Hazret-i Muhammed, M ekke’nin fethi için hazırlıklar yaptığı
sırada Mısır Azizi M ukavkıs’m kendisine hediye olarak
göndermiş olduğu Kıbti M ariye bir kaç aylık gebe bulunuyordu.
Efendisinin m uzafferane avdetinden pek az sonra genç
kadın bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğa İbrahim adı verildi.
İlk zevcesi Hatice’den doğmuş erkek evlâtlarının vefatından
hiç bir vakit teselli bulmamış olan Resul-i Ekrem, İbrahim
’in doğuşuna çok sevindi. O zamana kadar zevcelerine kar
şı son derece m üsavi m uam ele yapan Peygam ber, bir erkek
çocuk dünyaya getirmekle, en büyük arzularından birini ta tm
in etm iş olan M ariye’ye karşı hususî bir m uhabbet gösterm
ekten kendini alamadı. Şiddetle tatbik ettiği tarafsızlık kaidesini
ihlâl ederek Öm er’in kızı Hafza nezdinde geçirmesi lâ
zım gelen bir geceyi M ariye’ye tahsis etti. Diğer zevceleri,
H afsa’nm teşvikiyle ve kıskançlık sâikasiyle birleşerek, M ariye’ye
karşı gösterdiği teveccühten dolayı Resul-i Ekrem ’e tâ-
riz ettiler. Bu babta o derece ileri gittiler ki, Hazret-i Muhammed,
nüfuzları altında kalm aktan ise, onlardan ayrı ya
şamağa k arar verdi.
Bir hurm a kütüğünden yapılmış m erdivenle çıkılan bir
dar odada dört hafta yalnız başına yaşadı. Y atak olarak sert,
katı bir hasırdan başka hiç bir şeyi yoktu. Bu hasırın izleri
vücudunda görünüyordu. K apısında bir bekçi yatıyor ve yiyece
ğini getiriyordu. Yirm i dokuz gün sonra Ömer ile Ebû Bekir’
in m ahzunluklarını düşünerek bunların kızlarıyla ve diğer karılarıyla
barışm ağa karar verdi.
Oğlunun doğum undan dolayı Hazret-i M uhamm ed’in duyduğu
sevinç uzun sürm edi. Bunca üm itlerini bağladığı çocuk
bir buçuk yaşında iken öldü.
Bu m atem i m üteakip iki kızının, Zeyneb ve Ümmü K ülsüm
’ün vefatları vuku buldu. Hazret-i M uhammed bundan
şiddetle m üteessir oldu. Bütün evlâtlarından yalnız A li’nin
zevcesi Fatım a, kendisinin ölümünden sonra yaşıyacaktı.
İbrahim , Bakı m ezarlığına gömüldü. Cesedi toprakla örtüldükten
sonra Resul-i Ekrem m ini mini m ezarın başında ağ-
lıyarak dua etti: «Oğlum, de ki, Allah benim Rabbim’dir, Resûlullah
babamdır, İslâm dinimdir!» dedi.
Cenazede bulunan M üslüm anlar hıçkıra hıçkıra ağlarlarken
gök kararıverdi. Güneşin ziyası solarak gitgide söndü.
M üslüm anlardan bazıları bu iki hâdisenin bir anda vuku bulm
uş olmasından teessürler duyarak: «Güneş bile Resûlullah’-
ın mâtemiııe iştirâk ediyor», dediler.
Hazret-i M uhammed, ıstırabını unutarak, ayağa kalktı:
«Güneş ve ay,» dedi, «Allah’ın kudretinin iki şâhididir! Bir
kimsenin doğması veya ölmesiyle tutulmazlar. Böyle bir hâ
dise gördüğünüz vakit Allah’ı zikr ile dua ediniz!»
V akaların cereyanını bozmamak için yine H icretin sekizinci
senesine dönelim :
M ekke’nin fethi ve H uneyn zaferi A rabistan’da İslâm dininin
üstün gelmeğe başladığı yeni bir devrin başlangıcı idi.
Bu tarihe kadar Arabistan, heyet-i um um iyesi itibariyle
m erkezî bir hüküm ete tâbi olm am ıştı:
Ne T rajan zam anında «Taşlık Arabistan» ı zabteden Rom
alılar, ne Yem en’de hüküm süren Habeşliler, ne onların yerine
geçip Hîre hüküm etini him âyeleri altına almış olan İranlılar
ve ne de tesir ve nüfuzları Suriye’nin cenubunda kâin araziye
kadar uzunan Bizanslılar, otoritesi Y arım ada’nm her tarafını
kaplıyan bir hüküm et teşkiline m uvaffak olamadılar.
Bizzat A rablara gelince, onlara böyle bir hüküm et m efhum
u tam am iyle yabancıydı. Onların siyasî ufukları m ensup oldukları
kabilelerin oturdukları yerleri aşmıyor ve siyasî m ü
nasebetleri kabileleri arasından, hal ve şartlara göre, aktedilen
m uvakkat anlaşm alardan ibaret bulunuyordu.
Bütün A rabistan’ı içine alan bir devlet teşkilinin tahak
kuku gayet güç görünüyordu. H alk kütlelerini yalnız şahsî
m enfaatleri uğrunda istism ar eden kabile reisleri, m erkezî bir
hüküm et lehine olarak, velev salâhiyet ve iktidarlarının b ir
kısm ını olsun, terketm eğe hiç bir vakit rıza göstermezlerdi.
Bu netice, ancak halkı im tiyazlıların boyunduruğundan k u rtaracak
İçtimaî bir ihtilâl sayesinde elde edilebilirdi. İşte İslâm
dini bunu yaptı. Doğuş farkı gözetmeksizin herkesin kanun
muvacehesinde eşit olduğunu ilân etmekle, İslâm iyet k ü tleyi
kendine celbetti. Yayıldıkça kuvveti artan ve Hazret-i
M uham m ed’in kudretini tahkim eden bu cereyan, o derecelerde
büyüdü ki, nihayet, ayakları altındaki toprağın kaydığı
nı hisseden kabile reisleri de buna katıldılar.
H icretin dokuzuncu senesi — ki Âm u’l-Vufûd yani H eyetler
Yılı da d e n ir— esnasında m uhtelif yerlerden Ve bilhassa
Y arım ada’m n cenup ve şark cihetlerinden gelen bir çok h eyetler
(*) A rabistan’ın itiraz kabul etmez hâkim ine tâzimlerini
arz için M edine’ye akm ediyorlardı.
Yemen ve M ahre’nin H ıristiyan reisleriyle Umman ve
Bahreyn hüküm darlarının ihtidaları bu zamanda vuku bulm
uştur.
Bahsettiğim iz heyetlerin çoğu kabilelerinin İslâm dinine
girdiklerini beyan ettiler. İçlerinden bazı H ıristiyan cem aatlerini
tem sil edenler, Resul-i Ekrem ’e tâbi olmağı kabul etm ekle
beraber, kendi dinlerine sadık kalm ak serbestisini haiz bulunduklarına
dair m uahedeler aktolunm asım istiyorlardı.
M edine’ye heyetler gönderen H ıristiyan cem aatleri arasında
Beni Hanife, Beni Sa’lebe, Beni N ecran’ı zikredebiliriz.
Beni Hanifeler, Resul-i Ekrem kendilerini huzuruna kabul
ile İslâm dininin başlıca esaslarını tâlim ettikten sonra, hiç bir
itirazda bulunmaksızın, ihtida etm işlerdir. Y erlerine dönünce
eski kiliselerinin bulunduğu yerde bir câmi bina eylemişlerdir.
Beni Sa’lebe daha az m uslih davranm ışlardır. Yalnız ço
(•) B u m ü d d e t içinde M edine’y e gelen m u h te lif h e y e tle rin adedi, m ü e lliflere
gö re değişiy o r. B u n ları y ü zlere ç ık a ra n la r v a rd ır. E l-K astallan î 34 ad e
d in i ile riy e sü rü y o r k i, h a k ik a ta en y a k ın o lan ı b u d u r denilebilir.
cuklarını H ıristiyan usulünce vaftiz etm ekten vazgeçmeği ta
ahhüt ediyorlardı.
Necran tem silcilerine gelince, başlarında Beni Kinde kabilesinin
rahibi A bdü’l-Hâris ile Abdü’l-Mesih olduğu halde,
ihtidaya hiç yanaşm ak istemediler. Bu hal, Hicaz ile Yem en
arasında uzanan zengin N ecran vadisinin uzun yıllardan beri
H ıristiyan propagandasının m erkezi olmasıyla pek güzel izah
olunabilir. Bu havalide oturan H ıristiyanlar, M ekke’deki Kâ-
be-i M uazzama’nm rakibi addettiklerini tebarüz ettirm ek m aksadiyle,
kendi kiliselerine «Kâbe» adını verm ekte idiler.
Hazret-i M uhammed, N ecran tem silcileriyle bir çok vesilelerle,
uzun m ülâkatlarda bulundu. Onları İsa’nın tanrılığına
inanm aktan ve teslis akidesinden vazgeçirmek için beyhude
gayretler sarfetti. Onlara, «Haliki Mutlak olan, gayre muhtaç
olmıyan ve her şeyin menba ve maştan olan Allah’a şerik koş-
mıyalım» dedi.
«Şurası muhakkak ki, Allah yanında İsa’nın
«hali (yâni babasız dünyaya gelişi) Âdem’inki
«gibidir. Allah onu (Âdem’i) topraktan yaptı.
«Sonra ona «ol» deyince o da oluverdi.»
Âli İm ran sûresi, 59)
N ecran tem silcilerini, çadırlar kurup em irlerine hazır bulundurarak,
câmi avlusunda yatırm ak ve Mescid içinde ibadet
etm elerine bile izin verm ek suretiyle onlara karşı en geniş
bir m üsam aha gösterdi. H attâ onlara şu teklifte bulundu:
«Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı; kadmları-
«mızı ve kadınlarınızı çağıralım. Siz de gelin,
«biz de gelelim. Sonra (hepbirlikte) yalvara-
«lım, Allah’ın lâneti yalancılara olsun diye ni-
«yaz edelim.»
(Âli İm rân sûresi, 60)
Abdu’l-Hâris, bu teklif üzerine düşünmeğe m üsaade edil-
meşini istedi ve ertesi günü gelip, kendilerini m isafir edene
karşı lânet okumasını arzu etm ediği bahanesiyle, teklifi kabul
edemiyeceğini Hazret-i M uhamm ed’e bildirdi.
Necran tem silcilerinin uzlaşm azlıklarına rağm en Resul-i
Ekrem âlicenablıktan asla ayrılm adı. Zira Cenab-ı Hak şu âye- *
ti kerim eyi vahiy ve inzal etmemiş miydi?
«îman edenlere en şiddetli düşman olarak, in-
«sanlardan yahudileri ve Allah’a eş koşanları
«(müşrikleri) bulursun. Onlardan iman eden-
«lere sevgice en yakın (Biz hzristiyanız) di-
«yenleri bulursun.»
(Mâide sûresi, 89)
Diğer taraftan bir em irnam e yazdırarak hiç bir piskoposu
ruhanî dâiresinden, hiç bir keşişi m anastırından yahut hiç bir
papası kilisesinden ayırm ıyacağını — Allah a d ın a — taahhüt
ediyordu. Abdü’l-H âris’e, ayrılacağı sırada, tevdi ettiği bu vesikada:
«Hâkimiyetlerini icraya devam ve örfî yani teamül ile
yerleşmiş haklarından istifade edeceklerdir. Kimseye tecâvüz
etmedikleri müddetçe kendileri de tecâvüze asla maruz kalmı-
yacaklardır», denilm ekte idi.
Resul-i Ekrem tarafından, bu vesile ile, gösterilen m üsam
aha m eyvalarm ı verm ekte gecikmedi. B ütün H ıristiyan cem
aatler, Hazret-i M uham m ed’in vefatından evvel İslâm dinine
girdiler: Ceziretü’l-A rab’da hiç bir vakit köklü bir surette
yerleşmeğe m uvaffak olamamış olan H ıristiyanlık, yerini Müslüm
anlığa terketti.
İşte, Necid ile Bahreyn arasındaki arazide yerleşmiş olan
Beni Temim, m uhtelif kolları A rabistan Y anm adası’nın m erkez
ve şim al kısım larında m uhtelif yerlere dağılmış bulunan
Beni Kays, H adram avt’taki Beni Kinde, Vâdi-i Rum m a’da sâ-
kin Beni Fezare, Taif’deki Beni Sakıf bu m üddet içinde İslâm
dinini kabul eylem işlerdir.
B ütün bu ihtidalar arasında Resul-i Ekrem ’i en çok m em
nun eden Beni Sakıf’ın ihtidasıdır.
Beni Sakıfların reisi Urve ibni Mes’ud, Hudeybiye müsalâhasının
akti esnasında, K ureyşlilerin m urahhası sıfatiyle bü
yük bir rol oynamıştı. Hazret-i M uhamm ed’le görüştükten
sonra, «Bu derece hürmete mazhar olan ve kendisine bundan
daha fazla bir süratle inkiyad edilen bir hükümdar hiç görmedim»,
diyen odur. Bununla beraber, Taif’i m üdafaa ederken,
reis sıfatiyle uhdesine düşen vazifeyi yapm asına bu hâl
m âni olmamıştı. M uhasaranın kaldırıldığı andan itibaren, Resul-i
Ekrem ’in eski düşm anlarına karşı aldığı tavır ve vaziyetten
pek ziyade m ütehassis olarak, M edine’ye gitm ek ve Müslüm
an olmak kararını verdi. Kabilesi nezdine avdet edince de
onları kendisine uym ağa davet etti. Bu teşebbüs neticesinde
bazı ihtidalar vaki olduysa da kabilenin büyük kısmı dâvetine
kulak asmadı.
Urve ibni Mes’ud, bir sabah gün ağarırken, evinin dam ından
m üslüm anları namaza davet için ezan okuduğu sırada, bir
duvar arkasında saklanm ış olan bir takım serseriler, U rve’ye
ok atm ağa başladılar. Urve, m ühlik bir yara almıştı. Ruhunu
teslim etm eden evvel dindaşlarına, kendisini şehrin surları
dibinde, vaktiyle m uhasara esnasında şehit düşen M üslüm anların
yanına defnetm elerini vasiyet etti.
Y aptıklarının akibetlerini takdir edemiyen bazı m üfritlerin
alçakçasına irtikâp ettikleri bu suçtan korkarak telâşa dü
şen Taif eşrafı, durum u m üzakere etm ek üzere, meclis halinde
toplandılar. M üslüm anların, U rve’nin öldürülm esinden dolayı
intikam alm ak için, tecavüze karar verm iş olduklarını
anladıkları cihetle İslâm dinine girerek ve hâkim iyetini tanı
yarak Hazret-i M uhamm ed’in âlicenablığm a m üracaat etm e
ği kararlaştırdılar.
M edine’ye gidip bu k ararlarını Resul-i Ekrem ’e arzetm ek
üzere beş kişiden m ürekkep bir heyet tayin ettiler ki, başında
A bdu’l-Yalil bulunuyordu.
Taif’i yirm i gün kadar m uhasara ettikten sonra oradan ay
rılırken, «Yâ Rabbi, bu adamları hidayet nurunla tenvir et ve
Resûlüne bizzat kendileri gelmek arzusunu onlara ilham eyle!»
duasında bulunan Resûlullah, Taif heyetinin gelişini haber
alınca çok sevindi.
Beni Sakıf tem silcileri, M edine’de ikam etleri müddetince,
M üslüm anların Halik Teâlâ’ya karşı gösterdikleri ubudiyyetten
ve aralarında câri kardeşlikten pek ziyade m ütehassis oldular.
Namaz vakitlerinde kemal-i serbesti ile mescide girip
hutbeyi dinliyorlardı. Geceleyin «Salât-ı tş’a», yâni yatsı nam
azından sonra Resul-i Ekrem yanlarına gidip oturuyor, bazı
âyetler okuyor ve onları ihtidaya davet ediyordu.
Bu toplantıların hepsinde Beni Sakıf tem silcileri İslâm dinini
kabule prensip itibariyle âmade olduklarını söylemekle
beraber bazı ihtiyatî kayıtlar ileri sürm ekten geri durm uyorlardı.
Fâiz m uam elesine devam etmeğe ve şarap içmeğe m üsaade
olunması ilk teklifleri idi: «Fâiz muamelesi bize o kadar
büyük bir menfaat temin ediyor ki, fıkaralığa düşmeksizin ondan
vazgeçmemiz mümkün değildir. Şehrimiz de mebzul bağ
larla kuşatılmış olduğuna göre şarap yapmaktan menolunursak
mahsulümüzden istifade edemiyeceğiz», diyorlardı.
Resul-i Ekrem A llah’ın em irlerini tutm am ak m üsaadesini
M üslüm anlara bahşetm ek iktidarını asla hâiz olmadığım, bilâ
kis o em irlerin icrasına nezaretle m ükellef bulunduğunu onlara
izah etti.
Bu cevap Beni Sakıflarm cesaretini kırm adı. Onlar, kaideleri
sarahaten belli bir dinî akide hakkında m ünakaşa eder gibi
değil, âdeta siyasî bir m uahede akti için m üzakere olunuyorm
uş gibi, bir takım tavizler koparm ağa çalışıyorlardı.
Zekât ve cihattan (Allah uğrunda yapılan kutsal mücadele)
istisnâ olunm alarını da istediler.
Hazret-i M uhammed zekâtın senede b ir kere serm âyenin
b ir kısm ının k ırk ta biri olarak alm andan ibaret olduğunu ve
bunu ihtidalarından ancak bir sene sonra vereceklerini; cihadın
da sadece bir «farzı kifaye», yâni ifasına kâfi cem aat mev
cu t olunca her Müslüm ana şahsan terettüp etm iyen bir v a z ife
olduğunu anlattı.
Bu anlatıştan sonra Beni Sakıf m urahhasları ihtidaya kara
r verdiler.
M edine’den ayrılırken Beni Sakıf temsilcileri, ihtida etm
iş olm alarına rağm en, kabilelerine mahsus olan M enat putunu
kendi elleriyle tahribe cüret edemiyeceklerini söylediler.
«Böyle bir hareket, ahaliyi aleyhimize kaldırır», dediler. Resul-i
Ekrem bu vazifeyi Ebu Sufyan ile M uğire ibni Şu’b e ’ye
tevdi etti. O nlar da Taif’e hareket ettiler.
İşte bu suretle, M ekke’nin fethinden hem en iki sene kadar
bir zam an sonra, bütün Yarım ada Hazret-i M uham m ed’in
hâkim iyeti altına girm iş ve, bazı H ıristiyan cem aatleriyle tek
tü k bir takım kabileler m üstesnâ olmak üzere, b ütün ah ali İslâm
dinini kabul etm işti.
Resul-i Ekrem Y arım ada’nm m uhtelif yerlerini idare için
valiler tayin etti: İbni Umeyye’yi Kinde’ye, Am r ibni Âs’ı Umm
an’a, Ziyad ibni Velid’i H adram art’a, Ebû M üsel-Eş’arî’yi
Aden’e, Yezid ibni Ebu Sufyan’ı Teym e’ye, Alâ ibni H adrem
î’yi B ahreyn’e ve Muaz ibni Cebel’i Cend’e gönderdi.
İslâm dinine girm iş olan İran valisi Bazan ibni Sasan,
San’ada m akam ında ipka olundu. Bir kaç ay sonra, vefatı vukuuna
binaen, oğlu Şehr yerine geçti.
M em uriyetleri m ahalline gitm ek üzere M edine’den ayrı
lırlarken valiler Hazret-i M uhammed tarafından kabul olundular.
Nebiyy-i Zîşan onlara son tâlim atını verdi. Son derece
hakkaniyetle hareket etm elerini, M üslüm anlar arasında ittihadı
m uhafazaya çalışm alarım ve Zim m îler yâni İslâm Devletinin
hâkim iyetini kabul etm iş olan gayri m üslim ler hakkında
her tü rlü cevr ü cefayı m enetm elerini tavsiye etti.
«Mazlumun bedduasından çok korkunuz. Çünkü o beddua
ile Allah arasında hiç bir perde yoktur», «Bir Müslümanın di
ğer bir Müslüman için biri diğerini takviye eden yapı malzemesi
gibi olması lâzım geldiğini, unutmayınız. Derhatır edi-
niz ki, cizye veren bir adamı her kim öldürürse, o, cennet kokusunu
duymıyacaktır» diyordu.
Cend’e hareket edecek olan Muaz ibni Cebel veda için huzura
gelince Resûlullah ona sordu :
— «Başına geçeceğin eyaleti ne suretle idare edeceksin?» ,
— »Allah’ın kitabının hükümlerine uyarak», dedi, Muaz.
Hazret-i Muhammed tekrar sordu : —«Kitap’ta yazılı olmayan
bir mesele bahis mevzuu olursa ne yaparsın?»
— «Resûlullah’ın sünnetine ittiba ederim.» *
— «Eğer, imtisal edebileceğin emsal hiç bulamazsan?»
— «O zaman içtihat ederim. Lâzım gelen kararı ittihaz
için Kur’an ve hadisten ilham alırım».
Bu cevaptan pek ziyade m em nun olan Resûlullah, intihabındaki
isabetinden dolayı Cenab-ı H akk’a arzı şükran etti.
Resul-i Ekrem valileri tâyin ettiği esnada M üslüm anlardan
zekâtı ve Zimm îlerden de «cizye» yi tahsil için yirm i kadar
tahsildar tayin etmişti. Bu m em urlar, halka eziyyet etm em
eleri hususunda pek k at’î em irler alıyorlardı. Mal ve eşyâ
olarak yapılacak ödemelerde, — ki bu hal um um î id i,— m ü
kellefin vergisinden daha kıym etli bir m al veya em tia alm aktan
hazer etm eğe m ecburdular. Bir öküz veya bir koç yerine
bir inek yahut koyun kabul etmemeğe, bundan dolayı m ecbur
bulunuyorlardı. Suveyd ibni Gafle diyor ki: «Bir gün zekât
tahsildarı evime geldi, bana zekâta tabi olan hayvanlar hakkında
kendisine verilmiş olan talimatı okudu. Tam bu sırada
bir adam güzel bir deve getirerek tahsildara vermek istedi.
Tahsildar bu deveyi — kıymetli bir hayvan olduğu için — reddetti».
Resul-i Ekrem ’in sahabelerinden diğer birisi de şunu hikâye
ediyor: «Bir gün sürümü otlatıyordum. İki adamın bana
doğru ilerlediklerini gördüm. İçlerinden birinin zekât memuru
olduğunu anladım. Ona bir dişi keçi takdim ettim. Kabul
etmedi. Onun yerine erkek bir keçi vermeğe mecbur oldum».
Bu suretle verginin tahsili işinde, halkı zarurete düşür-
mem ek için, naKKanıyete tam am ıyıe muvaiiK Dır şekilde iıa
reket edilm ekte idi.
Vergi olarak alınm ış olan hayvanların, velev m ahdud bi:
zaman için olsun, şahsî hizm etlerde kullanılm ası tahsildarla
ra k a t’î surette yasak edilmişti.
Resûlullah, «Bizim âmillerimiz (memurlarımız) âileleri
nin mâişetini temin edecek şey alabilirler. Hiç hizmetçiler
yok ise bir hizmetçi yazabilirler; meskenleri hiç yok ise on
lara bir mesken temin olunacaktır. Bundan fazla bir şey iste
mek haddi tecavüz etmektir», diye ilân etmişti.
Hazret-i M uhammed, akrabası arasından tahsildar seçm ek
ten çekinirdi. «… Ancak fakirlere, miskinlere (hiçbir şeyi ol
mıyan yoksullara), (sadakaları toplamağa) memur olanlara
müellefe-i kulûba (kalbleri Müslümanlığa alıştırmak istenen
lere), kölelere, esirlere, borçlulara, Allah yolunda (harcamağa)
ve yol çocuğuna (muhtaç yolculara) mahsus…» olan (Tevbe
sûresi, 60) zekât hasılatından bir şey ayırıp onlara verdiği vâ
ki değildir..
Bir yandan tahsildardar m em leketi dolaşırken bir yandar
da ahalisinin ekseriyeti İslâm dinini kabul etmiş olan y erlerdeki
putları kırm ak için oralara gidecek m üfrezeler teşkil olunuyordu.
İşte bu suretle Ali, iki yüz kişiden m ürekkep bir
müfreze ile Beni Tay kabilesine ait eski mabedi tahribe m em
ur edilmişti.
Bu kabilenin b ir kolu, Beni Hatem, bir tecâvüze marus
kaldıkları zannıyla, M üslüm anları kendi toprakları içinden
geçirmek istemediler. A ralarında bir çarpışma oldu ve kabile
reisi Adiyy G assanîler tarafına kaçtı. Ali bir m iktar esir alarak
M edine’ye götürdü. B unlar arasında Adiyy’in kız kardeşi
Sefane de vardı. Resul-i Ekrem ’in huzuruna götürülm esini istedi.
Huzura çıkınca: «Yâ Resûlallah, babam Hatem’in adını
şüphesiz duymuşsundur. Mürüvveti son haddine vardırmıştı.
Sehâsı, âlicenablığı, misafirperverliği darbımesel olmuştu. Zaitleri
himaye eder, dul kadınlara ve yetim çocuklara yardım
eyıeraı. Jtvaraeşımın ıırarı, senin a a a m ıa n n a a n KorKmasmdandır.
Hatem’in kızını esaret altında tutmak sana yakışır mı?»
dedi.
Hazret-i M uhammed derhal Sefane’nin tahliyesini em retti.
O da, şükran makamında, İslâm dinini kabul eyledi.
Sefane giderken Resûlullah, «Putperest bir adam için niyazda
bulunmak müsaadesini hâiz olsaydım, senin baban için
Cenabı Hakk’a niyaz ederdim», dedi. Genç kadın uzaklaştıktan
sonra, ashabına dönerek ilâve etti: «Cenabı Hak rahimdir
ve hayırlı işler yapanları ve adaleti icra edenleri mükâfatlandırır».
Hâtem ’in kızı, serbest bırakılır bırakılm az, gidip kardeşini
buldu ve İslâm dinini kabule teşvik etti. Adiyy ibni Hatem
Medine’ye gelip ihtida etti ve badem â Resul-i Ekrem ’in ileri
gelen sahabelerinden biri oldu.
Bu sıralarda vukua gelen ihtidaların en dikkate şayan
alanı K â’b ibni Z uheyr’in ihtidasıdır:
Câhiliyet devrinde şâirler, A rablar indinde, çok büyük
tıürmet ve itibara sahiptiler. A rablar aralarındaki ihtilâfları
halletmek için ekseriya şâirane m übareze (m ufahare) 1er tertip
ederlerdi. Şâirler m uharebelerde askerlere refakat ederler,
lam asî şiirleriyle onların cesaretlerini arttırm ağa çalışırlardı.
Hicve m üteallik m anzum eler de çok rağbette idi. Şiir söylemek
kudret ve m ahareti âdeta bir nevi imtiyazı sayılan bir
iileye m ensup olan K â’b, işte bu tü rlü m anzum eler tertip etmekle
şöhret bulm uştu. Muallâkat’tan birini söylemiş olan baoası
Zuheyr hariç olmak üzere, bu âileye mensup on bir şâirien
şiirler kalm ıştır. En büyük A rab şâiresi addolunan ve (Elfîansa
lâkabiyle anılan) m eşhur Tem adur hatun bunlardandır.
Kardeşi Buceyr çok zam an önce İslâm dinine girm işken
Kâ’b, Resul-i Ekrem ile dinini ve akidesini tezyif sadedinde
cehirli hicviyeler yazm akla vakit geçiriyordu. Kardeşine, bir
:ok vesilelerle, kendisine im tisal etm esi tavsiyesinde bulunan
Buceyr, M ekke’nin fethinden sonra, bir m ektup yazarak onu
;ekrar İslâm dinine dâvet etti. N ecran tarafına kaçmış bulu-
nan K â’b buna tahkir edici bir hicviye ile cevap verdi. F a k a t,
şiddetle takip olunan bir adam gibi yaşam aktan bıkarak, b iraz
tereddüt geçirdikten sonra hissiyatı değişti, Medine’ye gelip
kabahatini itiraf etmeğe ve Resul-i Ekrem ’in âlicenablığı-
na sığınmağa k arar verdi.
Halini arza vakit bulm adan, M üslüm anlarca tanınarak, işinin
bitirilm esinden korktuğu için şehre geceleyin girdi ve doğ
ruca kerem ini, rahim ve şefkatini bildiği Ebû Bekir’in evine
gitti. Ebû Bekir onu o gece m isafir etti ve ertesi günü m escide
götürdü. B ütün M üslüm anlar sabah namazı için orada h azırdılar.
Namaz bittikten sonra K â’b Resul-i Ekrem ’e dönerek,
«Yâ Resûlallah! Mazisine tövbe ile İslâm dinini kabul eden
Kâ’b’ı sana getirseydim onu affeder miydin?» diye sordu.
Resul-i Ekrem ’in verdiği m üsbet cevap üzerine K â’b, cem
aatin hayretleri arasında: «İşte Kâ’b benim!» dedi ve Hazret-i
M uhamm ed’le K ureyşlileri m edh ü senâ sadedindeki
m eşhur «Banet Suad» kasidesini okumağa başladı:
«Peygamber dünyayı tenvir eden bir meşaledir. Her
fenalığı imha eden Allah’ın kılıçlarından biridir», beyitini okuduğu
zam an Hazret-i M uhammed, takdir nişanesi olm ak üzere,
Yemen kum aşından yapılm ış hırkasını şâirin om uzuna atı
verdi (*).
«Heyetler Senesi» adını alan H icretin 9 uncu yılı sonuna
doğru idi. Hac işlerinin tanzim edilmesi gerekiyordu. H azret-i
Peygam ber, hac esnâsm da puta tapanlarla beraber olm aktan
hoşlanmadığı için, bizzat iştirâk etm ek istem edi ve yapılacak
(•) B u n d a n d o lay ı b u k asid ey e «K aside-i B ürde» a d ı v e rilm iştir. M uav
iy e halife olunca b u h ırk a y a 1000 d irh e m v erd i, fa k a t K â ’b sa tm a d ı. O n u n ö lü
m ü n d e n sonra, ilk te k lif ettiğ in in ik i m islini v e rm e k su retiy le M u â v iy e on u ,
m ira sçıların d an alm ağa m u v a ffa k oldu. İşte o zam an d an b eri, b u h ırk a h alifed en
h a life y e in tik al e tti v e â d e tâ h alifeliğ in b ir se m b o lü h alin e geldi. M ısır’ın Y av
u z S ultan Selim ta ra fın d a n fe th i esnâsm da, h âlifeü ğ i bu O sm anlı S u ltan m a
d ev red en son A bbasî h alîfesi E l-M ü tev ek k il, nezd in d e m u h afaza e ttiğ i h ırk a -i
şe rifi ve Hz. P ey g a m b e re â it d iğ e r bazı m u k ad d es e m â n e tle ri de ona teslim
etti. İsta n b u l’a n ak led ilen b u k ıy m etli h ırk a , T o p k ap ı S a ra y ın ın d airelerin d en
b irin e k o n d u ve C u m h u riy e tin ilâ n ın a k a d a r tam d ö rt a s ır gece v e g ü n d ü z b ir
â n b ile a ra v erm ek sizin h â fız la r b u m ü b a re k em ân etin e tra fın d a K u r’a n -ı k e
rim tilâ v e t ettiler.
dinî hizm ete riyâset işini Hazret-i Ebû B ekir’e havâle etti.
Hazret-i Ebû Bekir, 300 hacı nam zedinin başında olduğu halde
M edine’den hareket etti.
Bu kafilenin ayrılışından kısa bir m üddet sonra, Resul-i
Ekrem ’e, m üşriklerin hacc etm elerini yasaklıyan şu âyetler
vahy e d ild i:
«Ey iman edenler! Doğrusu, müşrikler neca-
«setten ibarettir. Artık bu yıldan sonra Mes-
«cidi Harama yaklaşmasınlar. Eğer darlıktan
«(fakirlikten) korkarsanız (*) Allah dilerse
«inayetinden sizi yakında zengin kılar. Şüp-
«hesiz Allah hakkiyle alimdir, hakimdir».
(Tevbe sûresi, 28)
Hazret-i Muhammed, bu âyet-i kerim e gereğince, putperestlerin
bundan sonra «Beytullah» ı, yâni K âbe’yi ziyaret edem
iyeceklerini ilân etm ek üzere, Ali’yi hemen M ekke’ye gönderdi.
Ali, K urban Bayram ı günü, hacılar M ina’da toplanm ış
bulundukları sırada, M ekke’ye vâsıl oldu ve şu beyannâm eyi
okudu: «Allah ve Resûlullah adına size beyân ederim ki, bu seneden
itibaren hiç bir putperest hac edemiyecektir. İhrama
girmedikçe hiç kimseye tavaf müsaadesi verilmiyecektir. Her
kimin Resûlullah ile bir ahdi var ise bilsin ki, müddeti bitinciye
kadar bu ahde riayet olunacaktır. Herkesin evine tam bir
âsâyiş ve emniyet içinde avde edebilmesi için dört aylık bir
mütareke kabul olunmuştur. Bu müddet bittikten sonra Resûl-i
Ekrem, kendini, putperestlere karşı her türlü taahhütten
âzâde addedecektir.»
İslâm iyetin tesir ve nüfûzunu m uhkem surette tesis eden
bu beyannâm eyi sükût içinde dinledikten sonra hacılar evle
(•) T ic a re tin d u rm asın d an hasıl olabilecek sık ın tı ve d a rlık b ah is m e v
z u u d u r. Ç ü n k ü H ac m evsim inde k u ru la n U kaz P a n a y ırın d a k i m ü b a d e le le rd e n
M ek k e b ü y ü k m enfaaU er tem in ed iy o rd u .
rine avdet etm ek üzere dağıldılar ve işittiklerini m uhitlerindekilere
anlattılar.
Hazret-i M uhammed, aralarında hiç bir irtibat bulunmı-
yan ve yekdiğeriyle m erham etsizce çarpışan bir çok kabilelerden
m üteşekkil bir m illetten, aşağı yukarı dokuz sene içinde,
b ir devlet, ideali arz üzerinde A llah’ın kanununu hüküm ran
kılm aktan ibaret olan bir devlet kurm ağa m uvaffak oldu.
Böyle b ir m uvaffakiyetin hased ve kıskançlık uyandırm am
ası kabil değildi. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i M uhammed’-
in m uvaffakiyetini tem in eden derin sebepleri düşünmeksizin,
kendilerini Peygam ber ilân etm enin ve gûya Allah tarafından
vahiy ve inzal olunmuş bir takım âyetler okumanın, iktidarı
ele alm ak için kâfi geleceği zannm da bulunan bazı müddeiler,
m aruf tâbiriyle «mütenebbi» 1er, yâni peygam ber taslakları
zuhur etm iştir.
Tarih üç yalancı peygam berin ism ini kaydetm ektedir:
Tuleyha, M useyleme ve El-Esved.
Tuleyha, Necid taraflarında oldukça nüfuzu olan kıym etli
b ir askerdi. Reisi bulunduğu Beni Esed kabilesinin tem silcileriyle
birlikte ve onların başında olarak M edine’ye gelmiş
ti ve İslâm dinini, vicdanî kanaatinden ziyade, siyasî m enfaate
binaen kabul etmişti.
M emleketine döndükten sonra, çok geçmeksizin, Hazret-i
M uham m ed’e karşı isyan etti. Peygam ber tavrı takındı. K endi
kabilesini ve Beni Fezare ile Beni Tay’ın bazı kollarını kendi
tarafına çekmeğe m uvaffak oldu. F akat isyanı uzun sürmedi.
Halid ibni Velid üzerine varm akla, karısını yanm a alarak,
kaçtı. Bir m üddet Taif civarında ve Suriye’de gizlenerek
yaşadı. Sonra tek rar İslâm iyet dâiresine girerek orduda uzun
zam anlar takdire değer hizm etler ifa etti. Asıl ismi Talha ibni
H uveylid idi. Ona, küçültülm üş olarak, Tuleyha (Talhacık)
denilmesi hakaret m aksadına m ebni idi.
M useylime de (M eslem ecik), tıpkı Tuleyha gibi, M edine’
ye gelip Hazret-i M uhamm ed’e m ülâki olmuştur. Museylime,
Beni Hanife tem silcileriyle birlikte gelmişti. H addizatında çe
limsiz, fakat pek ziyade haris bir adamdı. Az, çok hatipti, Resul-i
Ekrem ’le görüştüğü esnada, iktidarı kendisiyle paylaş
m ağa yahut hiç değilse kendisini halef olarak göstermeğe m uvafakat
etm esini teklif etti.
Resûlullah, «İktidar Allah’ın elindedir, dilediğine verir»,
demekle iktifa etti. Hayal inkisarına uğrayan Museylime, Hazret-i
M uhamm ed’e karşı isyan etm eğe k arar verdi.
Kabilesinin yerleşm iş bulunduğu Yem ame’ye dönünce
kendini nebi ilân etm iş ve A llah’ı kasd ile Rahman adma vaiz
ve nasihate başlam ıştır. K ur’an-ı K erim in M ekke’de nâzil olan
ilk kısa âyetlerini beceriksizcesine taklid ederek m anzum sözler
uydum ağa koyulm uştur.
Ö lüm ünden sonra adına nisbetle söylenen bir takım mesellerde
görülen «M elekûtu’s-Semavat,» ve «Mesih-i Mev’ud»
yahut «Mesih-i M untazar» gibi bazı tâb irler onun bu sözleri
H ıristiyanlıktan m ülhem olarak söylediğine şüphe bırakm am
aktadır.
Vücude getirm eğe m uvaffak olduğu ayaklanm a ve karga
şalık bir aralık tehlikeli bir nisbet almıştı. H attâ, Hazret-i Muham
m ed’e, kendisine tâbi olması dâvetini m utazam m ın bir
nâm e göndermeğe bile cüret etmişti. Bu nâm eyi takdim e m em
ur iki m urahhas Resûlullah’m huzuruna çıktıkları vakit, Nebiyy-i
Zîşan m em uriyetlerinin m âhiyetini öğrendikten sonra,
«Allah’a kasem ederim, biliniz ki, elçiye zeval olmasaydı ikinizin
de şuracıkta boynunuzu vururdum», diyerek onları yanından
kovm uştur.
M üseylime’nin çıkardığı isyan ancak Ebû B ekir’in hilâfeti
zamanında tam am iyle bastırılm ıştır; isyanın m ürettibi, Hicretin
on ikinci senesinde cereyan eden (Akrebe) m uharebesinde
yok edilmiştir.
İslâm dinine girmiş olan İran ’ın eski valisi Bazan ibni Sasan’m
bu eyâletin başında vali olarak bırakılm ış olduğunu yukarıda
söylemiştik. Bazan öldükten sonra Yemen, genişliğine
ve ehem m iyetine binaen, beş kısma ayrılm ıştı: San’a, Cend,
M earib, Necran, Hemedan.
San’a vâliliği Bazan’ın oğlu Şehr’e verildi. Bazıları Yemen
halkından olan diğer bir takım şahsiyetler de öbür kısım lara
tayin olundular. Bu hâl Yem enlilerin izzeti nefsini okşamış
olsa gerektir. Fakat, eski İran m em urlarının İslâm dinini
kabul eden ekserisi, ehliyetlerine mebni, m akam larında bırakıldıkları
cihetle, göz dikdikleri m evkilerden m ahrum edildikleri
kanaatini besliyen bir takım Yem enliler m ırıldanm ağa
başlam ışlardır.
El-Esved (El-Halâ ibni K â’b) isimli haris ve hilekâr bir
adam, vaziyeti kendi m enfaati bakım ından istism ar etm eğe kara
r verdi. G ayri m em nunların başına geçip kendini Peygam
ber ilân etti. Yemame Rahm an’ı adına nübüvvet iddiasında
bulunan M useylime gibi, o da Yemen Rahm an’ınm peygamberi
olduğunu iddia etm ekte idi.
H er yer gibi, her kabilenin de kendine m ahsus bir putu
olmak lâzım geldiği fikri câhiliyet devri A rablarınm kalbinde
öyle derin bir surette yerleşm işti ki, bu yalancı peygam
berler dahi bundan kendilerini kurtarıp, bütün kâinata hükm
eden ve bir tek olan A llah’a akıl erdirm eğe m uvaffak olamadılar.
M amafih Esved’e Peygam ber dem ekten ziyade sihirbaz
adını verm ek daha doğru olur:
D üşm anlarının plân ve tasavvurlarını kendisine bildiren
bir şeytana m alik olduğunu iddia ediyor ve yüzünü halka asla
göstermiyordu. Bundan dolayı ona «Zülhimar» — peçeli —
adı verilmişti.
İranlı m em urları kovmak m aksadını güttüğüne göre, te rtip
ettiği isyan, dinî olm aktan ziyade, m illî bir m ahiyet taşı
yordu. Bir çok taraftar peyda etmeğe m uvaffak olmakla, K ahf
K hubba’dan hareket ve San’a’yı zabtetti ve Şehr’i öldürdü.
Y arım ada’nın cenubu garbisi, bir kaç ay içinde, hükm ü altı
na girdi. İddialarını haklı göstermek m aksadıyla de Şehr’in
dul karısını aldı. K uvvetinin m uhkem bir hale gelmiş oldu
ğuna kanaat getirdikten sonra bir «hâkimi m utlak» gibi harekete
başladı. Hal ve hareketi taraftarlarını kırm akta gecik-
medi. Sağ kolu m esabesinde olan Kays ibni Hubeyre ondan
yüz çevirdi. Bir «komplo» tertibi için, m em uriyetlerinden çı
karılm ış olan İran m em urlariyle anlaştı ve Şehr’in, zorbaya rı
zası hilâfına varm ış bulunan, dul karısının yardım ıyla âsiler,
Esved’in yatak odasına girmeğe m uvaffak olarak, zorbayı yatağında
yatarken öldürdüler.
Bu hâdise, Hazret-i M uham m ed’in vefatından bir kaç gün
evvel cereyan etmişti.
V ukuatın cereyan sırasını bozmam ak için H icretin dokuzuncu
senesine avdet edelim.
XXIII
TEBÜK SEFERİ
Bu senenin yaz mevsiminde Suriye’den avdet eden tâcirler,
Bizans İm paratorunun Belka havalisinde yani «Oronte»
ovasında kâin Hum us’da bulunduğu, büyük bir ordu topladı
ğı ve Lahım lar, Cüzam larla birleşen G assanlılarm kuvvetlerini
h udutta topladıkları haberini yaym ışlardı.
Bu haberler, hududun öte tarafında yerleşm iş olan kabilelerin
de yardım ıyla, BizanslIların m em leketi istilâ etmeğe
hazırladıkları ihtim alini ortaya koym aktaydı.
Vaziyet mühimdi. Bu, inzibattan m ahrum bir takım bedeviler
güruhunun tecavüzüne karşı koym ak gibi âdi bir iş değil- )
di. M ute m uharebesinde M üslüm anlara ağır kayıplar verdirm
iş olan Bizans orduları karşısına çıkm ak icabediyordu.
Bu tehlike karşısında Resul-i Ekrem, gerek kemmiyet
ve gerek teçhizat itibariyle, o zamana kadar tertip etmiş
olduğu orduların hepsine üstün bir ordu hazırlam ağa karar
verdi. M utadı olan ve düşm anı gafil avlam ak için sefer tedarikâtım
saklam aktan ibaret bulunan tâbiyesi (taktik) hilâfı
na olarak, eli silâh tu tan bütün M üslüm anları, mütecâvizin yolunu
kapam ak üzere alenen silâh altına çağırdı.
Bu dâvete icabet edenlerin m iktarı her tü rlü tahm inlerin
üstünde oldu. M illet toptan ayaklanm ıştı. Bir taraftan ş e h irlilerle
bedeviler silâh altı dâvetine koşarlarken, erzakla dolu
kervanlar M edine’ye doğru akın ediyorlardı. M üslüm anlar yalnız
asker yazılm akla iktifa etm iyorlar, sefer m asraflarına da
iştirâk için birbiriyle yarışıyorlardı. Her taraftan m alen ve
1 nakden teberrular, iâneler yağıyordu.
Gönüllüleri kabul için, Medine civarında geniş bir ordugâh
kurulm uştu. Resul-i Ekrem bunun teşkilâtına nezaret etmeğe
ve m ücahitlerin hep bir arada kıldıkları nam azda imam
olmağa Ebû B ekir’i m em ur eylemişti.
M ünafıkların reisi A bdullah ibni Ubeyy, m em leket çapındaki
um umî şevk ve heyecana kendi de tutulm uş gibi görünerek,
sefere iştirâk etmeğe âmede olduğunu söyledi.
Bu âlicenablık gösterisi, sahte bir gösterişten başka bir
şey değildi. Aslında bütün kalbiyle m ağlûbiyeti tem enni ediyordu.
O suretle Hazret-i M uhamm ed’in nüfuzu sarsılacak ve
kaybetm iş olduğu kuvvet ve kudret yeniden eline geçmiş olacak
üm idinde bulunuyordu. Filhakika, M ekke’den hicret etm e
ğe m ecbur kaldığı ve Ensara iltica ettiği vakti, İbni Ubeyy, o
zamana kadar yekdiğeriyle çarpışm aktan fariğ olmamış olan
Beni Eys ve Beni Hazrec kabilelerini birleştirm eğe m uvaffak
olm uştu ve büyük nüfuza m alik Yahudiler sayesinde Medine
şeyhliğine (reisliğine) seçileceğini üm it etm ekte idi. Bu vaziyeti
bozmuş olduğundan dolayı Hazret-i M uham m ed’i rakip
f telâkki ediyor ve ona karşı zamanın bir türlü yatıştıram adığı
bir kin ve husum et besliyordu. D indaşlarının ekserisinin İslâm
dinini kabul etmiş olduklarını görünce, açıkta bırakılm ış
olmamak için, o da M üslüm an olmuştu.
Abdullah ibni Ubeyy ile taraftarları ordugâha geldikten
sonra, askerin kuvve-i m âneviyesini kıracak ve firarı mucib
olacak bir takım hâinane propagandalara başladılar.
M üsait buldukları kimselere, gösterdikleri itaatten dolayı
onları kınıyor ve gizli gizli «Mevsim uzun ve faydasız bir
sefer ihtiyarına müsait değildir. Yaz ortasında çöl bir cehennemdir,
geçilemez, asker susuzluktan kırılacaktır. Menba-
lan tükenmez bir büyük İmparatorluğun ordularını bu şartlar
altında karşılamak mümkün olamaz», diyorlardı.
Hazret-i Muhammed, m ünafıkların yaptıkları tahrikâtı haber
alınca, gidip bir an evvel ordunun başına geçmeğe k arar
verdi. Beldenin idaresini M uhammed ibni M esleme’ye tevdi ettikten,
A li’yi de inzibat ve asayiş işlerine bakm ak vazifesiyle
m ükellef kıldıktan sonra M edine’den ayrıldı.
Ordugâha varır varm az İbni Ubeyy ile hem palarım çağı
rıp hizm etlerinden vazgeçtiğini söyledi ve yıkıcı faaliyetlerine
son verm elerini tavsiye ile kendilerine yol verdi.
Bilhassa bedeviler arasında hasıl olan bazı nâdir firarlar
hariç, ordu m ünafıkların yaptıkları propagandadan asla m üteessir
olmamıştı. Efradı o kadar çoktu ki, büyük fedakârlıklar
pahasına toplanmış olan erzak ve m ühim m at o kadar büyük
bir orduyu teçhiz etm eğe ve beslemeğe kâfi görülm üyordu.
H attâ askerin bir m iktarını, bu sebepten dolayı, terhis etm ek
icabetti. K ur’an-ı K erim in beyanına göre (Sûre: IX, Â: 93),
İslâm dinini m üdafaa için çarpışm ak şerefinden vaz geçmek
m ecburiyetinde kalan m ü’m inler «gözyaşı dökerek, tasalanarak»,
dönüp gittiler.
Eylül ayının ortalarına doğru ordunun mevcudu, «kalbleri
üzerine gaflet vurulmuş olduğu ve bir şey anlamadıkları
için geri kalanlarla birlikte bulunmağı tercih edenlerin firar
etmelerine» (Sûre: IX, Â: 93) ve m ücâhitlerden bir çokları
nın terhis edilmiş olm alarına rağm en, otuz binden aşağı de
ğildi ki, bunun on bini süvari idi. İşte bu ordu şimale doğru
harekete geçti. Üç hafta içinde Tebük m evkiine vardı. M uhit
sükûn içinde idi. H udutta asker yığıldığını gösteren bir şey
m üşahede edilmemişti. Bununla beraber, bu sefer, bu seferi ihtiyare
icbar eden şayiâlarm esassız olduğuna kanaat getirm ek
için, H azret-i M uhammed Ayla (Akabe) körfezi istikam etine
doğru, keşif için bir süvari m üfrezesi göndermeğe karar verdi.
Bu m üfrezenin kum andanlığını Halid ibni Velid’e tevdi etti
ve H ıristiyan olan Ayla hüküm darı Yuham a ibni Ruba için
de bir nâm e verdi. Bu nâm e ile Ruba İslâm dinini kabule, ya
h u t hiç değilse yıllık bir cizye m ukabilinde him ayesini vâdeden
Resul-i Ekrem ’in hâkim iyetini kabule davet olunuyordu.
Gassan hüküm etiyle Hazret-i M uhamm ed’in nüfuzuna tâ
bi yerler arasında kâin küçük Ayla prensliği, bu iki hüküm etten
birine tâbi olmaksızın em niyet ve âsâyiş içinde yaşıyamazdı.
Gassan hüküm eti Bizans İm paratorluğunun him ayesi
altında yarı m üstakil bir devletti. Binaenaleyh Yuham a ibni
Ruba kendisine vâki teklifi m em nuniyetle kabul etti; bu hususta
o kadar istical gösterdi ki, Hazret-i M uhammed ona dinini
m uhafaza etm ek serbestisini verdi. Ruba, alnında b ir altın
haç olduğu halde, İslâm ordugâhına gitti. Resul-i E krem ’in
huzurunda ihtiram la eğildi ve Peygam ber’e hediye olarak bir
k atırla bir şal takdim etti. Hazret-i M uhammed onu iyi bir
surette kabul etti ve ayrılıp gideceği sırada şu em annâm eyi
verdi:
«Bismillâhirrahmanirrahim. Bu, Allah ve Muhammed Resûlullah
tarafından Yuhama ibni Ruba’ya ve Ayla kavmine
bahşolunan emannâmedir. Onlardan memleketlerinde oturanlar
ve arz ve deniz üzerinde seyahat edenler Allah’ın ve Muhammed
Resûlullahın himayesine nâil olacaklardır. Bu himaye
Ayla ahalisinden Suriye, Yemen ve sahil taraflarında oturanlara
da şâmildir. Bu emannâme hükmüne riayet etmiyenler
cezalandırılacak ve malları müsadere edilecektir. Ayla ahalisi
bermutad uğradıkları kuyu ve pınarlardan su almaktan
asla menedilmiyecektir, onlara gerek karada ve gerek denizde
istedikleri yolu takip etmelerine mümanaat olunmıyacaktır.
Bu, Resûlullah tarafından verilen emir üzerine Cüheyn el-
Şurahbil tarafından yazılmıştır.»
Ayla tarafından her sene ödenmesi m ukarrer cizye üç yüz
altın olarak tesbit edilmiştir.
Yuham a gittikten bir kaç gün sonra, Yahudi A druth, Mekna
ve Carba cem aatlerini tem sil eden üç m urahhas heyeti, itaatlarm
ı arzetm ek ve Resul-i Ekrem ’in him âyesini niyaz ve buna
m ukabil bir cizye verm eği taahhüt eylemek üzere k arargâha
geldiler.
Resul-i Ekrem, ricalarım kabul etti ve onlardan her birine
ödeyecekleri cizyenin m iktarını gösterir ve bu yerlerde
oturan Y ahudilerin M üslüm anlara karşı takip etm eleri iktiza
eden h attı hareketi tayin eder bir buyrultu verdi.
Meâlen bir olan bu üç vesika şu şekilde yazılmıştı:
«Bismillâhirrahmanirrahim! Bu, Peygamber Muhammed
tarafından, Allah adına kendilerine bahşedilen mütarekeden
faydalanacak olan ……. ahalisine verilen buyrultudur. Onlar
her sene Recep ayında, sağlam vezinli ve tağşiş edilmemiş
olarak, yüz dinar ödemeğe mecburdurlar. Onlar, Müslümanlara
karşı doğruluk ve âlicenablıkla hareket etmeği taahhüt
ederler. Bir Müslüman onlara sığınmak mecburiyetinde kaldı
ğı takdirde onu lütuf ve keremle kabul etmeğe ve kendi emniyet
ve asayişleri tehlikeye düşünciye kadar himaye eylem e
ğe ve bunu da Resul-i Ekrem keyfiyeti öğrenip yardım göndereceği
ana kadar yapmağa mecbur olacaklardır.»
Hazret-i M uhammed, bu m eseleleri tanzim ettikten sonra,
ordusunun başında olduğu halde Tebük’den ayrıldı ve, üç
aylık bir gaybubetten sonra, M edine’ye döndü.
Tebük seferi Resul-i Ekrem ’in bizzat sevk ve idare etti
ği gazvelerin sonuncusu olmuştur.
İBRAHİM’İN ÖLÜMÜ HEYETLERİN GELMESİ TEBÜK MUHAREBESİ
25
Kas