BİRİNCİ İŞARET : Fâtiha-i Şerife yedi âyettir. Bu yedi âyet, Tevrat, încil, Zebur, Furkan, Îbrâhîm’in suhufu, Âdem’in ve îdris’in suhufundan olmak üzere yedi kitaptan özetlenerek düzenlenmiştir. Yâni Fâtiha-i Şerife bu yedi kitabın özeti mahiyetindedir. O halde Fâtiha-i Şerîfe’yi okuduğunda, bu yedi kitabı okuyanın sevâbı kadar sevâp verilir.*
el-Hasan (R.A.)’den yapılan rivâyete göre; bu zat diyor
ki:
«Allahü Teâlâ yüz dört kitab indirmiştir. Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan dördünü teşkil eder. Bu yüz dört kitabın içindeki bilgileri Kur’ân’a yerleştirmiştir. Kur’ân’daki ilimleri sûrelere koymuş ve sûrelerdeki bütün bilgileri (hikmet ve işâretleri) Fâtiha’ya yerleştirmiştir. O halde Fâtiha-i Şerife’nin tefsirini bilen kimse, Allah’ın indirmiş olduğu bütün kitapların tefsirini biliyor demektir. Kim de Fâtiha-i Şerîfe’yi okursa, Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan’ı okumuş gibi olur.
İKİNCİ İŞARET : Varlık âlemindeki çoğu eşya yedi (rakamı) üzerine kurulmuştur: Yedi kat gökler, yedi kat yer, yedi büyük deniz, yedi büyük yıldız, yedi organ… Allahü Teâlâ Fâtiha-i Şerîfe’yi sana yedi âyet olarak vermiştir. Böylece kendi mülk ü saltanatında bulunan bütün yedilerin sevâbı sana verilmiş olsun. Bu görüş, Mukatil bin Süleyman’dan rivâyet edilen habere uygun düşmektedir: «Şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk’- ın Arş’a asılı bir kandili ve bu kandilde onsekiz bin âlemi vardır. Bir kul Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn dediği zaman bu kandil harekete geçer ve Allah’a hamd ü senâda bulunur. Böylece Cenâb-ı Allah bunu söyleyene o onsekiz bin âlemin sevâbmı lütfeder.»*88 ÜÇÜNCÜ İŞARET : Allah sana yedi organ vermiş, Muhammed (SA.V.) Efendimiz’e de yedi âyet vermiştir. Kim bu yedi ikili (Fâtiha-i Şerîfe)yi okursa, Cenâb-ı Hak bunu kulunun yedi azasına karşılık bir şükür olarak kabul eder. Nitekim Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz: «Ben, yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Yüz, iki el, iki diz, iki ayak…» buyurmuştur.
DÖRDÜNCÜ İŞARET : Cenâb-ı Hak, «Gerçekten ben, Musa’ya çok açık ve seçik yedi âyet verdim» buyurmuş, Hazret-iHammed’e de hitaben: «Andolsun ki sana yedi ikili âyet verdik..» demiştir. Musâ’ya verdiğimiz onun kavmi üzerine bir mihnet oldu. Sana verdiğimiz ise senin ümmetine bir rahmet oldu. Elbette ki bu iki bağış arasında hayli fark vardır. Biri adâlet hâzinesinden, diğeri fazilet ve kerem hâzinesinden çıkmıştır BEŞİNCİ İŞARET : Musâ’ya verilen âyetler fâni idi. Ama ey Muhammed!, Sana verdiğimiz âyetler bâkidir, ebediyen yok olmayacaktır. Musâ’nm âyetleri nasıl fâni ise onun şeriat ve sünnetleri de fenâ bulmuş, neshedilmiştir; ölümünden sonra hükmü kaldırılmıştır. Hazret-i Muhammed’e verilen en büyük belge Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu kitabın da en büyük belgesi Fâtiha’dır; ebediyyen fenâ bulmayacaktır. Bunun gibi Hz. Muhammed’in şeriatı da, sünnet-i seniyyesi de fenâ bulmayacak, nesholmayacak, ebediyen bâki kalacaktır.
ALTINCI İŞARET : Ey Muhammed! (SA.V.) Kim senin gibi olabilir? Kim senin ölçünde bulunabilir? İlâhın, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Senin peygamberliğin âlemlere rahmettir. Sen EL-HAMDÜ LİLLÂHİ RABBİ’L-ÂLEMÎN dedin. Senin peygamberliğin VE MÂ ERSELNÂKE İLLÂ RAHMETEN LÎL ÂLEMÎN’dir.
YEDİNCİ İŞARET: Senin ilâhın, DİN GÜNÜNÜN YEGÂNE SAHİBİDİR. Peygamberliğin, günahkârlara şefaattir.
SEKİZİNCİ İŞARET: Senin ilâhın RAHMÂN ve RAHÎM – dir. Sen ise ya Muhammed! Çok merhametli ve çok şefkatlisin.
DOKUZUNCU İŞARET : «Andolsun ki Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik» buyurulmuştur. Bu ilim, kuşların nasıl anlaştıklarım anlamak, onlann konuştuklarını bilmektir. Haz- ret-i Muhammed (SA.V.) Efendimiz’e ise şöyle buyurmuştur: «Andolsun ki sana ey Muhammed! Yedi ikili âyet verdik…» Şüphesiz ki bu yedi çok bağışlayıcı olan, mülk ü saltanatı devam eden Allah’ın idi. Elbette ki bu iki ilim ve vergi arasında büyük fark vardır
İŞARET: «Ey Davud ve ey Süleyman! Kuşların anlaşma ilmi, konuşma keyfiyeti size verildi. Ve size bütün îsrâil oğullarından üstün olma fazileti de verildi. Ey Muhammed! Çok bağışlayıcı olan, hükümdarlığı devam eden Allah’ın kelâmı sana ve üm- metinedir. Ve böylece siz bütün âlemlerden üstün tutuldunuz. Bu fazilet de size…
İŞARET : Süleyman Peygamber (A.S.) kuşların dilini, anlaşma yöntemlerini anlayınca, bunun zevk ve sohbetini dünyada bulmuştur. Mevlâ’nın sözünü bilen ve anlayan kimsenin Mevlâ ile olan sohbeti ve O’nu görmekliği âhirette olacaktır.
İŞARET : «Andolsun ki ey Davud! Biz kendi katımızdan sana bir üstünlük verdik…» buyurulmuştur. Bu üstünlük bazen küçük, bazen de büyük olabilir. Ama Cenâb-ı Rabbi’1-Âle- mîn bu üstünlüğün küçük ya da büyük olduğunu açıklamamıştır Ama Hazret-i Muhammed’in vasfından bahsedilirken: «Şüphesiz ki Cenâb-ı Allah’ın senin üzerine olan fazl u keremi (vermiş olduğu üstünlük) büyüktür» buyurulmuştur. Onun ümmeti için ise şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed! Mü’- minlere müjde ver ki, onlar için Allah’dan büyük bir fazl u kerem vardır.» İŞARET : Fâtiha’nın başından sonuna kadar, kul onu okuyunca kendi kendine sorup diyor ki:
Neden Cenâb-ı Hak EL-HAMDÜ LÎLLÂH’ı bana vâcib kılmıştır? Allah da sanki ona şu cevabı veriyor: Çünkü ben âlemlerin Rabbiyim; yâni onları terbiye edip kemâle erdirenim. Onları nutfeden, kan pıhtısına ve en son durumuna devre devre getirenim. Bu bakımdan banı şükretmen vâcibdir. Kul, diyor ki: Ben hem rızka, hem de işime yarayacak bir nice şeylere muhtacım. Kim bana rızık verecek? Cenâb-ı Rabbi’l-Âlemîn de ona sanki şöyle cevap veriyor: Ben Rahmân’ım, yâni bol rızık vericiyim; o halde ben senin rızkını veririm. Kul der ki: Ben günahkârım; kim beni bağışlar? Allah ona sanki şu cevabı verir: Ben Rahîm’im; seni ben bağışlarım; günah ve isyanlarını afvederim. Kul, benim bir hayli hasımlarım, düşmanlarım vardır; beni onlardan kim kurtaracak diyor. Cenâb-ı Hak sanki onun bu sorusunu şöyle cevaplandırıyor: Şüphesiz ki ben cezâ gününün sâhibiyim; seni ö gün hasımlann ve düşmanların elinden ben kurtarırım. Ve sanki kul: Ne güzel Rabsın sen! Ne emredersen onu yapacağım., diyor. Cenâb-ı Rab da ona sanki şu cevabı veriyor: De ki, ancak sana ibâdet ederim. Yâni yalnız senin birliğine inanarak sana kulluk ederim ve sana itaate devam ederim. Kul: Ben oldukça zayıfım, diyor sanki; sana ibâdete güç getiremiyorum. Senin sevdiğin ve arzu ettiğin şekilde kulluk yapamıyorum. Bu durum karşısında ne yapmalıyım? Cenâb-ı Rabbi’l-Âlemîn ona sanki şunu haber veriyor: Ey kulum! Benden yardım bekle ve de ki; ancak senden yardım beklerim. Tâki sana yardımda bulunayım. Ve kul sanki şöyle diyor: Sen kullarına ne güzel lûtfedici ve ne güzel ikramda bulunucusun! Senden ayrılmamam için ne yapmam gerekiyor ve senin rahmetinden mahrum kalmamak için ne etmeliyim? Ona Rabbi’l-Âlemîn sanki şunu söylüyor: De ki, bizi doğru yola eriştir; tâki benden kopmuş olmayasın ve rahmetimden uzak düşmeyesin. Kul sanki şöyle diyor: Yâ Rab! Doğru yol kimlerin yoludur? Rabbi’l-Âlemîn sanki ona şu cevabı veriyor: Nimetime erdirdiğim kimselerin yoludur. Onlar peygamberler, melekler, saadete erenlerdir. Yine kul şöyle soruyor sanki: Allah’ım! Neden kaçmayım, kaçılacak şeyden kaçıp senin gazabına çarprlrmş olmayayım? Ve bu sayede hidâyet caddesinden sapmış bulunmayayım?.. Rabbi’l-Âlemîn sanki ona şu cevabı veriyor: De ki, gazaba uğrayanların, azıp sa- pıtanlarm yoluna değil… Tâki sana gazab etmeyeyim ve sen de hidâyet caddesinden sapmış olmayasın.. Sanki kul bu kez şöyle diyor: Yâ Rab! Bu duâ ne büyük ve ne yüce duâdırL. Bu duânın bereketi ne kadar gönül çekicidir!. Ben bu duâyı okuduğum zaman kim buna ÂMÎN diyecektir? Rabbi 1-Âlemîn san*ki ona şunu hatırlatıyor: Sen duâ yaparsın, melekler de ÂMÎN der Ben ise öğreten, kabul eden, ilân eden ve karşılıksız ve- renimdir.. İşte bu yüzden şeytan üç defa, bu sûrenin sayılmayacak kadar faziletleri karşısında inleyip bağırmış, çırpınıp durmuştur. Rivâyete göre Mücâhid (RA.) şöyle demiştir: «İblis (aley- hillâ’ne) üç defa inleyip bağırmış, çırpınıp durmuştur: 1. Kendisine lânet edildiği, İlâhî rahmetten kovulduğu zaman. 2. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) peygamber olarak gönderildiği zaman. 3. Fâtiha sûresi indiği zaman.» Başka bir rivâyete göre: İblis (aleyhillâ’ne) dört defa inleyip bağırmış, çırpınıp durmuştur: Üçü yukarıda belirttiğimiz zamanlarda; dördüncüsü, cuma namazı farz kılındığında. Denildiğine göre; Hazret-i Muhammed (S.A.V.) Efendimiz peygamber olarak gönderildiğinde îblis (aleyhillâ’ne) inleyip bağırmış, çırpınıp durmuştu. O kadar ki bütün iblisler onun yanında toplanmış, «ey büyüğümüz, ey sahibimiz! Sana ne dokundu da böyle inlersin? Seni rahatsız eden şey nedir ki böyle çırpınıp durursun? Eğer bu öfken Âdem oğullarından dolayı ise. söyle, onları helâk edelim. Dağlardan ise söyle, onları kırıp dökelim. Denizlerden ise, ondaki her şeyi yok edelim…» îblis onların bu ısrarlı sorusu üzerine dedi ki : — Benim inlemem, çırpınıp durmam bu saydıklarınızdan hiç biri sebebiyle değildir. Fakat bilmiş olun ki: Âlemlere rahmet olan bir peygamber gönderildi. îşte benim üzüntüm ve öfkem hep ondandır.. Fâtiha-i Şerife indiği zaman, îblis yine inledi, çırpınıp durdu. Şeytanların hepsi toplandılar ve aynı şeyleri ondan sordular. O da onlara dedi ki: Benim bu inlemem, çırpınıp durmum sizin saydıklarınızdan ötürü değildir; ama öyle bir sûre indi ki onu okuyanın mükâfatı ancak Cehennem ateşinin ona haram olmasıdır. îşte bu yüzden sizin bütün hileleriniz bâtıl oldu, düşünceleriniz meyvesiz kaldı!.. Bunun üzerine şeytanlar ona dediler ki:— Ey efendimiz ve mevlâmız! Bize bu hususta ne emredersin? Şeytan onlara döndü ve dedi ki: — Gidiniz, gayret sarfediniz, onlarm kalblerini gaflete boğunuz ki bu sûreyi okumasınlar ve bunu okumayı çoğaltmasınlar; tâki onlar için bundan dolayı bir ecir ve sevâp gerçekleşmeye… Bilâkis onlara azâb ve kötü sonuçlar ola… İkinci bir işâret: Cenâb-ı Hak sanki şöyle diyor: Fâtiha’nm okunması benden; meleklere karşı her âyet ile cilvç de senden, anlamındadır. Nitekim bize kadar gelen rivâyetlerde bu husus vârid olmuştur. Şöyle ki: Ey Muhammed! Ancak senin gibi bir peygambere bu hususiyeti vermiştir; en yakın melekler üzerinde onun bu hususiyetini yansıtan cilvesini aksettirir. Bu kerâmet ve hususiyeti ne gelmiş geçmiş peygamberlere, ne de mukarrib olan meleklere vermiştir. Diğer bir işâret: Cenâb-ı Hak Fâtiha-i Şerîfe’yi EL-MESÂNÎ sıfatıyla adlandırmıştır. Çünkü onun her âyetine karşılık kuluna bir kerâmet verecektir. Kul, EL-HAMDÜ LÎLLÂHÎ RABBÎ’L-ÂLEMÎN deyince, Allah ona olan nimetini artırır. Kul, ER-RAHMÂNÎ’R- RAHÎM deyince, Allah onun üzerine rahmetini yayar. Kul, MÂLİKİ YEVMİ’D-DÎN deyince, Allah onu kıyâmet günü korkularından güven içinde bırakır. Kul, ÎYYÂKE NA’BÜDÜ VE ÎYYÂKE NESTAÎN deyince, Allah onun yapmış olduğu ibâdeti kabul buyurur ve bütün işlerinde ona yardımcı olur. Kul, ÎH- DÎNÂ’S-SIRATA’L-MÜSTAKÎME deyince, Allah onu İslâmiyet üzere sâbit tutar. Kul, SIRATA’L-LEZÎNE EN’AMTE ALEYHİM deyince, Allah ona peygamberlerin ve sâlih kulların durumuna uygunluk içinde bulunması için ikramda bulunur. Kul, ĞAY- RÎ’L-MAĞDÛBİ ALEYHİM VELÂ’D-DÂLLÎN deyince, Allah onu kâfirlerin uğradığı ve uğrayacağı kötü âkıbetten korur. HAMD konusunda bir işâret: EL-HAMD kelimesinin başında bulunan (ELİF), mü’minlerin Cenâb-ı Rabbi’l-Âlemîn’le olan ülfetine işârettir. (LÂM) ârif kişilerin Allah’ın yaratıklarına olan lûtfudur. (HÂ) ârif kişilerin İlâhî hududa riâyet edip onu korumalarıdır. (MÎM) ârif kişilerin Allah’a olan mahabbetidir. (DÂL) âriflerin Allah kapısında bulunmalarının devamıdır. Diğer bir işâret: (ELİF) Allah’ın lütuf ve nimetlerinin âriflere olan remzidir. (LÂM) Allah’ın âriflere olan lûtfudur. (HÂ) Allah’ın ârif- ler gönlünde olan marifetidir. (DÂL) Allah’ın âriflerden defettiği belâya işârettir