wiki

MEKKE’NİN FETHİ (10 Ramazan, Sene 8-1 Ocak 630)

Hicaz’ın şimalinde kâin olan ve içinden Suriye’ye giden
kervan y o llan geçen bütün m em leketler Resul-i Ekrem ’in hâ­
kim iyetini tam m ış bulunuyordu. M üslüm anlar, h er ne zaman
lüzum görürlerse, bu yolları kesebilirler ve Bizans eyaletleriyle
yaptığı alış verişlerden kendilerine çok büyük k ârlar tem
in eden Mekke ticaretini felce uğratabilirlerdi. Bu vaziyet
Hazret-i M uhammed’in kuvvet ve hâkim iyetini ziyadesiyle
tahkim ediyordu. Gitgide artm akta olan nüfuzu sayesinde
M ekkelilerin hal ve hareketlerinde büyük bir değişiklik belirm
ekte idi. İhtidalar günden güne çoğalıyordu; hem de yalnız
hiç bir haktan istifade etm iyen halk arasında değil, belki
— hudutlarını genişletm ekten geri d u rm ıy an — İslâm hü ­
küm etine tâbi olmağı gerek vicdanî kanaat, gerek şahsî m enfaat
bakım ından vazife sayan K ureyş asilleri arasında bile…
H er şey, İslâm iyetin, o zam ana kadar en m üthiş düşm anlarının
yıkılm az bir burcu sayılan M ekke’de hâkim sıfatıyla
yerleşeceğini farz ve tahm in ettirm ekte idi. Barışçı bir tekâ­
m ül ile elde edilebilecek olan bu netice, «Mekke’nin fethi» diye
adlandırılm ış olan ve hem en hiç kan dökülmeksizin vuku
bulan bir hâdise ile çabuklaşdırılm ıştır.
H azret-i M uhammed ile K ureyş arasında H udeybiye’de
aktedilen m uahede, M ekke civarında yerleşm iş olan kabilelere
iki âkit taraftan her hangi birine serbestçe iltihak fctrnek
hakkını veriyordu. İşte m uahededeki bu şarttan istifade eden
Beni Huzaa kabilesi M üslüm anlarla ittifak etmişti. Bunun rakibi
olan Beni Bekir de K ureyş ile ittifak etmişti. Bir kan
dâvasından doğan gizli bir husum et, uzun zam andan beri, bu
iki kabileyi birbirinden ayırıyordu. Yeni doğan İslâm kuvvetine
karşı m üttehiden yapılan m ücadelelerle şiddeti azalmış
olan bu ihtilâf Hudeybiye m uahedesinin akti üzerine tazelen-
di. Beni Bekir kabilesi vaktiyle Beni Huzaa tarafından kendilerine
yapılm ış olan haksızlığın öcünü alm ak için m ünasip bir
fırsat gözetlemeğe koyuldular, ve İslâm ordusunun M u’te
m uharebesinde uğradığı hezim ete dair söylentilerden cesaret
ff alarak, bir yandan da kendilerine katılm ış olan İkrim e ibni
Ebû Cehil, Safvan ibni Umeyye ve Süheyl ibni Am r’ın. tah rik
ve teşviklerine kapılarak Beni Huzaa’nm bir konak yerine
apansız hücum ettiler ve içlerinden bir çoklarını öldürdüler.
f Bu tecavüz, M üslüm anların bütün b ir dikkatle ria y e t ettikleri
m ütarekeyi hukuken ihlâl etm iş oluyordu. K ureyş re ­
isleri, bundan çıkabilecek vahim neticeleri önlemek için alı­
nacak vaziyeti m üzakere etm ek üzere, meclis halinde toplandılar.
Ebû Sufyan’ın acele olarak M edine’ye gidip m uahedenin
devam ını tem in etmesi ve şayet Hazret-i M uham m ed bunu
m efsuh addederse m ütarekeyi yenilemesi kararlaştırıldı.
Ebû Sufyan bu hususta, Resul-i Ekrem ’in zevcesi olan kızı
Um m u Habibe’nin m üzaheretini göreceği üm idinde idi. M edin
e’ye varınca doğrudan doğruya Ummu Habibe’ye gitti. Y ere
serilm iş bir hasır üzerine oturm ağa hazırlanm akta iken U m ­
m u Habibe onu birdenbire k a ld ırd ı:
Babası pek ziyade m ütehayyir: — «Ne için bu hasın kaldırıyorsun?»
diye sordu.
O, — «Bu, Resûlullah’ın üzerinde namaz kıldığı seccadedir.
Sen müşrik olduğun için üzerinde oturmanı istemiyorum», cevabını
verdi.
Ebû Sufyan: — «Benden ayrıldığın zamandan beri ne kadar
değişmişsin!» diye haykırarak, aldanmış olm aktan çok
m üteellim , odadan çıktı.
Yolda giderken Resul-i Ekrem ’e tesadüf ederek m ü tarek enin
uzatılm asını istediyse de hiç bir cevap almadı. Son d erecede
ezilmiş olmakla beraber, gururunu yendi ve, m üzaheretlerini
rica etm ek üzere, Resul-i Ekrem ’in başlıca arkadaşları­
nı aram ağa gitti. Ebû Bekir ile Ali onu kayıtsızlıkla karşıladılar;
fakat ateş mizaçlı Ömer, m üm inler için bunca felâketlere
sebep olan geçmiş hareketlerinden dolayı şiddetle m uaheze
ederek, kovdu. H er şeye rağmen, bir m uvaffakiyet elde etm e­
ği kararlaştırm ış olduğu için, Ebû Sufyan kendini fü tura kaptırm
adı. Hazret-i M uhamm ed’in, kızı Fatım a’ya karşı besledi­
ği büyük sevgiyi bildiğinden, onun evine giderek oğlu H asan’ın
kendisini himaye etmesi niyazında bulundu: «Bana bu çocuğun
himayesini temin edersen,» dedi, «emin ol ki o, ilelebed Arabların
hükümdarı addedilecektir.»
Fatım a cevap verdi: «Benim oğlum çok küçüktür, üç ya­
şında var, yok.»
H er şeyi tecrübe ettikten ve başka çare görem edikten sonra,
Ebû Sufyan en son ve büyük vasıtaya baş vurdu. M amafih
bu da hiç bir m uvaffakiyet üm idi veremezdi. Mescide gitti ve
orada toplanm ış olan M üslüm anlara doğrudan doğruya hitap
ederek, M ekkeliler adına m ütarekenin tem dit olunduğunu
ilân etti: «Hepinize sulh ve sahabet temin ediyorum!» dedi.
Bu sözler üzerine Resul-i Eekrem : «Ey Ebû Sufyan, hunu söyliyen
sensin, biz değiliz!» dem ekten kendini alamadı. Ebû Sufyan,
bunun üzerine, M edine’yi terketm eğe m ecbur oldu. Mekke’ye
dönünce, hem şehrilerine vazifesinin m uvaffakiyetsizliğe
uğradığını anlattı.
K ureyşliler, vaziyetteki m üşkülâtı takdir ile beraber, kenlerini
tehdit eden tehlikenin m uhakkak olduğunu zan ve tahm
in etm iyorlardı. Ebû Sufyan’ı siyasî dirayet gösterem em ekle
itham ediyorlar ve yum uşaklık gösterildiği takdirde her
hangi bir anlaşm ıya varm anın daim a m üm kün olacağı üm idinde
bulunuyorlardı.
Fakat Hazret-i M uhammed plânını esasen kararlaştırm ış­
tı. Ebû Sufyan’ın gittiğinin ertesi günü, sabah nam azından
sonra, Mescid avlusuna açılan hücresinin kapısı önünde durarak,
Ebû B ekir’i çağırttı. A ralarında uzun bir konuşm a oldu.
Yavaşça konuşuyorlardı. V aziyetlerinden gayet m ühim bir
m eseleyi görüştükleri anlaşılıyordu. Resulü Ekrem, Ebu Bek
ir’i sağ tarafına oturttu k tan sonra, Öm er’i çağırttı ve sol ta ­
rafına oturttu. Üçü konuşmağa başladılar. V aziyetlerini gözleriyle
uzaktan takip eden M üslüm anlar, m üzakere uzadıkça
Ö m er’in heyecanlanıp sesini yükseltm ekten geri durm adığına
dikkat ediyorlardı. Onu heyecanlandıran ne olabilir, diye birbirlerine
sorm aktalarken, Resul-i Ekrem yaklaşm alarını işaret
e tti ve dedi ki: — «Allah yolunda Ebû Bekir, Hazret-i İbrahim
gibi mülâyim ve âlicenabtır; Ömer ise kaya gibi sert ve muannid
bir adamdır. Fakat şimdi konuşulan işte haklı olan, Ömer’­
dir. Harbe hazır olunuz!»
Bu sözlerin m ânâsını anlam ak istiyen M üslüm anlar ne Resul-i
Ekrem ’e bir şey sormağa, ne pek ziyade hiddetlenm iş gö­
rünen Öm er’e yaklaşıp m alûm at edinmeğe cesaret ettiler. Y um
uşak tabiatli Ebû B ekir’e baş vurdular. Ebû Bekir dedi ki:
— «Kureyşlilere karşı yapılacak bir muharebe hakkında Peygamber
ne düşündüğümü sordu. Ben de cevap olarak: — Kureyşliler
senin kabilendendirler. Her şey gösteriyor ki, kuvvete
müracaate hacet kalmadan, nihayet sana tâbi olacaklardır,
dedim. Sonra Ömer’i çağırtarak, ona da ayni suali sordu.
Ömer, Kureyşlilerin Resul-i Ekrem hakkında tahkirler ve iftiralar
savurmaktan geri durmadıklarını hatırlattı ve itaat altına
alınmadıkça diğer kabileleri isyana teşvik ve tahrike devam
edeceklerini ve müşkülât çıkarmaktan fariğ olmıyacaklarını
söyledi. Bunun üzerine Resûlullah Mekke’ye karşı yakında
bir sefer icrasını kararlaştırdı ve size de, vakit kaybetmeden,
silâhlanmanızı emretti.»
M edine’de sefer tedarikâtı yapılm akta iken Beni Gîfar,
Beni Eşlem, Beni Suleym, Beni Eşca’, Beni M uzyen ve Beni
Cuheyn kabileleri nezdine m em urlar gönderilerek, A llah’a ve
âhiret gününe im an edenlerin Ramazan ayının ilk günlerinde
orduya iltihak için gelm eleri bildirildi.
K ureyşlilere m üdafaa hazırlıkları yapacak zaman b ırak ­
m am ak için, Hazret-i M uhammed, tedarikâtım gizli tu tm ak
hususunda gerekli tedbirleri aldı. Mekke ile m uvasalalar kesildi.
Cenuba giden yollan gözetlemekle m ükellef devriye kolları,
hususî bir m üsaadeyi haiz olmıyan kim seleri durdurup
üzerlerini aram ak em rini aldılar.
M ekke’de azad edilmiş b ir câriye vardı ki, sesi gayet g ü ­
zeldi. Toplantılarım şenlendirdiği K ureyş reislerinin bol bol
verdikleri atiyyelerle geçiniyordu. Bu kadın, M ekke’de geçinm
enin, bir m üddettenberi, pek zorlaşmış olduğu ve sesinin
m aişetini tem ine artık kifayet etm ediği cihetle dilenm ek zaruretinde
kaldığı bahanesiyle M edine’ye geldi. Resul-i Ekrem ’e
baş vurdu. Hazret-i M uhammed de ona hububat yüklü bir deve
ihsan etti. Sara, Mekke yolunu tu ttu . Yolda Ali ve Zubeyr
tarafından alıkonarak her tarafı araştırıldı. Saçları arasında
ihtim am la saklanm ış olduğu bir gizli m ektup bulundu. Bu
m ektupta Kureyşlilere, kendilerini tehdit eden tehlikenin m uhakkak
olduğu bildiriliyordu. M ektupta Bedr kahram anlarından
H âtib ibni Beltea’nm imzasını görm ekten hayretler içinde
kalan Ali ve Zubeyr, keyfiyeti acele H azret-i M uhamm ed’e
arzettiler. Resul-i Ekrem, H âtib’i huzuruna dâvet ve cürm ü-
nün büyüklüğünü ağır tabirlerle ih tar etti ve İslâm dâvası­
na karşı hıyanetle hareketine sâik olan sebepleri bilm ek istedi.
M ücrim cevap olarak dedi ki: «Ya Resûlallah, yemin ederim
ki ben hakikî bir Müslümanım; fakat Mekke’de yakın akrabalarım
var. Bir istinadgâhları yoktur. Kureyşlilere bir hizmette
bulunmak suretiyle Kureyş reislerinin o akrabalarıma
karşı himayelerini sağlamak istedim».
Hazret-i M uhammed’in yanında bulunan Ömer, bu sözler
üzerine, yerinden sıçrıyarak: «Ya Resûlallah,» diye haykırdı,
«bu bir mücrim ve bir hâindir. Müsaade et de kafasını uçurayım».
Resul-i Ekrem şu sözleri söyliyerek Öm er’i yatıştırdı: «Yâ
Ömer, düşün ki Hâtib Bedr’de bulunmuştur. O muharebeye iş-
tirâk etmiş olanlara şimdiye kadar bir çok müsaadelerde bulunulmuştur».
Bu sözleri söyledikten sonra, hiç şüphesiz, câniyane
olan ve fakat neticeleri — çok şü k ü r— bertaraf edilmiş
bulunan bir cürüm ile suçlu H âtib’i serbest bıraktırdı. Beşerî
zaafları hesaba katm ayı her vakit bilm iş olan Hazret-i Muhammed,
H âtib’in ailesine karşı beslediği derin sevginin yükü
altında kalm ış olduğunu anlam ıştı.
Bu sıralarda, kabilelerin gönderdikleri m ücahitler, Medi­
ne civarında toplanm ış bulunuyorlardı. Ramazan ay ın ın 10 un ­
cu günü (1 Ocak 630) 10.000 kişiden m ürekkep k u v v etli bir
İslâm ordusu, Resul-i Ekrem ’in kum andası altında, y ü rü y ü şe
geçti. Bu ordunun önünde, Zübeyr’in kum anda ettiği, 200 ki­
şilik bir süvari k ıt’ası bulunuyordu. Orduda R am azan orucuna
dikkat ve itina ile riayet olunuyordu.
Ertesi günü, öğleye doğru, ordu El-kadid kuyusuna vardı­
ğı zaman, Resul-i Ekrem, M üslüm anların im anlarındaki kuvvet
ve m etanetin kâfi derecede tecrübe edilmiş olduğuna hükm
etti. Yiyecek ve hususiyle içecekten m ahrum iyet sıh h atleri
üzerinde tehlikeli bir tesir yapar ve m ukavem etlerini tü k etir
düşüncesiyle su dolu bir kap alarak ve devesi üzerinde doğrularak,
harb esnasında orucu bozmak, K u r’anı Kerim e göre, caiz
olduğunu fiilen gösterm ek üzere bir yudum içti.
M ekke’den evvel, y arı yolda kâin Rabiğ m evkiine vardıkları
vakit, m aksadını kendisine Peygam ber’in gizlice bildirm iş
olduğu Abbas gelip orduya iltihak etti. Hazret-i M uham m ed
amcasını şu sözlerle k a rşıla d ı:
«Ben nasıl Peygamber’lerin sonuncusu isem sen de Muhacirinin
sonuncususun!» (*)
Ordu Ebnah m evkiine vardığı zaman, Hazret-i M uham –
m ed’in am cazâdelerinden İbnülhâris’in, yanında oğlu C afer ve
Um m u Selem e’nin kardeşi olan Yeğeni A bdullah bulunduğu
halde, geldiği görüldü.
Ummu Seleme ile Zeyneb, bu seferde Resul-i E k rem ’e refakat
eden iki zevcesi idi.
(*) A bbas, B e d r m u h areb esin d e M ek k eliler a rasm d a idi. E sir old u , sonr
a se rb e st b ıra k ıld ı. M ekke’y e d ö n ü n ce gizli o la ra k İslâm d in in e g ird i. G ayri
m ü slim m ü v e rrih le r b u v a k a y ı şü p h e li gö sterm ek te ve A b bas’ı, p u tp e r e s t k alm
ak la b e ra b e r, ta lih in y a rd ım ile m u zaffe r o ld u ğ u ta k d ird e , k e n d is in d e n istifade
etm ek üm idile y eğeninin m u v a ffa k iy e tin e çalışm ış b ir ey y am adam ı sure
tin d e ta s v ir e y lem ek ted irler. D iğ er ta ra fta n A bbas’ın ih tid asın ı H a z re ti M uh
em m ed ’le R abiğ’de v u k u b u la n m ü lâ k a tı zam an ın a b a ğ la m a k ta d ırla r. «M uhacirin»
tâ b iri, ih tid a la rın ı m ü teak ip M ekke’y i te rk e d e n M ü slü m a n la ra m ahsus
b ir isim o ld u ğ u n a göre, R esu l-i E k re m ’in am casın ı k a rşıla rk e n k u lla n d ığ ı kelim
eler, A b b as’ın d ah a ço k evvel İslâm d in in i k a b u l e tm iş o ld u ğ u n u is b a t eylem
ek ted ir.
Gençliğinde Hazret-i M uhamm ed’in samimî dostlarından
b iri olan İbnülhâris, îslâm iyetin intişara başladığı andan itib
a re n ona amansız düşm an kesilmişti. Resul-i Ekrem ’in Peygam
berliğini tehzil m aksadıyla hicviyeler yazıyor ve bu hicv
iy eleri alenen okum aktan zevk alıyordu. H azret-i M uham- v
m e d ’in m aksat ve niyetine vakıf addettiği A bbas’m beklenilm
iyen azimeti dikkat nazarını çekmiş ve m ühim vukuatın
arifesinde bulunulduğundan şüphelenm iş olmakla, m aruz kalm
ası m uhtem el bulunan m ukabele-bilm isili önlemek üzere,
İslâm dinini kabule k arar verdi. Resul-i Ekrem onu asla kab
u l etm ek istemedi. Onun için, şefaatte bulunm ası ricasiyle,
U m m u Seleme’ye baş vurdu. Ummu Seleme’nin m usırrane ric
a ve niyazları üzerine Resul-i Ekrem affetm ekle İbnülhâris,
oğlu ve yeğeni ile birlikte, İslâm dinini kabul etm işlerdir.
O rdunun harekâtı ve pek süratli yürüyüşü o kadar iyi bir
su re tte gizli tutulm uştu ki, K ureyşliler keyfiyeti haber alm ad
a n önce, M üslüm anlar M erruzzahran’a vasıl oldular. «Merruzzahran»
M ekke’den bir evvelki konaktı. Beş gün içinde üç yüz
kilom etrelik mesafeyi katetm iş olan İslâm ordusu, burada kararg
âh ın ı kurdu. K aranlık basınca H azreti M uhammed, hem en
h e r tarafta karakollar yerleşm iş olduğu hissini uyandırm ak ve
askerin m iktarını hakikatte olduğundan ziyade göstermek
m aksadıyla civardaki tepelerin hepsinde ateşler yakılm asını
em retti.
Bu beklenilm iyen m anzara karşısında korkuya düşen K ureyşliler,
yığın yığın Ebû Sufyan’a koştular. Tatm in edici bir
cevap verem iyen ihtiyar reis, m alûm at alm ak üzere, «Merruzzahran»
a gitmeğe k arar verdi. Yanında Hazret-i M uhamm
ed ’in ilk zevceleri H atice’nin yeğeni Hâkim ile Budeyl ibni
V arak a olduğu halde, yola düzüldü .
Diğer taraftan, üç gün evvel M ekke’den ayrılm ış olan Abbas,
vaziyet, şehri zabtetm ek için M üslüm anları harbetm eğe
m ecbur kıldığı takdirde, hem şehrilerinin âkibetinin ne olacağından
endişe etm ekte idi. Heyecanını yenemeyince, Hazret-i Muh
am m ed’in yanm a giderek:
— «Ya Resûlallah! Kureyşliler itaat ederlerse onlarla sulh
eder misin?» diye sordu.
Abbas’m, kan dökülmesine m âni olmak m aksadıyla
tavassut ettiğini anlıyan Resul-i Ekrem bu sözlerden m em nun
oldu. Beldenin teslim i keyfiyetini m üzakere etm ek üzere ona
tam salâhiyet verdi. Abbas, Hazret-i M uhamm ed’in beyaz k atırın
a binerek, M ekke yolunu tuttu. İhtiyatla ilerlem ekte iken
kayaların arkasında saklanmış iki kişinin sesini duydu. On-
! ı» lardan biri, «Bu dağlarda o kadar ışık hiç görmemiştim» diyordu
.Öbürü cevap olarak: — «İhtimal ki, bunlar Beni Huzaalardır
ki, ölen adamlarının öcünü almak için harbetmeğe karar
vermişlerdir», dedi. Evvelkisi: — «Beni Huzaalar o kadar kalabalık
değillerdir», diye cevap verirken Abbas bu sesin Ebû
Sufyan’m sesi olduğunu farketti.
— Yâ Ebâ Handala! diye nida etti, Ebû Sufyan’ı künyesiyle
çağırdı.
Ebu Sûfyan ayni tarzda nida ile cevap v e rd i:
— Ya Ebu’l-Fadl!
Bunun üzerine konuşmağa başladılar. Abbas dedi k i :
— «Yâ Ebâ Sufyan! Resûl-i Ekrem o kadar kalabalık bir
•ordunun başında geldi ki, her türlü mukavemet imkânsızdır.
Kureyşliler Mekke’yi müdafaaya kalkışırlarsa ezileceklerdir».
Ebû Sufyan: — «Böyle bir felâketi önlemek için ne yapmalı?»
diye sordu.
Abbas cevap olarak dedi ki: «Benim görebildiğim yegâne
çâre, Hazret-i Muhammed’le anlaşmak yolunu bulmaktan ibarettir.
Gel, katırımın sağrısına bin; seni huzuruna götürür, senin
için ondan af isterim».
Ebû Sufyan, başına geleceğe razı olarak, Abbas’m katırı­
nın terkisine atladı, «Merruzzahran» yolunu tu ttu lar. Nöbetçiler
Resul-i Ekrem ’in katırını tanıdılar. Ve geçmesine müsaade
ettiler. H er şey, karargâhda yanan ateşlerin ışığında Ömer, Ebû
Sufyan’ı görünceye kadar, m üşkülâtsız geçti. F ak at Öm er onu
görür görmez kılıcını çekerek üzerine yürüm eğe hazırlanırken,
Abbas: «Yâ Ömer, bil ki, Ebû Sufyan benim himâyemdedir,
— 257 — F : 17
ona hiç bir fenalık yapamazsın», sözleriyle Öm er’i durdurdu.
Ömer, hiddet içinde Hazret-i M uhamm ed’in çadırına doğru
koşmağa başladı. Abbas bunu görünce, ondan evvel Resul-i
Ekrem ’e m ülâki olmak için, katırını dörtnala kaldırdı. İkisi de
hem en bir anda Peyg&mber’in çadırm a vardılar. Ömer, Ebû
Sufyan’ı göstererek: «Yâ Resûlallah!» diye bağırdı, «bu adam
Allah’ın düşmanıdır. Kadiri mutlak olan Allah onu mukavelesiz
ve kefilsiz olarak elimize teslim etti. Müsaade et de kafasını
uçurayım!» Abbas ise: «Yâ Muhammed!» dedi, «Ben Ebû
Sufyan’a hayatının masun olacağını vâdettim». Sonra Öm er’e
dönerek: «Yâ Ömer! Ebû Sufyan Beni-Adiyy ibni Kâ’b’dan,
yani akrabandan olsaydı bu suretle hareket etmiyecektin.
Onun Abdi Menaf’dan, yâni Resûlullah’ın akrabasından oldu­
ğunu unutma», sözlerini ilâve etti.
Resul-i Ekrem şu sözlerle m ünakaşaya nihayet verdi :
— «Yâ Abbas! Ebû Sufyan’ı al götür. Yarın sabah onunla beraber
gel».
Bu veçhile K ureyşin reisi, geceyi Abbas’m çadırında tam
bir em niyet içinde geçirdi. Ertesi sabah Abbas Ebu Sufyan’ı,
Resûlullah’m huzuruna götürm ek üzere, erkenden uyandırdı.
Henüz bir kaç adım atm ıştı ki, Ebu Sufyan, gözleri önündeki
heyecanlı m anzarayı tem aşa için durdu: Binlerce Müslü­
man, fecrin ilk pembe ışıkları üzerlerine yağarken, Hazret-i
M uham m ed’in arkasında saf saf dizilmişler, dindarane bir h u ­
şu ile ona uyarak, onunla beraber rükûa varıyorlar, onunla berab
er secdeye kapanıyorlardı. Namaz bitip de Resul-i Ekrem,
arkasında M uhacirin ve Ensar olduğu halde, çadırına doğru
y ü rürken Abbas, Ebu Sufyan’ı huzura getirdi.
Hazret-i M uhammed Ebu Sufyan’a sordu: «Hâlâ Allah’tan
başka mabud olmadığını tasdik etmiyecek misin?»
Ebu Sufyan: — «Eğer başka Allah olsaydı, o bize yardım
ederdi», cevabını verdi.
— «Beni Allah’ın Resûl’ü olarak tanıyor musun?» diye
Hazret-i M uhammed sorunca Ebu Sufyan dedi k i :
— «Senden daha sabırlı ve daha iyi bir kimseye hiç tesa­
düf etmedim. Fakat risâletin hususunda henüz biraz tereddü­
düm (şüphem) var.»
Bu sırada Abbas söze karıştı: «Çabuk hakikati tamamiyle
teslim et, yoksa seni himayeden vaz geçerim», dedi. Bir kaç
dakika tereddütten sonra, Ebu Sufyan nihayet kelime-i şahadet
getirerek İslâm dinine girdi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem : «Ebu Sufyan’m evine iltica
edecek olanlar, silâhlan bırakıp evlerine kapanacak olanlar,
Kâbe’ye girip oraya sığınacak olanlar emniyette olacaklardır!»
dedi, sonra Ebu Sufyan’ı ordunun geçeceği boğazın
yanm a götürm esini Abbas’a em retti.
Vâdinin dar yerindeki bir tepecikte duran ve M üslüm anların
adetçe çokluğunu görm ekten ileri gelen hissiyatını gizlem
iyen Ebu Sufyan, m uhtelif birliklerin hangi kabilelere
mensup olduklarını b ir düziye Abbas’a soruyordu. Bu b irliklerden
birinin Beni Eşca’ kabilesine mensup olduğunu öğrenince
hayretini saklıyamadı: «Bunlar,» dedi, «Hazret-i Muhammed’in
en büyük düşmanları idiler. Nasıl oldu da onun
uğruna hayatlarını feda etmeğe âmade taraftarı oldular?» A bbas
cevap olarak: — «İslâmiyetin nuru onların kalbini aydınlatmıştır»
dedi.
Nihayet, Hazret-i M uham m ed’in, çok sevdiği devesi kusva’ya
binmiş, güzide arkadaşları etrafında ve binlerce zırhlı
– m ücahitler arkasında oldukları halde, geçtiğini görünce, a rkadaşına
hitaben: — «Kardeşinin oğlu hakikaten büyük bir
hükümdardır!» dedi. Abbas: — «Hayır,» diye cevap verdi, «bü­
yük bir Peygamber’dir!»
Ebu Sufyan, bunun üzerine: «Hakkın var!» diyerek, ken ­
dilerini itaate teşvik etm ek ve her tü rlü faydasız m ukavem eti
önlemek üzere, hem şehrilerinin yanm a gitti. M ekke’ye vasıl
olunca, doğrudan doğruya, halkın birikm iş olduğu Kâbe m eydanına
gitti. Kâbe’nin kapısı önünde durarak, sesinin bütün
kuvvetiyle haykırm ağa başladı: «Kureyşliler! Muhammed, beldemizin
kapısına gelmiştir. Askeri o kadar çoktur ki, şayet
mukavemet edecek olursak mahv ve yok olacağız. Biliniz ki,
evime iltica edecek olanlar, silâhlarını bırakıp evlerine kapanacak
olanlar ve mukaddes mabede [Kâbe’ye] girip sığınacak
olanlar emniyette kalacaklar ve hiç bir zarar görmiyeceklerdir!»
Bu sözler üzerine halk, sığınm ak m aksadiyle şuraya b u ­
raya dağılırken Ebû Sufyan’m karısı Hind öfkelenerek kocasının
sakalına yapışıp susturm ak istedi ve: «Ey ahali! Sözüne
kulak asmayın. Bu, ne dediğini bilmiyen ihtiyar bir bunaktır»,
diye haykırdı.
Hazret-i M uhamm ed Zu – Tva’ya vasıl olunca ordusunu
dörde ayırdı ve dördünün de, m uhtelif istikam etlerden M ekk
e’ye ayni zam anda girm eleri icabettiği cihetle, hareketlerini
ona göre tanzim etti.
Zubeyr, hedefine varm ak için, em ri altındaki askerle Keda
yolunu tutarken Bedevilere kum anda eden Halid ibni Velid
«Aşağı mahalle» adım alan cenub m ahallesini işgal edecekti.
Diğer taraftan Ebû Ubeyde’nin sevk ve idaresi altında bulunan
M uhacirin kendilerine şark cihetinden bir geçit açarlarken
Sa’d ibni Ubade’nin kum anda ettiği Ensar garb cihetinden
şehre gireceklerdi. Resul-i Ekrem ile m aiyetindeki m uhafızlar
Cebel-i Hind eteğindeki yolu tutacak olan M uhacirin
kolunun arkasından gidecekti.
İşte bu tedbir alınm akta iken içi içine sığm ıyan Sa’d’m,
coşarak, bir harb şarkısı terennüm ettiği duyuldu: «Bugün „
harb günüdür! Bugün kanm akacağı gündür! Hiç merhamet
etmiyeceğiz!» diyordu.
H azreti M uhammed, bunun üzerine, gidip M edinelilerin
beyaz bayrağını Sa’d’m elinden alarak oğlu Kays’a verdi ki, halim
ve sakin seciyesiyle babasının taban tabana zıddı olan dev
cüsseli bir adamdı. Sonra birliklere hitap ederek, bir tecâvü­
ze uğram adıkları takdirde katiyen silâh kullanm am alarını bilhassa
tavsiye etti.
Ramazan ayının son cumasından evvelki cuma günüydü.
M üslüm anlar M ekke’ye yaklaşırlarken, Resul-i Ekrem, beldenin
kan dökülmeden işgaline m uvaffakiyet hasıl olmasını Al-
lah’tan niyaz ediyordu. Kalbinin en derin yerinden göklere
yükselen bu niyaz m üstecap olmak ve m uhtelif kollar hedeflerine
artık varm ak üzere iken, Bedevilerin başında bulunan
Halid ibni Velid harbetm ek m ecburiyetinde kaldı.
Aşağı m ahallede oturan ve Beni H uzaaların katlinde m ethaldar
bulunan ahali Safvan ibni Umeyye, Süheyl ibni A m r
ve İkrim e ibni Ebûcehil’in teşvikiyle, m ahallelerinin işgaline
m âni olmak için pusuya yatm ışlardı. M üslüm anları bir ok
yağm uru ile karşıladılar, K urs ibni Câbir’le Hubeyş ibnil-Ahş-
ra ’yı şehit ettiler, fakat M üslüm anların m ukabelesi üzerine
kaçtılar. Zabtedilm eleri zor olan Bedeviler onların takiplerine
girişerek içlerinden on üçünü öldürdüler. Fakat asıl mes’uller
kaçmağa m uvaffak oldular.
Cebel-i Hind eteğindeki yoldan askerin harekâtını takip
eden Hazret-i M uhammed, çarpışmayı uzaktan gördü. Öfkelenerek:
«Muharebe etmemek lâzımgeldiği emrini vermemiş
miydim?» diye bağırdı. Halid’in gönderdiği adam vaka’nın sebebini
arzedince: «Allah’ın emrettiği şey, en hayrlı şeydir» d iyerek
yoluna devam etti. Ebû Talib ile H atice’nin m edfun b u ­
lundukları yere vasıl olunca, bütün şehrin işgal edilmiş oldu­
ğunu haber verm eğe gelen Zubeyr ile karşılaştı. Bunun üzerine
M ekke’nin şim alindeki açık arazide çadırının kurulm asını
em retti.
Kendisine refakat eden M üslüm anlar: — «Yâ Resûlallah,»
dediler, «kendi evine şeref vermek, orada istirahat etmek istemez
misin?» H azret-i M uhammed: «Bana şehirde bir ev bı­
raktılar mı ki?…» cevabiyle iktifa etti. Çadırı kurulm uş oldu­
ğundan, nam az kılm ak ve K ureyşlilerin takibatına uğradığı
esnada nâzil olan ve kâfirlerin kendisini M ekke’den çıkaracaklarını,
lâkin — uzaklaşm asından so n ra — bizzat kendilerinin
de orada uzun m üddet kalam ıyacaklarını bildiren âyet-i
kerim enin (Sûre XVII, âyet 76) tahakkukundan dolayı Cenab-ı
Hakka ham d ü senâ etm ek üzere, oraya çekildi.
Biraz sonra kırm ızı çizgili bir kum aş üzerine siyah bir sarık
sarm ış olarak uzletgâhm dan çıktığı görüldü. K usva’ya bin-
di ve tavaf için doğruca K âbe’ye gitti. Devesinden inmeksizin
«Beytullah» ı tavaf ve eğri âsasının ucu ile H acer’i Esved’e
dokundu. K âbe’nin cephesinde bulunan Hubal putuna işaretle:
«Hak geldi, bâtıl yıkıldı. Filhakika bâtıl zail olmağa mahkûmdur»,
diye bağırdı. M üslüm anların yere devirdikleri put par­
ça parça olup dağılırken, Resul-i Ekrem : — «Allah’dan başka v
mabud yoktur! Onun şeriki yoktur. O kuluna yardım etmekle
ve kulunun düşmanlarını dağıtmakla vâdini yerine getirmiştir»
dedi, orada toplanmış olan K ureyşlilere hitaben: «Kureyşliler,
size ne yolda muamele edeceğimi düşünüyorsunuz?»
diye sordu. O nlar da: «Âlicenablıkla, ey kerim ve âiicenab
kardeş, kerim ve âiicenab bir adamın oğlu!» diye cevap verdiler.
Hazret-i M uhammed de onlara: «Haydi gidiniz, serbestsiniz!»
dedi.
İşte, İslâm m aziz Peygam ber’inin, sesini boğmak için her tü rlü
alçakça vasıtalara m üracaat etm ekten geri durm ıyanlara
ve, ölüm tehdidi altında kendisini, m em leketini terketm ek
m ecburiyetine düşürm üş olm alarıyla yetinm iyerek, onu uzletgâhında
büsbütün m ahvetm ek istiyen hâinlere karşı yaptığı
muam ele budur.
Tarihî bir hâdisenin ehemmiyeti, ancak cereyan ettiği devrin
çerçevesi içinde m ütalâa olunm akla anlaşılır. Lâkin kuvvetleri
tam am iyle yıkılırken K ureyşlilere karşı Hazret-i Muham
m ed’in gösterdiği ve, İslâm iyete en az taraftar olan m ü­
verrihlerin bile takdirden kendilerini alam adıkları âlicenablık
bu çerçeveden taşıyor. H attâ harbin tevlid ettiği kin ve husumetin,
her çeşit intikam ları m azur gibi gösterdiği çağımızla
yapılacak bir m ukayese m uhakkak ki, yine İslâm lehine tecelli
eder.
Umumî affı ilân ettikten sonra, Resul-i Ekrem, K âbe’nin
anahtarını taşıyan Osman ibni Talha’yı çağırttı. A nahtarı
elinden alarak K âbe’ye girdikten sonra, «Beytullah» ı kirleten
putların yıkılm asını em retti. M üslüm anlar, başlarında Ali olduğu
halde, kurşun parçalariyle duvarlara yapıştırılm ış olan
kaba saba putların tahribiyle meşgul iken Ömer, zemzem su-
yuna batırılm ış bir bezle duvardaki put resim lerini siliyordu.
K ureyşliler de bu esnada korku ve şaşkınlık içinde durup, âciz
ve m iskin putlarının nasıl tahrip olunduğunu seyrediyorlardı.
Putperestliğin her tü rlü iz ve eserleri ortadan kalktıktan
sonra, Resul-i Ekrem, ezan okum ak ve M üslüm anları nam aza
davet etm ek üzere, Bilâl’ı «Beytullah» m dam ına çıkardı.
İşte o andan itibaren müezzinin sesi, ayni yerden, günde beş
defa ve takriben on dört asırdanberi fasılasız bir surette ufuklara
aksedip durm aktadır.
Hazret-i M uhammed henüz namazını bitirm işti ki, y a n
âma ve seksen yaşında iki büklüm bir ihtiyar olan Ebû Kuhafe,
zorla yürüyerek ve oğlu Ebu Bekir’in omuzuna dayanarak
geldi. Resul-i Ekrem Ebu Bekir’e «Bu necib ihtiyarı niçin
bihuzur ettin? Ben onu gidip evinde ziyaret edecektim» dedi.
Ebu Bekir: «Onun sana gelmesi lâzımdı», diye cevap verdi.
Hazret-i Muhammed, m uhterem ihtiyarı yanm a o turttu ve sam
im iyetle taltif ederek ihtidasını kabul eyledi.
Resul-i Ekrem, M ekkelilerden ne M uhacirinin m allarını
iade, ne de hem en İslâm dinini kabul etm elerini istedi. Gerçek
karşısında, yanlışın silinmeğe m ahkûm olduğunu bildiği cihetle,
onların ergeç rızalariyle İslâm dinine gireceklerine asla
şüphesi yoktu. Af bütün ahaliye şâmildi. Yalnız on bir erkekle,
altı kadın — suçları affolunam ıyacak hallerden olduğu
iç in — bundan istisnâ edilmişlerdi.
Bununla beraber, af haricinde kalanlardan yalnız dört ki­
şi idam olunm uştur. Diğerleri, gerek firar etm ek ve gerek
dostlarının evlerinde saklanm ak suretiyle ,kendilerini bekliyen
âkibetten kurtulm uşlardır. Mamafih suçluluklarını itiraf
etmeğe, Resul-i Ekrem ’in âlicenablığm a sığınmağa ve bu veç­
hile aflarını istihsal eylemeğe m ecbur idiler.
M ekke’nin feth olunduğunun ertesi günü, Hazret-i Muhammed,
arkadaşlariyle birlikte, Safa tepesine çıktı. Ahaliden
İslâm dinini kabul etm ek istiyenlerin biat etm ek üzere oraya
gelm eleri icabediyordu. İlk gelenler, putperestlik hurafeleri­
ni şahsî m enfaatleri uğrunda kullanm ağa devam edebilmek
için, hayatlarını Peygam ber’i takip ve tazyik etm ekle geçirenler
oldu. Geçmişteki hareketlerini affettirm ek için, taştan ve
tahtadan yapılmış sahte ilâhlarının kırılm ış sanem lerinin enkazını
şehrin dışına atm ağa acele ediyorlardı. K endilerini vaktiyle
söğüp saydıkları kimseye bağlıyan akrabalık rabıtalariyle
şimdi seviniyorlardı.
O nlardan sonra, çok zam andan beri İslâm dinine karşı b ir
m eyil duyan ve bir gün gelip İslâm iyetin kendilerini zâlim ­
lerin elinden kurtaracağını üm it eden halk tabakasına m ensup
kim seler koştular. Bunlar, akidesine bütün bir sam am iyetle
katıldıkları kurtarıcılarına tâzim lerini arz için acele ediyorlardı.
H er şeye rağm en sevdiği hem şehrilerinin birbiri ardınca
gelip yüksek sesle kelime-i şahadet getirdiklerini ve yanında
duran Öm er’in elini tu tarak sadakat yem ini ettiklerini gören
Hazret-i M uhammed’in kalbini derin b ir heyecan kapladı ve
gözleri yaşla doldu.
Bu m erasim bitince Safa tepesinin eteklerinde unutulm az
bir hâdise vukua geldi: Y irm i yıldır birbirine düşm an kardeş­
ler halinde yaşayan K ureyşlilerle M uhacirler barışm ış ve Allah
yolunda birleşm iş oldukları halde birbirleriyle kucaklaşı­
yorlardı.
E rkekler çekilip gittikten sonra, başlarında Ali’nin kız
kardeşi Um m ehani ile İkrim e’nin karısı Ummi Hakîm ve Halid
’in hem şiresi Rahita olduğu halde, kadınlar gelip biat ettiler.
Dinî m erasim i yapm ağa başlam adan önce, Resul-i Ekrem
onlara bir kaç söz söylemeği lüzum lu gördü: Bir olan ve şerik
ve naziri bulunmıyan Allah’tan başkasına tapmamak, zinadan
çekinmek, çocuklarım asla öldürmemek, hısım ve akrabaları
hakkında gıybet ve iftirada bulunmamak… gibi bazı tavsiyelerde
bulundu. Konuştuğu esnada, yüzü örtülü bir kadının arkadaşlarını
kendisine siper yaparak, onların arkasında saklanm
ağa çalıştığı gözüne ilişti. Hazret-i M uham m ed’in nihayet,
kendisini tanıyacağını anlayınca kadın ona doğru ilerledi ve
örtülerini kaldırarak, «İşte ben Hind’im, Ebu Sufyan’ın karışı­
yım,» dedi, «geçmişte olanlar için senden af dilemeğe geldim!»
M ekke’yi kuvvetle fethettikten sonra ahalisinin kalbini de
m erham et ve şefka.tle kazanm ağa çalışan Resul-i Ekrem, Hamza’rfın
karnını deşip ciğerini yem ek suretiyle yaptığı canavarca
hareketinden dolayı um um î aftan istisnâ edilmiş olan bu
kadına lütuf ve kerem le m uam ele etti. Hind, bunun üzerine,
evine döndü ve ailesine m ahsus olan putu — bir sürü tahkir
edici sözler sa v u ra rak — parça parça etti: «Âciz ve miskin
put! Senin yardımına inanmakla hakikaten aptallık ediyormu­
şuz» diye haykırdı.
Bu unutulm az günün akşam ı M uhacirin ve Ensar ile Kureyşliler
öbek öbek toplanarak, yakında «Iyd-ı Fıtr» — şeker
bay ram ın ı— m üştereken kutlam ak saadetine nâil olacaklarından
bahsediyorlardı; fakat karanlık basınca bir adamın öldü­
rülm üş olduğunu hayretler içinde haber aldılar: Beni Huzaalar,
akrabalarından birinin katiline tesadüf etm işler ve öldürmüşlerdi.
Ertesi günü, öğle nam azından sonra, bu hâdiseden
pek ziyade m üteessir bulunan Resul-i Ekrem, birikm iş olan
M üslüm anlara dedi ki: «Allah gökleri ve yeri yarattığı gün
Mekke toprağını mukaddes bir hâle ile kuşattı. Bu kutsiyet
benden önce mevcuttu, benden sonra da mevcut olacaktır. Orada
yalnız insanların hayatı taarruzdan masun olacak değil, aynı
zamanda av hayvanlarım öldürmek de memnudur. Maktulün
akrabasına diyetlerini bizzat vereceğim. Her türlü mukabeleden
çekininiz. Zaten daha evvel haddinden ziyade kan dö­
külmüştür.»
Hind’in af ve m azhariyetinden cesaret bulan ve cezadan
kurtulm ak için saklanm ak lâzım geldiği kanaatiyle saklanm ış
olan diğer m ahkûm lar, Hazret-i M uham m ed’in âlicenablığına
sığınm ak üzere, saklandıkları yerlerden birer birer m eydana
çıkmağa başladılar. A ffolundular ve İslâm dinine girdiler.
B unlardan H abbar’ın, İbni Ebi Serh’in, İkrim e ibni Ebu
Cehil’in ve Safvan ibni Um eyye’ninki gibi bazı ihtidalar bilhassa
dikkati çekecek m ahiyettedir:
Habbar, Resul-i Ekrem ’in kızı Zeyneb’in vefatından mes’
uldü: Zeyneb M edine’ye hareket etm ek üzere iken H abbar
m ızrağının dibi ile onu devesinin altına attı. Genç kadın, bir
m üddet sonra, bu düşm enin neticesi olarak, öldü.
Resul-i Ekrem, kızının katilini affetm ek hususunda’ hiç
bir itirazda bulunm adı. Fakat, Habbar, İslâm dinini kabul ettiğini
beyandan sonra, huzurdan ayrılm ağa hazırlanırken Hazret-i
M uhammed ona: «Selâmetle git, ihtida edişin mazinin
günahlarını ortadan kaldırdı; fakat bana görünme», dedi.
İbni Ebi Serh’in vaziyeti de vahim di. Hazret-i M uhammed,
bu m ürted’in yem inini bozmasiyle kalbinde uyanan haklı
öfkeyi yatıştırm ağa güç m uvaffak olabilm iştir. İbni Ebi Serh,
H icretin ilk senelerinde İslâm dinine girm işti. Hem m ünevver,
hem h attat olduğu için Resul-i Ekrem onu kâtipliğine seç­
mişti. Âyet-i kerim eleri kaydederken, m ânalarını değiştirm ek
ve gülünç hale koym ak maksadiyle, bazı kelim eleri tahrif etmek
cüretinde bulundu. Hıyaneti anlaşıldığı vakit M ekke’ye
kaçmış bulunuyordu; orada tekrar putperestliğe dönmüştü.
M üslüm anlar M ekke’ye geldikleri zaman, süt kardeşi Osman
ibni A ffan’ın evine iltica etti. Osman, onu bir kaç gün misafir
ettikten sonra, Resul-i Ekrem ’in huzuruna getirip affını niyaz
etmeğe karar verdi.
Onların gelm ekte olduklarını görünce Hazret-i M uhammed,
kabul etm ek istem ediğini anlatm ak üzere, başını çevirdi.
Osman’ın İbni Ebi Serh lehine yaptığı her niyaz ve ricaya
karşı da bu hareketi tekrar eyledi. Osman, Resul-i Ekrem ’in
engin âlicenablığm ı ve iyi kabliliğini bildiği cihetle, bundan
cesaretini kaybetm edi; yeni ve m usırrane niyazları sayesinde
m ücrim i affettirm eğe m uvaffak oldu.
Suçlu gittikten sonra, Hazret-i M uhammed arkadaşlarına
dönerek: «Başımı çevirip asla cevap vermeyişim, dinine kar­
şı hıyanette bulunmuş olan adamı tepelemek imkânını içinizden
birine vermek içindi.» Arkadaşları, «Senin bir işaretini
bekliyorduk», cevabını verdiler. Resülullah: «Bu hâinane bir
hareket olurdu!» m ukabelesinde bulundu.
Hazreti M uham m ed’in âlicenablığı sıkı bir tecrübeden ge-
çiriliyordu. Vakıa kızının katilini, hiç bir itirazda bulunm aksızın,
atfetm işti; fakat İbni Ebi Serh hâdisesinde bahis mevzuu
olan, îslâm iyete karşı bir cürüm dü. Âlicenablığı son haddine
vardırm ış olduğunu, bazı kim selerin bunu zaaf telâkki edebileceklerini
anlıyordu.
Halid ibni Velid’in kum anda ettiği askere karşı yapılan tecavüzün
belli başlı tahrik ve teşvikçisi olan İkrim e ibni Ebu
Cehil, Yemene gitm ek niyetiyle M ekke’den kaçmıştı. Buna
* m ukabil karısı Ummu Hâkim, sadakat andı içmek ve İslâm
dinine girm ek üzere Safa’ya giden kadınların birincilerindendir.
Kocasının affını Resul-i Ekrem ’den niyaz ve istihsal etti.
İkrime, bunun üzerine, M ekke’ye döndü ve doğruca Resul-i
Ekrem ’in huzuruna çıkarak İslâm dinini kabul ettiğini bildirm
ek istedi. Resûlullah, Ebu Cehil’in kendisine karşı yaptığı
zulüm ve hakaretleri hatırlıyarak ve arkadaşlarının oğlundan
intikam alm ak istem eleri ihtim alini düşünerek, dedi ki: «İkrime
Müslüman oldu. Hiç kimse ona ve babasının hatırasına ta’n
etmesin! Ölüleri tel’in etmek dirileri yaralamak demektir!»
Bu sözler İkrim e’yi derin bir heyecan içinde bıraktı. Bu
sebeple o, İslâm m en ateşli m üdafilerinden biri oldu.
Safvan ibni Um eyye’nin ihtida şekli daha çok dikkati câ-
liptir: Am r ibni Vehhab Resul-i Ekrem ’e gelip, «Safvan ibni
Umeyye kabilemin reisidir, ukubetten kurtulmak için kaçtı.
, İnayet ve keremine sığınıyorum ve onun affedilmesini niyaz
ediyorum» dedi.
Resul-i Ekrem buna m uvafakat edince Am r Cidde’ye gidip
Safvan’ı buldu. Hazret-i M uham m ed’in kendisini himaye
edeceğini bildirdi ve evine dönmesini tavsiye etti. A m r’la birlikte
M ekke’ye dönünce, Safvan Peygam ber’in huzuruna çıktı,
arkadaşını işaretle: «Bu adam,» dedi, «beni himayene aldı­
ğını söyledi, doğru mu?» Hazret-i Muhammed, keyfiyeti teyid
edince Safvan, «O halde ihtidaya karar vermekliğim için bana
iki ay izin ver», dedi. Resul-i Ekrem : «Dört ay olsun!» diye
m ukabele etti.
Bu suretle Safvan, putperest kaldığı halde, aylarca Hazret-i
M uhamm ed’in him ayesinden istifade eyledi. Basit bir p u tperestin
değil fakat ölüme m ahkûm bir kim senin kayıtsız ve
şartsız affolunduğu düşünülürse İslâm peygam berinin besledi­
ği m üsam aha fikrine hayran olm am ak m üm kün olmaz.
Hazret-i M uhammed Safa tepesinden M ekke’yi tem aşa
ederken: «Eğer ahalisi vaktiyle beni tâzib etmemiş olsalardı
dünyada benim için en aziz olan bu şehirden hiç bir zaman
ayrılmıyacaktım», dedi. Bu sözler ve eski hem şehrilerine karşı
izhar ettiği m uhabbet eserleri, m erkezini değiştirm ek fikrinde
olduğu ihtim alini uyandırm akta idi. Resûlullah’ın, hüküm etinin
başşehrini, İslâm iyetin m erkezi haline gelen «Beytullah»
ın eşiğinde kurm ası tabiî değil m iydi? F akat böyle bir ihtim alin
tahakkukuna asla taham m ül edem iyen Ensar, Hazreti M uham
m ed’in M edine’ye dönm ekten sahiden vazgeçip geçmediğini
birbirine soruyorlardı.
Yeni fethetm iş olduğu, doğduğu şehrin, hissiyatı üzerinde
yaptığı her tü rlü tesire rağm en, Hazret-i M uhammed Akabe
Biatine sâdık kalarak, her zaman için M ekke’de oturm ağı asla
hatırına getirm iyordu. Ensarı tatm in için onlara: «Ey Ensar,»
dedi, «hemşehrilerim bu beldeden kovdukları gün, beni
misafir eden sizlersiniz. Ben orada yaşadım, orada öleceğim!»
M ekke’de kaldığı on beş gün içinde. Resul-i Ekrem beldenin
idaresini, İslâm î hüküm ve esaslara göre, tanzim ile meşgul oldu.
Putperestliğin bütün izlerini ortadan kaldırm ağa azmettiği
cihetle, K ureyşlilerin m eşhur m abudu El-Uzza’yı tahrip etm ek
vazifesiyle Halid ibni Velid’i Nahle’ye gönderdi. Halid bu vazifeyi
başarırken A m r ibnil Âs, M ekke civarındaki bir tepenin
eteğinde dikilmiş olan Suva putunu kırıyor ve bir kısım
Ensar, Sa’d ibni Zeyd kum andasında oldukları halde, Beni Evs
ile Beni Hazrec kabilelerinin bilhassa takdîs ettikleri M enat
putunu ayni akibete uğratm ak için, Kızıldeniz kıyısında kâin
K ondeyd’e gidiyordu.
N ahle’den avdet ettikten sonra, Hâlid, M ekke’nin cenubunda
bir günlük m esafede bir yerde oturan Beni Cuzeyme nez-
dine gitmeğe ve onları Hazret-i M uhamm ed’in hükm ü altına
girm eye davet etmeğe m em ur oldu. Beni Cuzeyme itaate am ade
olduklarını söylediler ve silâhlarını teslim etmeğe başladı­
lar. Fakat vaktiyle amcasını öldürm üş olduklarından dolayı
onlara m uğber olan Hâlid, lüzum u veçhile acele etm edikleri
bahanesiyle apansız üzerlerine hücum etti ve m aiyetindeki Ensâr
ile M uhacirinin ihtarlarına rağm en, bazılarını öldürdü.
M ekke’ye dönünce, Hâlid, Hazret-i M uhamm ed’in başlıca arkadaşlarından
A bdurrahm an ibni Avf’a giderek, ona: «Yâ Abdurrahman!»
dedi, «babanın intikamını aldım». A bdurrahm an,
«hayır,» dedi, «Sen amcanın intikamını almışsın! Bunu da câ-
hiliyet devrinde yapıldığı gibi yapmışsın!»
Resul-i Ekrem bunu haber aldığı vakit, iki elini kaldırarak,
«Allahım! Halid’in işlediği suçtan ben mes’ul değilim», diyerek
üzüntüsünü ortaya koydu.
M ücrimi şiddetle tevbih ettikten sonra, bir hayli altın ve
bir çok hediyelerle Ali’yi Beni Huzeyme nezdine göndererek,
uğradıkları zarar ve ziyanın telâfisine çalıştı.
Ali, ölenlerin diyetlerini akrabalarına ödedikten sonra, daha
başka istedikleri olup olmadığını Cuzeymelere sordu. «Hayır!»
cevabını verdiler. Ali, «ihtimal ki bilmediğiniz bir takım
zayiat da vuku bulmuştur. Onları da tazmin için Hazret-i Muhammed’in
gönderdiği hediyeleri de size bırakıyorum», dedi.
Bu hareket tarzı Beni Cuzeym elerin hoşnutluğunu muciboldu,
İslâm dinine girdiler.
Ötedenberi m ukaddes toprakların hudutlarını gösteren ve
çoğu harap olmuş olan işaret (*) direklerini tam ir ettikten
sonra Hazret-i M uhammed, M ekke’den ayrılm ağa k arar verdi.
(•) M uhtelif y o llar ü zerin e dikilm iş olan b u işa re t d ire k le rin in h ep si de
şe h ird e n ay n i m esafed e d eğ illerd i. C idde y o lu n d a k i on beş k ilo m etre k a d a r
u z a k lık ta idi. U m re y o lu istik a m e tin d e d ik ilm iş o lam ise ancak b eş k ilo m e tre
m esafed e b u lu n u y o rd u .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir