Hacca gelmiş olanlar dönüş yolunu tuttular. Yesrib kervanının
hareketinden sonra, Akabe toplantısının esrarı yayılmağa
başladı. K ureyş’liler, yalnız bu toplantının vuku buldu
ğunu değil, fakat toplantıya iştirak etmiş olan m üslüm anlarm
tahm inlerinden çok ziyade olduğunu ve bunların, icabı halinde,
Hazreti M uhammed’i silâh ile m üdafaa etmeğe andiçtiklerini
de, büyük bir şaşkınlıkla haber aldılar. Bunu bir kışkırtm a
saydılar ve öç alm ak için M üslüm anların takibine koyuldular.
F akat onlardan ancak geri kalm ış olan iki kişiyi yakalayabildiler.
Bunlardan biri kaçmağa m uvaffak oldu, yalm z Sa’d,
kolları arkasında bağlı olduğu halde, saçlarından tutularak
tâ M ekke’ye kadar sürüklendi. M uhakkak ki, daha başka iş
kencelere de uğratılacaktı; fakat vaktiyle M edine’de kendisine
iyilik etm iş olduğu bir K ureyş’li m üdahale ederek onu him ayesine
aldı ve böylece yakasını kurtardı.
A nlaşılıyordu ki, ikinci Akabe biatinden sonra Resul-i Ekrem
ile sahabeleri hicret etm eği düşünüyorlardı.
Y esrib’de yerleştikten sonra, M üslüm anların sükûn ve huzur
ile, teşkilâtlanacaklarını ve şimdiye kadar uğram ış oldukları
hakaretlerin ve fena m uam elelerin intikam ım almağa
bile çalışacaklarını gözönüne getirerek, K ureyş’liler, İslâm dinini
kabul etmiş olan hem şehrilerine karşı — onları dinlerinden
vazgeçirtm ek iç in — tazyiklerini arttırm ağa başladılar
H attâ gayelerine varm ak için hile ve desiseler de kullanıyorlardı.
Ömer ibni’l-H attâb, arkadaşı Aiyaş ibni Rebia’nm ne suretle
irtidad etmiş olduğunu şöyle hikâye ediyor: «Aiyaş ile
birlikte gidiyorduk. Yesrib mülhakatından Kuba denilen yere
geldik. Aiyaş’m ana cihetinden kardeşleri olan ve bizi takibeden
Ebû Cehil ile El-Hâris ona yetiştiler. Anaları Esma’nın
saşlarına tarak yahut bir damla yağ dokundurmıyacağım ve
oğlunu tekrar görünciye kadar kızgın güneşin altında kalmağı
ahdettiğini söylediler.
«Aiyaş’m, dinini terketmesi için kendisine bir tuzak hazırlamış
olduğunu anladığım cihetle, ona sakınması lâzım
geldiğini tavsiye ettim. İnandıramadım. Bana cevap verdi:
«Dinimi asla terketmiyeceğim. İhtiyar annemi ahdinden kurtaracağım
ve bu fırsattan istifade ile Mekke’de malik olduğum
mülkleri ona bırakacağım.» dedi. Kararından vazgeçirmenin
imkânsız olduğunu görerek, kendisine çabuk yürüyen bir deve
verdim ve bir ihanet şüphesi duyar duymaz kaçmasını tavsiye
•ettim.
«Bir yere gelince, arkadaşları, üzerine atılarak el ve ayaklarını
bağladılar, ve bu haliyle Mekke sokaklarında gezdirerek:
«Ey Mekke’liler! İçinizde atalarımızın dinini terk ve inkâr
edecek kadar deli olanlara yapacağınız muamele işte budur»
diye bağırdılar.»
H akkında tatbik edilen işkencelerden kurtulm ak için
Aiyaş irtidad etti. Bir m ürtedin artık selâm et yoluna giremiyeceğini
zannederek, aşağıdaki âyetler nüzül edinceye kadar,
İslâm cem aatinden uzak yaşadı:
«De ki: Ey nefislerine karşı hadden aşırı hareket
edenler, Allahın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Çünkü Allah bütün günâhları bağış
lar. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.
Size azap gelip çatmadan Rabbinize
dönün, O’na teslim olun. Sonra yardıma mazhar
olamazsınız.»
(Züm er Sûresi, 53 – 54)
Ömer bu âyetleri bir deri parçası üzerine yazarak Aiyaş’a
göndermiş, o da, bundan cesaret alarak, M edine’ye dönmüştür.
H azreti M uhammed, M ekke’de yaşam akta olan bütün Müslü
m anların hicret etm eleri taraftarı idi. Iztırablarm a nihayet
•vermek azmiyle sahabelerine: «Yesrib’e gidiniz. Allah orada
size kardeşler vermiştir. Orada emniyete kavuşacaksınız»
dedi.
Bu suretle M üslüm anlar, gizlice yol hazırlıklarını yaparak,
küçük küm eler halinde gitmeği aralarında kararlaştırdı
lar ve yola düzüldüler. Vasıtaya m âlik olanlar develere binerek,
bundan m ahrum olanlar da yaya olarak gittiler. Seyahet
on, on bir gün sürüyordu. İki ay geçince, M ekke’de, bazı kadınlardan
başka, H azreti M uhammed’le sahabelerinden iki yahut
üç kişi ve efendilerinin salıverm ediği bir kaç köle kal
mıştı.
H areket o kadar güzel tanzim edilmiş ve o kadar çabuk
tatbik m evkiine konulm uştu ki, K ureyşîliler buna m âni olacak
hiç bir şey yapam adılar. A ilelerin evlerini ve eşyalarını
bırakıp, hiç izlerini belli etmeksizin, git gide ortadan kaybolduklarını
hayretle görüyorlardı. Bu feragat ruhunu nazar-ı
itibare almamış olduklarından birdenbire şaşa kalmışlardı.
Enser, — Resul-i Ekrem ’in Yesrib ahalisine verdiği isim dir ki,
yardım cılar d em ek tir— M uhacirleri evlerine kabul ile onlara,
her tü rlü yardım ı yapm ayı şeref saym akta idiler.
Hazreti M uhammed, Ebû Bekir’in niyaz ve ısrarlarına
rağmen, sahabelerinin âkibetine âit her tü rlü endişeden kurtulm
adıkça M ekke’yi terketm ek istemiyordu. M ekke’de oturm
akla m aruz kaldığı tehlikeleri bilmez değildi; fakat hemşehrilerinin
daha bir kaçını putperestlikten kurtaracağını daim a
ümid ediyordu. Hayatında vukua gelen bütün m ühim hâdiselerde
olduğu gibi bu hususta da karar verm ek için, Allah’ın
vahyini bekliyordu.
M üslüm anların, m enedem edikleri hicretleriyle Resul-i Ekrem
’in gösterdiği soğukkanlılık, nihayet k at’i bir darbe indirmeğe
k arar verm iş olan K ureyş’lilerin hiddetini son haddine
vardırdı. A taları Kusay tarafından bina edilmiş olan D arü’nNedve
(İçtim a Evi) de toplandılar. En m ühim m üzakereler
um um iyetle burada cereyan ederdi ve yalnız K usay’in ahfadından
en az k ırk yaşında olanlar bu toplantılara kabul edilirdi.
Ebu’l-Bahteri Hazreti M uhammed’in tutulup hapsedilm esini
teklif etti. Esved ibni Rebia m em leketten ta rt ve sürülm esi
fikrini ileri sürdü.
Bu tekliflerin ikisi de reddolundu. Birincisi, Hazreti Peygam
ber’in taraftarları yahut mensub olduğu kabilenin adam
ları onu günün birinde kurtarabilirler, İkincisi de, biribirine
düşman olan kabileler arasında yaşarken, onları, sözlerinin
, belâgatiyle, kendi tarafına celbedebilir ve onlarla birlikte M ekke’ye
hücum edebilir m ülâhazasiyle reddolunm uştu.
N ihayet Ebû Cehil söz alarak: «Size atalarımız adına yapacağım
bir teklif var ki, eminim, tamamiyle sizi tatmin edecektir»
dedi. Orada hazır olanlar: «Söyle,» dediler, «nedir?»
Ebu Cehil dedi ki: «Teklifim şu: Kabilemizin her bölüğünden
genç, kuvvetli, asîl ve hürmete şayan bir âileye mensup birer
cengâver intihab edeceğiz ve onlara keskin birer kılıç verece
ğiz. Bu genç cengâverler, Muhammed’i öldürmek üzere bir
anda müttehiden onun üzerine atılacaklar. Bu veçhile hareket
edince, onu öldürmek mes’uliyeti, kaatillerin mensub oldukları
kabileler arasında dağılmış bulunacak ve akrabası olan Abdi
Menaf’lar, kabilemizin her ailesine karşı harb ilân edemiyeceklerinden,
diyet (tazminat) talebiyle iktifa edecekler. Biz de
bunu veririz.»
Ebû Cehil’in bu alçakça teklifi meclisçe ittifakla kabul
‘ edildi.
Ebû Bekir Resulü Ekrem ’in hicreti için her ne lâzımsa
— bir m üddettenberi— onları hazırlam akla meşguldü. Ezcümle,
gayet çabuk yürüyen iki deve satın almıştı, onları evinin
avlusunda saklıyordu. M ekke eşrafının D arü’n-Nedve’de toplandıklarını
haber alır almaz, putperest, fakat sadık ve itim ada
şayan bir adam olan îbni U reykıt’ı çağırarak, bu iki deveyi ona
teslim etti ve vereceği haber üzerine onları hangi semte gö
türeceğini gösterdi.
Öbür yandan Hazreti M uhammed, sanki hayatına yapılan
suikastten tam amile haberi varm ış gibi, hareketleri zamanının
geldiğini söylemek üzere, Ebû Bekir’in evine gitti. Gün batın–
cıya kadar beklediler. Akşam olup da karanlık şehre çökünce,
evin arka cihetindeki bir pencereden gizlice çıkarak, karanlıklar
içinde kayboldular.
G aybubetleri anlaşılırsa, kendilerini yakalam ak için, düş
m anlarının şimale yöneleceklerini bildiklerinden cenub istika- 1
m etine teveccüh ettiler. Aşağı yukarı bir buçuk saat yürüdüler
ve gece karanlığında Sevr Dağı’na tırm anarak oradaki mağaraya
iltica eylediler. >
H azreti M uhammed’le arkadaşı bu m ağarada yerleştikleri
sırada, zorbalar Resul-i Ekrem ’in evi etrafında pusuya yatm ış
lar, cinayetlerini yapm ak için şafağın sökmesini bekliyorlardı.
H ainane cürüm lerini karanlıkta işlemek istem iyorlardı. Çünkü
şayet bir kargaşalık zuhur ederse, bazılarının cinayete iştirâklerini
inkâr etm eleri ve ötekileri m es’ul tutm aları ihtim ali
vardı. Bundan dolayı, içlerinden her birinin m üsavi derecede
cinayete iştirâk ettiğini görebilm ek üzere, şafağın sökmesini
beklediler.
Ebû Cehil, zorbaları teşci’ etm ek ve gayretlerini arttırm ak
m aksadıyla, geceyi onların yanında geçirdi.
Ertesi sabah şafak sökerken, zorbalar, şikârlarını avuçları
içinde tuttuklarından emin olmak için, kapı aralığından
baktılar ve Hazreti M uham m ed’in, yeşil abasına sarınm ış olduğu
halde, uyum akta bulunduğunu gördüler. Hainane teşebbüslerinin
m uvaffakiyetle neticeleneceğinden emin, kapıyı zor- »
ladılar, yalın kılmçla, o gece H azreti ^Muhammed’in yerine,
onun döşeğinde yatm ış olan Ali’nin üzerine yürüdüler. Fakat
A li’yi görünce: «Ne?» dediler, «Ali, sen misin? Peki amcanın
oğlu nerede?»
Ali, sadece: «Ben bilmiyorum» diye cevap verdi.
*
* *
Ebû Bekir’in A m r ibni Fuheyre ismindeki çobanı efendisinin
keçilerini K ureyş reislerine ait sürüler arasında otlatm akta
idi. Akşam olunca bu keçileri H azreti M uhammed’le Ebû
B ekir’in iltica etmiş oldukları m ahallin civarına sürüyor idi.
Ebû B ekir’in oğlu A bdullah da bütün gün şehirde aldığı haberleri
babasına bildirm ek üzere oraya geldiği cihetle, îbni Fuheyre,
m ağaraya bir m iktar süt bıraktıktan sonra, sürüsünü
A bdullah’ın ayak izlerini kaybettirecek surette yürütüyor ve
istirahat etm ek üzere, öteki çobanların bulunduğu yere gidiyordu.
H azreti M uham m ed’le arkadaşının gaybubeti M ekke’lileri
deli etmişti. K açanları yakalıyana yüz deve m ükâfat vereceklerini
ilân için tellâllar bağırttılar. En m ahir izciler her tarafa
yöneldiler. B unlardan bazıları m ağaranın çok yakınından bile
geçtiler. F akat m ağaranın kapısını bir örümcek ağı kaplamış
olduğu için, m ağaraya hiç bir kim senin girmemiş olduğunu istidlâl
ettiler ve içine girip bakm ak zahm etini ihtiyara lüzum
görmediler. Ebû Bekir araştırıcıların ayak seslerini duyarak,
kendi hayatı nam ına değil, arkadaşının, Resul-i Ekrem ’in hay
atı nam ına titriyor ve yavaşça ona: «Benim ölümüm, herhangi
bir adamın ölümünden başka bir şey olamaz, fakat senin
ölümün bütün sahabe^rin ölümü olur» diyordu. Hz. Peygam
ber ona, «Keder etme, Allah bizimle beraberdir» diye cevap
verm işti.
Üçüncü günü, K ureyş’in takibatı gevşemekle, Ebû Bekir
jvM ullah ibni U reykıt’a haber yolladı, o da Ebû Bekir’e âit iki
deve n^ kendisininkini, kararlaşm ış olan yere götürdü. Diğer
taraftan, Ebû B ekir’in kızı Esma bir hurç içinde yiyecek gö
türdü; fakat acele ile hurcu bağlıyacak ip almağı unutm uştu;
kuşağını ortadan ikiye bölerek, b ir parçasıyla hurcu bağladı,
öteki parçasıyla da babasının bineceği devenin hamuduna
sardı. (Bu hâdiseye telm ih m aksadıyladır ki, Esma ekseriya
Z at’ün-N itâkayn — iki kuşaklı k a d ın — adıyla anılır.)
H azırlıklar tam am lanm ış olduğundan, Ebû Bekir develerin
en iyisini çekip Resul-i Ekrem ’in önünde ıhlattı (çökertti)
ve Peygam beri binmeğe davet etti. H azreti Muhammed:
«Bana ait olmıyan bir deveye binemem» cevabını verdi. «Fakat,»
dedi Ebû Bekir, «anam babam hakkı için, o sana aittir
sana veriyorum.» H azreti M uhammed: «Kabul edemem. Kaça
aldığını bana söyle, ben de o kadara satın alacağım» dedi.
Alışveriş bittikten sonra H azreti M uhamm ed bu deveye
bindi, Ebû Bekir öbürüne atladı ve sadık hizmetçisi îbni Fuheyre’yi
terkisine aldı; nihayet İbni U reykıt kendisine ait deveye
binerek, küçük kafileye kılavuzluk etti, onları bazan deniz
kıyısı boyunca giden ve Y esrib’in garb tarafındaki büyük
yola katılan sapa bir yoldan geçirdi.
Sürâka bin M alik nam ında bir M ekke’liye bedevinin birisi,
denize doğru giden yolda üç deveden m ürekkep küçük b ir
kafileye tesadüf ettiğini, ve deveye binm iş olanları Hazreti
M uhammed’le arkadaşlarına benzettiğini söylemişti. Resul-i
Ekrem ’i yakalıyana vâdedilen m ükâfata tam ah eden Süraka
hemen evine koşarak atını eğerletm iş, mızrağını, okunu (ok
kuburunu), sadağını almış ve, kendisi gibi m ev’ud m ükâfata
meclûb ve takip etm eleri m uhtem el olanların şüphesini uyandırm
am ak için, M ekke’den gizlice çıkarak m uhacirlerin takibine
koyulmuştu. Bir m üddet gittikten sonra, atı sürçm üş,
yere yıkılmış, kendisi de düşmüştü. Zam anındaki bütün Arablar
gibi, hurafelere inanan Sürâka bu m eş’um halden m üteessir
oldu ve tefe’ül etm ek üzere, sadağındaki «azlem» lerini,
fal oklarım çıkardı. Falı fena çıktı. Fakat vâdedilen m ükâfat
hırs ve tam am ı tah rik ettiği cihetle, tek rar takibe devam etti.
Biraz sonra m uhacirleri gördü, hem en hem en onlara yaklaş
mış, K ur’andan bazı âyetler okuyan Resul-i Ekrem ’in sesini
duym uştu. O sırada atı yeniden sürçtü ve kendi de düştü. Ok
atarak bir daha falına bakm ak istedi, baktı ve falı yine gayri
m üsait çıktı.
Hâdisenin alt tarafım bizzat Sürâka şu suretle hikâye
ediyor: «O zaman, beni büyük bir felâketin beklemekte oldu
ğundan şüphe etmiyerek, bağırdım: Ya Muhammed, senden af
dilerim; buna mukabil sana faydası dokunabilecek bazı şeyler
haber vereceğim, benim peşimden gelebilecekleri senin yolundan
geri çevireceğim… Hazreti Muhammed’in nihaî zaferinden
emin olarak, aramızda artık düşmanlık kalmadığına dair
emannâme almakta ısrar ediyordum. Verdiği emir üzerine, Ebû
Bekir bir deri parçası üzerine hemen yazıp verdi. Taif seferinde
hayatımı kurtaran bu emannâmedir. Sonra geri döndüm.
Avdetim üzerine, yolculuğumun gayesinin ne olduğunu öğrenmiş
olan Mekke’lilere, hiç bir şey görmediğimi söylüyor, ve onları
aldatmak için, beni bu faydasız ve yorucu yolculuğa sevkeden
yanlış malûmata lanetler okuyordum.»
Hikâye etm ekte olduğumuz vak’am n ertesi günü, m uhacirler,
karşı taraftan bir kervanın gelm ekte olduğunu görerek
şüpheye düştüler. F akat akabinde emin oldular. Ç ünkü Ebû
Bekir kervanın .başında — Suriye ile ticarî m ünasebetlerde
b u lu n an — amcazâdesi Talha’yı görmüştü. M utad olan selâm
laşm adan ve h atır sorm adan sonra, Talha, m allarını yayarak,
Suriye’nin en güzel m am ulâtm dan iki beyaz elbise seçti, birini
H azreti M uhamm ed’e, öbürünü Ebû Bekir’e hediye etti ve aynı
zam anda Yesrib M üslüm anlarının kendilerini sabırsızlıkla beklem
ekte olduklarını haber verdi.
Hakikaten, A rab m em leketlerinde haberlerin çölden çöle
yayılm asında görülen akıl almaz bir sür’at sayesinde, Y esrib
ahalisi Resul-i E krem ’in azim etinden ve kendilerine m ülâki
olmak hususundaki niyetinden haberdar olmuşlardı.
H er gün, sabah nam azından sonra, M üslüm anlardan bazı
ları, şurasına burasına k ara taşlar serpilmiş, kızgın b ir vâdi
olan ve Y esrib’in güney batısına düşen H arra’ya gidiyor ve,
gözlerini güneşin kam aştırıcı ışığından m uhafaza için, elleri
yukarıya doğru uzanm ış bir vaziyette Resûlullahı görm ek üm idiyle,
ufka bakıyorlardı.
Nihayet, bir gün, öğleden biraz sonra, M üslüm anlar arasına
katılan bir Yahudi bağırm aya başladı: «Ey müslümanlar,
beklediğiniz talih ve ikbal yetişti, geldi!»
Günlerden 28 H aziran 622, Pazartesiydi. (12 R ebiülevvel)
HİCRET
22
Kas