H azreti Muhammed, Beni A m r kabilesinin oturm akta
olduğu K üba’da durdu. Onu görm ek ve tazim etm ek üzere istical
edenler, «İşte Peygamber!» diye bağırıyorlardı. Resul-i
Ekrem ahaliye hitab ederek, «Ey ahali,» dedi, «komşularınız
için barış istiyerek sevincinizi gösteriniz. Kazancınızın bir par
çasını yerlilere ayırıp saklamak suretiyle onlara yardım ediniz.
Biribirinize bağlıyan münasebetleri kuvvetlendiriniz.
Başkaları uyurken, siz Allah’a ibâdet ediniz. Sizi cennete gö
türecek yol budur.»
Hazreti M uhammed, K üba’da Külsüm bin Hedm’in evinde
kalmıştı. Külsüm, evvelce de bir çok m uhacirleri m isafir etmiş,
m em leketin ileri gelenlerinden biri idi. H azreti Peygam
ber geceleri K ülsüm ’ün evinde yatıyor, gündüzleri de Sa’d
ibni Hayseme’nin evinde oturuyordu. Kendisiyle görüşmek
istiyenleri orada kabul ediyordu. Ebû Bekir Kuba civarında
Essunh’da (Hârice’de) m isafir kaldı. Üç gün sonra da Ali, çok
yorgun olarak, geldi. Yaya olarak gelmişti. Gündüzleri saklanıyor,
geceleri yürüyordu. H azreti M uhamm ed onu büyük bir
şefkat ile karşılamış, uzun uzun bağrına basmıştı.
Resul-i Ekrem, K üba’da oturm aktan istifade ederek, ilk
mescidin tem elini attı. K ur’am n dokuzuncu sûresinde: «Takva
üzere müesses bünyan» kelim eleriyle yadolunan câmi budur.
M üteakip cuma günü ki, geldiğinin dördüncü günüydü,
Ebû Bekir’den satın almış olduğu «El-Kusva» nam ındaki devesine
bindi, Ebû Bekir’i de terkisine alarak, etrafını saran
M üslüm anların arasında, Yesrib yolunu tuttu. Bu şehrin adı,
ondan sonra «Medinetü’n-Nebi» olm uştur.
Yolda, Hazreç kabilesinin bir kolu olan Beni Salim ’lerin
işgal ettikleri Ranuna vâdisinde durdu. Yüz kişi kadar olan
sahabeleriyle birlikte orada ilk cum a nam azını kıldı. M üminlere
karşı irad ettiği hutbede, doğru yoldan asla ayrılm am alarını,
âhiret hayatına inanm alarını; A llah’a ibâdet ve fakir-
îere yardım etm elerini tavsiye e tti ve ayrıca şu güzel sözleri
söyledi: «Buna muktedir olamazsanız bir yarım hurma vermek
ve bir teselli sözü söylemek suretile cennete kavuşursunuz.»
İşte ilk cuma nam azının kılındığı o yerde bugün, «Mescidü’l-Cuma»
denilen câmi bina edilmiş bulunm aktadır. Namaz
bittikten sonra, H azreti M uhammed, A bdül’-M uttalib’in anası
Selma cihetinden akrabası olan, Beni Neccar’lara, geldiğini
haber verm ek üzere, bir adam göndermiş ve m üteakiben kafile
yola çıkm ıştır. Y esrib’de nâil olduğu istikbal, halkın içten gelen
şevk ve heyecanının ifadesi oldu. M uhtelif klanlara m ensup
âileler, sevinçlerini gösterm ek üzere, tekm il m evcutlariyle
yola dökülmüşlerdi. D am ların üzerine çıkmış olan bir çok kadınlarla
genç kızlar bir ağızdan:
«Dolunay, (Vedâ) Dağının sırtlarından çıkıp ba-
«şımızın üstüne doğdu.
«Allah’a yalvaran bulundukça bize de şükretmek
«vaciboldu.
«Ey Allahin Resulü, Sen itaat olunan emirle
«geldin.» (*)
Her geçtiği m ahallede, ileri gelenlerden bazıları, devesini
yularından tu tarak durduruyorlar ve: «Ya Resûllallah, bize
misafir olunuz! Evimizde bereket ve emniyet bulacaksınız»
diyorlardı. Halk arasında hased uyandıracak bir tercihte bulunm
ak istem iyen H azreti M uhammed, hepsine iltifat ederek:
«Kararı deveme bıraktım, nerede durursa orada ineceğim. Ona
serbestçe geçip gitmesi için yol veriniz,» diye cevap veriyordu.
Peygam ber, uzun boynunu halkın başı üzerinde dolaştıran ve
sanki en m ünasip istirahat yerini arar gibi başını kâh sağa
kâh sola çevirerek ilerliyen devesinin dizginlerini gevşetmiş-
ti. Biraz dolaştıktan sonra, deve boş bir arsada durdu ve kocam
an boynunu boylu boyunca toprağa uzatarak çöktü.
Bu arsa bir «Merdeb» yani hurm a kurutulan yerdi; Ebû
Eyyub el-Ensarî’nin evinin yanında idi. H azreti M uhammed
bu arsanın, Sehil ve Süheyl nam ında iki yetim e ait olduğunu
haber aldı. B unların vasileri Muaz ibni A fra idi. Yetim leri
çağırarak arsayı H azreti M uhamm ed’e ne fiatla vereceklerini
sordu. Çocuklar: «Biz Allah’ın rızasından başka bedel istemeyiz»
diye cevap verdiler. Fakat, Resul-i Ekrem bu hediyeyi
kabul etm ek istememiş, kıym et olarak takdir edilen 10 dinarı
ödeyerek arsayı alm ıştır. (Dinar, bir altın akçedir ki, 4,25 gram
ağırlığında idi).
Ebû Eyyub lütfen kendi evine m isafir olmasını Resul-i
Ekrem ’den rica etti. Resul-i Ekrem bu ricayı kabul etti; fakat,
kendisine evin üst katı teklif olunduğu halde, alt katını tercih
etti. Çünkü, bir çok m isafir kabulüne m ecbur olduğu cihetle,
ev sahibini sıkıntıya sokmak istemedi. İşte bu evde, kendi h u
susî evi yapılıncaya kadar, yedi ay oturdu.
H azreti M uhamm ed’in ilk işi devenin durm uş olduğu arsa
üzerinde büyük bir mescid inşa etm ek olmuştu. Arsa üzerindeki
birkaç hurm a ağacı kesildi, arsanın bir kısm ını kaplıyan
çalılar kaldırıldı, orada bulunan bazı eski m ezarlar açılarak
içindeki kem ikler başka tarafa naklolundu. Arsa tem izlenip
düzeltildikten sonra, civardaki bir pınardan sular sızmaması
için arklar açıldı.
Mescidin tem elleri taştan, duvarları kerpiçten yapılacaktı.
Bütün sahabelerle birlikte Resul-i Ekrem de mescidin inşasında
çalıştı. Sahabelerin bazısı kerpiçleri yapm ak için toprağı
yoğururken, diğer bazısı H azreti M uhamm ed’le birlikte tem eller
için lâzım olan taşları taşıyorlardı. Bir gün, Ebû Bekir,
Hazreti M uham m ed’in göğsü toz içinde olduğu halde, kocaman
bir taş taşım akta olduğunu görüp, onu bu işden alıkoym ak
istemişti.
H azreti M uham m ed: «Sen de benim gibi yap,» dedi,
«benim taşın yanına sen de bir taş koy.» Sonra, Öm er’e döne-
rek, onu da Ebû B ekir’in taşıdığı taşın yanm a bir taş koymağa
davet etti. îşte bu suretle Medine mescidinin tem ellerini atan
Resul-i Ekrem ile ilk iki Halifesi İslâm devletinin de tem ellerini
kurm aya başlıyorlardı.
, Taş tem eller, duvarların alacağı yüksekliğin üçte birine
kadar çıkınca kerpiçler konmağa başladı. M üm inler çalışırken,
işi hızlandırm ak için ahenkli bir şekilde hareket ediyor ve hep
bir ağızdan şiirler okuyorlardı.
Mescid yüz endaze uzunluğunda idi, genişliği ise bir kaç
endaze daha azdı. D ört duvarla çevrili, üstü açık bir avludan
ibaretti. Üç kapısı vardı. Birincisi «Rahmet kapısı» adiyle anı
lıyordu. Kıble cihetinde (o devirde kıble K udüs’e doğru idi)
kesilmiş hurm a ağaçlarının kütüklerinden yapılm ış direkler,
hurm a dallariyla örtülü bir damı tutuyordu. Resul-i Ekrem bu
direklerin birine dayanarak hutbe okum akta idi. Daha sonra
ılgın (tam aris) ağacından küçük bir m inber yapıldı; bu, üç ayaklı
bir m erdivencik idi. Kıble, cenuba, yani K âbe’ye çevrildiği
vakit, hurm a kütüklerinden olan direklerle taşıdıkları çatı yerinde
bırakılm ıştı.
Evi olmıyan sahabelerin toplandıkları bu yere «Suffe =
Sofa» adı verildi.
M edine mescidi, esas itibariyle duvarla çevrilmiş bir
avludan ibaretti. Bu avlunun dış tarafında, şark cihetindeki
t duvara dayanmış olarak, Resul-i Ekrem ’in ikam etine mahsus,
iki oda inşa edilmişti. Bu hücrelerin kapıları doğrudan doğruya
avluya açılıyordu. Zam an geçtikçe bu hücreler çoğaltılarak sayıları
dokuza çıkarılm ıştır.
H azreti M uham m ed’in (S.A.), sahabelerine durum hakkında
bilgi ve talim at verdiği ve toplu olarak kılınm ası gereken
cuma nam azı dışında, m üslüm anlar nam azlarını, her nerede
bulunurlarsa, orada kılm akta serbest idiler.
Bununla beraber, şevk ve gayret sâri olduğundan, cemaat
halinde nam az kılm ak tercih ediliyordu. H attâ sahabelerin ekserisi
namaz vakitlerinde Mescid’e gitmeğe gayret ediyorlardı.
Şehrin m uhtelif m ahallelerinde dağınık olarak oturm akta bulundukları
için bazıları erken, bazıları geç geliyorlardı.
Bir gece, Ömer bir rüya gördü: Yeşil elbiseli bir adam,
İslâm ’ın inanç tem ellerini yüksek sesle ilân ediyor ve bunun
ardından namaza davet ediyordu. Öm er bu rüyayı Hazreti
M uhamm ed’e nakletti. O da: «Git, kuvvetli ve ahenkli bir sesi
olan Bilâl’ı bul ve benim tarafımdan, Mescidin yüksek bir yerine
çıkarak ayni sözlerle müminleri namaza çağırmasını söyle»
dedi.
Resul-i Ekrem ’in em ri üzerine Bilâl şu suretle ezan okudu:
«AUahü Ekber, Allahü Ekber
«Allahü Ekber, Allahü Ekber
«Eşhedü en lâilâhe illallah
«Eşhedü en lâilâhe illâllah
«Eşhedü enne Muhanuneden Resulüllah
«Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah
«Hayyalessalâh, hayyalessalâh
«Hayyalelfelâh, hayyalelfelâh
«Allahü Ekber, Allahü Ekber, Lâilâhe İllâllah.»
İşte İslâmda ezan bu suretle tesis olundu.
Resul-i Ekrem ’in dam adı Osman — ki pek zengindi ve m alının
m ühim bir kısm ını M edineye getirm eğe m uvaffak olmuş
tu — hariç olmak üzere, M uhacirlerin hepsi geçim vasıtalarından
m ahrum idiler. Osman, bir Y ahudinin m alı olan Ravna
kuyusunu 40.000 dirhem e satın alarak M ekke’li hem şehrilerinin
ihtiyaçlarına tahsis etm işti. Resul-i Ekrem de bunlarla
M edine’li m üslüm anlar arasında şahsî bir kardeşlik tesis eylem
işti: «Ensar» dan her birisi M uhacirlerden birini kendine
kardeş edinmişti.
M uhacirler kardeşlerinin âlicenablıklarını kötüye kullanm
am ışlardır. Meselâ Ensardan Said, m allarını bölüşm elerini
A bdurrahm an bin Avf’a teklif ettiği zaman, A b d u rrah m an :
«Allah seni, âileni ve servetini mübarek etsin! Bana çarşı yolunu
göster. Her taşın altında bir hazine bulmağı taahhüt edi
yorum» dedi. A bdurrahm an kendine olan itim adında yanılm
am ıştı. İptidaları, m ütevazi bir surette, yağ ve peynir satarak
ticarete başlıyan A bdurrahm an, sonraları o derece zengin olm
uştur ki, yedi yüz deveden m ürekkep bir kervan teçhiz edebilm
iştir. M ekke’liler ticaret işlerinde pek kabiliyetli idiler.
H azreti M uhamm ed’in dediği gibi, içlerinde öyleleri vardı ki,
çölde kum satarak zengin olmuşlardı. Bazıları, Beni K aynuka
çarşısında câri Yahudi tahakküm ünden kurtulm ak için, şehrin
ortasında, ikinci bir «Suk», yâni çarşı vücude getirirken, bazı
ları da ziraatle uğraşıyorlardı. Ensar, topraklarının bir kısm ı
nı M uhacirlerin em rine verm işlerdi. M uhacirler de, m ahsulün
bir kısm ını verm ek suretile, sürdükleri toprakların kirasını
ödüyorlardı. Ali, Sa’d ibni Malik, A bdullah ibni Mes’ud ile Ebû
Bekir ve Öm er’in âileleri ve diğerleri işte bu suretle ziraatçi
olm uşlardır.
H azreti M uhamm ed de gayet sade bir hayat geçirm ekte
idi. Başlıca yemeği «Sevîk» denilen ve bir m iktar su yahut sü t
içinde yuğurulm uş arpa unundan yapılan bir bulam açtı ki, içine
bal veya bir kaç hurm a katılırdı. Bazan et ve sebzenin kaynatılm
asile elde edilen suya ekmeğini batırarak yerdi. Yeme
ğini hem en her gün «Suffe» da oturanlarla paylaşırdı. Bir yere
davet olunduğu zaman, koyunun omuz tarafını tercihan yer ve
kabağı beğenirdi. Perhizi iltizam eder, sofradan daha açken
kalkm ayı, m ideyi asla tıkabasa doldurm am ayı tavsiye eylerdi.
Sofrada uzun m üddet kalm ağı icab ettiği için, y atarak yem
ek yemeği nehyederdi.
Resul-i Ekrem gayet sade giyinirdi. Elbisesi, bir «kamîs»,
yâni dikilmiş, kollu bir gömlek ile om uzlarını ö rten,, dikişsiz
uzun bir yünlü kum aştan ibaretti. A yakkabıları, deriden yapılm
ış sandallardı. Başında sarık vardı. Bununla beraber, icabettiği
vakit, daha m ükellef bir surette de giyinirdi. Temizliğe
şon derece itina ederdi. Misvak kullanırdı (*). Sahabelerine
de m isvak istim alini tavsiye ederdi. Güneş şualarının tesirini
[*] Misvak: Lifli bir ağaçtan çıkarılan ve dişleri temizlemekte kullanı
lan çubuk.
azaltm ak m aksadile gözlerine sürme çekerdi. Güzel kokuları
sever ve üzerine sürerdi. Cuma günleri, mescid çok kalabalık
olduğu için, buhurdanlıklar içinde kıym etli ıtırlar yaktırırdı.
Hoşa gitm iyecek surette kokan yem ekler yedikten sonra um um
î toplantılara ve cem aatle kılm an nam azlara gitm em elerini ,
sahabelerine tavsiye ederdi. Ziynet olarak, yalnız güm üşten
bir yüzüğü vardı ki, üzerinde «Muhammed Resulüllah» Allalahın
elçisi Muhammed kelim eleri yazılıydı. Tâbir caizse,
lüks ve debdebe nam ına yalnız bir m iktar hayvanı vardı. Bir *
kaç atı, yirm i kadar devesi ile, hediye olarak kendisine gönderilm
iş olan, iki katır ve iki eşeği vardı.
Çalışmanın, en m ütevâzi şekilde bile olsa, insana şeref
verdiğine inanırdı. Odasını ekseriya kendi süpürür, elbisesini
ve sandallarını kendi yam ar, atının terini kendi kuruturdu.
Kendisine Seyyid denilmesini m enederdi. Ne sarayı, ne nazırları
vardı; yalnız bazı m üşâvirleri (m üsteşarları) ile kâtipleri
vardı. Ne haristi, ne m ağrur, ne de ikbalperestlik ve taassub
ile m alûldü; belki m ülâyim , hassas ve m erham etli idi.
M ekke’de iken vazifesi, sadece dinî idi. Orada hem şehrilerini
putperestlikten kurtarm ağa ve ötedenberi alıştıkları bir
takım vahşi âdetlerden vazgeçirmeğe çalıştı. Halbuki, vardığı
günden itibaren, kendisini şehrin başkanı olarak kabul eden
M edine’de, dinî vazifesini yaparken bir taraftan da uhdesine
siyasî bir m esuliyet alm ak m ecburiyetini hissediyordu. Bu,
peygam berlik ve devlet reisliği vazifeleri onu «teokratik» yani
İlâhî kanunlara dayanan bir idare teşkilâtının tem elini vücuda
getirm eğe sevketm işti. Onun ef’alini anlam ak ve izah etm
ek için, hayatını bu iki noktai nazardan m ütalâa etm ek lâ
zım gelir.
H azreti M uham m ed’in ilk siyasî işi, Medine ahalisine hitaben
neşrettiği beyannâm edir ki, on üç asırdanberi İslâm
m em leketlerince nüm une ittihaz olunan, teokratik devlet sistem
inin Anayasası olarak telâkki olunur.
Hazreti M uhamm ed diyordu ki: «Bismillâhirrahmanirrahîm.
Muhacirin ile Ensar ve onlarla birleşenler ve onlarla
birlikte din uğrunda harbedenler, diğer insanlardan başka bir
cemaat teşkil ederler. Bu cemaatin bütün fertleri, aralarındaki
şahsi ihtilâfları adalet ve hakkaniyet dairesinde tasfiye etmeği
taahhüt ederler. Müminler, aralarında ihtiyaçlarını defedemiyenlere
veyahut borçlarını ödiyecek durumda olmıyanlara
yardımda bulunurlar. Her müslümana, diğer bir müslüman
aleyhine bir yabancı ile mukavele yapmak yasaktır. İslâm cemaati
arasına nifak sokmağa teşebbüs eden kimseye karşı kı
yam etmek her müminin vazifesidir: Mücrim isterse kendi
oğlu olsa bile… Bir mümin diğer bir mümini öldüremez ve
bir müslümana karşı bir kâfire yardım edemez. Bütün müslümanlar
biribirlerine muavenet etmelidirler ve bizim hâkimiyetimizi
kabul eden Yahudilere yardım eylemelidirler. Yahıı-
diler himaye olunacaklar ve din serbestisinden en geniş surette
istifade edeceklerdir. Harb vukuunda yahudiler müttefiklerimiz
gibi telâkki olunacaklardır. Beni Avf Yahudileri
müslümanların müttefikidirler. Yahudilerin dini Yahudilere
taallûk eder, netekim müslümanların dini müslümanlara taallûk
eyler. Benu Neccar, Benu Hâris, Benu Sâide, Benu Cuheyne,
Benu Sa’lebe ve Evs Yahudilerile müttefikleri Beni
Avf Yahudileri gibidir.
«Yahudilerin verdiği sadaka Yahudilere, netekim Müslü
manların verdiği sadaka müslümanlara ait olacaktır. Tecavüz
vukuunda müslümanlarla Yahudiler müşterek düşmana karşı
birleşmeğe mecburdurlar. Yesrib (Medine) vâdisi taarruzdan
masun mübarek bir mahaldir. Bize tecavüz etmiyen komşumuz,
misafirimiz gibi muamele görecektir. Her türlü tecavüzî muharebe
memnudur. Yesrib’e bir hücum vaki olursa istisnasız bü
tün halk müdafaasına iştirâk edeceklerdir ve sulh, ancak ahahalinin
muhtelif kısımları arasında bir anlaşma olduğu takdirde
akdolunabilecektir. Kureyşlilere ve müttefiklerine yardım
etmek yasaktır. Bu şartları kabul eden muhtelif partiler
arasında vuku bulacak her anlaşmazlık Allah’ın ve Resulullah’ın
kararına tabi olacaktır.»
Bu beyannam e, Y ahudi kabileleri tarafından iyi karşılan
dı. İçlerinden bir çökları M üslüm anlarla ittifaklarını sağlam
surette tesis için hususî m ukaveleler aktetm işlerdir. Bir kaç
ay her şey yolunda gitti. Medine, çoktanberi m uhtaç olduğu
sükûn ve em niyete kavuştu. Fakat H azreti M uham m ed’in Medine’ye
gelmesi bazı üm itleri kırm ış ve bazı tertipleri bozmuş
tu. İlk zam anların heyecanı geçince m üşkülât baş göstermeğe
başlamıştı.
M edine’nin en nüfuzlu şahsiyeti olan Abdullah ibni
Ubey, M edine’nin hüküm darı olmak sevdasında idi. Reisi olduğu
Hazreçler onu M edine’nin başkanlığına intihab ettirm e
ğe çalışmışlardı. Bu m evkii elinden almış olan Resul-i Ekrem ’i
affetm edi. Bazı gayri m em nunları etrafına toplam ağa m uvaffak
oldu. Günden güne artan kibir ve azam etine rağm en, Hazreti
M uhammed ona karşı iyi niyetle davranm aktan geri kalmamıştı.
Hasta olduğunu haber alınca, bizzat evine uğrayıp
sıhhatini sormağı kararlaştırdı. Eşeğine binerek A bdullah ibni
Ubey’in evine gitti. Ubey o sırada bir çok taraftarlarile birlikte
evinin önünde oturm akta idi. H azreti Peygam ber’i görünce,
abasına bürünerek, ona: «Buradan uzaklaş, eşeğin fena kokuyor,
sen de bizi toza boğuyorsun» dedi.
Bu sebepsiz hakaret üzerine, H azreti M uhammed’e refakat
eden m üm inlerden biri cevap verm ekten kendini alam ıyarak:
«Resulullah’ın eşeği senden iyi kokar!» diye bağırdı.
Kavgaya girişm ek için bundan başka bir şeye lüzum yoktu.
H urm a dallarile döğüştüler. H azreti M uhamm ed eşeğinden indi
ve döğüşenleri güçlükle biribirinden ayırdı. Onları teskin
için, itilâfı emreden, bazı âyetler okudu.
A bdullah ibni Ubey tek rar ağzını açarak, dedi ki: «Bütün
bunlar doğru iseler, bundan güzel söz olamazdı. Fakat evinde
otursaydm ve evine gelenlere okuyup, canımızı sıkmak için buraya
gelmeseydin daha iyi ederdin!..»
H azreti Paygam ber sükûn ve itidalini bozmaksızın oradan
uzaklaştı.
İbni Ubey’in kalbini kem iren hasedi o derecede idi ki, büsbütün
bir kenara atılm am ak için, İslâm dinini kabule m ecbur
olduysa da ihtidası asla samimî değildi. H azreti M uhamm ed’in
parlak m uzafferiyetlerinden sonra, az çok samimî bir surette
İslâm dininde birleşen, akrabalarının başına geçti. F akat ResuH
Ekrem aleyhine entrikalar çevirm ekten geri kalm ıyan İbni
Ubey, «Reisü’I-münafikun» — m ünafıkların reisi — olmakla
m eşhurdur.
Diğer taraftan, başlangıçta Hazreti M uham m ed’i sevinç
içinde karşılam ış olan Yahudiler, ona bir takım m üşkülât çıkarm
akta gecikmediler. Sözlerini dinliyenlere yakında bir Peygam
berin geleceğini söylem ekten vazgeçmiyorlardı. A llah’ın
göndereceği Peygam ber’in, Ahd-i A tîk Peygam berleri gibi, Yahudi
ırkından olacağını zan ve üm it ediyorlardı. «Muhammed
öyle değilse de,» diyorlardı, «nihayet bizimle beraber olacak.
Hazreti İbrahim neslinden olduğunu söylemiyor mu? Bizimle
birlikte oruç tutmuyor mu, ve sahabelerine, ibâdet ederken,
Beni İsrailin mukaddes beldesi olan Kudüs’e teveccüh etmelerini
emretmedi mi?»
Beklediklerinin tahakkuk etm ediğini görünce, daha ziyade
düşmanca bir vaziyet aldılar ve İslâm düşm anlariyle birleştiler.
Bununla beraber, kinlerinin başlıca sebebi bu değildi. H ububatın
yetişem ediği taşlık ve susuz bir vâdide bulunan M ekke’nin
aksine olarak, M edine m ünbit topraklarla çevrilm işti; suyu boldu.
Cenubtan ve H arras’dan gelen dereler ancak yağm urlardan
sonra akarsa da ,toprak altındaki su tabakasını, bir çok pınar ve
çeşme m eydana gelecek surette, yükseltirdi. M edine’de oturan
A rab’lar ziraatle m eşgul idiler, ticaretle iştigal eden Yahudiler
dahi işlerinin ciddî bir rekabet olmaksızın ilerlediğini görü
yorlardı. Fakat M uhacirler çoğalmağa başlayınca vaziyet, Yahudiler
için, m üşkül oldu. M ekke’liler iyi ve tecrübeli tüccar
idiler; işe alışkındılar. Y ukarıda gördüğümüz veçhile, M edine’
de yeni bir Sûk tesis etm ekte gecikmediler. M üslüm anlar m uhtaç
oldukları şeyleri, Y ahudilerden ziyade, kendi dindaşlarından
almağı tercih ettikleri cihetle M ekke’lilerin pazarı, Beni
K aynuka çarşısını m etrûk bir halde bırakm ıştı. O zam ana kadar
A rab’ları diledikleri gibi istism ar edebilmiş olan Yahudiler,
m enfaatlerinin zayi olduğunu görerek, kötü niyetlerini ortaya
koym ak hususunda her fırsattan istifade ettiler.
Bu suretle biri ideolojik, diğeri ekonomik iki sebep Yahudileri
bütün M üslüm anlara ve hususiyle H azreti M uham m ed’e
karşı şiddetle m uhalefet etmeğe ve husum etkârane bir vaziyet
alm ağa sevketm iştir.