Fâtiha’nın otuz ismi olduğu rivâyet edilmiştir. İsimlerin çokluğu şüphesiz ki ismi alan şey’in şerefine delâlet eder. İ. FÂTİHATÜ’-KİTÂB Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz: «Fâtihatü’l-Kitab, Ümmü’l- Kur’ân = Kur’ân’m aslı ve anasıdır. O yedi ikilidir.»822 Fâtiha’ya bu ismin verilmesi, mushaf lara onunla başlandığı, Kur’ân okunduğu, öğretildiği ve namaz kılındığı zaman onunla açış yapıldığı içindir. Bazısına göre, ilk inen sûre olduğu için ona bu isim verilmiştir. Bazısı da LEVH-Î MAHFUZ’a ilk yazılan sûre olduğu için, bu ismi almıştır, diyor. Mersiy diyor ki: Bu sahîh bir nakle muhtaçtır. Bazısı ise, «el-Hamdü, her şeyin açış anahtarı olduğu için ona bu isim verilmiştir» diyor. Bazısı da «Fâtiha, her kitabın anahtarı olduğu için, bu adı almıştır» diyor. Mersiy bunu naklettikten sonra sahîh görmediği için reddetmiştir. Her kitabın açışı EL-HAMDÜ ile yapılmıştır; sûrenin tamamiy- le değil, diye ilâve etmiştir. Hem el-KÎTAB’dan maksad, zâhir mânaya göre Kur’ân’dır, kitab cinsi değildir. Çünkü onun bir isminin de FÂTİHATÜ’L-KUR’ÂN olduğu rivâyet edilmiştir. O halde Kitab’dan ve Kur’ân’dan aynı şey kasdedilmiş oluyor. 2. FÂTİHATÜ’L-KUR’ÂN Nitekim Mürsiy buna işâret etmişti. Fâtiha, dünyadaki maksadlarm anahtarı, cennet kapılarının âhirette miftahı olduğu için ona bu isim verilmiştir. Bazısına göre, Kitab’ın hâzinelerinin esrar kapıları bununla açıldığı içindir. Çünkü Fâtiha, kitab letaifinin hazine anahtarıdır. Onun açılıp doğmasıyla Kur’ân’m tamamı açılmış olur. Tabiî bu inkişaf ehl-i beyân içindir. Çünkü Fâtiha’mn mânalarını bilen, onunla müteşabihat.âyetlerin kilitlerini açmış olur ve onun dişleriyle âyet nurlarını iktibas etmiş bulunur. 3. ÜMMÜ’L-KİTAB 4. ÜMMÜ’L-KUR’ÂN Ebû Hüreyre’den (R.A.) yapılan rivâyette ise şöyle buyuruluyor: «Elhamdü lillâhi’yi okuduğunuzda Bismillâhi’r-Rah- mâni’r-Rahîm’i de okuyun. Çünkü Fâtiha, ÜMMÜ’L-KUR’ÂN, ÜMMÜ’L-KÎTAB VE SEBU’L-MESÂNÎ’dir.»623 Fâtihaya bu ismin verilmesinde bazı görüş ayrılıkları vardır ; a) Mushaflarda önce onunla yazılmaya başlandığı ve namazlarda sûreden önce o okunduğu için.**4 Buhar! kendi Sa- hîh’inde bu görüşü kesinlik ölçüsünde ifade etmiştir. Ancak buna Fâtihatü’l-Kitab denilmesi münasipse de Üm- mü’l-Kitab denilmesi biraz müşkilât arzediyor, denilmiştir. Buna cevap verenler ise. ümm (ana) tabirinin çocuğun başlangıcı bulunma bakımından düşünülerek, Fâtiha Kitab’m başlangıcı olduğu için bu ismi almıştır, demişlerdir. b) Mâverdî diyor ki: Fâtiha’ya bu ismin verilmesinin sebebi şudur: Başkasından önde geldiği ve yine sonra geldiği, böylece diğer sûre ve âyetler ona tabi’ bulunduğu için ÜMM tabiri verilmiştir. Bu sebeble savaş sancağına «ümm» denilir; ordunun önünde taşındığı için.. însanm geçen ömrüne de «ümm» denir; gelip geçtiği için. Mekke’ye «Ümmü’l-Kurâ» denilir; diğer beldelere takaddüm ettiği için. c) Bir şeyin ümmü (anası) o şeyin aslı demektir. Fâtiha da Kur’ân’ın aslıdır. Çünkü o, Kur’ân’m bütün mâna ve mak- sadlarım, ve içinde bulunan bilumum ilim ve hikmetleri kapsamaktadır. Nitekim ileride Fâtiha’nm faziletleri bölümünde bu husus yeteri kadar açıklanacaktır. d) Sûrelerin en üstünü olduğu için bu isim verilmiştir. Nasıl ki bir kavmin reisine «Ümmü’1-Kavm» (kavmin anası) deniliyorsa.e) Fâtiha’nm saygıdeğerliği, Kur’ân’ın tamamının saygıde- ğerliği gibi olduğu için… f) îmân ehlinin sığınağı olduğu için. Nitekim sancağa «ümm» denilmiştir; askerin sığmağı, başvurduğu yer olduğu için. g) Fâtiha muhkem âyet olduğu için. Çünkü Kur’ân’daki muhkem âyetlere «Ümmü’l-Kitab» denilmiştir. 5. EL-KUR’ÂNÜ’L-AZİM Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Andolsun ki Ümmü’l-Kur’ân, Kur’ân’m anası ve aslıdır. O, yedi ikilidir. O, Kur’ân-ı Azîm’dir.»8*8 Bu ismin ona verilmesi, Kur’ândaki mânaları içine aldığı içindir. 6. SEBUL-MESÂNÎ Bu ismin verilmesi yukarıda geçen hadîs ve daha birçok hadîslerle belirlenmiştir. «Sebi» denilmesi, yedi âyet olduğu içindir. Böyle olduğu, Dâre Kutnî’nin Hazret-i Ali’den (RA.) yaptığı rivâyetten bilinmektedir. Bazısına göre ise, Fâtiha’da yedi âdâb vardır. Her âyet bir edebi ifâde etmektedir. Fakat bu görüş biraz uzak bir ihtimaldir. Bâzısına göre de, Fâtiha’da şu yedi harf bulunmadığı için bu isim verilmiştir: SÂ-CÎM-HÂ-ZE-ŞÎN-ZÂ-FE. Mersî (rahmetullahi aleyh) diyor ki: Bu, yukarıdaki görüşlerin en zayıfıdır. Çünkü bir şey, ancak kendinde bulunan bazı hususiyetlerle adlandırılır, bulunmayanlarla değil. MEÂNÎ denilmesi, «senâ = övgümden müştak olduğu ihtimaline dayanır. Çünkü Fâtiha’da Allah’a karşı senâ mevcuttur. Veya «senyâ» kökünden alınmalıdır. Çünkü Allah bunu bu ümmete döndürüp ayırmıştır. «Tesniye» kökünden olması da muhtemeldir. Bazısına göre, her rek’atte senâ yollu okunduğu için. Bumânayı, Hazret-i Ömer’den (R.A.) yapılan şu rivâyet kuvvetlendirmektedir: «Fâtiha, Seb’u’l-mesânî’dir, çünkü her rek’at- te senâ yollu tekrar edilir.» Bazısı da, bu sûre iki defa inmiştir der. Bir başkası da; Fâtiha iki kısma ayrılır: övgü ve duâ.. Bu sebeble ona yedi ikili denilmiştir, der. Başka biri de: Kişi Fâtiha’dan her âyet okudukça Allah onu över. Nitekim bu husus hadîs-i şerifle de belirtilmiştir. Bazı ilim adamları ise, söz dizisinin fesahati, mânânın belâğatı Fâtiha’da toplandığı için ona böyle denilmiştir. Bundan başka sebepler ileri sürenler de var. el-îtkan adlı kitapta bu hususlara geniş yer verilmiştir. İbn-i Âdil tefsirinde ise şöyle deniliyor: «Fâtiha’ya Seb’u’l-mesânî = Yedi ikili, denilmesinin sebebi, o bu özelliğiyle diğer kitaplardan ayrılmış, kendine has bir durum almıştır. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Canımı kudret elinde bulunduran Allah’a andolsun ki, ne Tevrat’ta, ne Incil’de, ne Zebur’da, ne de Kur’ân’da bu sûrenin bir benzeri inmemiştir. Şüphesiz ki bu sûre yedi ikilidir ve Kur’ân-ı Azîm’dir.» Bir ilim adamı da bu konuda demiş ki: «Çünkü Fâtiha yedi âyettir. Her âyeti Kur’ân’m yedide birine denktir. O halde Fâtiha’yı okuyan kimseye Cenâb-ı Hak Kur’ân’ı tamamen oku- muşcasma sevâp verir.» Bir diğer ilim adamı da şöyle demiştir: «Çünkü Fâtiha yedi âyettir. Cehennemin kapıları da yedidir. Fâtiha’yı okuyan kimseye bu kapılar kapanır. Buna delil olarak şöyle deniliyor: Cebrâîl (A.S.), Peygamber (SA.V.) Efendimiz’e dedi ki: «Ya Muhammed! Senin ümmetine olan azâbdan korkuyordum. Ama Fâtiha sûresi inince korktun kalktı, bu endişem zâil oldu.» Bunun üzerine Peygamber (SA.V.) Efendimiz sordu : — Neden ya Cibril!?. — Çünkü Cenâb-ı Hak; «Elbette ki cehennem onların hepsinin va’dedilen yeridir ve oranın yedi kapısı vardır ve her kapının cüz’i maksumü mevcuttur» buyurmuştur. Fâtiha’nm âyetleri ise yedidir. Kim bu sûreyi okursa, her âyeti cehennemin bit kapısına kapak olur. Böylece ümmetin cehennem üzerinden salimen geçecektir, diye cevap verdi. 7. EL-VÂFİYE Süfyan bin Uyeyne (rahmetullahi aleyh) Fâtiha’yı bu isimle adlandırırdı. Çünkü Fâtiha, Kur’ân’da bulunan şeylere karşılık yeterlidir. Yâni Kur’ân’daki mânaları kapsamaktadır. Aynı hususa Keşşaf’ta da yer verilmiştir. Sa’lebî (rahmetullahi aleyh) de der ki: «Çünkü Fâtiha yarıya bölünmeyi kabul et- pıez Çünkü Kur’ân’dan her sûrenin yansı bir rek’atte, yansı da diğer bir rek’atte okunabilir. Buna cevâz verilmiştir.» Ama Fâtiha böyle değildir. Mersî (veya Müresî) diyor ki: Fâtiha Allah için olanla, kul için olanı kendinde topladığı için bu ismi almıştır. 8. EL-VÂKİYE Çünkü o, kendisini okuyanları her türlü âfet ve hastalıktan korur. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Fâ- tihatü’l-KİTAB ve Ayetü ‘1-KÜRS t ‘yi herhangi bir kul evinde okursa, o gün onlara ne göz, ne insan, ne de cin dokunabilir.»**ao îbni Abbas’ın (R.A.) yapmış olduğu rivâyete göre, Hazret i Ali (R.A.) Efendimiz’in oğlu Hz. Haşan hastalanmıştı. Bu sebeple Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz üzülmüşlerdi. Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: «İçinde (F) harfi olmayan sûreyi —çünkü F âyettendir— içinde su bulunan bir kaba kırk defa oku ve su ile çocuğun ellerini, ayaklarım, yüzünü, başmı, karnım ve sırtını yıka. Şüphesiz ki Allah ona elem veren şeyleri ondan giderir, inşaâllah.» 9. EL-KENZ Ümmü’l-KUR’ÂN ismi açıklanırken buna yer verilmiş ve Keşşaftan nakil yapılmıştı. Fâtiha’ya bu ismin verilmesi Hazret-i ENES bin MÂLÎK’den (RA.) yapılan şu hadise isnad etmektedir: Allahü Teâlâ buyurdu ki: «Fâtihatiff-KİTAB, Arş’ımın hâzinelerinden bir hazinedir.» Aynı zamanda bu konuda Hazret-i Ali (R.A.) de şöyle demiştir: «Fâtihatü’l-KÎTAB, Arş’- m altındaki hâzinelerden biridir.» Yâni Fâtiha, sıfatlan, isimleri, ef’al ve maadi, sırat ve cezâyı ve sair ahkâmı bilmek konusunda çok kapsamlı bir maarifet esrarıdır. İhyâu Ulûmi’d-Dîn’de Hazret-i Ali’nin (RA.) şöyle dediği rivâyet olunmaktadır: «İstersem Fâtiha’nın tefsirini yetmiş deve taşıyabilecek, yâni yetmiş deve yükü olabilecek ölçüde yapabilirim.» 10. EL-KÂFİYE Çünkü Fâtiha, namazda başka âyetlere bedel kâfi gelmektedir Ama başka bir âyet Fâtiha’nın yerini tutmamakta ve vâ- cibi yerine getirmek için kâfi gelmemektedir. Ubâde bin Sâ- mit’den (R.A.) yapılan rivâyete göre Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Ümmü’l-KUR’ÂN başka sûre ve âyetlere karşılık olur. Ama başkası ona karşılık (yâni ivaz) ola- mazV37 11. EL-ESAS Çünkü Fâtiha, Kur’ân’ın esasıdır. Aynı zamanda Kur’ân’- dan ilk sûredir. Rivâyete göre bir adam îbni Ebî Şa’bî’ye gelerek böğrünün çok ağrı yaptığından şikâyetçi oldu. îbni Ebî Şa’bî Hazretleri ona: «ESASÜ’L-KUR’ÂN’a mülâzemet et!» diye tavsiyede bulundu. Tabiî ki Esasü’l-Kur’ân Fâtiha-i Şerîfe’- dir. Aynı zat bu tavsiyeden sonra şunu ilâve etmiştir: «Ben îbni Abbas (RA.) Hazretlerinden işittim; şöyle diyordu: «Her şeyin bir esası (temeli) vardır. Kur’ân’m esası ise Fâtiha’dır. Fâtiha’nın esası da Besmele’dir. Durumun değiştiğinde ve biri bu hususta sana başvurduğunda, Fâtiha’ya mülâzemet et. Allah’ın izniyle şifâ bulursun.» Bu konuda bir başkası diyor ki: Fâtiha, Kur’ân’ın ilk sûresi olduğu için, esas gibi olmuş oluyor. Bir başkası da: îmândan sonra ibâdetlerin en şereflisi NAMAZ’dır. Bu sûre ise (Fâtiha) imân ve namaz konusunda ne varsa hepsini kapsamaktadır Böylece imân ve namaz ancak Fâtiha ile tamamlanmış olur.628 12. SÛRE-İ NÛR Enes bin Mâlik (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’den «ÜMMÜ’L-KÎTAB» nedir, diye sordum. Buyurdular ki: «Ey Enes! Sen benden bunu sorduğun gibi ben de aynı şeyi Cibril’den sordum. O bana şöyle cevap verdi: Ben de onu Mikâîl’den, Mikâîl de Îsrâfîl’den, o da Levh-i Mahfuz’dan ve Kalem’den sordu. Kalem ona şu cevabı verdi: Allah beni Mu- hammed’in (S.A.V.) nurunun bir parçasından yarattığında, «yaz ya Kalem!» diye emretti. Yâ Rab! Ne yazayım? diye sorduğumda, «El-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn» yaz, buyurdu. Bunu yazdığımda gözleri kamaştırır şekilde parlak bir nur çıktı; böylece artık yazamaz oldum. Hayretler içinde Allah’ın dilediği kadar kaldım. Allah o nuru ikiye böldü, yarısından cenneti, yarısından da melekleri yarattı.. Ve sonra Cenâb-ı Hak meleklere, Fâtiha’nm Ümmet-i Muhammed için olan sevâbmı yazmalarım emretti. Fâtiha’yı okuyana cenneti va’detti; onu tam gönül ihlâsı içinde okuyana bu va’dinin kapısını açık tuttu.. Sonra Kalem’e tekrar emretti: RAHMÂN ve RAHÎM yaz! Kalem bu iki ismi yazınca Arş’ın altından bir nûr çıktı. Allah bu nûrdan rahmet denizini yarattı. Sonra Kalem’e MÂLÎKİ YEV- MÎ’D-DÎN yazmasını emretti. Kalem bunu yazınca Arş’ın altından bir nûr daha çıktı. Allah bu nûrdan adalet denizini yarattı (Rahmet ve adalet denizlerinden maksad, İlâhî rahmetin genişliği ve İlâhî adaletin şaşmazlığıdır.) Böylece Allah bir kulunu bağışlamak istediğinde bu adalet denizinden bir damla onun başma damlatır. Sonra Kalem’e, ÎYYÂKE NA’BÜDÜ VE ÎYYÂKE NESTEÎN yazmasmı emretti. Kalem bunu yazınca, Arş’ın altından bir nûr daha çıktı. Allah bu nûru ikiye böldü; yarısını, ümmet-i Muhammed’in ibâdette başarılı olmalarını sağlamak için TEVFİKAN LÎ’T’TÂAT yaptı. Geri kalan yansınıda Âdem’den Peygamberimiz’e kadar gelip geçen ümmetler için TEVFÎK-t TAAT yaptı. Yâni onların da ibâdette başarılı olmalarını sağlamak için bu nûr ile onlara TEVFÎKİNÎN kapısını açtı Sonra Kalem’e, İHDİNÂ’S-SIRATA’L-MUSTAKÎM yazmasını emretti. Kalem bunu yazınca Arş’ın altından bir nûr daha çıktı. Allah bu nûru özel olarak Muhammed ümmetinin ibâdetlerine hidâyet eyledi. Sonra Kalem’e yine SIRATA’L-LEZİY- NE EN’AMTE ALEYHİM yazmasını emretti. Kalem bunu yazınca Arş’ın altından bir nûr daha çıktı. Allah bu nûru topladı ve «bu nûr kullarımın helâl rızkıdır, tâ kıyâmete kadar devam eder.» Sonra Cenâb-ı Hak Kalem’e GAYRİ’L-MAĞDUBİ ALEYHİM VELÂ’D-DÂLLÎN yazmasını emretti. Kalem bunu yazınca Arş’m altından bir nûr daha çıktı ve bu nûrdan bir SUR (boynuz şeklinde bir boru) meydana geldi. İçine hava ile ses yerleştirildi ve îsrâfîl’e teslim edildi.®29 13. SÛRETÜ’L-HAMD Çünkü bu sûrenin başında EL-HAMDÜ kelimesi yer almıştır. 14. SÛRE-İ ŞÜKÜR Çünkü «el-Hamdü lillâh» bir bakıma şükürdür. Bu bakımdan HAMD sûresini okuyan kimse Allah’a şükretmiş olur. Buna işâretle Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki r «el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn dediğin zaman Allah’a cidden şükretmiş olursun..»430 İbni Abbas’dan (R.A.) yapılan rivâyete göre, şöyle demiştir : «el-Hamdü lillâh, şükür kelimesidir. Kul, el-Hamdü lillâh dediği zaman, Allah, kulum bana şükretti, buyurur.»891 Konumuzla ilgili diğer hadîs-i şerifler : «Allah bir kuluna nimetini ihsan etmek istediğinde, o kulEL-HAMDÜ LİLLÂH der. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah: Kuluma bakın, ben ona pek kıymeti olmayan bir şey verdim. O ise paha biçilmez bir şey bana verdi.»832 «Allah kuluna herhangi bir nimet verir de kul ona karşılık EL-HAMDÜ LİLLÂH derse, herhalde o nimetin şükrünü ödemiş olur. İkinci kez söylerse, Allah onun sevabmı yeniler. Üçüncü kez söylerse, günahları bağışlanır. (Küçük günahları kasdediyor).»633 «Doyasıya yedikten ve kanasıya içtikten sonra kim EL- HAMDÜ LİLLÂH cümlesiyle başlayıp beni yediren ve doyuran, içiren ve susuzluğumu gideren Allah’a hamdolsun, derse, annesinden doğduğu günde olduğu gibi günahlarından öylece (temizlenip) çıkar.»®3* Bunun içindir ki, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz yemek yedikten sonra şöyle derdi: «Bizi yediren, içiren ve bizi müs- lümanlardan eyleyen Allah’a hamdolsun.»633 İlim adamları bu konuda diyorlar ki; hamd dili üçtür. İnsanî dil. Bu avam içindir. Bunun şükrü, Allah’ın verdiği nimeti anlatmak, kalb ile onu tasdik etmek ve böylece şükrünü yerine getirmektir. Ruhanî dil. Bu, havassa aittir. Kalb’in, ahvali terbiyede, ef’ali tezkiyede Allah’ın sanatının letaifini anmasıdır. Rabbani dil: Bu, havassın en hassına aittir. Bunlar ârif kişilerdir. Maarifin letaifini ve ğaraibin keşfini idrak ettikten sonra Cenâb-ı Hakk’a şükür kasdiyle sim harekete geçirmek demektir. Bu husus Kimyâ-i Gına ve Şerhi Esmâ-i Hüs- nâ adlı kitapta da belirtilmiştir. O halde aklını kullanan kimseye gereken: Allahü Teâlâ’- ya sıdk ve ihlâs ile hem gizli, hem açık yerlerde hamdetmek- tir. Tâ ki, ilk girenlerle birlikte cennete dâvet olunma mazhariyetine erişmiş ola.. Nitekim Resûlüllah (SA.V.) EfendimizEL-HAMDÜ LİLLÂH der. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah: Kuluma bakın, ben ona pek kıymeti olmayan bir şey verdim. O ise paha biçilmez bir şey bana verdi.»832 «Allah kuluna herhangi bir nimet verir de kul ona karşılık EL-HAMDÜ LİLLÂH derse, herhalde o nimetin şükrünü ödemiş olur. İkinci kez söylerse, Allah onun sevabmı yeniler. Üçüncü kez söylerse, günahları bağışlanır. (Küçük günahları kasdediyor).»633 «Doyasıya yedikten ve kanasıya içtikten sonra kim EL- HAMDÜ LİLLÂH cümlesiyle başlayıp beni yediren ve doyuran, içiren ve susuzluğumu gideren Allah’a hamdolsun, derse, annesinden doğduğu günde olduğu gibi günahlarından öylece (temizlenip) çıkar.»®3* Bunun içindir ki, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz yemek yedikten sonra şöyle derdi: «Bizi yediren, içiren ve bizi müs- lümanlardan eyleyen Allah’a hamdolsun.»633 İlim adamları bu konuda diyorlar ki; hamd dili üçtür. İnsanî dil. Bu avam içindir. Bunun şükrü, Allah’ın verdiği nimeti anlatmak, kalb ile onu tasdik etmek ve böylece şükrünü yerine getirmektir. Ruhanî dil. Bu, havassa aittir. Kalb’in, ahvali terbiyede, ef’ali tezkiyede Allah’ın sanatının letaifini anmasıdır. Rabbani dil: Bu, havassın en hassına aittir. Bunlar ârif kişilerdir. Maarifin letaifini ve ğaraibin keşfini idrak ettikten sonra Cenâb-ı Hakk’a şükür kasdiyle sim harekete geçirmek demektir. Bu husus Kimyâ-i Gına ve Şerhi Esmâ-i Hüs- nâ adlı kitapta da belirtilmiştir. O halde aklını kullanan kimseye gereken: Allahü Teâlâ’- ya sıdk ve ihlâs ile hem gizli, hem açık yerlerde hamdetmek- tir. Tâ ki, ilk girenlerle birlikte cennete dâvet olunma mazhariyetine erişmiş ola.. Nitekim Resûlüllah (SA.V.) Efendimizbuyuruyor ki: «Kıyâmet günü cennete ilk dâvet olunanlar, geniş ve sıkıntılı günlerde Allah’a hamdedenlerdir.»*88 15. İLK HAMD SÛRESİ (Sûre-i Hamd-1 Ûlâ) 16. EN YÜKSEK HAMD SÛRESİ (Sûre-i Hamd-i Kusvâ) 17. SÛRE-İ RUKYE Çünkü ashâb-ı kirâmdan bir kısmı bu sûreyi yılan ve akrep tarafından ısırılmış, sokulmuş kimselere, ağrı ve sızı duyanlara ve birtakım hastalıklara karşı okumuşlardır. Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bizi otuz kişilik bir askerî bölükle bir tarafa gönderdi. Hepimiz de süvari idik. Araplardan bir kavmin bulunduğu yere inip konakladık. Bizi misafir edinmeleri için rica ettikse de buna razı olmadılar. Bu sırada o kabilenin reisi yılan ya da akrep tarafından sokulmuştu. Bize gelip akrep sokmasına karşılık bir şey okumasını bilenimiz olup olmadığını sordular. Onlara «ben biliyorum» dedim. Ama bir şey vermedikçe bunu yapmam Bunun üzerine «otuz koyun veririz» dediler. Kalkıp ıstırap içinde kıvranan reislerine gittim ve üzerine yedi defa Fâtiha-i Şerife’yi okudum. (Allah’ın izniyle derhal iyileşti). Koyun lan aldık, ama gönlümüz bir türlü bu karşılığa razı olmadı. Dokunmadık, tâ ki Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’e geldik, durumu O’na arzettik. Buyurdular ki: «Fâtiha’nın rukye (tedavide okunan bir sûre) olduğunu bilmiyor musunuz? Aldığınız koyunlan aranızda taksim edin ve bana da bir hisse ayınn!.»*7 18. SÛRE-İ ŞİFÂ Yapılan sahîh rivâyetlere göre, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Fâtihatü’I-Kitab zehire karşı şifâdır.»®38 Diğer bir hadîs-i şerifte ise: «Fâtihatü’l-Kitab, SAM’danbaşka her şeye şifâdır. Sam ise, ölümdür»639 buyurulmuştur. Mürsel olarak yapılan bir rivâyette, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Fâtihatü’l-Kitab, her hastalığa karşı şifâdır.»640 Menâvî, hadîste «hastalık» diye terceme ettiğimiz «dâ’» kelimesini tefsir ederken diyor ki: «Bundan maksad, cehâlet, günah iç ve dış (bedenî ve ruhî) hastalıklardır. Evet Fâtiha böyledir, ama kim için? İnancını bu hususta kuvvetlendiren, kendini şüpheden uzak tutan ve öylece düşünüp deneyen mü’- min için cidden şifâ olur.» 19. SÛRE-İ ŞÂFİYE Çünkü Fâtiha sûresi, ağrı ve sızıları, elem ve acılan giderir; sür’atle âfiyeti getirir. Bu konuda birçok sahîh haberler ve rivâyetler vârid olmuştur: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz: «Fâtiha sûresinde yetmiş (türlü) şifâ vardır» buyurmuştur. 20. SÛRE-İ SALÂT = Namaz sûresi Namazın sıhhati bu sûreye dayanır. Çünkü Fâtiha’sız namaz olmaz. Bir başka ilim adamı diyor ki: Fâtiha’ya bu isim- den başka bir de ona doğrudan doğruya «SALÂT = Namaz» deniliyor. Nitekim hadîs-i şerîfte: «Salât’ı kulumla kendi aramda ikiye böldüm…» Yâni Fâtiha sûresini kendimle kulum arasında paylaştık, demektir, Mursî (ya da Meresî) diyor ki: Fâtiha namazın levazımından olduğu için ona bu isim verilmiştir. Bu, bir şeyi, kendisine lâzım olanla isimlendirme konusuna girer. Bu hususta geçen hadîs-i şerîf ise şöyledir: «Kim bir namaz kılar da onda Fâtiha’yı okumazsa, o namaz noksandır.»641 Bu hadîsin râvisi diyor ki: Ebû Hüreyre (R.A.) Hazretleri ne dedim ki: «Bazı vakitlerde imamın arkasında bulunurum.»Yâni o zaman Fâtiha okumazsam ne olur? Ebû Hüreyre (R.A.) bileğimi tutup sıktı ve dedi ki: «Ey Fârisî! İmamın arkasında olduğun zaman Fâtiha’yı içinden oku. Çünkü ben Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’den şöyle buyurduğunu işittim: Ben namazı kulumla kendim arasında yarıya böldüm: Yarısı benim için, yarısı da kulum içindir. Kuluma istediği verilir.» Ve Re- sûlüUah (SA.V.) devamla kudsî hadîsi naklederek dedi ki: «Okuyun!. Kul: El-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn, der. Allahü Teâlâ: Kulum bana hamdetti, buyurur. Kul: Er-Rahmâni’r-Ra- hîm der, Allahü Teâlâ: Kulum beni övdü, der. Kul: Mâliki yev- mi’d Dîn, der. Allahü Teâlâ: Kulum bana saygı gösterdi ve yüceliğimi ifâde etti, buyurur. Kul: İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn, der. Allahü Teâlâ: Bu âyet benimle kulum arasındadır ve kulumun istediği kendisine verilecektir, buyurur. Kul: İhdina’s-Sırata’l-müstakîme sırata’llezîne en’amte aleyhim gayri’l-mağdûbi aleyhim velâddâllîn, der. Allahü Teâlâ: Bunların hepsi kuluma aittir ve kulumun istediği verilecektir, buyurur.» İşte bunun için Fâtiha’ya SALÂT = Namaz, denilmiştir. 21 – 22. SÛRE-İ DUÂ – SÛRE-İ TALEB Fâtiha hem duâdır; hem de birtakım istekleri içine almaktadır İHDİNÂ’S-SIRATA’L-MUSTAKÎM, bunu ifâde eder. 23. SÛRE-İ SUAL Fâtiha’nm sual anlamını da taşıdığını, yâni Cenâb-ı Hak’tan bazı istekleri kapsadığı için, İmam Fahruddin-i Râzî, bu ismi de onun isimleri arasında zikretmiştir. 24 TA’LİMÜ’-MESELE Mursî (ya da Meresî) diyor ki: Cenâb-ı Hak kullarını Fâtiha, sûresinde istemenin âdâbını öğretmiştir, önce senâ ile başlamış, sonra gösterişten uzak bir bağlanmayı telkîn etmiş, sonra duâya kapı açmıştır. Ebû Ubeyd’in yapmış olduğu rivâyette, Mekhûl Hazretleri şöyle demiştir: Ümmü’l-Kur’ân: Kırâettir, istektir ve duâ- dır.642 25 SÛRE-İ MÜNÂCÂT Çünkü namaz kılan kimse Fâtiha okurken Rabbine. mü- nacaat etmiş olur. Cenâb-ı Hak da onun bu münacaatım kabul eder. Nitekim kıyâmet hadîsinde bu husus belirtilmiştir. 26. SÛRE-1 TEFVİZ Bu sûrede geçen «ÎYYÂKE NA’BÜDÜ VE ÎYYÂKE NES- TAÎN’in öne alınmasıyla Allah’tan güç ve yardım isteniliyor ve böylece kul kendi durumunu Allah’a ısmarlamış oluyor. 27. SÛRE-İ MÜKÂFAAT Mekke-i Mükerreme’ye tam eşitlik ve beraberlik içinde giren kafileler ve bunların Fâtiha-i Şerife ile olan ilgileri buna delâlet etmektedir. Nitekim bu husus VE LEKAD A’TEYNÂ- KE SEB’AN MÎNE’L-MESÂNÎ VE’L-KUR’ÂNİ’L-HAKÎM âyetinin inişi ve Fâtiha-i Şerîfe’nin faziletleri hakkında açıklanacaktır 28. KUR’ÂN SÛRELERİNİN EN ÜSTÜNÜ Fâtiha’nın en üstün sûre olduğu Beyhakî’nin ŞA’BÜ’L- IMAN bölümünde ve Hâkim’in tesbît ettiği hadîsinde belirtilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz: «Kur’ân sûrelerinin en üstünü, EL-HAMDÜ LİLLÂHİ RABBİ’L-ÂLEMÎN’dir» buyurmuştur. 29. KUR’ÂN SÛRELERİNİN EN HAYIRLISI Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bu hususta buyurdular ki: «Sana Kur’ân’da inen en hayırlı sûreyi haber vereyim nü? O, Fâtihatü’l-Kitab’dır.» Râvi devamla diyor ki: Resûlüllah’m şöyle ilâve ettiğini de zannediyorum: «Çünkü Fâtiha’da her derde devâ vardır.»
30 KUR’ÂN’DA EM BÜYÜK VE EN YÜCE SÛRE Ebû Saîd bin Muallâ (RA.) diyor ki: Bir ara namaz kılıyordum. Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz beni çağırdı. Namazımı bitirinceye kadar Peygamber’e cevap vermedim. Namaz bitince kalkıp huzurlarına vardım. Beni görünce sordu : — Bana gelmem engelleyen şey ne idi? — Namaz kılıyordum, dedim. — Peki ama Allah Kur’ân-ı Kerîm’inde: «Allah ve Resûlü sizi dâvet ettiklerinde onların çağrısına uyun, onlara cevap verin!» buyurmuyor mu? Sonra Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Kur’ân’daki en büyük ve en yüce sûreyi sana öğreteyim nü? Mescid’den çıkmadan önce bundan haber vereyim mi?» buyurdu ve elimi tutarak tam çıkmak üzere bulunu- yorken: — Evet, yâ Resûlâllah! öğretiniz, dedim. Buyurdular ki: «EL-HAMDÜ LİLLÂHİ RABBt’L-ÂLEMİN’dir. Bu sûre yedi ikilidir ve Kur’ân-ı Azîm’dir İd bana verilmiştir.»644 Yine sahîh bir rivâyette ise şöyle deniliyor: «Mustafa (S. A.V.) yemin edip dedi ki: Canımı kudret elinde bulunduran Allah’a andolsun ki: Ne Tevrat’ta, ne Incil’de, ne Zebur’da ve ne de Furkan’da Fâtiha’nm bir benzeri inmemiştir. Şüphesiz ki bu sûre yedi ildHdlr ve Kur’ân-ı Azîm’dir ki bana verilmiştir.» Ben Fâtiha tefsirinde bunlardan fazla olarak bir de onun şu isimleri olduğunu buldum: SÛRE-t MÎNNE, SÛRE-Î MEC- ZÎYYE, SÛRE-Î SEKALEYN, SÛRE-Î MECMEU’L-ESMÂ. Evet, Fâtiha-i Şerîfe’nin isimlerinden elde edebildiğim ve bilgi edinebildiğim bunlardır. Bütün bu isimlerin hepsinin bundan başka bir kitapta bir araya getirildiğini sanmıyorum