wiki

RESUL-İ EKREM TARAFINDAN ECNEBİ HÜKÜMDARLARA GÖNDERİLEN ELÇİLER

Doğmamış ve doğurmamış bir tek A llah’a inanm ağı tâlim
eden ve ırk, cins farkı gözetmeksizin bütün insanların müsavi
olduklarını ilân eyliyen İslâm dini, haddizatında cihanşüm ûl
bir dindi. Buna binaen Hazret-i M uham m ed’in yeni dini ka- ^
bul etmeğe dâvet için, er veya geç, m uhtelif m illetlere m üracaat
etmesi zarurî idi. Nübüvvetinin icaplarından olan bu vazifenin
ifası için, İslâm ın intişarının m erkezi haline gelecek
olan Hicaz’da, bu dinin m etin bir surette yerleştiğine kanaat
getirdiği güne kadar bekledi.
Hudeybiye m üsalâhasım n neticeleri, m em leketin bu dini
tekâm ül m erhalesine vardığını zan ve tahm in ettirebilirdi ve
Hazret-i M uhammed bundan emindi. Sahabelerini topladı ve
ecnebi hüküm darları İslâm a dâvet için yazılacak m ektupları
onlara tevdi ile m ükellef elçiler gönderm ek niyetinde oldu­
ğunu söyledi.
Hazret-i M uhamm ed’in, insanlığı putperestlere m ahsus eski
âdet ve team üllerin esaretinden kurtarm ak suretiyle içinde
bulunduğu uyuşukluktan çıkarm ak ve şevk ve gayretten m ahrum
bir takım nazariyelerle çığırdan çıkmış olan İsevilerin
nazarlarını daha geniş ufuklara açmak vazifesini Allah nam ı­
na ifaya başladığı günden itibaren, şarka hâkim olmak dâvasında
bulunan iki im paratorluk, Bizans ve İran, fasılasız bir
harb içindeydiler.
621 senesine kadar zafer İran tarafında idi. Suriye, Mısır,
Küçük-Asya Keyhusrev tarafından istilâ edilmiş, Bizans şehri
de İran ordularının tehdidine m aruz kalm ıştı. İşte ancak o zam
andır ki, Heraklius, yıllardanberi içine düşmüş olduğu gev­
şekliği bırakarak İranlılara karşı gelmeğe k arar verdi. Düş­
m anı Küçük-Asyadan koğdu ve harbi İran ’ın ta kalbgâhm a
nakletti. Bu hâdiseler, Resul-i Ekrem ’in M ekke’yi terkedip,
kin ve husum etleriyle kendisini takip eden K ureyşlilere karşı,
yıllarca m uharebe etmeğe m ecbur kaldığı M edine’ye hicret
ettiği devirde vuku bulm akta idi.
Nazarımızı şim âle doğru çevirecek olursak, İranlıları yeniden,
A var’ların m üttefiki oldukları halde, Bizans’ı ikinci defa
m uhasara için gelmiş görürüz. Bu vaka, M edine’nin Kureyş-
lilerle m üttefikleri tarafından m uhasara olunmasından hemen
a ltı ay kadar evvel vuku bulm uştu. Bu m uharebelerin ikisi
de m ahsurların [m uhasara edilenlerin] lehine neticelenm işti.
F akat Bizanslılar kurtuluşlarını hazreti M eryem’in imdad ve
m uavenetine atfettikleri halde M üslümanlar, Hâfızı hakikî
olan ve kendilerine nusret ve zaferi tem in eden A llah’a şükrediyorlardı.
N ihayet Heraklius tekrar taarruza geçerek İran
ordusunu Büyük Ninova m uharebesinde m ahv ve helâk etti
(627).
Ardı arası kesilmeksizin devam eden bu m uharebeler Yak
ın Şarkta ayrı ayrı üstünlük iddiasında bulunan bu iki imparatorluğun
İdarî nizam ını zayıflatm ağa kifâyet ettiği gibi,
daha derin bir takım sebepler bu devletlerin İçtimaî nizam ların
ı da sarsm akta idi.
Bizanslılar birbirlerine karşılıklı kin ve husum et besley
en bazı fırkalara ayrılm ışlardı: Hazret-i İsa’da yalnız İlâhî
bir m ahiyet m evcut olduğuna inanan Yakubîler, karşılarında,
H azret-i İsa’da birbirinden farklı iki m ahiyet bulunduğunu
kabul ile beraber, bu m ahiyetlerin bir tek irade ile fesholunasmaz
bir surette birleşm iş olduklarını farzeden ve bu akideleri
itibariyle, en sonunda kendilerine iltihak ettikleri Monophysiste’lere
benziyen M onotheiste’leri buluyorlardı. Nesturîlere
gelince: Bunlar H azreti İsa’da yalnız iki tabiat, iki m ahiyet
bulunduğunu değil, belki iki şahsiyet dahi m evcut olduğunu
iddia ediyorlardı. Bu itikadı red ve inkâr eden M elkitler ise
H azreti İsa’nın m ükem m el ve birbirinden ayrı, fakat aynı zam
anda hem ilâh, hem insan olan bir şahısta m üttehit iki tabiat
(mahiyet) sahibi bulunduğuna k arar verm iş olan Kadıköy
(Chalcedoine) Konsilinin kanunlarına bağlı kalm akta idiler.
IBu m uhtelif fırkaların yanında İslâm iyet ile bazı m üşabehet­
ler arzeden Arius fırkası vardı. Bilhassa vâzı ve m ürettibinin
ölüm ünden sonra yayılmış olan (A ryanizm ), teslise karşı m ü­
cadele ediyor, K elim etullah’ın eb ile hem cevher ve binaenaleyh
Allah olduğu akidesini reddeyliyor ve Hazreti İsa’nın
ademden halkedilmiş, bu itibarla A llah’ın dununda alelâde bir
m ahlûk olduğu fikrini ileri sürüyordu.
Dinî m ünakaşalar, m uhtelif fırkaların m ensupları arasında
öyle bir adavet hasıl etm işti ki, hepsi de, kendilerini düş­
m anlarından kurtarm ak üzere gelecek herhangi bir m üstevliyi
bir kurtarıcı gibi karşılam ağa am ade idiler. Bu suretle,
VII inci asrın başlangıcında, şarkta H ıristiyanlık, şevk ve heyecandan
uzak, dinî bir takım nazariyat ve itikat ihtilâfları
sebebiyle çözülüp dağılmış bir halde bulunuyordu.
Öte taraftan, İran da, m em leketin yıkılm asına sebep olacak
İçtimaî bir tefessüh içine batm ış bir halde yaşam akta idi.
İran kanun vazıının, Zaratustra’nm (Zoroastre- Zerdüşt’ün)
adına izafetle anılan Zendavesta ve Avesta’ya göre Perslerin
dini, hayır ile şer arasında hiç durm adan devam edegelen bir
m ücadele esasına m üstenit idi. Hayır, ziya ile, şer de karanlıklarla
tem sil olunuyordu.
Bu ikili tasavvurda, m istisizm ile meşbu bir yükseliş yok
değildi. Fakat, her nevi putlardan tem izlenmiş olan m abedin
içinde yanan ateş, zaman geçtikçe rem zî mânasını kaybetti ve
bizzat bir tapınm a vasıtası haline geldi. İranda bir adam ra ­
hip doğabilir, fakat asla rahip olamazdı. Bu tem ayüle karşı
mücadele etmeği Avesta rahipleri h atır ve hayallerinden ge-
çirm em işlerdi. Dinî gelirler ve güya m ü’m inleri günahtan k u rtarm
ak maksadiyle, onlardan aldıkları «cerime» lerle [günahların
affedilmesi için alm an para] yaşadıkları cihetle iman erbabını
cehalet içinde bırakm ak m enfaatleri iktizasm dandı.
K endileri de bizzat cahil oldukları için, isteseler bile, başka
tü rlü hareket edemezlerdi.
İm tiyazlı bir sınıfın m enfaati uğrunda istism ar olunan b ir
m eslek haline gelen her din, bizzarure tefessühe [dejenere olm
ağa] m ahkûm dur. İran dini, m abedlere Babil m itolojisinin
ilâhelerini ve bu arada, velûd bir güzel kadın suretinde tem ­
sil olunan, İlkbahar ve Bereket İlâhesini sokmak derecesine
gelmişti. Bu tanrıçanın şerefine tertip olunan bir dinî fuhuş,
kadınlara karışık ve pek azap verici bazı hususî resm-i âyinler
teklif ve tatbik etm ek suretiyle, onların sefaletini a rttırdı.
Temizleyici ateşi verm ek karşılığı olarak, rahibin şehevî
hissini tatm in etm ek ibadetin esası haline gelmişti.
İşte Hazret-i M uhamm ed’in bu iki ülkenin hüküm darlarını,
başkasına m uhtaç olmıyan ve kendisinden başka kuvvet
ve melce bulunm ıyan bir tek Allaha imanı talim eden hak dine
katılm ağa davet etmeği kararlaştırdığı sıralarda, Yakın
Şarkta hâkim olan iki im paratorluğun hali bu merkezde idi.
Resul-i Ekrem biri H eraklius’a, öbürü Hüsrev Perviz’e ait
olarak, suretleri aşağıda yazılı iki nâm eyi y a z d ırd ı:
«Bismillâhirrahmanirrahim! Allah’ın kulu ve Peygamberi
«Muhammed’den Rumların büyüğü Heraklius’a… Doğru yol-
«da gidene selâm! Seni Müslümanlığa dâvet ediyorum. Müslü
m a n ol ve selâmet içinde yaşa, Cenabı Hak sana iki kat
«ecir verir. Bu dâvete yüz çevirirsen, dalâlete düşen bütün
«halkın vebali sana yüklenir… Ey Ehli Kitap, geliniz, sizinle
«aramızda öyle bir kelime üzerinde birleşelim ki, her birimiz
«onu seyyanen kabul etsin: Allahtan gayrisine kulluk etmiye-
«lim, Ona hiç bir şerik koşmıyalım ve Allahtan gayri Rab ta-
«nımıyalım. Bundan yüz çevirecek olanlara de ki, hepiniz şa-
• «hit olunuz, biz Müslümanız!»
H usrev Perviz’e ait olan ikinci nâme ayni meâlde idi; yalnız
şekil itibariyle biraz farklı idi :
«Bismillâhirrahmanirrahim! Allah’ın Peygamberi Muham-
«med’den Fars’ın büyüğü Kisra’ya. Doğru yola gidenlere ve
«Allah ile Peygamberine inananlara selâm. Allah’dan başka
«mabud olmadığına, benim de bütün insanları inzar için gön-
«derilen Peygamber olduğuma şahadet ederim. Müslüman olr
«selâmet bulursun, yüzçevirirsen bütün Mecusîlerin vebali se-
«nin boynundadır.»
Sahabelerden biri, ecnebi devletler hüküm darlarına gön-
derilen nam elerin m ühürlenm iş olması âdet iktizasından oldu­
ğunu söylemekle Resul-i Ekrem güm üşten bir m ühür kazdırm
ış ve bununla m ühürledikten sonra o iki nâm eyi Dahye ibni
Kelbî ile Abdullah ibni Huzafe’ye tevdi eylem iştir. Dahye Suriy
e’ye A bdullah ise İrana hareket etm iştir.
628 senesi sonbahar mevsimi idi. Ninova’da îran lılara kar-
§ı kazandığı zaferden sonra, H eraklius, Edesse yani U rfa’dan
K udüs’e yaya olarak gidip, İranlIlardan almış olduğu «hakikî
haç» ı Karneme küisesine dikmek niyetinde olduğunu söyledi.
Dahye Resul-i Ekrem ’in namesini, yerine gönderilm ek üzere,
Busra valisine teslim etti. Üslûp ve edası gücüne giden bu nâ­
m eyi Busra valisi (Havran) im paratora takdim ederken, cü­
retinden dolayı cezalandırm ak üzere, Hazreti M uhamm ed’e
karşı yürüm eğe m üsaade etm esini im paratordan rica etti.
Heraklius Hazret-i M uham m ed’in davet sebebini anladıkta
n sonra, Resul-i Ekrem hakkında m alûm at edinm ek üzere,
ticaret m aksadiyle Suriye’de bulunan Arab tâcirlerini nezdine
•çağırttı. İm paratorun sualine cevap veren, K ureyş kervanının
reisi Ebû Sufyan idi. Dedi k i :
—«Muhammed, asîl bir aileye mensuptur. Kendisini dai-
«ma doğru söyler bir adam biliriz. Bir kaç yıldanberi yeni bir
«din neşretmeğe çalışıyor. Bizi, akidelerimizi terketmeğe da-
«vet edince, ona karşı harb açtık. Onunla çarpıştık. Bazan biz,
•»bazan o galib geldik. Dini, Allah’dan başka mabud tanıma-
«mak, Allah’a şerik koşmamak, namaz kılmak, doğru söyle-
«mek, aile bağlarına hürmet etmek esaslarına dayanmaktadır.
«Taraftarları çoğalıyor.»
Bu sözleri dinledikten sonra, Heraklius Busra valisine verdiğ
i cevapta: «Bir sergüzeşte girişeceğine Kudüs’e gidip yapı­
lacak olan büyük dinî merasimde hazır bulunman daha iyi
•olur», dem iştir.
Bazı M üslüm an m üverrihlere göre, Heraklius İslâm dinin
i kabul etm eği düşünm üş ise de rahipler engel olm uşlardır.
Bu hali teyid eden hiç bir hâdise yoktur. Bu m enkibeyi doy
u ran , Heraklius’in muvazeneli, m utedil ve daha doğrusu hayır-
hahane hareketiyle Resul-i Ekrem ’in nâmesini Abdullah ibni
Huzafe’nin elinden alırken Husrev Perviz’in gösterdiği kabalık
ve hareket arasındaki tezattır.
Husrev Perviz, nefsini ifratla seven, m ağrur bir hüküm ­
dardı. Kendisine gönderilen m ektuplar onun ismiyle başlam ak
lâzim gelirdi. Resul-i Ekrem ’in namesinde yalnız A llah’ın nam
ı değil, Peygam ber’in isminin dahi kendisininkine takaddüm
ettiğini görünce, fena halde hiddetlenerek, söğüp saym a­
ğa başladı: «Bir köle efendisine böyle mi hitap eder?», diyerek
nam eyi okum adan y ırttı ve Yemen valisi Bazan’a, Hicaz’a
adam göndererek Resul-i Ekrem ’i tutup nezdine göndermesin
i em retti. Bazan, M edine’ye iki adam gönderdi. Bunlar, Resûl-i
Ekrem ’e kendilerine refakat etmesini, aksi takdirde İran
askerlerinin bütün Hicaz’ı istilâ edeceklerini söylediler. Resul-i
Ekrem gülüm seyerek: «Geri dönünüz, biliniz ki, Husrev
Perviz ölmüştür; İran’ın şan ve şerefi sönmüştür, yakında bu
memlekette İslâmiyet hükümran olacaktır», cevabını verdi.
İranlılar Yemene dönüp Hazreti M uham m ed’in cevabını
bildirdikleri sırada Bazan, hakikaten H usrev Perviz’in kendi
■oğlu tarafından yapılan tahrik ile öldürüldüğünü haber almış
bulunuyordu. Resul-i Ekrem ’in bu keşfinden pek ziyade mü-
tehayyir olan Bazan derhal ihtida etmiş, m üslüm an olmuştur.
Dahye ile A bdullah hareket ederlerken M ısır Azizine, Habeş
Necaşisine, Yemame ve Gassan reislerine gidecek elçiler
de yola çıkmışlardı. İsm en Roma İm paratorluğunun bir parçası
sayılan Mısır, hem en hem en tam am iyle m üstakil bir hükü­
m etti. M ısır’ı bir hüküm dar sıfatiyle idare eden Mukavkıs,
Resul-i Ekrem ’in H atib ibni Beltaa vasıtasiyle gelen nâmesine
arabça yazılmış olan şu m ektup ile cevap verm işti :
«Abdullah oğlu Muhammed’e, Kıptîlerin büyüğü Mukavkıs’dan…
Selâm sana. Nâmeni okudum. Mazmunu ile davetini
anladım. Gelecek bir Peygamber kaldığını biliyordum. Yalnız
Şam’dan çıkacağını zannediyordum. Elçini ağırladım. Kiptiler
arasında yüksek mevkii haiz iki kız ile bir elbise, bir de
binmek için bir ester (katır) gönderiyorum. Selâm sana.»
Bazı m üverrihlere göre, M ukavkıs tarafından gönderilen
iki kız kardeşm işler; adları M ariye ve Sirin’di. Hatib ibni Beltaa,
yolda bunlara İslâm iyet hüküm lerini tâlim etm işti, onlar
da ihtida eylemişlerdi. Resul-i Ekrem M ariye’yi nikâhlam ış-
tı. Bundan bir oğlu dünyaya gelerek adını İbrahim koymuş­
tu. Sirin’i de şair Hassan ibni Sâbit’e verm işti.
Hazret-i Muhammed, M ariye’yi nikâhına alm akla, onun
m ensup olduğu aileye şeref verm ek ve M ısır’la daha sıkı m ü­
nasebetler tesis etm ek istemişti. Bundan başka, kendisine Mı­
sır’ın hal ve vaziyeti hakkında m alûm at verebilecek bir kim ­
seyi yanında bulundurm ak istiyordu.
Necaşi nezdine gönderilen Am r bin Emiyye, tam bir m uvaffakiyete
m azhar olmuştu. Necaşi, K ureyşlilerin tecavüzlerinden
kurtulm ak için, H icretten evvel, H abeşistana iltica etm iş
olan M üslüm anlardan İslâm ın hüküm lerini öğrenmişti. Resul-i
Ekrem ’in nâmesini alır almaz M üslümanlığı kabul ve ilân etmişti.
M uhtelif H ıristiyan fırkalarının, birbirinin yerini kapm
ak için giriştikleri kavga, Habeşistanda öyle bir vaziyet
m eydana getirm işti ki, büyük bir kısım ahalinin im an ve itikadı
şüphe ve tereddütler içinde sarsılm ış bulunuyordu. Binaenaleyh,
teslis akidesiyle m ücadele ve H azreti İsa’nın ulû-
hiyetini reddeden Aryanizm ’in tesiri altında bulunan Necaşi’-
nin İslâm dinini kabul etm esine hayret etm emelidir. O sıralarda
altm ış kadar M üslüman halen Habeşistan’da yaşam akta
idiler. B unlar arasında Ebû Sufyan’ın öz kızı Ummu Habibe
de bulunuyordu. Kocası ölmüştü. K ureyş resinin salik olduğu
din yüzünden, âilesinin yanına dönemiyen kızı, ecnebi diyarında,
dul olarak yaşam akta olduğundan, Hazret-i Muhammed
onunla evlenm eğe karar verdi. Hususiyle ki, bu evlenme karşı
taraftaki akrabasiyle m ünasebetlerini kuvvetlendirecek ve
H abeşistan’da yıllarca yaşamış olan Ummu Habibe, hüküm darı
İslâm dinini kabul etmiş olan bu m em leketin ahvali hakkında
kendisini tenvir eyliyecekti.
Hazret-i M uhamm ed Halid ibni’l-Âs’ı Ebû Sufyan’ın kızr
nezdine, vekil olarak, yolladı. Ummu Habibe, Resul-i Ekrem
adına vaki olan davetten şeref duyduğunu söyledi. Akit, Necaşi’nin
huzurunda icra ve Resul-i Ekrem adına Halid ibni’l-
Âs tarafından imza olundu. Necaşi, Resul-i Ekrem Efendimize
bağlılığını isbat için, Ummu Habibe’nin 400 dirhem den ibaret
olan «mehr» ini, kendi hâzinesinden ödedi.
Hazret-i M uhamm ed’in gerek M ariye ile ve gerek Ummu
Habibe ile evlenmesi, tâbir caizse, birer «Siyasî İzdivaç» idi.
Zaten Resul-i Ekrem ’in severek aldığı Hatice’den m aada bü­
tün evlenm eleri, tabiî bir his ve ihtiyacı tatm inden ziyade üzerine
aldığı vazifede m uvaffakiyetini tem in gayesine m âtuf idi.
Yukarıda beyan ettiğim iz elçilerden başka zikri lâzım gelen
iki elçilik daha vardır: Yemame’ye gönderilen Süleyh ibni
Am r ve Yem en’e gönderilen Şuca ibni Veheb elçilikleri.
Yem ame’de yerleşmiş olan Beni H anifelerin reisi Hevze
ibni Ali, kendisine hüküm etten bir hisse verilm esine H azreti
M uhammed tarafından m uvafakat olunduğu takdirde İslâm
ile birleşm eğe âmade olduğunu bildirdi. Buna Resul-i Ekrem
şu cevabı verm işti: «Elimde yalnız bir karış yer olsaydı bile
bunu dahi onunla paylaşamazdım…»
Bildiğimiz gibi, Gassanîler Yemen’in yerlisi idiler. Suriye’nin
cenubunda yerleştikten sonra, Y unanlılarla birleşm iş­
ler ve H ıristiyan olmuşlardı. Reisleri Hâris, Hazret-i Peygamber’in
nâmesini alınca bunu küstahlık addederek, kendi tâbirince,
im anını terketm esini teklif cesaretinde bulunanı cezalandırm
ak için askerlerinin hazırlanm asını em retti. Gassanîlerle
M üslüm anlar arasında yakında bir m uharebe vuku bulacağı
şayiası Hicaz’da yahudî devletini ihya etm ek hususundaki
em ellerinin tahakkukuna engel olan Hazret-i M uhammed’i
affetm iyen Hayber Yahudileri tarafından sevinçle karşılandı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir