Hâdiselerin cereyan tarzı, Hazret-i Peygam ber’in nüfuz ve
kudretinin çok geçmeden Arab Yarım adasının her tarafına
yayılacağını, daha evvelden gösterm ekte idi. İhtidalar günden
güne çoğalıyordu. Yalnız alıştıkları sefahet hayatından vazgeçmeğe
karar verem iyenler, kendilerini ahlâkî bir kayıt ve
inzibat (disiplin) altına girmeğe m ecbur kılacak yeni bir dini
kabul hususunda henüz tereddüt ediyorlardı. Açık saçık şarkılarıyla
tanınan bedevî şâir El-Âşâ’nın hali, İslâm dininin talim
ettiği esasların, prensiblerin yüksekliğini teslim ile beraber,
bunu açıktan açığa söylemeğe cesaret edem iyenlerin durum
unu canlı bir surette göstermektedir.
K ureyş reislerinden birinin dâveti üzerine, bir kaç gün
için M ekke’ye gelmiş olan El-Âşâ bir aralık orada Ebû Sufyan’a
rastgelm iş ve Resul-i Ekrem ’e hürm et ve bağlılığını arzetm
ek istediğini söylemiştir. Ebû Sufyan ona dedi k i :
«O, seni aşk gibi, şarap gibi… sevdiğin bir çok şeylerden
mahrum edecektir. Biraz daha beklemelisin, onunla yaptığı
mız andlaşmanın ne şekil alacağını, yahut vukuu melhuz olan
muharebeyi görmelisin.»
El-Âşâ, cevaben: «Hakkın var,» dedi; «şarabım bitinciye
kadar bekliyeceğim ve sonra ruhumun selâmetini düşüneceğim».
El-Âşâ kabilesine dönerken öldü; m aam afih en son yazdığı kasidede
Hazret-i M uhamm ed’i «Arablann hâkimi ve hakemi»
diye tavsif etti.
M ekke’de hâkim züm renin kabile reisleri, Resul-i Ekrem ‘e
karşı olan kin ve husum etlerinde ısrar ile beraber, açıktan açı
ğa ona karşı gelmeğe cesaret edemiyorlardı. H aysiyetlerini
iyiden iyiye sarsmış olan «Hendek» bozgunundan beri, yalnız
civar kabilelerin kendi nüfuzları dairesine girmeğe kolaylıkla
razı olam ıyacaklarını değil, belki halkın dahi kendilerine
kayıtsız ve şartsız destek olm ıyacaklarm ı da hissediyorlardı.
Filhakika, Kureyş reislerinin kendi m enfaatleri uğrunda uzun
zam anlar istism ar etmiş oldukları Mekke ahalisi, sınıfların
im tiyazlarını ilga ve herkesin kanun muvacehesinde müsavi
olduğunu ilân eden İslâm iyetin, çekmekte oldukları ıstırapları
sona erdireceğini gizli gizli üm it ile bu dinin terakki ve inkişafını
m üsait bir gözle takip ediyorlardı. Bu sebeptendir ki,
K ureyşliler, M üslüm anlar için artık büyük bir tehlike teşkil
etm iyorlardı. Fakat Yahudiler öyle değildi; onlar, H ayber
ininde pusuya yatarak, İslâma karşı besledikleri kin ve husum
etlerini teskine m üsait bir fırsatı bekleyip, silâhlanm aktan
ve kuvvetlenm ekten geri durm uyorlardı. M üslüm anlarla, Bizans
İm paratorluğuna tâbi Gassanî krallığı arasında çok geç
meden çıkacak olan bir ihtilâfın bu fırsatı hasıl edeceğini
um uyorlardı. İslâm iyet — diyorlardı— âlem şümul bir din olm
ak dâvasında bulunduğu için, bir kere A rabistan Y arım adasında
esaslı bir surette yerleşti mi, Hazret-i M uhammed akidesini
A rabistan hudutlarının ötesine kadar yaym ak yollarını
arıyacaktır; netekim ecnebi devletler reislerine yaptığı davet
bunu gösterm ektedir. Resul-i Ekrem ’in nâmesini, m etbu’u olan
İm parator H eraklius’a karşı bir hakaret sayarak Medine üzerine
yürüm eğe acele eden Gassanîler’in reisi H âris’in vaziyeti
Y ahudilerin üm itlerinde haklı olduklarını teyid ediyordu.
Onlar bu suretle, M edine’nin şim âlinden iki yüz kilom etre kadar
uzakta olan H ayber tahassungâhm dan [sığmak] İslâm ordusunun
yan tarafını tehdit edecek ve ricat hattını kesebileceklerdi.
Ceziret’ül-A rab’da hâiz oldukları üstünlüğü ellerinden
kapmış olan Resul-i Ekrem ’den intikam alm alarını sağ-
lıyacak fırsatı elde etm ek için, Gassanîlere, Hazret-i Muhamm
ed’in K ureyşlilerden artık korkusu kalm adığı için, arazilerini
zabtetm eğe hazırlandığı fikrini ilka eylemeğe çalışıyorlardı.
Resul-i Ekrem Suba’ ibni A rtafa G ıfarî’yi, vekili sıfatıyla
M edine’de bırakıp El-Hubab ile Sa’d ibni Ubade’yi sancaktar
tâyin ettikten sonra, zevcelerinden Aişe’nin «örtüsü» nden
yapılmış olan ve «Ukab» denilen kendi sancağını hazreti Ali’
ye verdi ve H ayber vâdisini Beni G atfanlarm arazisine bağlı-
yan yol üzerinde bulunan Raci’e doğru süratle ilerliyen ve
m üttefikleri Yahudilere im dat etm ek istedikleri takdirde ge
çememeleri için Beni G atfanlarm yolunu kapam ak gayesini
güden ordusunun başına geçti. Resul-i Ekrem , yaralılara bakm
ak m akasadıyla orduda bulunan kadınları ve bunları emni
yette bulunduracak bir m iktar m ücahidi burada bıraktıktan
sonra, yoluna devam etti.
M edine’yi H ayber’den ayıran 200 kilom etreyi, İslâm ordusu
üç günde alarak, ortalık kararırken ötesine berisine köyler
serpilm iş ve etrafı hurm a ağaçlarıyla çevrilmiş, kayalar üzerine
kurulu altı adet kale ile m üdafaa edilmiş olan m ünbit
ovaya vâsıl oldu. Düşm anın dikkat nazarını çekmemek için
M üslüm anlar geceyi tam bir sükût ve sükûnet içinde geçirdiler.
Ertesi sabah tarlalarına giden köylüler, karşılarında Müslüm
anları görünce hayretlere düşüp k orktular ve taşıdıkları
kazm alarla kürekleri atarak, «İşte Muhammed’Ie ordusu!» avazeleriyle
kaçıştılar. Bu feryat üzerine, hiç bir şeyden şüphelenm
iyen Yahudiler, m üstahkem m evkilere savuştular, k arı
larıyla çocuklarını da beraber götürdüler. O kadar silâh ve zahire
yığm ışlardı ki, her saldırışa m eydan okuyabileceklerini
zannediyorlardı. Bunun içindir ki, kendisine tâbi olm aları ve
bir cizye verm eleri hususunda Hazret-i M uhammed tarafından
vâki olan daveti istihfafla reddeylediler. Y ahudiler bu suretle
talihlerini harbin hüküm ve kaderine bıraktılar.
Resul-i Ekrem ’in bir işareti üzerine, M ahmud ibni Meslem
e’nin kum andasında oldukları halde bir kısım M üslüm anlar
Naim denilen hisara hücum ettiler. Çarpışm a şiddetli oldu.
H er iki taraf cesaret ve m etanetle harbediyordu. Güneş batacağına
yakın, bütün gün zırh içinde harbetm ekten yorulm uş
olan İbni Mesleme, gölgesinden istifade için hisara yaklaştığı
sırada birinden atılan bir değirm en taşının altında kalarak
ezildi. K um andanlarını kaybeden M üslüm anlar fütura düşmek
şöyle dursun,’ gayretlerini bir kat daha arttırd ılar ve hisara ele
geçirdiler. Bu zafer onlara kırk yaralıya m al oldu.
Nâim hisarının zabtından sonra, M üslüm anlar dik ve siyah
bir kayanın üzerine bina edilmiş olan Kam us kalesini m uhasara
ettiler. En m eşhur Yahudi cengâverleri bu kalede, kabilelerinin
reisi K enane’nin etrafında toplanm ışlardı. İstihkâm
ların m etaneti yapılan hücum ları tesirsiz bırakıyordu.
M uhasara uzadığı cihetle, erzak ve zahire eksikliği yalnız uzun
sam andanberi ihtiyat tedbirleri almış olan m ahsurlarda (ku
şatılan) değil, apansız hareket etm ek m ecburiyeti altında lâ
zım gelen hazırlıkları yapm ağa vakit bulam ıyan m uhasırlarda
(kuşatan) da kendini hissettirm eğe başlamıştı. K ıtlığı k a r
şılam ak için, Hazret-i M uhammed askeri beslemek üzere beygirleri
kesm elerini em retti. M uharebenin neticesi şüpheli gö
rünüyordu; o sırada beklenm iyen bir hâdise vukua geldi ve
H udeybiye’den dönerken Resul-i Ekrem ’e nâzil olan vahyin
tahakkuk edeceğini teyid etti. Ömer ibni H attab’m esir etm iş
olduğu bir Yahudi, azad edilmesini sağlamak m aksadıyla,
S a’b kalesine götüren gizli bir yolu göstermeğe razı oldu. K alenin
bu ciheti, m üdafaa bakım ından zayıftı ve bir çok erzak
ile kaleleri döğmeğe ve yıkm ağa yarayan m ancınıklar ve şâire
gibi her tü rlü harb âletleri burada depo edilmişti, bunlar
Kam us kalesinin m üdafaa duvarlarını yıkabilirdi. M üslümanlar,
bu Y ahudinin kılavuzluğu sayesinde, Sab’a girebildiler ve
bu suretle bir çok erzak ve âletler elde ederek, Kam us kalesinin
duvarlarında bir gedik açmağa m uvaffak oldular. Ebû
B ekir’in kum andasında bulunan ve bu gedikten kaleye girm
ek için hücum a kalkan M üslüm anlar öyle bir m ukavem etle
karşılaştılar ki ricate m ecbur oldular. Ömer İbni H attab’m kum
andasiyle yapılan ikinci bir taarruz da m uvaffakiyetsizliğe
uğradı.
Nihayet, Resul-i Ekrem A li’yi çağırdı ve son bir hücum dah
a yapması lâzım gelen askerin kum andasını ona tevdi etti.
R esülullah’m cesaret verici sözleri Ali üzerinde öyle bir tesir
hasıl etti ki, teşebbüsün m uvaffakiyetinden emin olarak:
—« Yahudilere zorla İslâmiyeti kabul ettirecek miyiz?» diye
sordu. Resûl-i Ekrem : — «Hayır,» dedi, «Cebir ve kuvvete mü
racaattan evvel Müslümanlığı kabul etmelerini veyahut teslim
olmalarını teklif edeceksin. Eğer reddederlerse o zaman
üzerlerine yürüyeceksin!»
Kalenin önüne varınca, Ali bir m ünâdi çıkararak Yahudilere
ya M üslümanlığı kabul, yahut Resul-i Ekrem ’in em rine
inkiyad etm elerini tebliğ ve teklif etti. Buna cevap olarak,
M erhab, açılan gediğin üzerine çıkıp yüksek sesle bağırdı:
«Bütün Hayber havalisi beni tanır. Muharebe patlayınca kâh
mızrağımla deler, kâh kılıcımla keserim Benimle boy ölçüşecek
varsa meydana çıksın!» Ali elindeki «Ukab» ı yanında bulunan
M üslüm anlardan birine teslim ederek, %bu m eydan okuyuşa
karşılık verm ek üzere ilerledi.
Merhab, kılıcını şakırdatarak, kendisile m übarezeye cü ret
eden İslâm kahram anı üzerine yürüdü. Çarpışma pek şiddetli
oldu. Kılıçların şakırtısıyla ortalık inledi. Yahudinin m ızra
ğı A li’nin kalkanını deldi, Ali, ona m ızrağını geri çekmek fırsatını
vermeden, bir darbe indirdi ve yahudinin kafasını ikiye
böldü. Y ahudiler korku içinde gediği bıraktılar, m uhasırlar
Kam us kalesine girdiler. Şaşkınlıkları zâil olunca Y ahudiler,
kalenin içinde, yine çarpışm aya giriştilerse de, siperleri olmadığı
için, pek az dayanabildiler. Zabtolunm az diye şöhret bulm
uş olan H ayber’in fethi, m uharebenin neticesi hakkında hiç
bir şüpheye m ahal bırakm ıyordu. Buna rağm en Y ahudiler
inat ile savaşmağa devam ettiler. On gündenberi m uhasara
edilmiş olan Zubeyr kalesi, M üslüm anların hücum larına m uvaffakiyetle
m ukavem et ediyordu. Teslim olmağa m ecbur kılm
ak için, Hazret-i M uhammed, şehrin sarnıçlarına giden su
yollarını kesti. Susuzluk, yahudiler i silâhlarını terketm eğe
m ecbur kıldı; m aam afih yahudiler, teslim olmadan evvel, şim
ale doğru bir firar yolu açmak üm idiyle m uhasırların saflarını
yarm ak hususunda son bir gayret sarfettiler.
Zubeyr kalesinin zabtından sonra M üslüm anlar, kuvvetlerini
birleştirerek V atih ve Sulalim kaleleri üzerine toptan
yürüdüler.
İşte m ahsuldar H ayber ovası bu suretle istilâ olundu. B ü
yük koyun ve deve sürüleri, hububat, hurm a, zeytinyağı, bal
gibi gıda m addelerinden ve tü rlü tü rlü silâhlardan m ürekkep
ganim etler M üslüm anların eline geçti. Resul-i Ekrem ’e ait
beşte bir ayrıldıktan sonra, ganim etler 1800 hisseye taksim v e
m ücahitlere tevzi edildi. Şu farkla ki, süvarilere, hayvanları
nın yem m asraflarına karşılık olmak üzere, bir yerine iki hisse
verildi.
Zaptedilen topraklara gelince: Onların yarısı devlet arazisi
oldu. Geri kalanı da eşit parçalara ayrılarak, çarpışmış
olan m ücâhitlere verildi.
H ayber Y ahudilerinin bir kısmı Filistin’e ve Suriye’ye
hicret ettiler. M emleketi terketm ek istemiyenler, ortakçı sıfatiyle
oturm alarına m üsaade olunmasını Resul-i Ekrem ’den niyaz
eylediler. Peygam ber buna m em nuniyetle razı oldu. Zira
M üslüm anlarda işe y arar ve ihtiyaca kifâyet eder emekçi yoktu.
Ensar her ne kadar çiftçi idiyseler de azlıktılar. Fazla olarak,
her icabettikçe silâh altına koşan Ensarm çoğu Medinecivarındaki
tarlalarını ekmeği tercih ediyorlardı. Abdullah ibni
Revaha m ahsulden M üslüm anlara düşen hisseyi almağa m em
ur edildi. Hasad mevsiminde H ayber’e gitti. Devşirilen m ahsule
kıym et biçtikten sonra onu ikiye böldü ve Yahudi o rta k
çılara dilediklerini alm alarını ve hattâ takdir olunan bedeli
azım sadıkları takdirde, parasını vererek M üslüm anlara ait
hisseyi satın alm alarını teklif etti. Vazifesini yapm ak hususunda
gösterdiği tarafsızlık yüzünden A bdullah ibni Revaha’-
ya bütün Y ahudiler m eftun olarak: «Muhakkak ki arz ve sema
bu bitarafane adalet üzerinde durur!» diye bağırm ışlardır.
H ayber’de alm an esirler arasında, Beni Nadîr kabilesinin
reisi K enane’nin, güzelliğiyle m eşhur, karısı Safiye de vardı.
G anim etler taksim olunurken Safiye, Sahabelerden D ahyet’ul
-Kelbî’nin hissesine düşmüştü. Sahabelerden bazıları Resul-i
Ekrem ’e m üracaat ederek: «Safiye, Beni Nadîr ile Beni Kurayzanın
en güzel kadınıdır. Dahyetü’l-Kelbînin evinde bir
câriye gibi yaşamasına rıza göstermemelisin; onu sen yanına
almalısın!» dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem, Dahye’ye
Safiye’ye m ukabil yedi câriye verm iş ve, hâiz olduğu İçtimaî
m evki ile m ünasip bir vaziyet verm ek için, nikâhlam adan evvel,
azad eylem iştir.
İslâm iyet aleyhinde bâtıl fikirlerle meşbu olan ecnebi m ü
ellifler, bu evlenm eden bahsederlerken Hazret-i M uhammed’-
in, kocası henüz ölmüş olan bu Y ahudi kadınının güzelliğine
m eftun olarak, onu — şehvetini tatm in iç in — zorla aldığını
iddia ederler.
Bu kötü niyetli iddiayı red için, şu hâdiseye bakm ak yeter:
Safiye’nin kaşı üstünde bir yara izi vardı. Resul-i Ekrem
bunun ne olduğunu sordu. Safiye, K enane ile evlendiği gece
görmüş olduğu bir rüyanın buna sebep olduğunu söyliyerek,
izah yolunda dedi ki: «Ayın gökyüzünden bana doğru indiğini,
benim onu iki kolumun arasına aldığımı rüyamda gördüm.
Ertesi gün bu rüyayı Kenane’ye naklettim. Hiddetlendi: İmdi,
Hicazın yeni hükümdarı ile mi evlenmek istiyorsun? diyerek
bana öyle bir vurdu ki eseri hâlâ duruyor.»
Şurasını da kaydetm ek faydalıdır: O tarih te 16 yaşında
olan Safiye, Hicretin dördüncü senesinde Y ahudilerin M edine’
den kovuldukları zamana kadar, yâni 12 yaşm a gelinceye kadar,
babasiyla beraber, M edine’nin civarında yaşam ıştı. Bu sebeple,
şöhret ve asaleti herkesin dikkat nazarını çeken Hazxeti
M uham m ed’i tanıyordu. Acaba gördüğü rüya, şuuru altında
saklı duran bir hissin ifadesi m i idi? Bu sualin cevabını
«Psikanalist» lere bırakıyoruz. Bizim katiyetle söyliyeceğimiz
bir şey varsa o da Safiye’nin, Resul-i Ekrem ile izdivacını en
büyük şeref addettiği ve onun şahsına karşı en derin bir m uhabbet
beslediğidir.
Büyük bir ekseriyeti M üslüm anlardan nefret eden ve uğ
radıkları m usibetten onları mesul tu tan — bilhassa— Yahudi
kadınları arasında Safiye ile m ukayese edilebilecek kadınlar
pek nâdirdi. İçlerinden en azim kar olanları Resul-i Ekrem ’den
intikam alm ak için fırsat gözetiyorlardı. Kam us kalesinin zabtedildiği
gündü; Hazret-i M uhammed, ikindi nam azından sonra
karargâha dönüşünde M erhab’ın kızkardeşi Zeyneb’i, çadı
rının yanında oturm uş buldu. Zeyneb kızartılm ış bir kuzuyu
eski bir m ızrağa geçirilmiş olarak, hediye olarak Peygam
bere getirm işti. Resul-i Ekrem, kadına teşekkür ve arkadaş
larından bazılarını yemeğe davet etti. Peygam ber, kuzunun
om uzundan bir parça kopararak çiğnemeğe başladı. Bişr ibni
Bera’ da, ardı sıra, bir lokma aldı. Diğerleri de ellerini uzatmak
üzere iken, Resul-i Ekrem çiğnemekte olduğu lokmayı
tükürerek: «Durunuz,» dedi, «Bu kızartmanın zehirlenmiş oldu
ğunu hissediyorum!» Fakat, Bişr maalesef lokmasını yutm uş
tu. «Ben de lokmamda tuhaf bir çeşni buldumdu ve şüpheleıı-
dimdi. Fakat senin lokmanı çiğnemekte olduğunu görünce, sana
hürmeten lokmamı tükürmek istemedim.» sözlerini henüz
söylemişti ki vücudü siyahımsı oldu. M üthiş ıstıraplar içinde
kıvrana kıvrana öldü.
Resülullah Yahudi karısını çağırttı: «Bu kuzuya zehir konmuş»,
dedi, «niçin böyle yaptın?»
Zeyneb, cevap olarak dedi ki: «Babam, amcam, kocam,
hepsi muharebede öldüler. Düşündüm ki, Muhammed bir reisten
başka bir şey değilse, onu ortadan kaldırmış ve intikamımı
almış olacağım. Eğer, dâva ettiği gibi Hak Peygamber
ise, hiç bir tehlikeye uğramıyacak, onu Allah muhafaza edecektir.»
Şahsî tecavüze karşı intikam almağı asla istem iyen Hazret-i
Muhammed, Zeyneb’i de affedecekti. Fakat Bişr vefat etmiş
olduğunudan, onu, kısas dâvasında bulunan Bişr’in akrabasına
teslim e m ecbur oldu ve Zeyneb de zehir içirilerek öldürüldü.
Medine’ye dönm eden evvel. Resul-i Ekrem, H ayber’in şi~
malinde, iki günlük mesafede kâin V adilkura içinde Fedek’e
gitm işti. Burada sâkin Yahudilerle m uharebe etm ek fikrinde
değildi; m aksadı onları itaata davet eylemekti. Yahudiler,
M üslüm anları bir ok yağm uru ile karşıladılar. Peygam ber’in
kölesi M ud’am ile H ayber Yahudilerinden ihtida etm iş olan
El-Esved şehit oldular. Bu vak’a, m uharebeye sebep oldu. Müslüm
anların hücum u ile Fedek zabtolundu. Y ahudiler silâhları
nı teslim ve H ayber’deki dindaşlarının kabul ettikleri şartları
aynen kabul ettiler. Daha şimalde kâin olan Teym a’da oturan
Yahudiler ise her tü rlü m ukavem etin faydasız olacağını
anlıyarak, silâha sarılm aktan vazgeçtiler. Resul-i Ekrem ’e inkiyad
ile her sene bir cizye verm eğe razı oldular.
İşte Hazret-i M uhammed’in Safiye ile evlenmesi, İslâm dinine
ve İslâm Peygam ber’ine düşm an olan bazı m üelliflerin
iddia ettikleri gibi, Hayber m uharebesinde değil, bu son seferden
dönerken vukua gelmiştir.
Yahudi kadınlarının Resul-i Ekrem hakkında besledikleri
gayz ve husum eti bile Ebû Eyyub, o gece Peygam ber’in Safiye
ile kaldığını görerek endişeye düşmüştü. İstim dat vuku bulur
bulmaz m üdahale etm ek için uyum am ağa k arar verdi ve
Peygam ber’in çadırı etrafında dolaşmağa, nöbet beklem eğe
başladı. Ayak sesleri Peygam ber’in dikkatini celbetti ve bunun
sebebini anlam ak üzere çadırdan dışarı çıktı. Ebû Eyyub’u,
elinde yalın kılıç, dolaşır görm ekten hayretler içinde kalarak,
ona gidip istirahat etm esini tavsiye etti, ve Safiye’nin kendisine
buğz eden Yahudi kadınlarından olmadığını anlattı»
Doğrudan doğruya Peygam ber tarafından vâki olan bu şahadet,
Resul-i Ekrem ’in henüz ölmüş olan hasm m ın karısını
elde etm ek için cebir ve şiddet kullandığı yolundaki fikri terviç
ettirm ek çaresini arıyanların kötü niyetli iddialarını reddedip
büsbütün çürütm üyor m u? Hazret-i Muhammed, Y ahudiler
arasında nüfuz ve haysiyet bakım ından galip bir mevki
işgal eden Safiye’nin, M edine’ye bir esir sıfatiyla değil, Resul-i
Ekrem ’in karılarına M üslüm anlarca denildiği gibi, «Ümmehat-ı
Müminin» — M üm inlerin anaları — ndan biri sıfatiyle
girmesi içindir ki, hüküm et m akarrına dönmezden evvel onunla
evlenm ek istemişti.
Resul-i Ekrem ’in izdivaçları, Hatice ile evlenmesi m üstesna,
siyasî izdivaçlardı. Safiye ile evlenmesi, İslâmî kabul etm
ekle kadının, esir olsa bile, haysiyet ve şerefini kaybetm iyeceğini
göstermeğe m âtuftu.
İslâm ordusu, M edine’ye doğru yola çıktığı sırada, Hazret-i
M uhammed, vaktiyle ilk M üm inlerin takibata uğradıkları
esnada, bir İslâm m erkezi kurm ak gayesiyle, H abeşistan’a
hicret etm iş olan amcazâdesi Cafer’in kendisine doğru gelm
ekte olduğunu gördü. S ürür ve neş’e içinde: «Bilmiyorum»
dedi, «bana daha çok sevinç veren Hayber’in zabtı mı, Cafer’
in avdeti mi?»
H ayber’de ele geçen ganim etten Cafer’e de bir hisse ayrılm
asını sahabelere teklif etti. İlk M üslüm anlardan birinin,
14 sene gaybubetten sonra, dönüşünü görmekle bahtiyar olan
m ücahitler m em nuniyetle buna m uvafakat ettiler. G anim etlerin
beşte birini — kendi hissesi o larak — alan Resul-i Ekrem,
kendine yalnız evinin idaresi için lâzım olan şeyleri alıkor ve
geri kalanını akrabasıyla pek fakir ve m uhtaç olanlara ve garip
lere dağıtırdı. Amcazâdesinin de bu ihsanlardan m üstefit
•olduğuna hiç şüphe yoktur. G anim etten Cafer’e verilecek hissenin
m ücahitlerden her birine ayrılmış olan hisseye m üsavi
olm ası reyinde bulunması, İslâm dinini m uslihane surette yaym
ağa çalışanlarla İslâm m m enfaatlerini silâh ile m üdafaa
edenlerin bir m ertebede olduklarını açıktan açığa m eydana
koym ak arzusundan ileri geliyordu.
HAYBER’İN FETHİ
25
Kas