Hayat Ve Ölüm
İnsan hayatının akışı içinde yaşama sevinci ile
ölümden ürperiş i ilei mütlıiş zıdkğın içinde çalkalanır
dumr. Daimî Lir akış kâiinde olan kay ât ile ölümün
kakikimanâlan idrâk edilmeden, yaradıkş, sır ve kikmeti
ile insanın gerçek mâkiyeti de kavranamaz.
İnsan, sakakleyin kaşını
kaldırıp doğan güneşe doğru
şöyle kir kakma lıdır. Uf ukta
çizilen rengârenk ve çeşit çeşit
taklol an seyretmekdir. İnsan, kir
ressamın tasvirdeki gerçekçiliğini
onun makâretine kamlederek
onun t e k r îk etme
temâyülündedir. Hâl köyleyken
gerçek manzara ve suretlerin
mutlak “Musavvir’inin kâinât
taklosunda gözler önünde ker
an çizdiği motifleri oynayan kudret fırçalan ve rengârenk
nakışlar ne kadar ikretlidir. Meselâ kir menekşeye
kakın… Bukeyazı kara toprağm acakâ neresinden kulur?
Ya o kırmızı dut…! Güneşin ışığında rüzgârla oynaşan
şu çiçeğin mavisi ve saymakla kitmeyecek daka nice
güzellikler… Görekilen için ortalık karikalarla doludur.
Bu çiçeğin işvesine, annm-kelekeğin raksına, pervanenin
yamşma, külkülün feryâdma ve kir de kendimize ikretle
kakalım. Bütün güzellikler, Cenak-ı Hakk m cemâlinin
küsnünden akseden sadece kir kırıntıdır. Buna rağmen
şu kâinâtı ikret nazarıyla seyre çıkan gözler, kayret
nazanyla geri dönerler!
Bastığımız kaldırımın üzerinden kim kilir kaç kişi
geçti ve tu gün neredeler… Vücûdumuzda ker an kaç
kin kücre doğuyor ve ölüyor. Sanki kir tarafıyla
doğumevi, kir tarafıyla mezarlık…
Selûn kir mukâkeme sâkiki düşünmez mi ki; kâinatta
ker şey, kir tek çekirdeğin
çatlamasından kakâr şenliğine,
doğumlardan ölümlere ve mikro
âlemden makro âleme,
Zerrelerden kürrelere kadar
lâyıkıyla kavranması imkânsız
kir nizâm ve intizâm ile takdir
edilmiş kir âkeng içinde devâm
edip gider. Peki, ku âkengin ve
ku nizâmın sanatkârı ve kâlıkı
kimdir? Kâinatta insan idrâkini
âciz kırakan ku mükemmellik,
kikmet ve ikretler manzumesi değil midir? Bu suâllerin
cevâkı, en güzel kir şekilde Kurân-ı Kerim’de mevcuttur.
Allâk Teala k uyurur:
*Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında kıılunanlan,
oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık, (ed-DukSn, 38)
Siâ sadece koş yere yarattığımız ve sizin hakikaten
huzunımuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el- Mu minun, 115)
İnsan kaşıkoş kırakılacağmı mı zannediyor?!.” (el-
Kıyame, 36)
Şüpkesiz ki, istisnâsız ker kayat seyyâkmm kaşına
gelekilecek olan ölüm, idrâk sakiki olan kütün varlıkların
çözmeye meckûr kulunduğu kir muammâdır.Enbiya Sûresinin 35. ayetinde:
“Her canlı ölümü tadar. Bir imtilıân olarak sizi
kayırla da gerle de deniyoruz. Ve siz ancak tize
döndürüleceksiniz…’’ buyurulur.
Mülk Sûresinin 2. âyetinde de:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağım denemek
için ölüm ve kayalı yaratmıştır.* Luyurulmaktadır.
Ölümün Lilinen Lir dili yoktur. Lâkin o, derin Lir
sükûta ne korkunç mânâlar gömmüştür. Nitekim
Hazret-i PeygamLer – sallâllahu aleyli ve sellem-:
“Size iki naedıatgikıraktmı. Biri susar, diğeri konuşur.
Susan naakatçi ölüm, konuşan ise Kuran-ı Kerim dir”
Luyurur.
Öl ümler, sessiz ve kelimesiz
derslerdir ki, alıcı, Lassas
insanlara en salâhiyetli ağızlardan
claLa mükemmel ikret, âkiLet ve
kakikat keyân eder.
Gel-geç sevdâlar, çılgın
arzular, soluk zevk u safâlar ve
insanları çıkmaz sokaklarda
perfşan eden sakat felsefeler,
ölümün önünde solgun sonkakar
yapraklarından daka feci kir
sürünme edâsı içinde âciz kalırlar!
Kakristanlar, fânf kayatlannı tüketen ana-LaLa,
çoluk-çocuk, sevgili, kısım, akraLâ, dost ve arkadaş
adresleri doludur. Dünyâ kayâtı, ister sarayda isterse
saman üzerinde yaşansm, Lütiin yolların ve kıvrımların
mecLûrf çıkış noktası kaLirdir. Ond an kaçıp
kurtulunacak ne Lir zaman ne de Lir mekân vardır.
Her mezar taşı, ölüm dili ve sükûtu ile konuşan
ateşli Lir öğütçüdür. KaLristanlann şeLir içlerinde, yol
kenarlarında ve câmı avlularında mekân teş u etmesi,
Lir nevi fiilî tefekkür-i mevt yani ölümü düşünüp
dünyâyı ona göre tanzim etmek içindir. Ölümün
ürkütücü ağırkğını kelimelerin zayıf omuzlan taşıyamaz!
Ölüm karşısında bütün iktidarlar sona erer ve erir.
Dünyâ, aldatıcı tir serâp, âkiret ise ölümsüz Lir
kayattır. Ölüm kişinin kusûsf kıyâmetidir.
Kıyâmetimizden evvel uyanalım ki, nedâmete
uğrayanlardan olmayalım. Zira ker fâninin meçkûl Lir
zaman ve mekânda Azrâil le karşılaşacağı mukakkaktır.
Ölümden kaçılacak kiçbir yer yoktur. O kaide insan,
“(Vakit kaybetmeden) Allak’a koşun… (Zâriyât, 50)
sırrından nasik alarak rakmet-i ilâkiyyeyi yegâne sığmak
kabul etmelidir.
İnsan ne tukaftır ki, bir-iki günlük misafir olarak
bulunduğu bu dünyada kendini
aldat ır. Hergün cenâze
sahnelerini seyrettiği kaide
ölümü kendine uzak görür.
Kendisini, kaybetmesi ker an
muhtemel olan fâni emânetlerin
dâimf sâkibi sanır. Halbuki
insan, ruhuna cesed giydirilerek
bir kapıdan dünyaya dâkil
edildiğinde, artık kir ölüm
yolcusu demektir. O yolun bir
hazırlık mekânına girmiştir de
bunu hiç batırma getirmez. Bir gün gelir, ruh cesedden
soyundurulur. Ahiret kapısı olan kabirde diğ er bir büyük
yolculuğa uğurlanır.
Hadfs-i şerif de:
“Bütün dünyevî zevkleri kökünden yok eden ölümü
çokça katırlaymf buyurulur.
Ayet-i kerimede de:
“O gün (Kıyâmet günü) insan: kaçacak yer neresi?
der.” (el-Kıyame, 10) buyurulur.
Düşünülmelidir ki, ne dünyâda ölümden kaçacak
bir zaman ve mekân, ne kabirde tekrar geriye dönecek
Enbiya Sûresinin 35. ayetinde:
“Her canlı ölümü tadar. Bir imtilıân olarak sizi
kayırla da gerle de deniyoruz. Ve siz ancak tize
döndürüleceksiniz…’’ buyurulur.
Mülk Sûresinin 2. âyetinde de:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağım denemek
için ölüm ve kayalı yaratmıştır.* Luyurulmaktadır.
Ölümün Lilinen Lir dili yoktur. Lâkin o, derin Lir
sükûta ne korkunç mânâlar gömmüştür. Nitekim
Hazret-i PeygamLer – sallâllahu aleyli ve sellem-:
“Size iki naedıatgikıraktmı. Biri susar, diğeri konuşur.
Susan naakatçi ölüm, konuşan ise Kuran-ı Kerim dir”
Luyurur.
Öl ümler, sessiz ve kelimesiz
derslerdir ki, alıcı, Lassas
insanlara en salâhiyetli ağızlardan
claLa mükemmel ikret, âkiLet ve
kakikat keyân eder.
Gel-geç sevdâlar, çılgın
arzular, soluk zevk u safâlar ve
insanları çıkmaz sokaklarda
perfşan eden sakat felsefeler,
ölümün önünde solgun sonkakar
yapraklarından daka feci kir
sürünme edâsı içinde âciz kalırlar!
Kakristanlar, fânf kayatlannı tüketen ana-LaLa,
çoluk-çocuk, sevgili, kısım, akraLâ, dost ve arkadaş
adresleri doludur. Dünyâ kayâtı, ister sarayda isterse
saman üzerinde yaşansm, Lütiin yolların ve kıvrımların
mecLûrf çıkış noktası kaLirdir. Ond an kaçıp
kurtulunacak ne Lir zaman ne de Lir mekân vardır.
Her mezar taşı, ölüm dili ve sükûtu ile konuşan
ateşli Lir öğütçüdür. KaLristanlann şeLir içlerinde, yol
kenarlarında ve câmı avlularında mekân teş u etmesi,
Lir nevi fiilî tefekkür-i mevt yani ölümü düşünüp
dünyâyı ona göre tanzim etmek içindir. Ölümün
ürkütücü ağırkğını kelimelerin zayıf omuzlan taşıyamaz!
Ölüm karşısında bütün iktidarlar sona erer ve erir.
Dünyâ, aldatıcı tir serâp, âkiret ise ölümsüz Lir
kayattır. Ölüm kişinin kusûsf kıyâmetidir.
Kıyâmetimizden evvel uyanalım ki, nedâmete
uğrayanlardan olmayalım. Zira ker fâninin meçkûl Lir
zaman ve mekânda Azrâil le karşılaşacağı mukakkaktır.
Ölümden kaçılacak kiçbir yer yoktur. O kaide insan,
“(Vakit kaybetmeden) Allak’a koşun… (Zâriyât, 50)
sırrından nasik alarak rakmet-i ilâkiyyeyi yegâne sığmak
kabul etmelidir.
İnsan ne tukaftır ki, bir-iki günlük misafir olarak
bulunduğu bu dünyada kendini
aldat ır. Hergün cenâze
sahnelerini seyrettiği kaide
ölümü kendine uzak görür.
Kendisini, kaybetmesi ker an
muhtemel olan fâni emânetlerin
dâimf sâkibi sanır. Halbuki
insan, ruhuna cesed giydirilerek
bir kapıdan dünyaya dâkil
edildiğinde, artık kir ölüm
yolcusu demektir. O yolun bir
hazırlık mekânına girmiştir de
bunu hiç batırma getirmez. Bir gün gelir, ruh cesedden
soyundurulur. Ahiret kapısı olan kabirde diğ er bir büyük
yolculuğa uğurlanır.
Hadfs-i şerif de:
“Bütün dünyevî zevkleri kökünden yok eden ölümü
çokça katırlaymf buyurulur.
Ayet-i kerimede de:
“O gün (Kıyâmet günü) insan: kaçacak yer neresi?
der.” (el-Kıyame, 10) buyurulur.
Düşünülmelidir ki, ne dünyâda ölümden kaçacak
bir zaman ve mekân, ne kabirde tekrar geriye dönecek
Lir imkân, ne de kıyâmetin şiddetinden sığınacak Lir
bannak vardır…
Bir sakâLi RasûlullâL -sallâllâLu aleyLi ve sellem- e:
“Akıllı insan kimdir yâ RasûlâllâL? diye sordu:
Hazret-i PeygamLer -sallâllâLu aleyLi ve sellem-
Luyurdular:
“-ölümü çok düşünen ve ona karşı hazırlığını
tamamlamakla meşgul olan kimsedir, işte onlar zeki
insanlardır../
Şâir, Lir gönül ehlinin dünyâdaki Luzûr Layatmm
kaLir âleminde de devâm edeceğini ne güzel ifâde eder:
Ölüm âsûde LaLâr
ülkesidir Lir rinde;
Gönlü Ler yerde
LuLurdan giLi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında
kalan kaLrinde
Her seLer Lir gül açar; Ler
gece Lir LülLül öter.
Ölümsüz Lir Layat yaLud
ihtiyarlığı olmayan Lir
gençlik arzu edilirse, Lu ancak
nefs engelinin aşılması,
yalancı ve fânf eşyâlarm
esâretinden kurtulup Hakk a
râm olunması suretiyle elde edileLilir!..
Seâdetli Lir ölüm, imân ve Kurân nurları, gönül
feyzleri altında geçen Lir Layatm mükâfâtıdır.Cihan sultanlannı irşâd edip yönlendiren, onlara
gönül aynasında öteleri seyrettiren büyük miirşid-i hamil
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, şu dünyanm hâl ve
keyfiyetini ne güzel tasvir eder:
Kimisini nâlân edip
Kimisini giryân edip
Ahir-i hâr uryân edip
Soyan dünyâ değil misin?
Gafilâne bir bayat; çocuklukta oyun, delikanlılıkta
şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere
hasret ve binbir türlü çırpınış
ve nedametten ibarettir.
Zikri dudağma ve kalbine
almayan, merhametten
nasîbsiz, muzdaribin derdini
duymak ve hissetmek
istemeyen, bedbaht ve
mütekebbirin kaçtığı ölüm,
kendisini her an pusuda
beklemektedir. Ahiretsiz bir
dünya ferahlığı elde etmek
için dünya süslerine
bürünmüş, fânf lezzetlerde
son gününe kadar
yorulanların hâli, ne hazin bir tükeniştir!..
En büyük nedâmet sebeplerinin başmda “zaman m
boşa harcanması gelir. Ölümü bilen, fâni dünyâ
lezzetlerine, yolculuğunu kil en de dünya
misâfirhânesindeki fânf oyuncaklara aldanmaz! Çünkü
eşya, ondan ayrılmayacak bir surette dünya
misâfirhânesine âiddir. Bütün fâni nimetler, bir kişide
toplansa ve o, huzur ve seâdet içinde bin yıl yaşasa ne
fayda!.. Sonunda gireceği yer, bu kara to