DİN; Alm. Religion, Fr. Religion, İng. Religion.
İnsanları dünyâda rahat ve huzûra, âhirette ebedî
saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından peygamberleri
vâsıtasıyla gösterilen yol. Dînin sâhibi
ve ortaya koyan Allahü teâlâdır. Bunun için
din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara
din denmez, dinsizlik denir.
Din insanlara çok lüzumlu bir nizam olup, dinsizlik
ise düşünülebilecek en fenâ bir davranıştır.
Din insanlara tıpkı yiyecek, içecek gibi lâzımdır.
Çünkü, nasıl yiyecek ve içecek vücut için lâzımsa,
rûhun gıdâsı olan din de rûha lâzımdır. Din ortadan
kalkarsa, insanlar hissiz, idrâksiz ve düşüncesiz bir
makina, bir otomat hâline gelirler. Din insanlara
iyi ahlâk, sevişmek, kudret, cesâret, dayanma gücü,
sabır, rahat ve huzur getirir. İnsanları ortak îmân,
amel, anlayış ve fazîletlere erdirerek bölücülüğe, yıkıcılığa
mâni olur. Hakîkî bir din, insanı Yaratanı ile
muhâtap kılan ve O’na kavuşturandır.
Allahü teâlâ, ilk yaratılan insan ve ilk peygamber
olan Adem aleyhisselâmdan beri, her bin senede
bir peygamber vâsıtasıyla insanlara bir dingöndermiştir. Bu peygamberlere “resûl” denir. Her
asırda, en temiz bir insanı peygamber yaparak, bunlar
ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi
olan bu peygamberlere “nebî” denir (Bkz. Peygamber).
Buna göre bâzı târih kitaplarında iddiâ
edildiği gibi insanlığın başlangıcı bir ilkellik vahşet
değil bir medeniyettir, ilk defâ Allahü teâlânm
bildirdiği din ile doğru yolu bulan insanlar sonradan
hırs ve bilgisizliğin tesiriyle bu yoldan ayrılarak vahşileşmişler,
medeniyetten uzaklaşmışlardır.
Bütün peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş,
hepsi ümmetlerinden aynı şeylere inanmalarını istemişlerdir.
Fakat kalple, bedenle yapılması ve sakınılması
lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan,
İslâmlıkları, Müslümanlıkları ayrıdır. Din, Allahü
teâlâyı tanıtan yol olduğuna göre, dünyâda
tek bir din olması gerekir. Hâlbuki dünyâ üzerinde
birbirinden farklı dinler ve inanışlar vardır.
Bugün yeryüzündeki dinler İlâhî dinler ve bâtıl
dinler olmak üzere ikiye ayrılır. Bâtıl dinler
Zerdüştlük, Taoizm, Konfiçyüstlik, Monohoizm,
Totemcilik gibi insanlar tarafından uydurulan ilkel
kabîle dinleridir. Semâvî din de denilen İlâhî dinler,
muharref yâni tahrif edilmiş, bozulmuş dinler
ve hak din olmak üzere ikiye ayrılır. Muharref
dinlerin asıllarını Allahü teâlâ peygamberleri vâsıtasıyla
göndermiş, sonraları insanlar tarafından
tahrif edilmiş, bozulmuştur. Hıristiyanlık ve Yahûdîlik
böyledir. Hak din ise, Allahü teâlânm gönderdiği
şekilde bozulmadan kalan dindir. Bugün
yeryüzünde hak din olarak sâdece İslâm dîni vardır.
Zîrâ, diğer semâvî dinlerin insanlar tarafından
bozularak maksatlarından uzaklaştırıldığı, hattâ
tam tersine insanı yaratanından ayırıp peygamberlerden
kopararak, uydurma zümre ve müesseselere
(Hıristiyanlığın kilise teşkilâtı ve ruhban
sınıfı gibi) mânâsız bir esârete götürdüğü hatırlanırsa,
İslâmiyetin insanla Allahü teâlâ arasında
saf, olgun ve hakîkî bir bağ kuran yegâne “hak din”
olduğu açıkça görülür. Bu bakımdan İslâmiyet
Müslüman olanın dünyâ işlerini tanzim eder. Aynı
zamanda güzel ahlâkı tamamlayan, insanı maddî
ve mânevî huzûra, sonsuz saâdete erişmesi için
sağlam temeller üzerine kurulmuş esasları getiren
büyük bir ahlâk okuludur. İnsanları iyiliğe, dürüstlüğe,
hoşgörü sâhibi olmaya, büyüklere saygı
ve küçüklere karşı şefkat göstermeye, Cenâb-ı
Hakk’ın emirlerine uymaya ve ona teslim olmaya
teşvik eder. Kısacası insana faydalı, onu doğru
yola koymaya yariyan en büyük âmildir (sebeptir).
İslâmiyet geldikten sonra, önceki dinlerin hükümleri
yürürlükten kalkmıştır. Buna göre Yahûdîler
ve Hıristiyanlar da dâhil bütün insanların İslâmiyeti
din olarak seçmeleri gerekmektedir. Nitekim
Allahü teâlâ İslâmiyetten başkasını din olarak
kabul etmeyeceğini bildirmekte, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhammed’in (aleyhisselâm)
getirdiği İslâm dîninden başka din isteyenlerin
dinlerini Allahü teâlâ sevmez, kabul etmez.
İslâm dînine arka çeviren, âhirette ziyan edecek,
Cehennem’e gidecektir.’1 buyrulmaktadır. (Âl-i
İmrân sûresi: 85)
Din hiçbir zaman kötü niyetler, özel çıkarlar,
siyâsî entrikalar, gizli işler, mânâsız olaylar için
kullanılamaz. Bu husus dinlerin sonuncusu ve en
mükemmeli olan îslâmiyetin yüce kitabı Kur’ân-ı
kerîmde açıkça anlatılmaktadır. Cenâb-ı Hak,
Kur’ân-ı kerîmin Hadîd sûresi 9,10. âyetlerinde
meâlen; ” Gizli toplantılarda günah işlemeyi,
düşmanlık etmeyi ve peygambere karşı gelmeyi
fısıldaşmayın! Allah’a karşı gelmekten sakınmayı
konuşun! Gizli toplantılar insanları
üzmek (ve kirletmek) için şeytanın istediği (ve
yaptırdığı) şeydir.11 buyurmaktadır.
Hâdiselere ve etrâfa ibretle bakan bir insan
dîne hemen inanır. Dünyâdaki nizâmın, âhengin inceliklerini,
varlığın sırrını bilen bir insan bütün
kalbiyle Allah’a inanır. Bir yaprağın faaliyetlerini
bilen bir insan hayrete düşer. Meselâ bir yaprak, bir
insan gibi nefes alır. Gündüzleri oksijen^ geceleri
karbondioksit verir. Su buharı çıkarır. Su buharı ile
karbonik asidi, güneş ışığındaki enerji yardımıyle
birleştirerek ondan un, nişasta, yağ, şeker yapar.
Âdetâ bir fabrikadır. Bunları anlayabilen bir insan
bütün bunları hayranlıkla görür ve bu hârikayı yaratan
büyük kudrete, bir olan Allah’a ve O’nun
gönderdiği dîne candan inanır.
Din bizi, zararlı ve fenâ iş yapmaktan koruyan,
ihtiraslarımızı frenleyen, rûhumuzu besleyen ve temizleyen
iyi huyları meydana çıkararak insanları
hayırlı, yardımcı, büyüklerini dinler bir hâle getiren
İlâhî bir yoldur. Din, işlerde başarı için ümid
ve cesâ^et veren, başarısızlıklarda tesellî eden, ızdırapları
unutturan, insanlara yaşama gücü veren,
onu yetiştiren ve olgunlaştıran, Allah yolunu açan
ve toplumlan dünyâda huzûra, âhirette ise ebedî saâdete
kavuşturan bir kudret hazînesidir.
DİN
06
Kas