Allâme Şeyh îbni Cezerî, en-Neşrü’l-Kebîr adlı eserinin önsözünde diyor ki: însan ancak bildiği nisbette şereflenir ve aklettiği ölçüde üstünlük sağlar, fazilete erişir. Sâhip olduğu şey ııisbetinde ve arkadaşlık kurduğu kimse değerinde soylu sayılır. Kur’ân Allah’ın en büyük kitabı olduğu ve indiği peygamberin en üstün peygamber olarak bulunduğu, ümmetinin de en üstün ümmet olduğu ve insanlar arasında insanların hayrına çıkarılmış bir ümmet özelliğini taşıdığı için, Kur’ân’ı kalbinde, dimağında taşıyanlar da bu ümmetin en şereflileri ve Kur’ân okuyanlar bu milletin en üstünü sayılır. Bu konuda Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Sizin hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.» Diğer bir hadîste ise: «Sizin en üstününüz, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir. »66 Yine bu konuyla ilgili diğer bir hadîste şöyle buyuruluyor: «Sizden hanginiz her sabah Bethân veya el-Akîk’a gider de büyük hörgüçlü gelişken iki deve beraberinde getirir, günah işlemeden merhamet bağlarını kesmeden?» Bunun üzerine ashâb-ı kirâm : — Hepimiz bunu arzu ederiz, ya Resûlellah! diye cevap verdiler.Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) Efendimiz : — Sizden biriniz sabahleyin kalkıp Mescid’e giderek Kur’ân öğrenmiyor mu veya Allah’ın Kitabından iki âyet okumuyor mu? İşte bu ona üç deveden hayırlıdır. Dört âyet öğrenmesi ya da okuması dört deveden hayırlıdır…®7 buyurdu. Abdullah bin Mes’ud’dan (R.A.) yapılan sahîh rivâyette ise Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Sizin hayırlınız, Kur’ân’ı okuyan ve okutandır.»68 Ayrıca İbni Düreys ve İbni Merdeveyh’in İbni Mes’ud’dan (R,A.) rivâyet ettikleri hadîste, Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki: «Sizin en şerefli ve en hayırlılarınız, Kur’ân’ı okuyan ve okutandır.» Diğer bir hadîste de: «Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.»69 Hadîslerden çıkan sonuç şudur: Sözlerin en hayırlısı Allah sözüdür. İnsanların hayırlısı, peygamberlerden sonra, Kur’- ân’ı öğrenen ve öğreten kimsedir. Kur’ân okumayı diğer şeyleri okumaya tercîh edenler hayırlılarımzdır.70 Kudsî hadîste ise şöyle buyurulmuştur: «Kur’ân kimi beni zikretmekten ve benden bir şey istemekten meşgul edip alıkoyarsa, dilekte bulunanlara verilenin en üstününü ona veririm.»71 Hâfız İbni Alâ’ el-Hemedânî bu hadîsin rivâyet yollarını bir araya getirip şu neticeyi çıkarmıştır: «Kur’ân öğrenmek ve öğretmek kimi bana duâ etmekten ve benden bir şey istemekten alıkoyarsa…» Allah onun muradını en güzel şekilde verir, istekte bulunanlara verilenin çok üstünü ona sunulur. O halde Kur’ân ile meşgul olan zannetmesin ki, Allah’tanbir şey istemediği zaman kendisine bir şey verilmiyecektir. Bilâkis kendisine en mükemmeli verilecektir. Çünkü kim Allah içinse, Allah da onun içindir.” Ebû Ümâme’nin yapmış olduğu rivâyette, Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki: «Allah kitabından bir âyet öğrenen kimseyi kıyâmet gîmü, yüzünde tebessüm olduğu halde ben karşılarım!»” Ebû Zerr’in (R.A.) yapmış olduğu rivâyette, Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki: «Sabahlayıp Allah’ın kitabından bir âyet öğrenmen sana yüz rek’ât (nâfile) namaz kılmandan hayırlıdır.»74 Konumuzla ilgili diğer hadisleri sıralıyoruz : «Allah’ın kitabını öğrenen ve sonra Kitab’da olana uyup amel eden kimseyi Allah sapıklıktan kurtarıp doğru yola kavuşturur ve kıyâmet günü onu kötü bir hesaptan korur.»75 «Ya Ebâ Hüreyre! Kur’ân’ı öğren ve öğret, ölüm sana gelinceye kadar buna devam et. Bu halde bulunduğunda ölüm sana gelecek olursa, mü’minler Beytullah’ı tavâf ettiği gibi, melekler de senin kabrine haccedeceklerdir.»76 «Kur’ân’ı yeteri kadar bilen kimse, şerefli saygıdeğer yazıcı meleklerle beraberdir. Kur’ân’ı okuyan ve onda zorluk çeken kimseye iki sevâp vardır.»77 «Allah’m insanlardan iki ehli (yakını) vardır!» Soruldu: «Onlar kimlerdir yâ Resûlellah?» Cevap verdi: «Kur’ân ehli Allah’ın ehli ve hassesidirier.»78 îmam Ebû Abdirrahman es-Sülemî (tabiîn-i kirâmdandır) diyor ki: Hazret-i Osman’dan (R.A.) rivâyet edilen «Sizin hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreten kimsedir» meâlindeki hadîs- dir ki beni şu bulunduğum yerde oturttu.» Bununla Kûfe’deki câmii gösteriyordu. Orada Kur’ân öğretiyor ve saygıdeğer mev- kiiyle birlikte Kur’ân okuyordu. Ebû Abdirrahman geniş ilmine ve halkm da o ilme olan ihtiyacına rağmen Kur an ile meşgul oluyordu. Tam kırk yıl Küfe camiinde bu hizmeti yaptı. Haşan ile Hüseyn (R.A.) ona karşı Kur’ân okudular. Evet, selef de böyle idi, hiç bir şeyi Kur’ân okumaya denk tutmazlardı. Şekik bin. Ebî Vâil’in yaptığı rivâyete göre, Abdullah bin Mes’ud’a (R.A.) denildi ki : — Siz az oruç tutuyorsunuz?
Cevap verdi:
— Oruç tuttuğum zaman zayıflıyorum, bu yüzden fazla Kur’ân okuyamıyorum; halbuki Kur’ân okumak bana daha sevimlidir. en-Neşrü’l-Kebîr’de de aynı hususa yer verilmiştir. Bu iki hadîsten anlaşılıyor ki: Kur’ân okumak, iyi amellerin en üstünüdür. Çünkü Kur’ân öğrenen ve öğreten kimse insanların en üstünü, ya da en hayırlısı olduğu buna delâlet etmektedir. Kur’ân öğrenmek mi, fıkıh tahsil etmek mi daha üstündür? diye soracak olursanız, şu cevabı veririz: îbni Cevzî bu hususta diyor ki: Kur’ân’dan ve fıkıhtan lüzumu kadar öğrenmek farz ı kifâyedir. Bir kısım müslümanlarm bunu yerine getirmesiyle diğerlerinden sâkıt olur. Lüzumundan fazla öğrenmek ise, ileri gelenler hakkında vâcibdir ve bu ölçüyle, fıkıh bile meşgul olmak, Kur’ân okumaktan efdaldir. Bu efdaliyyet şüphesiz ki insan ihtiyacına nisbetledir. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz devrinde ise, Kur’ân okuyanlar aynı zamanda dinde çok bilgili kimseler idiler. Bu bakımdan Kur’ân’ı iyi bilen namazda takdîm ediliyordu.