M ekke’nin cenubu şarkisindeki bütün dağlık arazi, kolları
Taif’in ötesine kadar uzanan, büyük Beni Hevazin kabilesi- v
nin işgali altında idi.
Taif de Beni Sakıf kabilesinin m erkezi idi. Bunlar, şehirle
etrafındaki bahçelerden başka, Yemen’e doğru uzanan Vahi
ve Eyya gibi m ünbit ziraat arazim se sahiptiler. Beni Hevazin’in
hâkim bulunduğu arazide oturan Beni Sakif — tarihçe
m üeyyet olmamakla b erab er— onlarla ayni m enşeden bulunduklarım
iddia ediyorlardı.
Nahle ile Taif arasında bulunan Ukkâz, o havalinin ticaret
m erkezini teşkil ediyordu. H er sene, ayni mevsimde, orada
büyük bir panayır kurulurdu: A rabistan Y arım ada’smm en
uzak yerlerinden ve hariçten getirilen eşya ve em tia burada
m übadele edilir, ayni zam anda «Mufahare» 1er diğer tabirle,
kabileye veyahut şahsa ait şeref m üsabakaları burada yapı
lırdı. Tâcirler eşya ve em tialarını teşhir ederlerken şâirler en
yeni kasidelerini okurlar, pehlivanlar kuvvet ve m aharetleri- v
ni gösterirlerdi. Ukaz panayırı, Zilkadenin ortalarına doğru
yani büyük Hac m evsim inden iki hafta önce kurulduğu için,
M ekke’ye giden hacılar orada bir kaç gün kalırlardı. M ekke’
nin M üslüm anlar tarafından fethi bu ananeyi ortadan kaldırm
akla, Ukâz’ın bizzarure iktisaden sükutunu mucip olmuş ve
Beni Hevazin’in kuvvet ve şerefine noksanlık getirm iştir. Bu
sebeple, Beni Hevazin, M ekke’yi terketm eğe m ecbur etm ek
üzere, M üslüm anlara taarruza k arar vermişlerdi.
Hazret-i M uhammed, K ur’an-ı Kerim hüküm lerine uyarak,
belde ahalisini İslâm dinini kabule icbar etmediğinden, Beni
Hevazin, Mekke ahalisinden eski dinlerine bağlı kalmış olan-
ların bu fırsattan istifade ile ayaklanacaklarını ve kendi zaferlerini
kolaylaştıracaklarını üm it ediyorlardı.
Beni Hevazin, Taif’in kuzey doğusunda bulunan Evtas
m evkiinde toplanıp akrabalık rabıtalariyle kendilerine bağlı
olan m uhtelif kabileleri — dinlerinin ve istiklâllerinin m üdafaası
u ğ ru n d a— kendilerine iltihak etmeğe dâvet ettiler. M uhtelif
kabilelerin verdikleri askerle büyük bir ordu teşkiline
m uvaffak oldular. Bu ordu, Beni Hevazin reisi M alik ibni Avf’-
m kum andasında olduğu halde, Mekke’nin şarkında bir günlük
mesafede bulunan H uneyn ovasını işgal etti.
Henüz otuz yaşında, dev gibi bir adam olan Malik, korkusuz
bir cengâverdi, fakat tecrübesizdi. Bundan dolayı, Hevazinler,
doksan yaşında olan ve zamanında kabilesine m üteaddit
m uzafferiyetler tem in etmiş ise de yaş tesiriyle kımıldayamaz
bir halde bulunan Dureyd adındaki emekli ihtiyarı
yanlarına aldılar. Bir m ahfeye koyarak deve sırtında taşı
dılar. H uneyn’e varınca Dureyd askerin işgal ettiği mevzileri
teftiş etm ek istedi. Ordugâhı dolaşırken bir tarafta içerisinden
çoluk çocuk ve kadın sesleri gelm ekte bulunan bir kalabalık
görür gibi oldu. Bunun ne olduğunu sordu: Yanlarında
kabilenin bütün hayvanlarıyla bütün serveti olduğu halde,
M alik’in em riyle orduya katılm ış olan kadınların ordugâhıdır,
cevabını verdiler.
Böyle bir em ri verm ek m ecburiyetini neden dolayı duyduğunu
anlam ak üzere M alik’in yanm a götürülm esini istedi.
Malik: — K adınlarının ve m al ve m enallerinin düşm an eline
düşmesine m eydan bırakm am ak için, askerlerim izin daha bü
yük bir cesaretle m uharebe etm eleri m aksadiyle, diye cevap
verdi.
Dureyd sordu: — Eğer talih yardım etmezse m ağlûp olursak
ne olacak?
Genç Malik, kibir ve gurur dolu bir tavırla cevap verdi:
— Elimizde böyle büyük bir ordu varken zafer bizden
gaspedilemez.
— Bize tecâvüze gelecek M üslüm anların savletlerini kır
m ak için en iyi okçularını onların geçmeğe m ecbur oldukları
boğazın sarp ve dik kayalarına yerleştirsen çok iyi edersin,
dedikten sonra ihtiyar, geldiği yere döndü.
Bir m üddet daha M ekke’de oturm ak niyetinde olan Hazret-i
M uhammed, Beni Hevazin’in kendisine taarruz etmeğe
hazırlandıklarını haber alınca derhal sefere k arar verdi. Beldenin
idaresini, henüz İslâm dinine girmiş olan genç Kureyşli
A ttab ibni Useyd’e tevdi ettikten ve K u r’anı Kerim i ve İslâm
ibâdetlerini çok iyi bilen genç ensâr Muaz ibni Cebel’i
ahaliyi tenvir vazifesiyle m ükellef kıldıktan sonra, M ekke’nin
fethine iştirâk etmiş ve belde ahalisinden iki bin kişinin iltihakıyle
kuvveti artm ış olan ordunun başında, M ekke’den ayrıldı.
M ekkeliler m ütecânis bir kütle değildiler: İçlerinde İslâm
dinini ancak m enfaate binaen kabul etmiş bir çok kim seler ve
hattâ, Hevazin’den bir bedevinin hâkim iyetinden ziyade Hazreti
M uhammed gibi bir K ureyşînin hâkim iyeti altına girme
ği tercih eden seksen kadar putperest de vardı. Safvan ibni
Umeyye ile Nevfel ibni H âris’i İslâm kıtalarının silâhlarını
kuvvetlendirm ek üzere yüzlerce zırh ile binlerce m ızrak gönderm
eğe sevkeden de bu m ülâhazadır.
On iki bin kişiden m ürekkep olan ve beyaz katırına binm
iş olduğu halde Resul-i Ekrem tarafından takip edilen bu
heybetli ordunun geçişini gören Beni Bekir kabilesine m ensup
bir kısım M üslüm anlar, hayran kalarak, bağırm ağa baş
ladılar: «Hiç şüphesiz, böyle heybetli bir ordumuz varken hiç
bir mağlûbiyetten korkmayız!»
Hazret-i M uhammed b u m ağrurane sözleri şiddetle takbih
etti. M uharebede kem m iyetin ehem m iyetini takdir ile beraber,
galebeyi Cenab-ı H akk’m bahşettiğini, ucb (sadece kendine
güvenm enin) ve gururun ekseriya bu gerçeği u n u ttu rduğunu
da biliyordu.
M üslüm anlar Huneyn vadisine açılan boğaza doğru ilerlerken,
düşm an boğazın giriş kısm ını m üdafaa için lâzım gelen
tedbirleri alm akta idi.
H icretin sekizinci senesi Şevval ayının ilk günleriydi (1
Ş ubat 630 M.). O rdunun Halid ibni Velid kum andası altındak
i öncüleri — arkalarında asıl kuvvetler olduğu halde — bo
ğazın dar yerine geldiler. M üslüm anlar, güneşin ilk huzm eleri
ayaklarının altında uzanarak vadiyi ışıklandırırken, dik
kayaların gölgesi altında, sıkışık nizam halinde yürüyorlardı.
Düşm anın oradaki karargâhı tek tük bazı askerlerle, cı
lız bir şekilde m uhafaza edilm ekte idi. K adınlarla çocuklar,
çadırlar arasında dolaşıyor ve bir çok keçi, koyun ve deve
sürüleri, m er’aya götürülm ek üzere bir araya toplanm ış bulunuyordu.
Gözleri önüne serilen ganim etlerin çokluğu ile pek
ziyade heyecanlanan m ücahitler, yürüyüşlerini hızlandırdılar.
F akat kayaların üzerinden ansızın yağan bir ok yağm uruna
tutuldular. Bu, korkunç bir m anzara idi. Ölenlerin, yaralananların
feryadlarına, oklar saplanm ış uzun boyunlarını sallı-
yan develerin hazin hom urtuları karışıyordu. Atlar, üzerlerindeki
süvarilerle, yere yuvarlanıyorlardı. O rdunun bir kısmı,
ölü ve yaralılarını orada bırakarak, büyük zahm etlerle bu cehennem
den kurtulabilm işti. Bu sırada Mâlik, askerinin ba
şında olduğu halde, M üslüm anların m ahvoldukları boğazın
m ethalini tutm ak üzere, civardaki tepelerden aşağıya inmişti.
M üslüm anlar vâdiye çıkınca M âlik onlara hücum etmeğe baş
ladı. Vaziyet öyle bir hal alm ıştı ki, Hazret-i Peygam ber’in
— husum etlerini yenem iyen— eski düşm anları sevinmeğe baş
lam ışlardı.
Ebû Sufyan, sadağı içinde gizlice getirm iş olduğu fal oklarını
yokladıktan sonra: «Bu kaçış ancak deniz kıyısında durabilecek»,
diyordu. Kelda ibni Hanbel de, «Muhammed’in
sihri nihayet kuvvetini kaybetti!» diye bağırıyordu. F akat kardeşi
Safvan ibni Umeyye, müteessif, dilini tutm asını tavsiye
ile tekdir m akam ında dedi ki: «Böyle konuşmaktan seni men
için ağzını bağlamak isterdim. Hevazin bedevilerinden birinin
boyunduruğu altına girmektense, Muhammed gibi Kureyşli
bir reisimiz olması bizim için tercihe şayan değil mi?»
Bu kargaşalık esnasında, Hazret-i M uhammed, etrafında
bir kaç arkadaşın olduğu halde, küçük bir tepecik üzerinde durarak,
bütün soğukkanlılığını m uhafaza ediyordu. A skerlerinin
kahkarî ricatini durdurm ak için aralarına karışm ak istiyerek
bağırdı: «Kureyşliler! Etrafımda toplanınız. Ben Peygamber’im,
Muhammed ibni Abdullah’ım!» Fakat Ebu Bekir,
katırının yularına yapışarak, onu alıkoydu. Bunun üzerine Resul-i
Ekrem Abbas’a dönerek kuvvetli sesiyle bağırm asını ve:
«Ey Ensar ve Muhacirin, ey Rıdvan Biatinde yemin edenler!
Peygamber’in etrafında birleşiniz», demesini em retti.
Bu sözleri işitince Ensar ve M uhacirin büyük bir hacalete
tutularak, «Lebbeyk! Lebbeyk! Seninle beraberiz!» diye bağırm
ağa başladılar. Boyunlarını bükm ek ve geri çevirm ek için
yularlarını kıstılarsa da, develer süratle yollarına devam ediyorlardı.
Bunun üzerine m ücahitler m iğferlerini boyunlarına
asarak develerinden yere atladılar ve kılıçlarım çekerek tek
ra r m uharebeye başlam ak için geri döndüler. Bütün M üslü-
m anlar onlara imtisal ettiler. Bir avuç toprak alarak düşm an
kıtaları istikam etine doğru savuran ve onların yum uşak kum
daneleri gibi dağılacaklarını söyliyen Hazret-i M uhamm ed:
«Ocak tutuşmuştur!» diye bağırdı.
Zafer taraf değiştirdi. Beni Hevazin çok telefat verdiler.
Malik, üm itsizliğin verdiği cesaretle hâlâ harbe devam ediyordu.
Fakat her şeyin m ahvolduğunu görünce, m uharebe
m eydanını terk ve askerinin kılıçtan kurtulanlarıyla Taif’e iltica
etti.
Ondan daha az talihsiz olan D ureyd de m uharebe m eydanında
bırakıldı ve orada öldü. B ir çok vesilelerle cesaretini ve
seciyesinin asaletini ispat etm iş olan bu efsanevî ihtiyar cengâverin
ne gibi şartlar altında öldüğü nakle değer m ahiyettedir:
Düşm an çekilmişti. Rebia ibni Refia adlı genç bir Müslüm
an, sırtında bir m ahfe taşıyan başı boş bir deve gördü.
Asil kadınlardan birini esir ederim ümidiyle koşup, hayvanı
tu ttu ve ıhlattı. M ahfenin örtüsünü kaldırıp da içinde boylu
boyuna uzanmış ihtiyar bir cengâver görünce hayretten dona
kaldı. H ayal kırıklığiyle ona bir kılıç darbesi indirdiyse de ih
tiyar bunu duym am ış gibi davrandı. Gayet istihfafkâr bir eda
ile: «Delikanlı!» dedi, «ananın verdiği o silâh ne? Devenin hamudunda
asılı kılıcı al ve sırtımla başım arasındaki yere vur.
Faaliyet ve hareketten kalıncaya kadar, ben insanları böyle
öldürürdüm».
Rebia bu nasihate uydu ve ihtiyarın kafası toprağa düş
tü. Evine dönünce, genç, bu vakayı anasına hikâye etti. Kadın
Dureyd adını duyar duymaz öfkelendi ve oğluna hitaben:
«Elin kurusun! Sen, vaktiyle esir etmiş olduğu ananı ve büyük
ananı bir günde serbest bırakmış olan necib yürekli adamı
öldürmüşsün», dedi.
Huneyn m uharebesinin ilk safhasına m üteallik haberler
M ekke’ye geldiği zam an bir çok kim seler sevindiler: «Muhammet
öldü ve ordusu muzmahil oldu! Arablar atalarının dinlerine
dönmekte serbesttirler», diyerek, m üsait buldukları kim
selere vakayı hikâye ediyorlardı. M ekke’nin idaresi Hazret-i
M uhammed tarafından kendisine tevdi edilmiş olan A ttab ibni
Useyd, «Hazreti Muhammed ölmüş olsa bile dini ve akidesi asla
zâyi olmıyacaktır. Allah hay ve kayyumdur», diye bağırarak
bu m usibet tellâllarını susturdu.
M üslüm anların Huneyn gazvesinde aldıkları ganim etler
24 bin deve, 40 bin keçi ve koyun ve bir ton ağırlığında gü
m üşten ibaretti. Esirlerin adedi 6 bindi.
Bu m eşhur m uharebeden K u r’an-ı K erim şu suretle bahsetm
ektedir:
«And olsun ki, Allah size birçok yerlerde, ve
«çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir
«faydası da olmadığı, geniş olmasına rağmen
«yeryüzünün dar gelip de bozularak arkanızı
«döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmiş-
«ti. Bozgundan sonra Allah, peygamberine,
«mü’minlere güvenlik verdi ve görmedikleri
«askerler indirdi, inkâr edenleri azâba uğrat-
«tı. İnkârcıların (kâfirlerin) cezâsı budur.»
(Tevbe sûresi, 25 – 26)
O kadar fedakârlıkla elde edilen b ir zaferden hakkıyla
faydalanm ak için, Hazret-i M uhammed, düşmanı T aife kadar
kovalam ağa k arar verdi. K ıym etli vaktini kaybettireceği dü
şüncesiyle, ganim etleri, sonradan taksim etm ek üzere, — Mekk
e’den 16 kilom etre mesafede k â in — C erane’ye nakletti; orada
m uhafaza altına aldırarak Taif’e doğru yürüdü. M ekke’nin
güney doğusunda, aşağı yukarı 150 kilom etre mesafede ve deniz
sathından 1650 m etre yükseklikte bulunan bu şehir, yüksek
ve sağlam mazgallı duvarlarla m üdafaa edilmekte idi. Beni
Sakıf kabilesine mensup olan ahalisinin reisi, îslâm ın m aru
f düşm anlarından Urve ibni Mes’ud idi ki, karısı Ebu Sufyan
’m kızı idi. H uneyn hezim etinden kurtulabilen Hevazinlerin
başında olduğu halde M âlik’in gelm ekte olduğunu görür
görmez kaçanları kovalıyan M uham m ed’in ergeç Taif önünde
görüneceğine hükm etti. Onun için şehri m üdafaaya yarıyan
tedbirleri aldı.
Az bir m üddet sonra İslâm ordusu ufukta göründü. Beni
Sakıf, şüphelerini uyandırm ıyacak surette hareketle, yaklaş
m alarını bekledi. Fakat öncüler duvarların önüne gelince bir
ok yağm uruna tutuldular, saflarında büyük rahneler açıldı.
M üslüm anlar, bir çok yaralıdan başka 12 şehit de verdiler.
Ebu B ekir’in oğullarından biri bu şehitler arasında idi. Resul-i
Ekrem askerlerini derhal ok m enzili dışına çekti ve şehri
m untazam bir surette m uhasaraya k arar verdi. Ordu şehri
kuşatm akta iken, kırm ızı deriden yapılm ış iki çadır, M edine’
den beri Resul-i Ekrem ’e refakat eden iki karısı, Ummu Selem
e ile Zeyneb, için kuruluyordu. Bu iki çadır arasında saha
üzerinde, Resul-i Ekrem beş vakit nam azını kılıyordu. Taif’in
büyük camii, bilâhare, burada inşa olundu.
A rablar, m üstahkem m evkileri zabt için m ancınıklar ve
duvarları yıkm akta kullanılan, bir kaç katlı m üteharrik kulelerden
ibaret derbaneler kullanırlardı. Okçular bir çatı ile örtü
lü üst katta durup m üdafiler üzerine oklarını yağdırırlar,
alt katlarda m evki almış olanlar ise, m uhasırlara içeriye gir
m elerini kolaylaştıracak bir gedik açmak için duvarı balyozlarla
yıkmağa çalışırlardı.
Taif’in cenubunda yerleşm iş olan Beni Davs bu m üteharrik
kuleleri inşa etm ekte m ütehassıstılar. Buna binaen reislerinden
biri, H ayber’in fethi esnasında ihtida etmiş olan Tufeyl
ibni Amr, tabiatiyle M üslüm an ordusunda idi. Resul-i Ekrem ’
in arzusu üzerine, İslâm iyeti ve Taif’i m uhasara etm ekte olan
M üslüm anlara m uavenet etmeğe ikna için kabilesi nezdine gitti.
Tufeyl vazifesinde tam am iyle m uvaffak oldu. Beni Davs
kabilesi cem aat halinde ihtida ettiler. K abilelerine m ahsus
putu yaktılar ve dağınık parçalarını sonradan birleştirerek ikm
âl — bugünkü tâbirle m o n te— ettikleri bir m üteharrik kule
ile birlikte İslâm ordusuna iltihak eylediler.
Beni Sakıf, İslâm ordusunca takip olunan hileyi, harb
hud’asım anladılar. Bu sebeple Beni Davs’ların duvara kadar
sokulm alarına m üsaade ettiler. Sonradan birdenbire son derece
kızgın dem ir parçaları atm ağa başladılar. K ule yanmağa
başladı, içindekiler çıkıp düşm anın yağdırdığı ok sağanağı altında
süratle çekilmeğe m ecbur oldular.
M üteaddit küçük derelerin suladığı zengin bahçeler ve
bağlarla kuşatılm ış olan Taif, Hicaz’ın dünya cenneti idi. E trafındaki
vâdilerde bol buğday yetişirdi. Hazret-i M uhammed,
şehri harbederek zabtetm enin m üm kün olamıyacağmı anladı
ğı için, m ahsullerinden istifade ettikleri bahçeleri tahrip etm
ek suretiyle, ahalisini itaate m ecbur kılm ağı düşündü. Şeh
ir ahalisinden bazıları M üslüm anların m eyva ağaçlarını kestiklerini
ve bağlarını yaktıklarını görünce Hazret-i M uhamm
ed’e m üracaatla bu tahribatı — Allah rızası iç in — durdurmasını
niyaz etmeğe k arar verdiler. Resul-i Ekrem buna m em
nuniyetle m uvafakat etti. M ahsurlarla bu suretle tem astan
faydalanarak, içeride bulunan esirlerin, İslâm iyeti kabul ettikleri
takdirde, serbest bırakılacaklarını şehre bildirdi. Yirmi
kadar esir, bu haberi alır almaz, sahiplerinin elinden kaçtılar
ve halâskârlarm m hizm etine girmeğe geldiler.
Bahsettiğimiz teşebbüs vaki olmasaydı, Resul-i Ekrem Taif’in
etrafındaki bahçeleri tam am iyle tahrip ettirecek miydi?
Buna asla ihtim al verm iyoruz. Zira içinden bol bir su akan
bu yeşil bahçeler Hicaz’ın gayri m üsaid ikliminde, K ureyşin
zengin tacirlerini öyle bir surette cezbediyordu ki, her biri
orada bir m alikâne edinmeğe yahut hiç değilse gelip istirah
at etm ek ve Mekke iklim inin şiddetlerinden azade kalm ak
için bir küçük menzil yapm ağa can atıyorlardı. Bu bahçelerin
çoğu Kureyşlilere ait olduğuna göre, kendilerini ısındırm a
ğa çalıştığı bir sırada Hazret-i M uhammed, o kadar ehem m iyet
verdikleri m ülklerini tahrip suretiyle onları tedirgin etm ek
hatasına elbette düşmezdi.
Neticesi ne olacağı bilinm iyen m uhasara, iki haftadan beri
devam ediyor ve m ücahitler Cirane vâdisinde kendilerini
bekliyen ganim etlerin taksim ine iştirâk için sabırsızlanıyordu.
Hazret-i M uhammed, takip olunacak h attı hareket hakkında
k arar verm ek üzere bir harb meclisi topladı. Orada hazır
bulunan Bedevi şeyhlerinden birine, «Beni Sakıtların mukavemetine
ne dersin?» diye sordu. Şeyh: «Bir tilki ininde uzun
zaman kalabilir. Onu yakalamak için, açlığın onu inini terketmeğe
mecbur edeceği ana kadar sabretmek lâzımdır. Eğer bı
rakırsan sana hiç bir kötülük yapmaz», diye cevap verdi.
Resul-i Ekrem ’in gördüğü rüya bedevinin görüşünü teyid
ediyordu: Rüyasında kendisine bir kâse kaym ak takdim olunduğunu,
fakat eline alm adan bir tavuğun gagasıyla onu devirdiğini
görmüştü.
Ebû Bekir, bu rüyayı tabirle Taif’in bu sefer zabtolunamı-
yacağm a delâlet ettiğini söyledi. H azreti M uhammed de böyle
düşünüyordu. M uhasara kaldırıldı ve ordu Cirane vâdisi
istikam etine yöneldi. Burada zikre şayan bir hâdise oldu.
E sirler arasında olan ihtiyar bir kadın, kendisine karşı sert
davranıldığını görerek, «Ben reisinizin süt kardeşiyim; hakkımda
lütuf göstermeniz lâzımdı» dedi.
Bu sözleri Resul-i Ekrem ’e arzettiler. O da şikâyetçi kadını
huzuruna çağırttı: Çocukluğunda Beni Sa’ad (Hevazin ka-
hilesinin bir şubesi) nezdinde, Halim e’nin süt nineliğiyle beslenirken
kendisini gözetip gezdiren Şim a’yı tanıdı. Ona karşı
büyük bir teveccüh göstererek yanm a oturttu, ve «İstersen
benim yanımda kal, istersen kabilene dön» dedi. Şima, kabilesine
dönmek arzusunu göstermekle, bir çok hediyeler vererek,
onu serbest bıraktı.
Hazret-i M uhamm ed’in bu kadına karşı gösterdiği kerem
ve inâyet Beni Hevazinlere onun âlicenablığına m üracaat e tm
ek cesaretini verdi. Başlarında, Resul-i Ekrem ’in süt amcası
olduğunu iddia eden bir ihtiyar olduğu halde, bir heyet, Nebiyy-i
Zîşanın huzuruna geldi. Sadakat yem ini ettikten sonra,
ihtiyar şu sözlerle m aksadını ifade etti: «Yâ Muhammed!
Esirler arasında senin süt anan, süt teyzen ve süt kardeşin
olanlar var. Seni sütleriyle beslemişler, bağırlarına basmışlardır.
Biz erkeklere gelince, senin çocukluğunu biliriz. Kucağımızda
taşıdık, büyüdüğünü gördük; seni asîl ve merhametli bir delikanlı
‘sıfatıyla tebcil ettik. Şimdi iktidar ve şerefin şâhikasmdasm.
Cenab-ı Hak nasıl sana karşı keremkâr olmuş ise
sen de bize karşı kerem ve inâyetle hareket et!»
Bu sözler üzerine Resul-i Ekrem, Beni Hevazine sordu:
«Ailenizle malınızdan hangisi sizce daha kıymetlidir?»
Kabile h a lk ı: «Karılarımızla çocuklarımız! Onları hiç bir
şey mukabilinde değiştirenleyiz», cevabını verdiler.
Resûlullah: «Mademki öyledir,» dedi, «bana ve aileme dü
şen bütün esirleri size iade ediyorum. Müslümanların muvafakatini
almadan diğerleri hakkında bir şey yapamam. Öyle
namazından sonra, cemaat dağılmadan önce beni görmeğe geliniz».
K ararlaştırılan saatte Beni Hevazin kendisini görmeğe geldikleri
vakit Resul-i Ekrem, M üslüm anlara kararından bahis
ve kendisine imtisal etm elerini tavsiye etti. Ensar ve M uhacirin
bu tavsiyeye m em nuniyetle ittiba eyledilerse de A kra ibni
Hâbis, Abbas ibni Merdas, Ubey bini Hısn m üttefik kabileler
adına söz alarak bu karara uyam ıyacaklarını söylediler.
Resul-i Ekrem, serbest bırakacakları her esire m ukabil ken
dilerine altı deve ve vereceğini vâdetm ek suretiyle onları fikirlerinden
caydırmağa m uvaffak oldu. B ütün esirler bu veçhile
serbest bırakıldılar.
Kendisini görmeğe gelen m urahhas heyetin tavassuttuyla,
Hazret-i M uhammed, M alik ibni Avf’a haber göndererek, İslâm
dinini kabul ettiği takdirde, âilesinden başka, bütün m allarının
da kendisine iade olunacağını bildirdi. Bu haber üzerine
Malik, Taif’den gizlice kaçarak Resul-i Ekrem ’in yanm a
geldi. İhtida etti ve bu andan itibaren İslâm iyetin en h araretli
m üdafilerinden biri oldu.
Hazret-i M uhammed bir m em leketi gerçekten fethetm ek
için o m em leket halkının kalbini fethetm ek lâzım geldiğine
kanaat getirmişti. Buna binaen, ganim etlerin taksim ine başlayınca,
Ebû Sufyan ile iki oğluna, Yezid ve M uaviye’ye, ve en
büyük düşm anları olmuş olan Hakîm ibni Hişam, Safvan, Sü
heyl ve Huveytib, Uyeyne ve diğer bazı m aruf ileri gelenlerin
her birine yüzer deve ihsan etti. Daha az ehem m iyeti hâ
iz mevkide olan diğer şeyhler ellişer deve aldılar.
R esûlullah’ın gösterdiği âlicenaplıktan pek ziyade m ütehassis
olan Safvan ki, İslâm î kabul etm ek için kendisine dört
ay m ühlet verilm işti, derhal orada ihtida etti.
Bununla beraber, M uhacirler arasında bulunan bedeviler,
bu cömertçe hareketlerin, kendilerinin ganim etlerden alacakları
hisseyi azaltacağı düşüncesiyle, söylenmeğe başladılar.
Hazret-i M uhammed onları yatıştırm ak için, ihsan eylediği
ganim etlerin şer’an kendisine isabet eden beşte bir hisseden
ayrılm ış olduğunu izah etm ek zorunda kaldı.
B ir kaç hafta evveline gelinceye kadar İslâm a karşı m ü
cadele etm ekten geri kalm am ış olanlara gösterilen âlicenablık
Ensardan da bazı kim seleri hoşnut etmedi: «Hazret-i Muhammed
kendi kabilesine mensup olanları kayırıyor», diye m ırıldanmağa
başladılar. Bu m ırıltıları duyan Sa’d ibni Ubade keyfiyeti
Hazret-i M uham m ed’e haber verdi. O da Ensarı huzuru
n a getirm esini Sa’d’a em retti. Geldiklerinde onlara dedi ki:
«Ey Ensar! Bazı Kureyş reislerine ihsan ettiğim hediyelerin
sizin hoşnutsuzluğunuza sebep olduğunu ve onları sizin zararınıza
olarak kayırdığımı söylediğinizi haber aldım Yanılmış
sınız; ben size doğru yolu göstermeğe geldim. Siz, kardeş olduğunuz
halde, düşman gibi yaşıyordunuz. Kalbinize şefkat
ve muhabbet ilka eden Allah’ın inâyetiyle sizi barıştırdım ve
birleştirdim. Fakirdiniz, zengin oldunuz. Bu sözlere karşı bana
diyebilirsiniz ki: Sen memleketinden kovulduğun vakit biz
seni evimize aldık, seni misafir ettik ve besledik. Başkaları yalancı
telâkki ederlerken biz sana inandık. Madem ki, böyledir,
bu dünyanın rabıtalarına ne için bu kadar ehemmiyet veriyorsun?
— Evet, bizim düşmanımız olan bu reislerin itimadını kazanmak
ve onları İslâm muhitine çekmek içindir ki, bu atiyyeleri
ihsan ettim. Onlar buradan giderken hayvanlarını da beraber
götüreceklerdir. Size gelince, ey Ensar, siz Resûlullah’ı
alıp beraber götüreceksiniz. Bütün beşeriyet bir tarafa, Ensar
diğer tarafa konsaydı, hiç şüphe yok ki, ben Ensar cihetinde
bulunacaktım. Cenab-ı Hak Ensarı, evlâtlarını, evlâtlarının evlâtlarını
âhir zamana kadar tevfikat-ı Rabbaniyesine mazhar
eylesin!»
Resul-i Ekrem ’in heyecanını zabta m uvaffak olam ıyarak
söylediği bu sözleri işitince, ağlıyacak dereceye gelen Ensar:
«Resûlullah bize yeter!» diye bağırdılar.
Küçük Hacc (Umre) mevsiminde bulunulduğu cihetle, Resul-i
Ekrem, ganim etleri taksim ettikten sonra, ihram a girerek
tavafı yapm ak üzere, M ekke’ye döndü. Genç A ttab’ın şehri
idare hususundaki tedbirlerini tasvip eyledikten sonra, ordunun
başına geçerek, M edine’ye dönmek üzere Cirane’ye
avdet etti.
Resul-i Ekrem ’in azim etinden bir kaç hafta sonra icra edilen
Hacc-ı Ekber’e — Büyük Hacc’a — bu sene A ttab riyaset
etti. Putperestler
HUNEYN MUHAREBESİ ve TAİF MUHASARASI
25
Kas