DÎVÂN; İslâm devletlerinde idârî, mâlî, askerî
meselelerin ve her türlü dâvâların görüşülüp gerekli
hükümlerin verildiği toplantı ve toplanılan
yer. Kelimenin târih içinde ortaya çıkışı, hazret-i
Ömer zamânma kadar uzanır. Hazret-i Ömer zamanında
Medine’de hükümet dâiresi teşkil edilerek,
maaş ve vazîfe defterleri tutulmuştur. İsimlerin
yazıldığı deftere toplanmış olmasından dolayı
dîvân adı verilmiştir.
Emevî Devletinde belli başlı dört dîvân vardı.
İdârî işler bu dîvânlar vâsıtasıyla yürütülürdü.
Bunlar:
1. Dîvân-ül-Harâc: Mâlî işlerle ilgili dîvân.
Abdülmelik bm Mervân devrine kadar bu dîvânlar
Rumca ve Farsça yazılıyordu. Abdülmelik bin
Mervân, İran ve $am bölgesinin defterlerini Arapçâya
çevirtti. Daha sonra da oğlu Velîd halîfe olunca,
Mısır defterlerini Arapça’ya tercüme ettirdi. 2.
Dîvân-ür-Resâil: Bu dîvâna bakan reis, mektuplarla
ilgilenirdi. Bunlar merkezden vâlilere ve vâlilerden
de merkeze gönderilen mektuplardı. 3.
Dîvân-ül-Müstagallât: Çeşitli gelirlere bakan dîvân.
4. Dîvân-ül-Hatem: Hazret-i Muâviye tarafından
kurulan bu dîvândaki memurlar, halîfenin
emirlerini istinsâh ederek yâni nüshalarını çoğaltarak
gereken yerlere gönderme vazifesini yürütürlerdi.
Emirler yazılıp dürülerek iple bağlanır
ve mumla mühürlenirdi. Bu dört dîvândan başka,
emniyet teşkilâtının organizesi ve vazifeli, memurlara
maaş verilmesini, askerî harcamaların
tanzim edilmesini yürüten başka dîvânlar da vardı.
Yine posta işlerine bakan Dîvân-ül-Berîd de
hazret-i Muâviye zamânında kurulmuştur.
Abbâsîlerde de, devletin kuruluşundan îtibâren
işler, dîvân adı verilen muhtelif dâirelerde yürütüldü.
Abbâsîlerde, önce en büyük dâireye dîvân
denildi ise de, daha sonra muhtelif dâirelere de bu
isim verildi. Abbâsîlerin orta zamanlarında dîvânçok gelişme gösterdi. Devlet işlerini görüşmek ve
yürütmek için, devletin ileri gelenlerinden büyük
bir dîvân kurulurdu. Bu dîvânda; vezir, kâdılkudât
ve diğer vazifelilere ayrılmış yerler vardı. Halîfe
için de bir makam ayrılırdı. Ancak halîfe buraya
oturmaz, dîvâna bakan yüksek bir yerden, dîvândaki
müzâkereleri tâkib ederdi. Dîvânın üyeleri onu
görmezlerdi. Abbâsilerde dîvâna, Halîfe Mu’tasım
devrinde Dîvân-ı Adi denildi. Abbâsî Devletinde,
devlet teşkilâtı, Erbâb-ı Seyf ve Erbâb-ı
Kalem olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Vezir, hâcib,
nakîb, dîvân-ı mezâlim, Erbâb-ı Seyfden idi. Erbâb-
ı Kalem ise; dîvân erkânı, ulemâ, belediye
reisi, evkâf memurları ve diğer kalem erbâbıydı.
Abbâsî devrinden îtibâren ve daha sonraki senelerde
dîvân, bütün İslâm devletlerinde yaygın bir
hâle geldi.
Abbâsîler zamânında yönetim işlerini bir arada
yürüten Dîvân-ı İnşâ’dan başka yalnız halîfenin
husûsî mektuplarını yazıp gerekli yerlere gönderen,
Sultâniyât adıyla başka bir dîvân daha kuruldu.
Bunlardan başka umûmî işlere bakan Dîvânül-
Âm, adâlet işlerine bakan Dîvân-ül-Adl, Kâdılkudât,
Divitdâr, Hâcib, Nakîb gibi memurların
katıldığı dîvânlar da kuruldu. Yine halîfenin uygun
gördüğü işlere bakan Dîvân-üz-Zimâm, sarayda
memur olanların işlerini yürüten Dîvân-ül-
Aksâm, denetim vazifesini yapan Dîvân-üz-Zamân,
halkın devlet memurlarından dolayı şikâyetlerini
dinleyip ilgilenen Dîvân-üI-Mezâlim,
vâlilerin hesaplarına bakan Dîvân-üt-Tevkî’, vakıf
işlerini yürüten Dîvân-ül-Birr de, Abbâsîler zamânında
kurulan dîvânlar arasında yer aldı. Büyük
dîvânlara tâbi dîvânlar, yâni muhtelif devlet dâireleri
vardır. Büyük dîvâna âzâ olanlardan her biri,
ayrıca kendi vazîfe sâhasmı ilgilendiren işlerin
idâresi için reisi bulunduğu bir dîvâna sâhipti.
Devlete bağlı eyâletlerde de dîvânlar kurulmuştu.
Bu dîvânlar da, büyük dîvâna bağlı ve aynı esaslar
dâhilinde yürütülüyordu.
Müslüman-Türk devletlerinde de dîvânlar kurulmuştur.
Büyük Selçuklu Devletinde merkezde
veya hükümdârlarm bulundukları yerlerde umûmî
devlet işlerini yürüten ve Dîvân-ı Sultân adı verilen
büyük bir dîvân vardı. Bundan başka, merkezde
devletin mâlî, askerî, adlî, muharrerât gibi
işlerini yürüten ikinci derecede dîvânlar vardı.
Eyâletlerde de dîvânlar kurulmuştu. Vezir büyük
dîvânın reisi ve mesul âmiriydi. Buna Sâhib-i Dîvân-
ı devlet denilirdi. İlk zamanlarda bu dîvâna hükümdâr
başkanlık etmişse de, genelde idâreyi vezîr
yürütürdü. Büyük Selçuklu Devletinde hükümdârın
re’sen, yâni başlı başına verdiği emirler
de, dîvânda görüşülüp, istişâre ve müzâkere edildikten
sonra karara bağlanırdı. Kesin olarak bilinmemekle
berâber, kaynaklardan anlaşıldığınagöre; vezir, mâliye vekîli olan sâhib-i zimam velistifâ
veya müstevfî, sâhib-i tuğra veya tuğrâî denilen
nişancı veya münşî ve devletin umûmî müfettişi
müsrif ve millî müdâfaa vekîli olan emîr-i
ârız-ül-ceyş, dîvânın belli başlı üyeleriydiler.
Selçuklularda ilk dîvân, 1036 senesinde Tuğrul
Beyin başkanlığında toplanmaya başladı. Dîvân
haftada iki defâ toplanırdı. Kutalmışoğlu Süleymân
Şâh, Anadolu’ya gönderildiği zaman, Büyük Selçuklu
dîvânından onun maiyetine vezir ve devlet
ricâli verilmişti.
Selçuklu Devletinde büyük dîvândan başka
şu dîvânlar vardı:
1. Müstevfî Dîvânı: Bu dîvân, devletin mâlî
işlerine bakardı. Bütün mâlî işlerden mesuldü. Vilâyetlerdeki
Amîd denilen haraç ve tahsil memurları
bu dîvâna bağlıydı. Her vilâyetin varidâtmı
ve masraflarını tâyin, bu dîvâna âitti.
2. Tuğra ve İnşâ Dîvânı: Sultânın vilâyetlerle
ve eyâletlerle haberleşmesini sağlar, berat, nişan
veya menşur denilen hükümdâr tuğrasını taşıyan,
arâzi ve tâyinlere âit vesikaları verirdi. Dîvânın
reisine, Tuğra, İnşâ veya Tuğrâî adı verilirdi.
Bu dîvân, Tuğra ve Dîvân-ür-Resâil vel-İnşâ
olarak ikiye ayrılır ve İkincisinin reisine Münşî
denilirdi. Tuğrâînin bir vazîfesi de; sultan ava
çıktığı zaman, maiyetinde bulunup vezire vekâlet
etmekti.
3. Müsrif Dîvânı (Dîvân-ül-İşrâf): Bu dîvânın
vazîfesi, devletin mâlî ve askerî işlerinin yolunda
gidip gitmediğini teftiş etmekti. Dîvân reislerine
İşrâf-ı Memâlik, Sâhib ü Dîvân-ı İşrâfı
Memâlik veya İşrâf-ül-Memleke denirdi. Bu
reisler, son derece îtimâda şâyân, dîvân ve devlet
işlerinde tam bir vukûf sâhibi olan kimselerden seçilirdi.
Onlar da îcâb ettikçe, şehirlere ve nâhiyelere
vekil göndererek işleri inceletirlerdi. Bu vekillerde
de îtimâd ve liyâkat aranırdı.
4. Dîvân-ı Arız: Dîvân-ı Arz da denilen bu dîvânın
vazîfesi; askerin maaş ve levâzımâtım temin
etmekti. Bugünkü tâbirle Millî Savunma Bakanlığının
vazîfesini üstlenmişti. Ordunun levâzımâtına
ve ihtiyâçlarına bakan, maaşlarını veren, defterleri
tutup yoklamalarını yapan dîvândı. Reisine
Emîr-i Ârız denirdi.
Anadolu Selçuklu Devletinin mühim dâirelerinden
biri de Dîvân-ı Tuğra idi. Bütün menşûr,
berât ve nâmeler, bu dîvânda yazılır ve hükümdâr
alâmet ve tuğrası burada çekilirdi. Bu dâirenin
reisine Tuğrâî denirdi. Bunlar Arapça ve Farsçayı
iyi bilen âlim ve ediplerden tâyin edilirdi. Bir diğer
dîvân da Dîvân-ı İşrâf olup, devletin mâlî ve
idâri işlerini kontrol eder ve îcâb eden yerlere nâib,
yâni dîvân nâmına vekil memur gönderirdi.
Bir de adliye işlerine bakan Emîr Dâd Dîvânı
vardı. Tevkif işlerine bakardı. îcâb edince vezîri vediğer dîvân âzâlarmı da tevkif edebilirdi. İlhanlIlarda,
Akkoyunlularda ve Memlûklerde de dîvânlar
vardı. Bu dîvânların teşkilâtları, birbirine çok
benzemekteydi.
Selçuklularda, bu dîvânlann dışında, büyük dîvâna
dâhil olmayan dîvânlar da vardı. Şer’î işlerin
dışında kalan dâvâlara bakan Dîvân-ı Mezâlim,
posta işlerini gören Dîvân-ı Berîd bunlardandı. Dîvân-
ı Berîd’in reisi, Sâhib-i Berîd olarak anılırdı.
Bunu hükümdâr kendisi tâyin ederdi. Bu dîvân
vâsıtasıyla hükümdâr, memleketin her tarafından
haber alırdı. Memleketin dört bir ucundan haber
getirmek üzere Peykler, yâni piyâdeler (sâîler)
vazîfelendirilirdi.
Anadolu Selçuklularında ise devletin bütün
işlerini yürüten büyük dîvândan başka çeşitli dîvânlar
vardı. Büyük dîvâna, Dîvân-ı Saltanat veya
Dîvân-ı Âlî denirdi. Bu dîvâna vezîr, îcâb edince
de hükümdâr başkanlık ederdi. Büyük dîvândan
başka, büyük dîvân tarafından kendilerine havâle
edilen işleri gören ikinci derecede dîvânlar vardı.
Bu dîvânlar Niyâbet-i Saltanat veya Niyâbet-i
Hazret, Müstevfî, Pervâne, Tuğrâ veya İnşâ,
Ârız, İşrâf-ı Memâlik dîvânlarıydı. Bu dîvânların
reisleri, büyük dîvânın âzâlarından idiler. İkinci
derecedeki dîvânlardan Niyâbet-i Saltanat makâmmdaki
kimse, vezirden sonra gelirdi ve hükümdâr
merkezde bulunmadığı zaman, ona âit
devlet işlerine bakardı. Niyâbet-i Hazret; Anadolu
Selçukluları, Moğolların nüfûzu altına düştükten
sonra, Moğollar adına Selçuklu idâresinde söz
sâhibi olan nâibe verilen addı. Devletin bütün mâlî
işlerine Dîvân-ı İstifâ bakardı. Yalnız arâzi ve iktâ
defterleri ve onların muâmeleleri, büyük dîvâna
ve bu dîvâna bağlı Pervâne denilen dîvâna bırakılırdı.
Pervâne, büyük dîvânda bulunan arâzi
defterlerinde, has ve iktâ yâni dirlik olan timara âit
tevcihâtı yapan ve buna dâir menşûr ve beratları
hazırlayan mühim bir dâireydi. Bu dâirenin reisine
Pervâneci ve bu berât ve menşûrlara da Pervâne
denilmiştir.
Osmanlı Devletinde ise devlet işlerini yürüten,
gerekli kararları alan devlet yetkililerinin toplandığı
yüksek kurul anlamına gelen dîvân vardı. Bu
durum, devletin daha kuruluş yıllarında ortaya
çıkmıştı. Kısa zamanda vazîfesi ve vazifesinin sınırları
üzerinde duracağı kânunları tesbit edilmiş
bir hâle gelen dîvân, bütün devlet kuruluşlarının üstünde
husûsî bir ad ile anılmaya başlandı. En büyük
dîvân, Dîvân-ı Hümâyûndu. (Bkz. Dîvân-ı
Hümâyûn)
Dîvân kelimesinin hazret-i Ömer zamânındaki
mânâsı, göz önüne alınınca, “yazıya geçme”
“defter tutma” gibi bir anlamla karşılaşırız. Buradan
hareketle şâirlerden bâzıları yazdıkları şiirleri
deftere geçirmişler, böylece şiir defterleri, yâni dîvânlar ortaya çıkmıştır. Bu şiirler yalnız bir
şâire âit olup, sâdece bir şâirin şiirlerinin toplandığı
defterlere “dîvân” adı verilmiştir. Bu şekilde
ortaya konan dîvânlar, İslâmî Edebiyatta başlangıçtan
beri görülegelmiştir. Türk Edebiyâtında
ise, Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri
ile ortaya konmuş, bunu doğu ve batı Türklüğünde
yazılan dîvânlar tâkib etmiştir. Fâtih devrine
gelinceye kadar Yûnus Emre, Ahmedî, Şeyhî gibi
şâirler birer dîvân bırakmışlar, Fâtih’ten sonra ise,
başta bâzı Osmanlı pâdişâhları olmak üzere dîvânlar
yazmışlardır.
Dîvânlar, yığma veya gelişi güzel bir şekilde
olmayıp, belirli bir tertibe göre düzenlenmişlerdir.
Bu tertipte başta kasidelerin bulunduğu “kasâid”,
sonra gazellerin bulunduğu “gazeliyât”, bunu da
beyit, kıta, rubâî, târih ve mısralar ile çeşitli şiirlerin
yer aldığı “müfred” kısımları tâkib eder. Bu
şiirlerde de konu olarak bir düzenleme vardır. Önce
münâcât, tevhid, nâtlar bulunur
DÎVÂN
06
Kas