Bu hususta sekiz sebep ve hikmet bulunduğu söylenmektedir : 1 Allahü Teâlâ yaratıklarının, istihkak ölçüsü içinde Rab- lerini senâ etmek (övmek)te arzulanan mânaya erişemiyecek- lerini bildiği için onlara bunu öğretmiş oldu. Şöyle ki: «Siz bana hamdetmek ve senâda bulunmak istediğiniz zaman, EL- HAMDÜ LÎLLÂHÎ RABBÎ’L-ÂLEMÎN deyin.. Böylece sizden senâ (övgü), benden de gök ehline karşı bir sevgi bağışı.. 2. Şüphesiz ki Cenâb-ı Allah, kullarının kendisini hamd ü senâ ile anmaktan korkacaklarını, hiç birinin mülk ü saltanat sâhibi olan Yaradan’ı anmaya, medhetmeye cür’et edemi- yeceğini bildiği için önce kendi nefsini övmekle başlamış, tâki bu konuda O’na uysunlar ve böylece sevâpları da o nisbette çok olsun.. 3. Şüphesiz ki insanlar kusurludurlar. Diyebiliriz ki onların kusuru bozuculuğu, yapıcılıklarından daha çoktur. O halde kendilerini övmeleri ve temize çıkarmaları câiz olmaz. Allahü Teâlâ ayıp ve kusurlardan, âfet ve fesaddan çok uzaktır. Yâni bu gibi şeylerden mutlak surette beridir. O halde O’nun kendi nefsine hamdetmesi ve senâda bulunması câizdir. 4 Hiçbir kimsenin, mânasını açıklamadan kendi nefsini övmesi ve kendini tezkiye etmesi câiz olmaz. Aynı zamanda dâva da anlamsız olmaz. Anlamı belirlendikten sonra dâvada bulunmak câiz olur. Allahü Teâlâ kendi nefsini medhedince, bundan önce âlemlerden hiçbirinin yapamayacağı ef’ali getirmiştir. Meselâ: Gökler ve yeri, yeryüzündeki hayret uyandıran şeyleri, gece ve gündüzü ve bunların birbirini takip etmesini yaratmıştır. Ve sonra da: «Hamd O Allah’a kİ, gökleri ve yer! yaratmıştır» diye buyurmuştur. Ve buna benzer şeylerBaşkasının süsüyle, güzelliğiyle kendi nefsini öven kimse ahmak sayılır. Cenâb-ı Allah ise bizi ahmaklık sıfatından men’- ederek «Kendi kendinizi tezkiye etmeyin!» buyurmuştur. Çün- ki O şöyle hatırlatıyor bize: «Eğer bana itaat ediyorsanız; şüphesiz ki bu benim tevfîkim (sebebleri size kolaylaştırmam)- ladır. Eğer günah ve isyanları terkediyorsanız; bu benim sizi korumamladır. Eğer bana yaklaşıyorsanız; yaklaşmaya devam edin, çünkü sizin yaratılmanız, sıfatlarınız ve size verilen nimetlerin hepsi bendendir. O halde kendi nefsinizi tezkiye etmeyin!. Çünkü size olan nîmet ancak bendendir. 6. Hem sizin sıfatlarınız noksanlık içindedir. Noksan olan sıfatlar övülmeye lâyık değildir. Bu, ilim gibidir?: onu ancak azar azar öğrenebiliyorsunuz. Kudret gibi, onu ancak azar azar elde edebiliyorsunuz. Yardım görme hususunda az yardım görebiliyorsunuz. Ve diğer hususlar da bunun gibi… Benim sıfatlarım ise kâmildir; bu bakımdan övgüye lâyıktır. 7. Sizin sıfatlarınız yavaş yavaş zevâle (yok olmaya) yüz tutar ve öylece sonuçlanır. Hayatınız da ölümle nihâyet bulur. (Bu bakımdan da övülmeye pek lâyık değilsiniz). 8. EL-HAMDÜ LÎLLÂH demek, EL-EMRU LÎLLÂH demektir. Bu mânayı taşır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de HAMD, emir anlamında kullanılmıştır: «Sizi çağırdığı gün, O’na ham- dederek (emrine uyarak) dâvetine icâbet edersiniz. Ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı zannedersiniz.»661 Diğer bir âyette de: «Rabbin hamdiyle (emriyle) tesbîhte bulun..» buyuruluyor. Bâzı tefsircilere göre, burada da HAMD, emir anlammadır. Denilse ki: Her şeyden önce Allahü Teâlâ bize, kendisine hamdetmemizle emretmiş ve «EL-HAMDÜ LÎLLÂHÎ RABBÎ’L- ÂLEMÎN buyurmuştur? Bundaki hikmet ne olabilir? Buna birkaç yönlü cevap verilebilir : a) Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın üzerimize olan ilk şey’i, O’nun vermiş olduğu nimettir. Meselâ: Bizi dimdik yaratmış, en güzel gıda maddelerini lütfetmiş, tatlı bir hayat kapısı açmış, güç ve kudret, ilim ve ma’rifet vermiş, konuşmak ve ibâdet zevkini ihsanda bulunmuş ve daha nice şeyler vermiştir. Bize HAM- DETMEKLE emretmiş, tâki bu nimetleri bizde koruya ve kendi fazl u keremini üzerimize artırmış ola.. b) Hem HAMDETMEK, ibâdet ve tâatlerin en kolayıdır. Bize ilk anda ağır gelmesin diye bununla emretmiştir; tâki bundan sonra emrettiği ibâdetlere alışmış olalım. Rivâyet edildiğine göre, sâlih kişilerden bir zat demiş ki: Ben hep EL-HAMDÜ LİLLÂH ve ESTAĞFİRULLAH ile başlarım ve bundan fazlasını söylemem. Bunun üzerine kendisine sorulmuş : — Neden hep bunları söylersin? — Çünkü insanın hal ve durumu şu iki husustan biriyle karşı karşıyadır: Ya bol nîmet, ya da çokça günah. Allah (C.C.) bize nîmet karşılığında hamd etmemizi, günah işlediğimiz zaman istiğfarda bulunmamızı emretmiştir. c) Allah önce HAMD etmemizi bize emretmiştir. Çünkü Âdem babamız ilk aksırığında EL-HAMDÜ LİLLÂH demiş. Bunun için Allah bize de önce hamd etmemizle emretmiş; tâki Âdem babamızın bu hususta nâil olduğu sevâba biz de erişmiş olalım.. Böylece ilk babamıza da uymuş oluyoruz. Denilse ki: Ne hikmettir ki Allah ilk söz olarak Âdem Peygamberin diline EL-HAMDÜ LİLLÂH sözünü vermiş, başka bir söz vermemiş? Buna cevaben deniliyor ki: Allahü Teâlâ, Âdem Peygamber ve evlâdı üzerine birçok nimetlerini indireceğini, bununla beraber o’nun evlâdının bir hayli sapmaları, kaymaları olacağım biliyordu. Bunun için ilk şey olarak onun diline EL-HAMDÜ LİLLÂH’ı ilham etti. Tâki bu kelime bol nimetlere denk bir karşılık olsun.. Böylece Âdem Peygam- ber’in diline ilk gelen söz EL-HAMDÜ LİLLÂH oldu. Buna cevapla Allah ona YERHAMUKELLAH buyurdu. Yâni Allah sana bol rahmet etsin ey Âdem! demek istedi. Tâki bu karşılık ta Âdem oğullarının sapmalarına ve kaymalarına, (bağışlayıcı)denk bir karşılık olsun… Böylece HAMD nimetin, rahmet gazabın önüne geçmiş oldu. Yine denilse ki: Ne hikmettir ki Allah HAMD’ı kendi nefsine izâfe etmiş; başka tâat ve ibâdetleri değil? Bütün tâat ü ibâdetler de Allah için değil midir? Büyük âlim Muhammed bin Cafer-i Sadık (rahmetullahi aleyh) diyor ki: «Hamd’ı kendi nefsine izâfe etmesinin sebebi şudur: Hamd’ın, başka taat- lerde olmayan bir özelliği vardır. Şöyle ki: İnsan ancak üç şey sebebiyle cennete girebilir: Allah’m varlığını, birliğini bilip sevmek… Bu sebeple Cenâb-ı Hak bu üç şeyi kendi nefsine izâfe ederek buyuruyor ki: «Allah, kendisinden başka (ibâdete) lâyık başka bir ilâh olmadığına şahidlik eder.» «el-Hamdü lillâh..» «Onlar Allah’ı sever, Allah da onlan sever.» Diğer bir cevapla deriz ki: Hamd’ı kendine izâfe etmesi en uygun yoldur. Çünkü bize olan nimetlerin hepsi O’ndandır. Nîmet O’ndan olunca, onun denk karşılığı da ancak O’ndan olabilir. Çünkü ticaret malının karşılık parası, yine o mahn sâhibine aittir. Denilse ki: HAMD’ın nimetle, nimetin de Hamd ile eşit tutulması nasıl oluyor? Halbuki HAMD kulların fiilidir. Buna cevapla deniliyor ki: «Hamd de, nîmet de Allah’a aittir. Bu ikisi de Allah’tandır. Ancak bunların kullara ait olması da mümkün ve câizdir. Ama sadece Allah hakkında câiz olan bir şey elbette ki daha üstündür; o da HAMD’dır.. Diğer bir cevap da şöyledir: Nimetlerin hükmü fânidir. Hamd’m hükmü ise bâkidir. Elbette ki bâki olan fâni olandan efdâldir. Başka bir cevap da şöyledir: EL-HAMDÜ LÎLLÂH tâatler- den bir tâattir. Ama nîmet böyle değildir. O, tâatte kullanıldığı gibi günahta da kullanılabilir. O halde katıksız tâat sayılan bir şeyin diğerlerine karşı bir özelliği vardır. Bunun içindir ki Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Eğer dünya baştan sonuna kadar bir adama verilse, o da buna karşılıkEL-HAMDÜ LÎLLÂH dese, şüphesiz ki onun bu HAMD’i kendisine verilen bütün dünyadan daha üstün ve daha iyidir.» Eğer denilse ki: Allah Kur’ân’da «Şükrederseniz elbette ki artınnm…» Buyurmuştur. Kul kendindeki ÎMÂN’a karşdık şükrediyor. Bu durumda ÎMÂN nasıl artar?.. Buna cevapla deniliyor ki: Kişi şu dünyada imânına karşılık şükrederse, Allah o imâm hâlet-i nezi’de (ölüm anmda) sâbit kılar. Kabirde de durum böyle olur. Allah buna işâretle buyuruyor ki: «Allah imân edenleri, dünya hayâtında da, âhiret hayâtında da sağlam bir söz (imân, kelime-i şehâdet) üzerinde tutar.»662 Denilse ki: Neden «nimeti artınnm» denilmedi de, «size artırırım» denildi? Cevaben deniliyor ki: Başka bir nimeti artırması da câiz ve mümkündür. îmân nimetine karşı şükrettiğinde onun sevâbmı ve kendi hoşnutluğunu arttırır. Denilse ki: Sana olan imân tevfikına karşılık şükretmen vâcib değil midir? Çünkü iman nimetine erişmek Allah’ın tev- fîkıyla gerçekleşir. O halde imân Allah’ın sana olan ihsanıdır. Buna cevapla deniliyor ki: Buna karşılık şükrettiğinde Allah bu kez şeriate karşı başarılı olman ve iyice anlayışlı bulunman için tevfîk verir, dine hizmet imkânını lütfeder, Allah’a yalvanp yakarma ve bunun tadını alma duygusunu iç âleminde geliştirir.
ALLAH’IN KENDİNE HAMDETTİĞİ VE KENDİNİ ÖVDÜĞÜ HALDE DİZLERE «KENDİNİZİ TEZKİYE ETMEYİN!*’ BUYURMASININ SEBEB VE HİKMETİ
04
Kas