D İY A L E K T ; Alm. Dialekt (m), Fr. Dialecte
(m), İng. Dialect. Bir dilin, husûsiyetler tayışan en
küçük kolu. Lâtincede dialectus, Grekçede dialektos
olarak geçmektedir. Kelime bu durumu ile
batı dillerinden gelmiştir.
Diyalekt; bir dilin belirli bir bölgede konuşulan
ve mahallî husûsiyetler taşıyan en küçük kolu
olup, ağız da denmektedir. Diyalektle uğraşan
ilim kolu ise diyalektoloji olarak adlandırılmaktadır.
Diyalekt, belirli bir yere âit oluşundan dolayı
sınırlıdır. Bu bakımdan en yakın mesâfede birbirine
komşu birkaç diyalekt bulunabilir. Diyalekt,
yâni ağızın, konuşulduğu bölgenin her yönüyle
husûsiyetlerini taşıdığını, tâbi olduğu ana dile paralel
bir gelişmenin yanında, az da olsa kendine has
kelime türetmeye yönelerek, imkânlarını zorladığını
bilmek gerekir.
Sınırlı olmasından dolayı, târih içinde yüzyıllarca
dar bir mahalde konuşulan ağzın, mensup
olduğu yazı dilinden ayrılıklar göstermesi pek tabiîdir.
Çünkü yazı dili bir milletin kültürünün muhâfazası
için gelişmiş, başka dillerle münâsebette
bulunmuş, kendi kâideleri içinde yeni dil unsurları
hâsıl etmiş, başka dillerden aldığı yabancı kelimeleri
kânunlarına uydurmuş ve kendisine mensup
ağızlarda hâkim olarak varlığını sürdürmüştür.
Ağız ise, şâyet yazılı mahallî metinleri varsa mensûbu
bulunduğu dille ayrıldıkları noktaları o ölçüde
takib etmek mümkündür. Ağızdaki gelişme, hep
sözde kalması sebebiyle yazı diline nisbetle daha
hızlıdır. Bu yüzden bâzan bir ağız ile mensûbu
bulunduğu kültür, yâni yazı dili arasında büyük ayrılıklar
ortaya çıkabilir. Hattâ, bugün Rusya ve
Türkî cumhûriyetlerde olduğu gibi, bu durum kasıtlı
olarak kullanılır ve her bölgeye ayrı bir alfabe
konulursa, bir milletin arasındaki anlaşma sınırlandırılmış
ve kontrol altına alınmış olur. Ayrıca
aradaki ufak farklardan hareket edilerek zamanla
aynı dilin başka başka iki şekli ortaya çıkarılmış
olur. Bu da bir milletin parçalanması için kâfi sebeptir.
Ağızın zamâna ve tekniğe tahammülü yoktur.
Teknik, bir ağızın tesbitinde ne kadar fayda sağlarsa,
girdiği bölgenin ağızını da derhal değiştirmeye
yönelir. Bilhassa radyo, televizyon ve videonungirdiği yerlerdeki konuşma hemen değişikliğe
uğrar ve kültür, yâni yazı dilinin bu vâsıtalarla
ağıza tesiri bölge diyalektine hâkimiyet sağlar.
Böylece ağız mensûbu bulunduğu yazı diline iltihak
etmiş olur. Bunun yanında bölgenin dışarıyla
temas eden insanlarıyla, dışarıya gitmeyen ve dar
coğrafyasında hayat süren insanları arasında da
ağız yönünden farklar görülür. Dışarı giden insanlar
bölge ağızına, bölgeye yabancı dil unsurları
getirdikleri gibi ağızlarını da muhâfaza etmezler.
Aynı şey, okuma yazma bilen ve bilmeyen insanlar
arasında da söz konusudur. Okumuş yazmış
insanların ağızlarında yazı dilinin tesiri çok fazladır.
Okuma yazma bilmeyen kişiler ise yalnız
duyduklarıyla kalıp ağızlarını muhâfaza ederler. Şu
hâlde ağızm tekniğe ve medeniyete tahammülü
çok azdır.
Ağız, mensubu bulunduğu kültür dili ile aynı
dile bağlı lehçe ve şîvelerde bâzı meselelerini
aydınlatmada ipuçlarına sâhiptir. Ayrıca bir dilin
târih içindeki gelişimi, diğer lehçe ve şîvelerle
mukâyese imkânını da vermektedir. Bunun yanında
yazı dilinin beslenmesi ve geliştirilmesinde
diyalektlerin, yâni ağızların oynadığı rol çok
büyüktür. Fakat şurası açıktır ki, Türkçenin diyalektleri
henüz istenildiği gibi tesbit edilmiş
olmadığı gibi, bu ağızların tesbiti için gerekli
çalışmalar da yapılmış değildir. Hattâ yaşayan
ağızlar için bir arşivden de mahrum bulunmaktayız.
Batı ülkelerinde bu çalışmalar 100 seneyi
aşkın bir süredir tesbit edilmeye çalışılmış, arşivler
kurulmuş ve diyalektoloji ile ilgili olarak,
dil atlasları bile yapılmıştır.
Almanya’da diyalekt çalışmaları 19. asırda
başlamış olmasına rağmen, temeli bir hayli gerilere
götürülebilir. Luther bile eserini meydana
getirirken halk diline gitmeyi ihmâl etmemiştir.
Bu ülkede asıl diyalekt çalışmaları J.Grimm ile
başlamıştır. J.Grimm târihî dil araştırmalarıyla Alman
diyalekt araştırmalarını sağlam bir yola sokmuştur.
Fakat Almanya’da asıl diyalekt araştırmalarına
romantizmin dayandığı millî ve târihî
varlığa duyulan arzu sebeb olmuştur. Böylece
millî düşüncenin temeli sayılan dil üzerine J.
Grimm, F. Bopp ve W.V.Humbold çalışmalara
başlamışlardır. Bavyeralı A. Schmeller (1785-
1852) de bölgesinin ağızlarını gramer bakımından
incelemiş ve diyalektoloji (ağız çalışmaları)nin
kurucusu olmuştur. A. Schmeller ağızları fonetik
ve morfolojik (ses ve yapı) bakımından dilin eski
çağlarını aydınlatan bir vâsıta olarak kabul
etmiştir. Bu bilginden sonra Almanya’da ağız incelemeleri
ve araştırmalarının en önde gelen hedefi
ağızların tasnifini yapmak olmuştur. Hattâ
1876 yılından sonra sesi esas alan gramerciler ortaya
çıkmıştır. Bütün bu çalışmalar mahallî ağızların ses ve yapısı ile kelime servetini ve cümle
yapısını ihtivâ eden tasvirî gramerlerin yazılmasını
sağlarken; ağızlara has fonograf arşivlerinin
meydana getirilmesini ve neticede G.Venkerin
gayretleri Alman Devleti Dil Atlasını yapmaya
kadar götürmüştür.
Buna paralel olarak Fransa’da da diyalekt çalışmaları
yapılmış ve Fransa Dil Atlası ortaya
konmuştur. Fransa’da bu işi başlatanlar Tourtoulon
ve Bringuier olmuş; J.Gillieron ile öğrencisi
E. Edmond da teşkilâtlandırmışlardır. Son iki
bilgin işe başlarken Almanya’daki çalışma ve
tecrübelerden faydalanmışlarsa da vâsıtasız bir
metod tâkib etmişlerdir. Onlar Fransa’da 639 yer
seçerek dil malzemesi derlediler. Ayrıca ağızlardaki
kelime servetini toplamayı da ihmâl etmediler.
Neticede 1903 yılında Gillieron ve Edmond
Fransız Dil Atlası’nın elli ciltlik haritasını yayına
muvaffak oldular. Eser milyondan fazla dil
şeklini ihtivâ ediyor ve 1920 haritadan meydana
geliyordu.
Türkçe için bu araştırmalar, devrine göre,
bütün Türk lehçe ve şivelerini içine alır mâhiyette;
daha 11. asırda büyük Türk dilcisi ve Türkçe
müdâfii Kaşgarlı Mahmud’la başlamıştır. Kaşgarlı’dan
bu yana ele geçmemiş eserler hâriç,
Türk diyalekti meşhur Türkolog W.Radloff a kadar
bu alandaki çalışmalar durmuştur. Kaşgarlı
Mahmud’un yolundan giden Radloff bilhassa
Türkiye dışı Türklerinin ağız malzemelerini toplayarak
bu alanda Türkolojinin önde gelen hâdimi
olmuştur. 10 cilt tutan Proben’i çeşitli Türk şivelerine
âit diyalekt malzemesini ihtivâ etmektedir.
Proben’in 7. cildi Türkiye ağızlarına ayrılmış
fakat bu toplamayı Macar Kunoş yapmıştır.
Dil Kurumu’nun kurulmasıyle halk ağzına açılış
başlamış, bir yandan bu Kurum, diğer bir yandan
da üniversitelerimiz olmak üzere diyalekt
malzemeleri toplatılmış, hattâ bu malzemelerin
bir kısmı incelenmiş, Türkiye ağızlarından toplanan
kelime serveti Derleme Dergisi adı altında on
iki ciltlik olarak neşredilmiştir. Fakat Türk dilinde
uydurmacılık ile tasfiyeciliğin açtığı yara, yazı
dilimizi bir hayli yozlaştırmış, ağızlardan gelen
kelime serveti kültür dilimizin içinde yer alamamış,
girenler de ekseriyetle yanlış olarak kullanılmıştır.
Anadolu ağızlarıyla ilgili ilk büyük derleme
Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun gayretleri ile ortaya
çıkarılmış ve 8 cildin üstünde eser meydana getirilmiştir.
Bundan başka çeşitli üniversitelerimizin
mensupları araştırmalara katılmışlar, ağızlar
üzerinde doktora tezleri hazırlanmış ve Prof. Dr.
Zeynep Korkmaz gibi araştırmacılarımız bu çalışmaları
günden güne ileri götürmüşlerdir. AyrıAyrıca
başta Prof. Dr. Sadettin Buluç’un başlattığı çalışma
ile yapılan araştırmaların bibliyografyaları
ilim erbâbma tanıtılmaya çalışılmıştır. Türkiye
ağızlarının en derli toplu bibliyografyası geniş bir
şekilde Prof. Dr. Tuncer Gülensoy tarafından Anadolu
ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası adıyla
ortaya konmuştur. Henüz Türkiye ağızları üzerinde
bir dil atlasımız olmadığı gibi ağızlardan toplanan
malzeme, uydurmacılık yüzünden yazı dilimize
mâl edilememiş ve dilimizin zenginleşmesi
gerçekleştirilememiştir.
DİYALEKT
06
Kas