wiki

KUR’ÂN ÖĞRENMEK KONUSUNDA PEYGAMBERİN (S.A.V.) HER MÜSLÜMANA OLAN EMİRLERİ HARKINDAKİ HADÎSLER

Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Kur’ân’ı öğrenin ve okuyun! Çünkü Kur’ân’ı öğrenip okuyan ve onun hükümleriyle amel edip yaşayanın misâli, içi misk dolu bir keseye benzer; kokusu her yana yayılır. Kur’ân’ı okuyup onu sadece içinde tutan, ağzı düğümlü misk torbasına benzer.»*8 Mesâbîh’te de böyle nakledilmiştir. Peygamber (SA.V.) Efendimizin «okuyunuz» emri, onuöğrendikten sonraya işârettir. Çünkü ilim ancak öğrenmekle, (öğretimle) elde edilir. Ve tecvidin vâcib olduğu hadîsten anlaşılıyor. Aynı zamanda tecvîd, o konuda yetişmiş üstadların ağzından öğrenilebilir. Hadîsin mânası bu açıklamaya göre şöyle oluyor: Kur’ân’ı öğrenin, tilâvetine devam edin ve bunu hak- kıyle yerine getirin, gereğiyle amel edin! Aliyyü’l-Kaarî de aynı izahı yapmıştır. Sahîh rivâyete göre, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Ferâizi ve Kur’ân’ı öğrenin ve bunları insanlara öğretin. Çünkü bir gün aranızdan ayrılacağım.»5” Bunun içindir ki Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) biliyordu ki, farz namazların hükümleri, tecvîdin hüküm ve kaideleri, harflerin mahreç ve sıfatları, mütevatir kırâet ancak kendisinden alınabilir, yâni O’ndan öğrenilebilir. Peygamber (S.A.V.) bununla şunu ifâde ediyordu: Bunları, aranızda bulunduğum müddetçe benden öğrenin. Çünkü ben de bir gün aranızdan ayrılacağım. Aynı açıklamaya Mecâlis-i Rumî’de de yer verilmiştir Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bir gün Ubeyy bin Kâ’b’a dedi ki: — Allah şüphesiz ki sana Kur’ân’ı okumamla bana emretti! Yâni sana Kur’ân öğretmekle emrolundum. Bunun üzerine Hz. Ubeyy (R.A.) : — Allah mı benim ismimi sana andı? Diye sordu. Peygamber (S.A.V.) : — Evet, Allah senin ismini andı. Bu müjdeyi duyan Ubeyy Hazretleri sevincinden ağladı. Tefsîrciler diyor ki: Allah, Resûlüne, Ubeyy bin KaVa harflerin mahreçleri, sıfatları ve mütevatir Kur’ân ahkâmı gibi tecvîd kaidelerini öğretmesi hususunda emretmiştir. Peygamber (S.A.V.) nasıl bunlan Cibrîl-i Emîn’den öğrenip aldıysa, Ubeyy de Resûlüllah’dan (S.A.V.) öğrenip alsın diye… Nitekim Hz Ubeyy de bütün gayretini ve azmini en yüksek mânada sarfederek Kur’ân’ı hıfzetti ve üzerinde o kadar titizlikgösterdi ki bu hususta imam oldu. Onun ulaştığı müsbet sonucu gören Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Kur’ân’ı en uygun okuyanınız Ubeyy’dir!» Böylece halef seleften bu ölçtü ve tertip üzere Kur’ân’ı alıp öğrendi. Tâbiînden bir çok zat Kur’ân’ı Ubeyy’den teallüm edip aldı. Başkaları da/ tabiînden öğrenip aldılar. Ve bu sırr-ı Kur’ân devam edip geldi, günümüze kadar ulaştı. Tabakatü’l-Kurrâ’da deniliyor ki: — Ebû Hüreyre, îbni Abbas, Abdullah bin Sâib gibi büyük sahâbîler Ubeyy’den çok şeyler öğrendiler. îbni Abbas ayrıca Hazret-i Zeyd’den de kırâet usûlünü aldı. Ve bunlardan da tabiînlerden bir çok zâtlar öğrenip aldılar. Bunun için şâir dört mısraında üstaddan öğrenmenin önemine değinerek ^iyor ki:
«İlmi üstadın ağzmdan alan kimse, Kayıp değişikliğe uğramaktan Harem’de olur. İlmi sahifeden alıp bununla yetinen, Onun ilmi, ehl-i ilim yanmda yok sayılır.» Büyük sahâbî Abdullah bin Amr bin Âs rivâyet ediyor: «Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’den şöyle buyurduğunu işittim: «Kur’ân’ı dört kişiden alın (öğrenin) : Abdullah bin Mes’ud, Sâlim, Muaz bin Cebel, Ubeyy bin Kâ’b…» (Allah hepsinden râzı olsun!) Bu dört zattan ikisi muhâcirlerden, ikisi de ensârdandır. Sâlim, Ma’kal’in oğlu ve Ebû Huzeyfe’nin azâdlı kölesidir. Bu dördü de Kur’ân tecvidinde asr-ı saâdette temâyüz etmiş zatlardır. Sâlim Yemame savaşında şehîd düşmüş, Muaz bin Cebel. Hazret-i Ömer’in hilâfet yıllarında vefât etmiş, Ubeyy bin Kâ’b ve İbni Mes’ud da Hazret-i Osman’ın hilâfeti yıllarında vefât etmişlerdir. Zeyd bin Sâbit onlardan sonra baş vurulacak tek merci’ olarak kalmış ve uzun yıllar daha yaşamıştır.60 Yapılan sahîh rivâyete göre îbni Mes’ud (R.A.) şöyle de
miştir: «Kur’ân’ı tecvîd üzere okuyun. Çünkü tecvîd Kur’ân’ın süsüdür.» Tecvîd: Harflerin hakkını vermek, onların tertip ve sıfatlarını bilmek, harfleri mahreçlerine çevirerek okumaktır. Aslı ise: Konuşmayı inceliğiyle yapmak, israfa kaçmadan, külfete katlanmadan telâffuz edip dane dane kelimeleri telâffuz etmektir. Buna işâretle Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Kim yarın Kur’ân’ı indiği gibi okumak istiyorsa, İbni Mes’ud’un okuduğu gibi okusun!» Çünkü îbni Mes’ud Hazretleri’ne Kur’ân’ı tecvîd üzere okumakta büyük bir pay verilmişti.*1 İmam Bağavî, MEALÎMU’T-TENZÎL adlı tefsirinin önsözünde diyor ki: «Bilinmeli ki, din büyükleri Kur’ân’m mânasını anlamakla yükümlü bulundukları gibi, onun hududunu (cezâî müeyyidelerini) yerine getirmek ve kelimelerini tashîh etmek ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’den nakledilegelen, imamlar tarafından muhafaza edilen harflerinin sıfatlarını ve mahreçlerine uygunluğunu yerine getirmekle de yükümlüdürler. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da Resûlüllah’a muhalefet etmek, O’nun koymuş olduğu prensip ve âdâbları aşmak câiz değildir. Halk ise bu mevzuda me’cur olan iyi, günahkâr olan kötü arasında bulunuyor veya ma’zur sayılıyordu. Allah kelâmını dosdoğru Arapçasıyla tashihe güç getirebilen kimse böyle yapmayıp da başka bir dil üzerine döner, kendini bu konuda müstağni sayıp görüşünü benimser, ona Kur’ân’m kırâetini Ölçülü öğretecek olan âlime gitmez, bildiklerini düzeltmez ve böyle yapmayı gururuna yediremezse, şüphesiz ki o kusur içindedir ve günahkârdır. Ama dili bir türlü fasîh Arapçaya yatmayan ve kendisini doğruya götürecek kimse bulamayan ise ma’zur sayılır. Allah ise kişiye ancak gücünün yetebileceğini yükler. Ne var ki onun da bu hususta elinden gelen gayreti sarfetmesi gerekir. Belki Allah ona kolay gelen bir durum meydana getiril.»®2 Bazısına göre: İlim malûmata tâbi’dir. O takdirde bu ilmin farz ı ayn olması gerekiyor. Şöyle ki: Malûmat farz ise ona olan ilim de farzdır, o vâcibse bu da vâcib, o sünnetse bu da sünnet, o müstehabsa bu da müstehab, o mübahsa bu da mübah, o haramsa bu da haramdır… Bu nedenle sihir öğrenmek haram kılınmıştır. Ama haramdan sakınmayı öğreten ilim farzdır. Mekrûhtan insanı kurtaran ilim ise, vâcibdir. Şeyhülislâm Ebû Suud Efendi diyor ki: «Tecvîd ilmini öğrenmek, Kur’ân okuyan herkese farz-ı ayndır.» Şeyh İmam Ebû Abdillah Nasr bin Ali bin Muhammed eş- Şirâzî, vücûhu’l-Kur’ân hakkındaki el-Muvazzah adlı kitabında diyor ki: «Kırâeti güzelce yerine getirmek farzdır. Kur’ân okuyana vâeib olar , Kur’ân’ı hakkını vererek okumak, onu her türlü yanlış ve hatâdan korumaktır.» Bazısı da diyor ki: Kur’ân okuyan herkese —nasıl olursa olsun— tecvîd öğrenmek vâcibdir. Çünkü Kur’ân’ın elfâzı- nı değiştirmeye ruhsat yoktur, zarurî haller müstesnâ. Allah buyuruyor ki: «O eğriliği olmayan, Arapça bir Kur’- ân’dır. Belki sakınırlar.»** en-Neşrü’l-Kebîr adlı kitapta da bu hususa yer verilmiştir. Meşâyihtan bir kısmı diyor ki: — Kur’ân’m bir bölümünü veya ondaki İlâhî esmâyı vird edinen kimseye gerekir ki, önce harflerin mahreçlerini ve sıfatlarını tashîh ede..

Böyle yapmazsa kırâetinde te’sir görmez ve matlûb olan neticeye ulaşamaz. Çünkü Kur’ân’m özellikleri ve sırları ancak mânalarının sıhhatiyle oluşur. Mânalar ise ancak kelimelerin sıhhatiyle meydana gelir. Kelimeler ise ancak harflerin sıhhatiyle vücûd bulur. Harfler de ancak mah
reçlerinin sıhhatiyle hâsıl olur, sıfatlarının bilinmesiyle gerçekleşir» Harfler için lüzumlu olan sıfatlar değişince, lügat değişir. Lügat değişince ve bu değişme ölçüyü aşınca mânalar değişir, esrar-ı Kur’ân kaybolur. Bu yüzden namaz fâsid olur. Vasayâ-i Kudsî’de de böyle belirtilmiştir. Bunun içindir ki Muhammed el-Cezerî bir nazmında diyor ki: «Tecvidi alıp öğrenmek kesinlikle lâzımdır, Kur’ân’ı tecvîd ile okumayan kimse günahkârdır.» Çünkü Kur’ân Allah’tan tecvîd ile inmiş ve bize o ölçüde ulaşmıştır.

Cezerî bu mısra’lanyla şunu ifâde etmek istiyor: Tecvîd kaidelerine riâyet etmek ve Kur’ân’ı tecvîdle öğrenmek farz-ı ayındır ve Kur’ân okuyan herkese lâzımdır. Çünkü Cenâb-ı Hak onu tecvîd ile indirmiş ve o Levh-i Mahfuz vasıtasiyle Cebrail’e, ondan da Resûlüllah’a, O’ndan da sahâbeye, sahâ- beden de sonra gelenlere böyle ulaşmıştır. O halde Kur’ân’ı indiği ölçüde okumayan kimse Allah’a muhalefet etmiş sayılır. Resûlüllah’ı (S.A.V.) bu konuda taklîd etmemiş olur. Allah ve Resûlüne muhalefet eden âsi ve günahkâr sayılır. Âsi ve günahkâr kimse ise cezâ görecektir.

O halde işlendiğinde se- vâb. terkedildiğinde cezâ gerektiren bir fiili terketmek haramdır Bu takdirde tecvîdi terketmek de haramdır. Hazret-i Ali’den (R.A.) soruldu : «Ve rettili’l-Kur’âne tertîlen…» âyetinin mânası nedir? îmam Ali (R.A.) şu cevabı verdi: — Harflerin tecvidi, vakfelerin bilinmesi (cümlelerin sonunda durulmasıdır. Allah peygamberine tecvîd ile emretmiştir. Peygamber de (S.A.V.) kendisine indiği gibi Kur’ân’ı okumuştur. Âyetteki hitap her ne kadar Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’eyse de, maksad ve murad onun ümmetidir .M İbni Abbas (R.A.) diyor ki:

— Kur’ân’ı Peygamber (SA.V.) Efendimiz gibi tertîl üzere okuyun! Ben, bir sûreyi tertîl üzere okumamı, bütün Kur’- ân’ı tertîlsiz okumama tercih ederim. îbni Hacer (rahmetullahi aleyh) diyor ki: — Harflerin mahreçlerine riâyet eden, med ve iddigamı, ihfâ ve izhân ve diğer tecvîd kaidelerini bilen kurrâ’dan öğrenmek vâcibdir, ona muhalefet etmek ise haramdır.*8

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir