı bozduğundan Harun tekrar yüz bine yakın yekpare bir ordu ile Rum ülkesine gelerek Rum askerlerini perişan edip, Kostantiniye yakınlarına kadar gelmiş ve Üsküdar civarında bulunan bir düşman ordugâhını yakmıştır. Kostantiniye yakınlarında meydana gelen bu büyük savaşta Rumlar, on beş bin kadar ölü vererek büyük bir bozguna uğrayıp geri çekilmişlerdir. Bu olay üzerine İmparatoriçe irene (797-802) barış anlaşması istemiş, yıllık 70.000251 dinar vergi vermek, Müslüman askerlerine rehber ve erzak temin etmek şartıyla bir anlaşma yapılmıştır (165). Müslümanları çok sevindiren bu büyük zafer üzerine Harun Reşit eski Roma âdetlerine göre ihtişamlı ve debdebeli bir alayla Bağdat’a girmiştir. Bu büyük savaşta Rumlar elli beş bin ölü, yaklaşık altı bin esir vermişler ve yüz yirmi binden fazla hayvan bırakmışlardır. Bu seferde Bermekîler’in çok büyük faydası görülmüştür. Yedinci Sefer: Harun Reşit zamanında, H. 181 tarihinde bizzat Harun, İznik yakınlarında Söğütçük denilen “Hısnü’s-Safsaf’ı fethetmiştir. Bu savaş hakkında şöyle bir şiir de söylenmiştir:
İnne Emire’l-mü’minîne’l-Mustafa Kad tereke’s-safsaf kâen safsafa
Ertesi yıl Rum ülkesinin Kadıköy’e kadar olan kısmı alınmışsa da İstanbul kuşatılma- mıştır.
İmparatoriçe Irene’nin makamına geçen Birinci Nikiforos (802-811) Abbasî Devleti’ne verilmesi kararlaştırılan vergiyi vermekten kaçındığından, Ebû Cafer Harunü’r-Reşit bin Mehdi2®2 bizzat sefere çıkarak Ereğli’ye kadar gelmiş ve buradan Kostantiniye’yi tehdide başlamıştır. Bunun üzerine Nikiforos barış anlaşmasının yenilenmesi için halifeye elçi göndermiş ve böylece ödenmekte olan verginin miktarı arttırılarak anlaşma yenilenmiştir (187). Üçüncü Leon zamanında (717-740) Arap- lar253 (Sarrasins) İstanbul’u kuşatmışlarsa da (717-718) Bizanslılar Rum ateşiyle donanmayı yakarak İslâm ordusunu mağlûp etmişlerdir. Beşinci Kostantinos Copronimos (740-775) zamanında meydana gelen deniz savaşında Bizans donanması Arap donanmasını mağlûp etmiştir (746). Bu hadise Abbasîlerin kuruluşundan üç yıl sonra meydana gelmiştir. Arapların devlet idaresindeki süreklilik İmparator Theophilos’un (729-8429) endişesine sebep olduğundan İstanbul’u bir saldırıdan korumak için Halife Me’mun’a, Jean Lecanomante isminde bir kişi gönderilerek dostluğun pekişmesine çalışıldı. Bu dostluğun bir nişanesi olarak da Kayser’in sarayı civarına Arap mimarîsiyle mükellef bir saray yaptırıldı. (Sultanahmet Camii ile Ahırkapı arasında). Jean Lecanomante, sonraki yıllarda İstanbul patriği olmuştur (836). Sekizinci Sefer: Halife Mu’tasım zamanında, H. 223 tarihinde, bizzat Mu’tasım Samar- ra’dan kalkarak elli beş günlük kuşatmadan sonra Ammuriye’yi fethetmiştir. Ammuriye o zamanlar İstanbul’dan daha şerefli bir şehir olup, Rumların gözü gibiydi. İslâm’ın doğuşundan beri Müslüman emîrlerden hiçbiri Ammuriye’ye saldıra- mamışlardır. Mu’cemü’l-Buldân burası hakkında bilgi verirken İstanbul’la Ammuriye arasında altmış mil olduğunu ve Ammuriye’nin Boğaz’dan önce geldiğini söyler. Ancak Mu’cemü’l-Buldân’ın bahsettiği yer Mudanya veya Bursa olmalıdır.