wiki

VEHHABİ BEŞİNCİ KISM

— Y üzonbirinci sahîfesinde: (LiT’JUıe illallah diyerek,
Allahdan başka şeylere tapımmyanlann malı ve cânı harâm olur)
hadîs-i şerifini y a z a ra k î (Yalnız kelim e-i tevhidi söylem ek, insanın
— 95 —
kanını \*e malını kurtaramaz. Bugün, kabrlere ve ölülere tapınanlar
böylediıi. Bunlar, K ur’ân-ı kerîm de bildirilen, câhiliyye m üşriklerinden
dahâ kötüdür) diyor.
B azıları da (Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz!) m eâlindeki
â y e ti kerim eyi de ileri sürerek, m üslim ânlan öldürm eği,
m allarını yağm a etm eği istiyor. H urûfilerin ve câhillerin k ü fr ve
şirk olan sözlerini y azarak , tesavvufa ve tesavvuf büyüklerine
saldırıyor. A ğaçlara, taşlara, m ezârlara ta p m a n ^r için olan
hadîs-i şerifleri y azaıak , k a b r üzerine türbe y apm ak, k a b r ziyâ-
ret etm ek şirkdir, k ü lrd ü r diyor.
* \
T âşd an , ağaçdan, bılinm iyen m ezârd an tebterrük elbette
şirkdir. F ek at P eygam berlerin «aleyhim üssalevatü! vtTUesIîmât»
ve Evliyânın « rahim e-k4m ullahü teâlâ»,kabrle rinilzi ‘âret edi
o n ların bereketi ile A llahu^teâlâdan fçyfe ve b re k a t îeklem e
b u n la ra benzetm ek, ah m ak lık ve cĞnillikair. Bı y ü zü :n m ilyo
larca m üslim âna kü fr ve şirk d a m g a m ı basm a k isel inüslim
la r arasın d a b ö lü cü lü k d ü r. \
(Es-Savâık-ul ilâhiyye firreddi alel-vefthâbiVye) nin
b ü y ü k âlim Süleym an bin A b d ü lvehhâq-ı N ecdî «r;
hü m u lk ıh ü teâlâ» M u n am m ed bin AbdülveUıhabın kan
K a r d e ş i n o rtay a çıkardığı (Vehhabîlik) y okınun T ltâ f ı o ldu
ğu n u vesikalarla isbât etm ekdedir. K ırk d ö r^ü n cü feaa îfesinde
d iy o r ki: x \
Y o lu n u zu n tîo zu k o ld u ğ u n u ği a vesîkala:
de, (Sahîhayn) denilen iki d o ğ ru hadîs >ı\da, y a ’ni
d an biri
(Buhârî)
fdir. B a hadîs-i
liyor ki,
. K endiı,
müşrik
rbirinizi
ve (Müslim) k itâb ların d a bildir
şerifi b ık h ren , U kbe bin  m ir <’^F ^dıV allahüynh»
(R esû lu llaîı^sallallah ü aleyhi ve sdlem »\m inberW çıkd
sini m in b er ü ze riç d e son g ö rü şü n fb u idi. (Benden sqpr
olmanızdan korkamıyorum. Dünyâya düşkügdiarak,b
öldürmenizden, böylece, geçmiş k a in ler gibi, hehik olmanızdan
korkuyorum) bu y u rd u ). R es«İuliah «sallallahü aleyhi ve sellem
», K ıyâm et g ü n üne^kadar ün jm etin in b aşın a gelecek o lan
şeylerin hepsini habevV erm işdir. Y u k arıd ak i ssçhîh hadîs-i şerif,
üm m etin in p u tla ra * ıp m ıy acağ ım , b u n d a n em în o ld u ğ u n u
h ab er verm ekdedir. B u hadîs-ij*erîf, bicfat yolunu tem elinden
yıkm akdadır. Ç ünki vehhâbî kitâbı^üm m et-i M uham m edin
hepsinin p u tla ra tap d ık larım , İslâm m em leketlerinin p u tla rla
dolu olduğunu, türbelerin p u th ân e olduklarını söyliyor.
T ü rbelerden yardım , şefâ’at istiyenlerin k âfir o ld u k ların a inanm
ıyanlar da kâfirdir diyor. H âlbuki, m üslim ânlar asrlar
b oy u n ca kabrleri ziyârete gitm iş, E vliyâya tevessül ve istigâse
eylem işdir. Böyle y a p a n la ra hiçbir İslâm âlim i m üşrik dem emiş,
m üslim ân olarak tanım ışlardır.
Süâl: Bir hadîs-i şerîfde, (Başınıza gelecekler arasında
ençok korkduğum şey şirkdir) b u y u ru ld u . B una ne dersiniz?
Cevâb: Bu hadîs-i şerifin (Şirk-i asgar) ı bildirdiği, diğer
hadîs-i şeriflerden an laşılm ak d ad ır. Ş eddâd bin Evs ve E bû
H üreyre ve M ah m û d bin L ebîdden «radıyallahü teâlâ anhüm »
gelen böyle hadîs-i şeriflerin hepsi, R esûlullahm «sallallahü
aleyhi ve sellem», üm m etine şirk-i asg an n gelm esinden korkduğunu
bildiriyorlar. H adîs-i şeriflerde bildirildiği gibi olm uş, m üslim
ân lan n çoğu şirk-i asgara yakalanm ışlardır. Siz, bu şirk-i
asgara şirk-i ekber diyorsunuz. Böylece m üslim ânları tekfir ediyorsunuz.
M üslim ânlara kâfir dem iyen m ü ’m inlere de, kâfir
dam gasını basıyorsunuz. (Es-Savâık-ul-ilâhiyye) den tercem e
tem âm oldu. Bu kitâb ilk o larak binüçyüzaltı (1306) hicri senesinde
B ağdâdda, (Nuhbet-ül-ahbâr) m atb a’asında basılm ış, 1395
[m. 1975] de İstan b u ld a ofset ile ikinci baskısı yapılm ışdır.
(Hadîka) nın dörtyüzellibirinci sahîfesinde, (Ey insanlar!
Çok gizli olan şirkden sakınınız!) hadîs-i şerifini açıklarken,
b u y u ru y o r ki, (B u şirk, yalnız sebebleri g ö rm ek , A llahü teâlâ-
nın y aratdığını d ü şü n m em ek d ir. İşleri sebeblerin yapdığına
in an m ak , A llah ü teâlây a şerik y ap m ak olur. G ö rü n en , d ü şü n ü ­
len şeyleri şerik y ap m ağ a (Şirk-i celî), [y a’nî açık şirk] denir.
Şer’an, aklen ve âdet ile sebeb olan şeylerin yapd ığ ın a in an ­
m ağa (Şirk-i hafi), [ya’nî gizli şirk] denir). A b d ü lh ak -ı D ehlevî,
“ rahm etullahi aleyh” , (Eşi’at-ül-leme’ât) hadîs kitâbının birinci
cild ellinci sahîfesinde diyor ki, (P u tlara tap m ağ a (Şirk-i ekber)
denir. K ü fr olan şirk b u d u r. Riyâ ile, [ya’ni gösteriş için] ibâdet,
iyilik y apm ağa (Şirk-i asgar) denir. Bu küçük şirk küfr değildir).
Bu şirklerin ikisi de şirk-i Celidir.
(Hadîka) d an aldığım ız, y u k arıd a yazılı hadîs-i şerîfde,
rû h la rd a n ve ölülerden birşey istem eğe şirk denm iyor. G ö rü ­
nen veyâ g örünm iyen şeylerden ve in san lard an birşey isterken,
__ 9 7 ___ K ıy a m e t v ç A h ıri’l — f „ ,
ya’nî sebeblere yapışırken, bu işi sebeblerin y apdığına in an ­
m ağa şirk deniyor. C anlı veyâ cansız, herhangi bir sebebin, her
isted iğ in i y a p a b ile c eğ in e , y a ’nî y a ra ta c a ğ ın a in a n m a k .o n u
A llahü teâlâya şerik y ap m ak olur. Bu inançla, o n d an birşey
istem ek, o n a ibâdet etm ek olur. Sebebin y aratacağ ın a inanm ayıp,
sebebe yapışınca, A llahü teâlânın y aratacağ ın a in an m ak ,
sebebe tap ın m ak olm az. Sebebe y apışm ak olur. M ü slim ânlar,
dirilerden, ölülerden ve g ö rü n en lerd en ve görünm iyenlerden
bir dilekde b u lu n d u k ları zem an, b u n ların her istediklerini kendilerinin
y ap acak ların a inan m ıy o rlar. Sebebe yapışınca, dilekle
r in i, A lla h ü t e â l â d a n b e k l i y o r l a r . A lla h ü t e â l â n ı n
y aratacağ ın a inanıyorlar. B unun için, m üslim ân larm rû h lardan
ve ölülerden birşey istem eleri, b u n la ra ta p ın m a k , onları
m a’b û d y ap m ak olm az. A llah ü teâlâ, herşeyi sebeb ile y aratı­
yor. Sebeblere yapışm am ızı em r ediyor. B unun için dileklerim
iz e k a v u ş m a k iç in , b u n la r ın s e b e b le rin e y a p ış ıy o r u z .
Sebeblere yapışm am ız şirk olm ıyor. G ü n â h olm ıyor. F ek at sebeblerden
beklemek, şirk oluyor. H er istediklerini yapabileceklerine
inanarak onlardan beklemek de, şirk-i ekber oluyor. A llahü teâlânın
verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanm ak, şirk-i hafi oluy
o r . S e b e b le r d e n b e k le m e y ip , o n l a r ı n y a p a c a k l a r ı n a
in a n m a y ıp , y a ln ız A lla h ü te â lâ n ın y a ra ta c a ğ ın a in a n a ra k ,
dileği y alnız A llah d an beklem ek, m üslim ânlık oluyor. İslâm
dînine uym ak oluyor. M üslim ânlarm ölülerden ve rû h lard an
dilekde bulunm aları_ böyledir. Böyle m eşrû ’ dilekde b u lu n ­
m ağa (Tevessül) ve (İstigâse) denilm ekdedir.
Ö lüden veyâ diriden dilekde b u lu n an ın , ibâdetm i, yoksa
tevessülm ü yapdığım , y a’nî niyyetinin ne o ld u ğ u n u an lam ak
için, dilekde b u lu n u rk en islâm iyyetin dışına çıkıp çıkm adığına
bakılır. İslâm iyyetin dışına çıkıyorsa ya’nî o n u n g ö n lü n ü hoş
etm ek için, h arâm işliyor veyâ farzı y apm ıyorsa, o n a tapındığı
anlaşılır. G ö rü lü y o r ki, diriden, dilekde b u lu n u rk en , o n u n gönlünü
hoş etm ek için, islâm iyyetin dışına çıkan vehhâbîler, m üş­
rik o lm ak d ad ırlar. İslâm iyyetin dışına çık m ad an tevessül eden
m ü slim ân lar ise, A llahü teâlânın em rini y ap m ak d a, y a ’nî
sebebe y a p ışm a k d a d ırla r. B u n la ra m ü şrik d iy en lerd en
tevîli o lm ıy an ları k âfir o lu r. İn sa n , ken d i nefsin in istek lerin
e , y a ’nî şeh v etlerin e k a v u şm a k için islâ m iy y e tin d ışın a
çıkarsa, nefsine tapınm ış olur. F ek at nefse tap ın m ağ a, dînim iz
şirk dem em işdir. Y a’nî b u n la r k âfir değil, fâsık olurlar.
— .9.8 —
ğine göre, a raların d a ayrılık o lm am alı idi. H âlb u k i, tesavvuf
y o llan çeşidlidir. H epsinin hâlleri ve m a ’rifetleri başkadır?
Cevâb: Bu ayrılığa sebeb, insan ların isti’d âd ların ın ve
b u lu n d u k ları şartların b aşk a olm asıdır. M eselâ, bir hastalığın
ilâcı bellidir. F ek at, h a sta la ra g öre, hastalığın seyri ve tedâvisi
değişm ekdedir. Bir insanın çeşidli fotoğrafçıda çekdirdiği resmlerinin
başk a b aşk a o lm aları gibidir. H er kem âl, R esûlullahdan
«sallallahü aleyhi ve sellem » alınm ışdır. Alış kuvvetine ve şekline
göre ufak ayrılıklar olm uşdur. R esûlullah «sallallahü aleyhi
ve sellem » de, m a’rifetleri, gizli bilgileri, E sh âb ın a b aşk a başka
sunardı. N itekim hadîs-i şerifinde, (Herkese, anlıyabileceği
kadar söyleyiniz!) b u y u rm u şd u r. R esûlullah «sallallahü aleyhi
ve sellem », hazret-i E b û B ekr ile ince bilgiler kon u şu y o rd u .
H azret-i Ö m er y an ların a gelince, sö zü değişdirdi. Sonra,
h azret-i O sm ân gelince, yine değişdirdi. H azret-i A lî gelince
d ah â b aşk a k onuşdu. H erb irin in isti’d âd ın a, yaratılışına göre,
başk a b aşk a k o n u şd u «radıyallahü teâlâ an h ü m ecm a’în».
B ütün tesavvuf yolları, im âm -ı C a ’fer Şâdık «rahm etullahi
teâlâ aleyh» hazretlerinde birleşm ekdedir. İm âm -ı C a ’fer Sâdık
da, iki yoldan, R esûlullaha bağlıdır. Birisi, b ab aların ın yolu
olup, hazret-i A lî «radıyallahü teâlâ anh» vâsıtası ile R esûlullah
a bağlıdır. İkincisi, an asının bab aların ın yolu olup, hazret-i
E b û B ekr «radıyallahü teâlâ anh» vâsıtası ile R esûlullaha «sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem » b ağ lan m ak d ad ır. İm âm -ı C a ’fer
S âdık «rahm etullahi teâlâ aleyh» hem an a ta ra fın d a n E b û Bekri
Sıddîk soyundan olduğu için, hem de, onun vâsıtası ile Resûlullah
d an feyz alm ış olduğu için, (E b û B ekr-i Sıddîk, beni iki
h ay âta k av u şd u rm u şd u r) b u y u rd u . İm âm -ı C a ’fer S âdıkda
b u lu n an bu iki feyz ve m a ’rifet yolu, birbirleri ile karışm ış
değildir. İm âm h azretlerin d en A hrâriyye b üyüklerine, h azret-i
E bû B ekr yolu ile, öteki silsilelere ise, hazret-i Alî yolu ile feyz
gelm ekdedir.
[K itâ b ın , y ü z y irm iik in c i s a h îfe s in d e : (R e s û iu lla h
Tebük gazvesinden dönerken, m ünâfıkların ism lerini H uzeyfe-tebnil-Yem
âna bildirdi. Huzeyfe, fitne çıkm asın diye bunların ismlerini
kim seye söylemedi. Yoksa, tesavvufcu sapıklarının dedikleri gibi,
Huzeyfede gizli din bilgileri yokdu. Çünki, İslâm açıkdır. Gizli bilgiler
yokdur) diyor. T esavvuf bilgilerinin, yehûdî düzm esi, u y d u rm a
— 101 —
şeyler o ld u ğ u n u a n la tm a k istiyor. O tu zu n cu sahîfesinde ise:
(Resûlullahın M u’âz bin C ebele söylediği din bilgisini, Eshâbın çoğu
bilm iyordu. Ç ünki R esûlullah, M u ’âza bunları kim seye söylem e
demişdi. Bir maslahat, bir fâide için, ilmi saklam ak câiz olduğu
buradan anlaşılm akdadır) diyor.
G ö rü lü y o r ki, k itâbın y azılan birbirini tu tm am ak d ad ır.
B eşyüz sahîfelik k itâbın heryeri böyle uygunsuz yazılarla d o lu ­
dur. Y üzlerce âyet-i kerîm e, binlerce hadîs-i şerîf y az a ra k , herbirine
m a’n âlar verip, o k u y a n la n , doğru yoldan sap d ırm ağ a
çalışm akdadır],
M u h am m ed M a ’sûm « rahm etullahi aleyh» ikinci cildin
altm ışbirinci m ek tû b u n d a b u y u ru y o r ki: Bu d ü n y âd a en kıym
etli ve en fâideli şey, A llahü teâlânın m a’rifetine kavuşm akdır.
Y a’nî O ’nu tan ım ak d ır. A llahü teâlâyı tan ım ak iki dürlü
olur. Biri, Ehl-i sünnet âlim lerinin « rahim e-hüm ullahü teâlâ»
bildirdikleri gibi ta n ım a k d ır. İkincisi, tesavvuf büyüklerinin
tanım alarıdır. Birinci tan ım ak , incelem e ve düşünm e ile olur.
İkincisi, kalbin keşf ve şü h û d ü ile olur. B irincisinde ilm vardır.
İlm ise, akl ve zek âd an doğar. İkincisinde hâl vardır. H âl ise,
asldan, ö zden doğar. B irincisinde, âlim in varlığı arad ad ır. İk in ­
cisinde, ârifın varlığı a ra d a n kalkar. Ç ünki, birşeye ârif olm ak , o
şeyde yok olm ak dem ekdir. N azm :
Yakın olmak, inip çıkmak değildir,
Hakka yaklaşmak, yok olmak demekdir!
Birincisi (İlm-i husûlî) iledir. İkincisi (ilm-i hudûrî) iledir.
B irincisinde, nefs, azg ınlığından vazgeçm em işdir. İkincisinde,
nefs yok olm uş, hep H a k iledir. B irincisinde îm ân, îm ânın
sûretidir. İbâdetler, ibâdetlerin sûretidir. Ç ünki nefs, îm âna
gelm em işdir. H adîs-i kudsîde (Nefsine düşmanlık et! O , bana
düşmanlık etmekdedir) b u y u ru ld u . B u rad ak i k albin îm ânına,
(M ecazî îmân) denilir. Bu îm ân, gidebilir. İkincisinde, insanın
varlığı k alm adığı için ve nefs de îm ân a geldiği için, b u îm ân,
yok o lm ak d an k o ru n m u şd u r. B una (Hakîkî îmân) denir.
B u rad a y apılan ib âdetler de, h ak îk î olur. M ecâz yok olabilir.
H a k îk a t yok olm az. H adîs-i şerîfde, (Yâ Rabbî! Senden, sonu
küfr olmıyan îmân istiyorum) b uyurulm ası ve N isâ sûresi, yüzotuzaltıncı
âyetinde m eâlen, (Ey îmân sâhibleri! Allaha ve Resû-
— 102 —
İtine îmân ediniz!) em r o lu n m a sı, bu h a k îk î îm ân ı
gösterm ekdedir. İm âm -ı A hm ed bin H anbel «rahim e-hullahü
teâlâ» bu m a’rifete kavuşabilm ek için, ilm ve ictihâdda pek
yüksek derecede olduğu hâlde, Bişr-i H âfinin «rahim e-hullahü
teâlâ» hizm etine koşm uşdur. Bişr-i H âfinin yanın d an niçin
ayrılm ıyorsun dediklerinde (A llahı benden d a h â iyi ta n ım a k la ­
dır) dem işdir.
[K itâbın, y ü zo ndokuzuncu sahîfesinde diyor ki, im âm -ı
A h m ed bin M u h a m m e d b in H a n b e lin soyu, N iz a r bin
M e’ad d a, R esûlullah «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem » ile birleş-
m ekdedir. F ık h ve hadîsde zem anın en üstün âlim i idi. V era’ ve
sünnete u y m ak d a pek ileri idi. Y üzaltm ışdört [164] senesinde
B ağdâdda tevellüd, ikiyüzkırkbir 241 [m. 855] de o ra d a vefât
etdi). Bişr-i H âfi hazretleri yüzellide [150] tevellüd, ikiyüzyirm iyedide
[227] vefât etdi. Ferîdüddîn-i A ttâr «rahim e-hullahü teâlâ»
fârisî (Tezkire-tül-Evliyâ) da diyor ki, A hm ed bin H anbel, çok meşâyıhın
sohbetinde bulundu. Z ünnûn-i M ısrî ve Bişr-i H âfi bunlardandır.
Bir hanım , k ö tü rü m olm uşdu.Ç ocuğunu im âm -ı A hmede
gönderip düâ etm esini diledi. İm âm abdest alıp nem âz kıldı.
D ü â eyledi. Ç ocuk evine gelince, annesi kapıya gelip oğlunu
karşıladı. İm âm -ı A hm edin düâsı bereketi ile iyi oldu].
İm âm -ı a ’zam E bû H anîfe «rahm etullahi aleyh» ö m rü n ü n
son yıllarında, ictihâdı bırakdı. İki sene C a ’fer Sâdık «rahim ehullahü
teâlâ» h azretlerinin sohbetinde bulundu. Sebebini sord
u k ların d a, (B u iki sene olm asaydı, N u ’m ân helâk olurdu)
b u y urdu. H er iki im âm , ilm de ve ibâdetde son derece ileri
oldukları hâlde, tesavvuf büyüklerinin yanına giderek, m a’rifet
ve b u n u n meyvesi olan (hakîkî îmânı) edindiler. İctih âd d an d ah â
kıym etli ibâdet o lu r mu? D ers verm ekden, islâm iyyeti yaym akd
an d ah â ü stü n am el o lu r mu? B unları bırakıp, tesavvuf b ü yüklerinin
hizm etlerine sarıldılar. Böylece m a ’rifete kavuşdular.
A m ellerin, ibâdetlerin kıym eti, îm ânın derecesi ile ölçülür.
İb âd etlerin parlaklığı, ihlâsın m ik d ârın a bağlıdır. îm ân ne
k a d a r kâm il ise, ihlâs o k a d a r çok olur. A m eller de, o k a d a r çok
n ûrlu o lu r ve kab û l edilir. îm ân ın kâm il olm ası ve ihlâsın
tem âm olm ası, m a ’rifete bağlıdır. M a ’rifet ve hakîkî îm ân, fenâ
— 103 —
hâsıl o lm asın a ve ölm eden önce olan ölm eğe bağlı olduğu için,
fenâsı çok o lan ın îm ânı d a h â kâm il olur. B un u n içindir ki, E b û
B ekr-i S ıddîkın « radıyallahü anh» îm ân ın ın , b ü tü n üm m etin
îm ân ların d an üstü n olduğu hadîs-i şerîfde bildirilm işdir. (Ebû
Bekrin îmânı, bütün ümmetimin îmânı ile dartılsa, Ebû Bekrin
îmânı dahâ üstün olur) b u y u ru lm u şd u r. Ç ü n k i o, fen âd a b ü tü n
ü m m etd en d a h â ileridedir. (Yer yüzünde, yürüyen ölü görmek
istiyen, Ebû Kuhâfenin oğluna baksın!) hadîs-i şerifi, bu n u gösterm
ekdedir. E shâb-ı kirâm ın «radıyallahü teâlâ an h ü m ecm a’în»
hepsi fenâ m ak âm ın a kavuşm uşdu. Bu hadîs-i şerîfde, yalnız
E bû B ekr-i S ıddîkın «radıyallahü anh» fenâsının seçilm esi,
b u n u n fenâ derecesinin çok yüksek o ld uğunu gösterm ekdedir.
A ltm ışbirinci m ek tû b d an tercem e b u ra d a tem âm oldu.
İm âm -ı M u h am m ed M a’sûm «rahim e-hullahü teâlâ»
ikinci cildin, yüzaltıncı m e k tû b u n d a b u y u ru y o r ki: (Lâ ilâhe
illallah) güzel sö zü n ü çok söyleyiniz! Bu zikri, kalb ile birlikde
yapınız. Bu m ü b ârek söz, kalbin tem izlenm esinde pek fâidelidir.
Bu güzel sö zü n yarısı söylenince, A llah d an b aşk a herşey
yok edilm iş olur. G eri kalan yarısı söylenince de, h ak olan
m a ’b û d ü n varlığı bildirilm iş olur, T esavvuf y o lu n d a ilerlem ek
de, bu ikisine k av u şm ak içindir. H adîs-i şerîfde (Sözlerin en
kıymetlisi, Lâ ilâhe illallah demekdir) buyuruldu. Ç o k kim se ile
görüşm eyiniz. Ç ok ibâdet yapınız. R esûlullahın «sallallahü
aleyhi ve sellem » sünnetlerine sıkı sanlınız! Bid’atlerd en ve
b id ’at sâhiblerinden ve g ü n âh işlem ekden çok sakınınız! İyi
işleri, iyiler de, k ö tü ler de yapabilir. F ek at k ö tü lü k lerd en yalnız
sıd dîklar sakınır.
H a lâ ld a n o lan çok kıym etli elbiseler giym ek, tesav v u f
yo lcu ların a z a ra r verir m i d iy o rsu n u z. F e n â derecesine k av u ­
şup, k albinin, A llah d an b aşk a, hiçbirşeye bağlılığı kalm ıyan
kim senin elinde, ü stü n d e o lan şeyler, o n u n k alb in in , zikr etm esine
m a ’nî olm az. O n u n k albinin, dış o rg an ları ile ilgisi kalm am
ışdır. U yku bile, kalbinin zikretm esine m ân i’ değildir. F enâ
m a k âm ın a v aram am ış o lan böyle değildir. B u n u n zâh ir o rg an ­
ları, kalbi ile ilgilidir. F ek at b u n u n da yeni, kıym etli elbisesi,
kalbinin çalışm asına m ân i’ o lu r denilem ez. D in büyükleri, Ehl-i
beyt îm âm ları, îm âm -ı a ’zam E b û H anîfe ve A bdülkâdir-i
G eylânî «rah im e-h ü m u llah ü teâlâ», çok kıym etli elbise giym iş­
lerdir. (Hazâne-türrivâye)ve (Metâlib-ül-mü’minîn) ve (Zahîre)
— 104 —
k itâbları, R esûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem» bin dirhem
güm üş kıym etinde cübbe giydiğini bildiriyorlar. D ö rt bin dirhem
güm üş değerinde cübbe ile nem âz kıldığı görülm üşdür.
İm âm -ı a ’zam E b û H anîfe «rahim e-hullahü teâlâ» talebesine
yeni ve kıym etli elbise giym elerini söylerdi. E bû S a’îd-i H udriye
«radıyallahü teâlâ anh» so ru ld u ki, yim ekde, içm ekde ve giyinm
ekde olan bu değişikliklere ve yeniliklere ne dersiniz? H alâl
p a ra ile o lu r ve gösteriş ve riyâ için olm azsa, hepsi A llahü
teâlânın ihsân etdiği ni’m etleri gösterm ekdir buyurdu.
A llah d an başk a birşeyi sevm ek iki d ü rlü olur. Birincisi, bir
m ah lû k u kalb ile ve beden ile birlikde sevm ek, o n a k avuşm ak
istem ekdir. C âhillerin sevm eleri böyledir. T esavvuf yolu n d a
çalışm ak, kalbi bu sevm ekden k u rta rm a k içindir. Böylece,
kalbde yalnız A llah sevgisi kalır. în san , şirk-i hafiden kurtu lu r.
G ö rü lü y o r ki tesavvuf, insanı şirk-i hafiden k u rta rm a k içindir.
(Ey îmân sâhibleri! îmân ediniz!) m eâlindeki âyet-i kerîm ede em r
olu n an îm ân a kavuşm ak içindir. E n ’am sûresinin yüzyirm inci
âyet-i kerîm esindeki (Organlarla açıkça işlenen ve kalb ile yapı­
lan günâhları terk edin!) m eâlindeki em r, kalbi A llahü teâlâdan
başka şeylere bağlılıklardan k u rta rm a k lâzım olduğunu gösterm
ekdedir. A llahdan b aşkasına tu tu lm u ş olan bir gönülden ne
iyilik gelir? A llahü teâlâd an başkasını özliyen bir rû h u n A llah
yanında hiç kıym eti ve ehem m iyyeti yokdur.
Sevginin İkincisi, yalnız o rg an ların sevm esi, istem esidir.
K alb ve rû h , A llahü teâlâya bağlanm ışdır. O n d a r b aşk a hiçbirşey
bilm ezler. Böyle o lan sevgiye (M eyl-i tabfî), iç güdü denir.
Bu sevgi, y alnız bedenin sevm esidir. K albe, rû h a bulaşm am ış-
dır. Bu sevgi, bedendeki m addelerin ve enerjinin özelliklerinden,
ih tiy âçların d an ileri gelm ekdedir. F en ây a ve bekâya
kav u şan lard a ve yüksek derecelerdeki E vliyâda «rahim eh
ü m u llah ü teâlâ» m ah lû k lara karşı bu sevgi bulunabilir. H a ttâ
hepsinde vardır. R esûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem » serin ve
tatlı içmeği severdi. (Dünyânızdan üç şey bana sevdirildi) hadîs-i
şerifini herkes işitm işdir. (Şemâil) kitâbları diyor ki, R esûlullah
«sallallahü aleyhi ve sellem » (Bürd-i yemânî) denilen p am u k ve
ketenden yapılm ış elbiseyi severdi.
Nefs, fenâ ile şereflenince ve itm în ân a kavuşunca, kalb ve
rû h , sır ve hafi ve ah fâ denilen beş latife gibi olur. Nefs böyle
olunca, yalnız bedendeki m addelerin ve ısı ve harek et enerjisi—
105 —
nin k ö tü isteklerine karşı cihâd edilir. (H is organları ile duyulan
duygular, temiz kalblere ve temizlenmiş nefslere de te’sîr eder)
bu y u ru ld u . B aşk aların a te ’sîrini, b u hadîs-i şerîfden anlam alı.
B id’a t sâhibi o lan ın ve rüşvet yiyenin ve başk asın ın h a k ­
kını alan ın ve g ü n âh işliyenin evine gitm ek, o n u n verdiğini
yim ek câiz o lu r m u d iy o rsu n u z? G itm em ek ve yim em ek iyi
olur. H a ttâ , tesav v u f y o lu n d a o lan lar için, b u n d a n sak ın m ak
lâzım dır. Z arû ret olunca, câiz olur. H a râ m o ld u ğ u bilinen şeyi
yim ek h arâm d ır. H alâl olduğu bilineni yim ek halâldır. B ilinm iy
orsa, şübheli ise, yim em ek iyi olur.
Süâl: T e sa v v u f b id ’a t m ıd ır? Y e h û d île rin u y d u rm a sı
m ıdır?
Cevâb: A llah ü teâlâyı tan ım ağ a çalışm ak, b u n u n için,
tesav v u f y o lu n u bilen ve gösteren b ir R eh b er a ra m a k ve o n a
uym ak, islâm iyyetin em rlerindendir. A llah ü teâlâ (Ona kavuş­
mak için vesîle arayınız!) b u y u rd u . T alebenin R ehberden feyz
ve m a’rifet alm ası, Resûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem»
zem an m d an bu zem ana k a d a r yapılagelen ve her m üslim ânın
bildiği birşeydir. T esavvuf büyü k lerin in so n ra d a n o rta y a çıkardığı
birşey değildir. H er R ehber, kendisini yetişdiren kâm ile
bağlanm ışdır. Bu bağlanışları, R esûlullaha «sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem » k a d a r u z a n m ak d ad ır. A hrâriyye büyüklerinin
bağlantı dizisi, R esûlullaha, hazret-i E b û B ekr «radıyallahü
teâlâ anh» ile u laşm ak d ad ır. B aşka yolların dizisi ise hazret-i A lî
«radıyallahü teâlâ anh» ile u laşm ak d ad ır. B una b id ’at denilebilir
mi? Evet, m ürşid, m ürîd gibi ismler, sonradan çıkdı. Fekat
kelimelerin, ismlerin değeri yokdur. Bu ismler olm asa da, m a’nâlan
ve kalblerin bağlılığı yine vardır. (Vehhâbî kitâbı da, kelimelere
bak ılm az. M a’n âlara b ak ılır d em ek d ed ir).T esav v u f yollarının
o rta k olan tem el işi, zikr yapm asını öğretm ekdir. Bu ise dînim izin
em r etdiği birşeydir. Sessiz zik r etm ek, sesle y ap m ak d an
d a h â kıym etlidir. H adîs-i şerîfde (H afaza meleklerinin işitmediği
zikr, hafazanın işitdiği zikrden yetmiş kat dahâ kıymetlidir)
b u y u ru ld u . H adîs-i şerîfde övülen zikr, kalb ile ve öteki latîfelerle
yapılan zikrdir. R esûlullahın, Peygam ber olduğu kendisine
b ild irilm e d e n ö n c e , k a lb ile z ik r y a p d ığ ı, kıy m etli
k itâ b la rd a yazılıdır. T esav v u f bilgilerine b id ’a t dem ek ve
yehûdî uydu rm ası dem ek, (Buhârî) hadîs k itâbını ve (Hidâye)
fıkh kitâb ın ı o k u m a k b id ’a td ır dem eğe benzer. Y üzaltıncı
— 106 —
m ek tû b d an tercem e b u ra d a tem âm oldu.
M u h am m ed M a ’sûm F â rû k î «rahim e-hullahü teâlâ»,
(Mektûbât) k itâbında, ikinci cildin otuzaltıncı m ek tû b u n d a
diyor ki, (Hâcegân) denilen T esavvuf y olunun reîsi, A bdülhâlıkı
G oncdüvânîdir «rahim e-hullahü teâlâ». Bu yoldaki Kayyûmiyyet
cezbesi, kendisine hazret-i E bû Bekr-i Sıddîkdan «radıyallahü teâlâ
anh» gelmişdir. Kendisi de, bu cezbeyi elde etm ek yolunu bildirdi.
Bu yola (Vükûf-ı adedi) denir ki, (Zikr-i hafi) den ibâretdir. Bu da,
h azret-i E b û B ekrden gelm ekdedir. (Cezbe-i ma’ıyyet) denilen
ikinci yol ise, B ehâüddîn-i B uhârîden «rahim e-hullahü teâlâ»
başlam akdadır. Z em ânm m k u tb u olan A lâüddîn-i A ttâ r «rahm
etullahi aleyh», bu cezbenin hâsıl olm ası şartlarını koydu. Bu
şartlara (Tarîka-i Alâiyye) denildi. E n yakın olan [az zem an d a
kavuşduran] yolun, A lâiyye olduğu bildirilm işdir.
[A lâüddîn-i A ttârın talebesinden olan U beydüllah-i A h râr
«rahim e-hullahü teâlâ», hocasının yolunu yaydığı için (Ahrâ-
riyye) de denildi. U beydüllah-ı A h râr 895 [m. 1490] de, Sem erk
a n d d a vefât etdi].
M u h am m ed M a’sûm «rahim e-hullahü teâlâ», ikinci cildin
yüzelli sekizinci m ek tû b u n d a b u y u ru y o r ki, se’âdetin başı, iki
şeye kavuşm akdır. Birincisi, B âtının (ya’nî kalbin) m ah lû k lara
dü şk ü n o lm ak d an kurtulm asıdır. İkincisi, Z âhirin (ya’nî bedenin)
(Ahkâm-ı islâmiyye) ye sarılm akla süslenm esidir. Bu iki
ni’m ete kavuşm ak, T esavvuf ehlinin sohbetinde kolay nasîb
olur. B aşka yoldan k av u şm ak güçtür. İslâm iyyete ta m yapışabilm
ek ve ibâdetleri kolay yapabilm ek ve yasak o lu n an lard an
sakınabilm ek için, nefsin fân î olm ası, (teslîm olm ası) lâzım dır.
Nefs, azgın o larak ve âsî o larak ve kendini beğenici o larak yaratılm
ışdır. Bu k ö tü lü k le rd e n k u rtu lm a d ık ç a islâm iyyetin
h ak ik ati hâsıl o lam az. T eslim den, itm în ân d an önce, islâm iyyetin
sûreti, g ö rünüşü vardır. N efsin itm în âm n d an sonra, islâm iyyetin
h ak ik ati hâsıl olur. Sûretle h ak ik at arasın d ak i fark , yerle
gök arasın d ak i fark gibidir. S ûret ehli, islâm iyyetin sûretine,
h ak ik at ehli de, islâm iyyetin hakikatine kavuşur. A vâm ın (ya’­
nî câhillerin) îm ân ın a (Imân-ı mecazî) denir. Bu îm ân, b o zu labilir
ve yok olabilir. H avâsın (ya’nî h ak îk at ehlinin) îm ânları
zevâlden ve halelden m ahfûzdur. N isâ sûresinin yüzotuzbeşinci
âyetinde, (Ey îmân edenler! Allaha ve O ’nun Peygamberine
îmân ediniz!) m eâlindeki em r, bu h akîkî îm ânı gösterm ekdedir.
— 107 —
M u h am m ed M a ’sûm «rahim e-hullahü teâlâ» üçüncü cildin
onaltıncı m ek tû b u n d a b u y u ru y o r ki, (H erşey odur. A llah
kelim esi, herşeyin adıdır. Z eyd ism inin bir insanı gösterm esi
gibidir. H âlb u k i, her u zv u n u n ayrı isrrileri vardır. O hâlde Zeyd,
nerdedir? H içbir yerde değildir. A llahü teâlâ da, her varlıkda
görünm ekdedir. B unun için, herşeye A llah dem ek câizdir. Bu
varlıklar bir g ö rü n ü şd ü r. B unlardaki yok olm ak da, birg ö rü n ü ş-
d ür. H ak îk atd e yok o lan birşey y o k d u r) gibi sözler, bir varlığa
in an m am ağ ı değil, çok varlığı gösterm ekde olup, tesavvuf
büyüklerinin bildirdiklerine uygun değildir. A llahü teâlâ,
m adde âlem inde gösterilm ekdedir. Ayrı bir varlık değildir
d em ek d ir. A lla h ü te â lâ n ın v a rlığ ın d a ve sıfa tla rın ın v a rlık ­
la rın d a , m a h lû k la rın a m u h tâ c o ld u ğ u n u g ö ste rm e k d e –
dir. Bileşik cism in varlığının, elem entlerinin v arlık ların a m uhtâ
c o lm a s ı g ib id ir. Bu ise , A lla h ü te â lâ n ın v a rlığ ın a
in an m am ak olup, açıkça k ü frd ü r. A llahü teâlân ın varlığının,
m ad d e ve m a ’nâ âlem lerinin v a rlık ların d an ayrı o ld u ğ u n a
in an m ak lâzım dır. Y a’nî, vâcib ile m üm kinler, ayrı iki varlıkdırlar.
İkilik olan herşeyde ayrılık vardır. (Â lem , [ya’nî A llahdan
başk a herşey], h a k îk a td e v ar olsaydı, o zem an ikilik
olurdu. Â lem in varlığı g ö rü n ü şd ed ir) denirse, b u n a cevâb olarak
, h ak îk î m evcûd, m evhûm o lan görü n ü şle birleşm ez deriz.
Y a’nî herşey o d u r denilem ez. Bu sö z ile, (H içbirşey y okdur.
Y alnız O vardır) dem ek istenirse, o zem an d o ğ ru olur. F ek at,
h ak îk at o larak değil, m ecâz o larak söylenm iş olur. Z eydin
ay n ad ak i [ve televizyondaki] hayâlini görenin, Zeydi görd ü m
dem esine benzer. T eşbîh o larak söylem eyip, h ak îk at o larak
söylem ek, arslan a eşek dem eğe benzer. [R ad y o d an , h o p a rlö rden
çıkan sese,b u n u söyliyen insanın sesidir dem ek de böyle
yanlışdır]. A rslan b aşk ad ır. Eşek başk ad ır. L â f ile, ikisi bir
y azılam az. T esavvuf büy ü k lerin d en , (Vahdet-i vücûd) söyliyenler,
(H akîkî varlık, m ahlûklarda bulunuyor. A yrıca m evcûd
değildir dem edi. (M ah lû k lar, O ’n u n zu h û rlarıd ır, g örünüşleridir)
dediler. M uhyiddîn-i arab î, ve ona tâ b i’ o lan lar
«rahim e-hüm ullahü teâlâ», bu m a ’n â ile (Heme-ûst) ya’nî (herşey
odur) dediler.
(Â lem , böyle gelm iş, böyle gider) sö zü , âlem in kadîm
o ld u ğ u n u gösteriyor. Böyle in an m ak k ü frd ü r. Â lem in yok olacağını
in k âr etm ekdir. K u r’ân-ı kerîm , herşeyin yok olacağını
— 108 —
açıkça bildiriyor. İn san ların yok olacağ ın a ve te k râ r v ar olacak
ların a in an ıy o ru z diyenler arasın d a, b a ’zı kim seler (İnsan,
to p rak m addesinden m eydâna gelm işdir. Ö lünce çürüyüp, yine
to p ra k [su ve gazlar] hâline dönecekdir. Bu m addelerden bitkiler
ve bitkilerden h ay v an lar hâsıl o lm ak d a, b u n ları in san lar
yiyerek, et, kem ik ve m eni hâline d ö n m ek d e ve böylece b aşk a
insanlar m eydâna gelm ekdedir. K ıyâm et olm ası, insanların
te k râ r yaratılm ası, işte böyle olur) diyorlar. [Bu sözdeki m adde
değişm eleri elbette d o ğ ru d u r. A llah ü teâlân ın âdet-i ilâhiyyesi
b ö y le d ir. F e k a t] in s a n la rın te k râ r y a ra tılm a s ı b ö y le o lu r
dem ek, H aşrı, N eşri ve K ıyâm eti in k â r etm ekdir. K ıyâm et
g ü n ü n ü n gelm esi ve ölülerin m ezârların d an kalk acak ları,
b ü tü n c a n lıla rın b ir m e y d a n d a to p la n a c a k la rı, k itâ b la rın
o rtay a çıkarılacağı, hesâb verileceği, terâzîn in kurulacağı,
m üm inlerin Sırât k ö p rü sü n d en geçecekleri ve C ennete gidecekleri,
kâfirlerin C ehennem e düşecekleri ve so n su z a z â b d a k alac
a k la r ı, K u r ’â n -ı k e rîm d e ve h a d îs -i ş e rifle rd e a ç ık ç a
bildirilm işdir. O g ü n ü in k âr etm ek, k ü frd ü r, ilh âd d ır ve
zm dıklıkdır.
(Bu bilinen nem âz, câhil h alk için em r o lu n m u şd u r. Sâf,tem
iz, yükselm iş insan ların ibâdetleri, zikr ve tefek k ü rd ü r. İnsan
ın b ü tü n z e rre leri ve b ü tü n eşyâ, h e r an z ik r, ib â d e t
y ap m ak d ad ır. İnsan b u n u an lam asa d a, böyledir. İslâm iyyet,
aklı az o lan lar için gönderilm işdir. B öylece, fesâd çıkarm aları
önlenm işdir) gibi lâflar, câhillerin ve aklı az olanların sözleridir.
P eygam berim iz «sallallahü aleyhi ve sellem », ı,em âzın dînin
direği o ld u ğ u n u bildirdi. (Nemâz kılan, din binâsını yapmışdır.
Nemâz kılmıyan, dînini yıkmışdır. Nem âz, mü’minin mi’râcıdır)
b u y u rd u . R âh atın ı, h u z û ru n u n e m â z d a bildi. N em âzd ak i
yakınlık, b aşk a şeylerde b u lu n m az. H adîs-i şerîfde, (Allah ile
kul arasındaki perdeler ancak nemâzda kaldırılır) buyuruldu. H er
kem âle, islâm iyyete, y a’nî (A hkâm -ı islâm iyye)ye uym akla
k avuşulur. Bu a h k â m d a n , y a’nî em r ve y asa k la rd a n ayrılan,
yo ld an sap ar. S eâdete k av u şam az. K u r’ân-ı kerîm ve hadîs-i
şerifler bu a h k â m a uym ağı em r ediyorlar. D o ğ ru yol, K u r’ân-ı
kerîm in ve hadîs-i şeriflerin gösterdiği yoldur. B aşka yollar,
şeytânların yollarıdır. A b d ü llah ibni M es’û d d iy o r ki, R esûlullah
«sallallahü aleyhi ve sellem », bir d o ğ ru çizdi. (Bu, insanı
Allahın rızâsına kavuşduran tek doğru yoldur) dedi. S o n ra
b u n u n sağına, so lu n a [balık kılçığı gibi] çizgiler çizip, (Bunlar
— 109 —
da, şeytânların yollarıdır. Herbirinde bulunan şeytân, kendine
çağırır) b u y u rd u ve (Bu, doğru olan yolumdur. Buna geliniz!)
âyet-i kerim esini oku d u .
P e y g a m b e rle rin « a le y h im ü s s e lâ m » s ö z b ir liğ i ile
bildirdikleri ve İslâm âlim lerinin bizlere u laşd ırd ık lan bilgiler,
şu n u n b u n u n hayâlleri ile yok edilem ez. İslâm iyyet, gericiler
içindir dem ek, k ü frd ü r, zındıklıkdır. A llahü teâlâ, böyle sözlere
in a n m a k d a n , bizi de, sizleri de korusun! Â m in.
O n d ö rd ü ıicü asrın m üceddidi, H a k âşıklarının melcei,
zâhir ve bâtın ilm lerinin hazînesi, Evliyânın b ü rh ân ı, âriflerin
sultânı, m u h ak k ik lerin im âm ı, âbidlerin seçilm işi, râsihînin
ö n d e ri, m ü slim â n la rın g ö z b e b e ğ i, te sa v v u fu n m ü te h a ssısı,
R esûlullahın m îrâscısı, yazıları sened, v a ’zları hikm et o lan sey –
yid A b d ü lh ak îm E fendinin « rahm etullahi aleyh» (Er-riyâduttesavvufiyye)
kitâbı, tesavvufun, ta ’rîfini, târihini, m evzû’u n u ve
ıstılâh lan n ı gâyet veciz o larak y az m a k d a d ır. K itâb, türkçe
olup, 1341 [m. 1923] senesinde, Istan b u ld a, harbiyye m ektebi
m a tb a ’asın d a basılm ışdır. Ö n sö zü n d e diyor ki:
Peygam berim izin «sallallahü aleyhi ve sellem » sohbetin d e
b u lu n m a k d a n d a h â şerefli, d a h â kıym etli bir ü stü n lü k o lm adığı
için, bu şerefe k av u şan lara (Sahâbe) denildi. O n la rd a n
so n ra gelenlere, o n la ra tâ b i’ o ld u k ları için (Tâbi’în), b u n lard an
so n ra gelenlere de, (Etbâ’ı tâbi’în) denildi. D a h a so n ra, din
işlerinde yükselm iş o lan lara, (Zühhâd) ve (Ubbâd) denildi. B unlard
an so n ra b id ’atler çoğalıp, her fırka, kendi önderlerine
Z âh id ve  b id dedi. Ehl-i sü n n et fırk asın d an o lup, kalblerini
gafletden k o ru y an ve nefslerini A llah a itâate k av u şd u ran ların
bu hâllerine, (Tesavvuf) ve kendilerine (Sofi) ismi verildi. Bu
ism ler, hicretin ikinci asrı so n u n d a işitildi. K endisine evvelâ
Sofi denilen E b û H âşim Sofidir «rahim e-hullahü teâlâ». K üfe
şehrinden o lup, Ş am da irşâd ederdi. Süfyân-ı Sevrînin «rahim ehullahü
teâlâ» üstâdı idi. [Süfyân-ı Sevrî «rahm etullahi aleyh»
161 [m. 778] de B asrada, E b û H âşim Sofi 115 de vefât etm işlerdir.
Süfyân dem işdir ki, (E b û H âşim Sofi olm asaydı, R ab b ân î
h akikatleri bilm ezdim . O nu görm eden önce, tesavvufun ne
o lduğ u n u bilm iyordum ). T ekke en önce, E b û H âşim için, R em –
leh şehrinde yapılm ışdır. (D ağ ları iğne ile o y arak to z etm ek,
kalblerden kibri çık arm ak d an kolaydır) sözü o n u n d u r. (F âidesiz
ilm den A llaha sığınırım ) sözünü çok söylerdi.]
— 110 —
T esavvuf ehli, başk a din a d a m la rın d a n fazla olan bir ilm
ile şereflenm işlerdir. Bu ilm leri, nefsleri ile m ücâhedede hâsıl
olan zevklerin ifâdeleridir. İlm ler, sa d rla rd a n satırlara intikal
edince, tesav v u f ehlinin büyükleri de, kendi bilgilerini yazm ağa
başladılar. H aris bin Esed M uhâsibî «rahim e-hullahü teâlâ» 241
[m. 855] de B asrada vefât etdi. (Kitâb-ür-riâye) de, vera’ ve tak v â
üzerinde geniş bilgi verdi. İm âm -ı A bdülkerîm K uşeyrî
«rahim e-hullahü teâlâ» 376 [m. 987] da N işapurda vefât etdi.
M eşhûr risâlesinde ve Şihâbüddîn-i Ö m er Sühreverdî «rahim eh
u llah ü teâlâ 632 [m. 1234] de vefât etti. (Avârif-ül-me’ârif) de,
ta rik a t edeblerini ve vecdlerini ve hâlleri bildirm işlerdir. İm âm -ı
M uham m ed G azâlî «rahm etullahi aleyh», (İhyâ) kitâbında, bu
iki kısm bilgileri, birlikde uzun açıklam ışdır.
G ö rü lü y o r ki, tesavvufun başlangıcı, nübüvvetin ve risâletin
başlangıcıdır. T esavvuf bilgileri, sem âvî dinlerin hak ik atlerini
an la m a k ile hâsıl olm uşlardır. T esavvufun b ir p arçası olan
(Vahdet-ül-vücûd) m a ’rifetlerini, b u d istlerin, yehûdîlerin akl ve
riyâzet ile an lad ık ları (Vahdet) ile karışd ırm am alıd ır. Birincisi,
zevk ile anlaşılan m a ’rifetler, İkincisi akl ile hâsıl olan hayâllerdir.
Bu zevki tatm ıy an gâfıller, ikisini aynı sanırlar. A bdülhakîm
«rahm etullahi aleyh» efendinin yazısı tem âm oldu.
[Y u k arıd a bildirilenlerden anlaşılıyor ki, A llah ü teâlâ,
E zzâriy ât sûresinde ,(Cinni ve insanları ibâdet etmeleri için
yaratdım) buyuruyor. İb âd et etm ek de, k u rb ve m a’rifet hâsıl
eder. D em ek ki, insanların Evliyâ «rahim e-hüm ullahü teâlâ»
olm aları em r o lu n m ak d ad ır. Bu da, farzları, nâfıleleri birlikde
y ap m ak la ve bid ’at sâhiblerinden u zak laşm ak la hâsıl olur.
T esavvuf y o lunda yapılan vazifeler, nâfıle ibâdetlerdir. F a rz la ­
rın k ab û l olm aları için bu lu n m ası şart olan ihlâs, bu vazifelerle
elde edilir. T esavvuf yehûdîlerden ve eski yunan lılard an alınm ış-
dır sö zü n ü n çok çirkin y alan ve iftirâ olduğu, y u k ard ak i bilgilerden
pekiyi anlaşılm akdadır.]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir