MEDİNE yakınlarındaki Benî Bekir kabilesini bir
müddetten beri söylentiler huzursuz ediyordu. Medine’de
peygamber olduğu söylenen zatın günden güne tâbilerinin
çoğaldığı, Müslümanların her geçen gün sayılarının artıp
büyük bir kitle meydana getirdikleri rivayetleri onları iyice
meşgul etmeye başlamıştı. Nihayet kabilenin ileri gelenlerinden
bir hey’et seçip Dımam bin Sâlebe’yi de baş
kan tayin ederek Medine’ye gönderdiler.
Bakalım hey’etin tedkik ve tesbiti ne olacak, nasıl bir
haberle döneceklerdi. Hey’etin başkanı olan Dımam, mert
ve sert mizaçlı bir adamdı. Sert konuşur, mert hareket
ederdi. İnanırsa tam inanır, inanmazsa hiç inanmaz, her
iki halini de açıkça ilân etmekten çekinmezdi. Nitekim
Medine’ye gelip de Resûlüllah’ın mescidi kapısında develerini
çökertip içeri girdiklerinde de bu hali dikkati çekti.
Mescid’de söze şöyle başladı:
– Abdülmuttalib’in torunu hanginizdir?
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz cevap verdi:
– Ben’im!
– Muhammed sen misin?
– Evet?
– Öyle ise beni sabırla dinle! Ben sert ve kaba mizaç
lı bir adamım. Suallerim ağır ve kesin olacak. Bana kızmayasın.- Sana kızmayacağım. Ne istersen sor!
Arkasında bekleyen hey’etin temsilcisi olarak konuşan
Dımam, suallerini şöyle sıraladı:
– Senin, senden evvelkilerin ve sonrakilerin Allah’ı
hakkı için soruyorum. Seni bize Peygamber olarak (Hakikî)
Allah mı gönderdi?
– Evet, Allah ¿önderdi.
– Senin ve senden evvelkilerin ve sonrakilerin Allah’ı
hakkı için soruyorum. Sadece kendisine ibadet etmemizi,
O’na hiç bir varlığı ortak koşmamamızı ve atalarımızın
ibâdet etmiş olduğu putları terketmemizi emretmeni de
Allah mı emretti?
– Evet, Allah emretti.
– Senin ve senden evvelkilerin ve sonrakilerin Allah’ı
hakkı için soruyorum. Günde beş vakit namaz kılmamızı
da Allah mı emretti?
Resûlüllah Aleyhisselâm buna da: “Evet, Allah emretti”
buyurduktan sonra İslâm’ın diğer hac, zekât, oruç gibi
farzlarını da saydı, kısaca bilgi verdi. Saydığı her farzı dikkat
ve şuurla dinleyen Dımam, her emrin arkasından evvelki
gibi “bunu da Allah mı emretti?” diye soruyordu. Nihayet
soruları bitip istifhamları tümüyle cevaplandıktan
sonra gitmek üzere ayağa kalkan Dımam, son sözünü
şöyle söyledi:
– Allah’dan başka Allah olmadığına, Muhammed’in de
O Allah’ın gerçek Peygamberi olduğuna şeksiz, şüphesiz
iman ediyorum. Bu farzları yerine getireceğim. Bu haramlardan
da mutlaka uzak kalacağım. Şunu da iyice idrak
ediyorum ki, bunlardan ne eksik yapacağım, ne de fazla.
Hepsi bu kadar.
Bu sözleri söylerken mescidin eşiğinden çıkıp devesine
atlamış olan Dımam, arkasmdakilerle birlikte uzaklaşırken
Resûlüllah Aleyhisselâm tebessüm ederek buyurdu:- Devesine atlayıp da giden şu saçını ikiye ayırmış
adam var ya? İşte, o bu söylediklerini tam icra ederse
Cennete girmiştir.
Resûlüllah’dan işittiklerinin ne fazla, ne de eksiğini
yapmayıp aynını yapacağını söyleyerek Benî Bekir’e dö
nen Dımam, hemen kabilenin meydanlığında bir dellâl
bağırttı:
– Ey Benî Bekirliler, tiz buraya toplanın!
Heyecanla toplanan kabile halkı, itimat ettikleri Dı-
mam’ın kendileri için getirdiği haberi merakla dinlemeye
koyuldular. O güne kadar kendi elleriyle yaptıkları Lât ve
Uzza putlarının karşısına geçip saatlerce göz yaşı döküş-
lerinin ne kadar aptallık olduğunu nihayet şuurla anlayan
Dımam’ın ilk sözü şu oldu:
– Lânet olsun Lât ve Uzza’ya! Bizi ne kadar da aldatıp
kandırmışlar!
Benî Bekirliler birden irkildiler. Verdikleri karşılık ise
ibretliydi:
– Sus ey Dımam! Cüzzama, alaca hastalığına yakalanırsın,
deli olup çıkarsın.
Dımam gülümseyerek cevap verdi:
– Yazık sizlere. Vallahi onlar, kimseye ne fayda verebilir,
ne de zarar. Taşın, toprağın kendiliğinden kimseye zarar
ve fayda verdiği nerede görülmüştür?
Dımam bundan sonra nasıl inanmaları gerektiğini
anlattı:
– Şunu iyi bilin ki, Allah artık son Peygamberini göndermiş,
kitabını da O’na indirmiştir. O Peygamber ve kitap
sizi bu gibi kötülüklerden koruyacak, doğruya ulaştı
rıp, hakikati bulduracaktır. Ben şeksiz, şüphesiz iman
ediyorum ki, Allah birdir. Allah’ın benzeri, ortağı yoktur.
Varlıktan hiç biri O’na benzemez. Muhammed de O Allah’ın
gönderdiği son Peygamberidir. Bizim neyi yapacağı
mız, neyi de yapmayacağımız Muhammed’e indirilen kitapta
mevcuttur.Dımam o gün akşama Kaaar suaııerı revapıauunuı.
Birkaç dakikalık sohbet-i nebeviyyeden aldığı sonsuz denecek
kadar derin ve geniş o İslâm bilgisini fasih ve beliğ
ifadesiyle aktardı.
Bu hâdiseyi anlatan İbn-i Abbas ve Vakıdî der ki:
– Vallahi o günün akşamında orada bulunanlardan
kadın erkek hiç kimse kalmadı, hepsi de İslâm’a girdiler.
Bununla da iktifa etmeyip büyük bir gayretle ertesi günlerde
hemen bir mescid inşa edip ezan okumaya başladı
lar. Benî Bekir’deki bu mescid artık bir hidâyet müessesesi
olmuştu. Oraya merakla gelenler İslâm’ın ulvî hakikatlannı
dikkatle dinliyor, sonra da doğruca Resülüllah’ı ziyarete
gidiyor, İslâm ile şerefleniyorlardı.
Siyer müverrihlerinin tefsirlerine bakılırsa Dımam’m
kısa sözlerinin derin te’sirler icra ederek muhataplarının
hidâyetine sebeb olmasında iki büyük nokta görülmüştür.
Biri, Dımam’ın büyük bir ihlâs ve samimiyetle tebliğ
de bulunması, tebliğ esnasında nefsine asla pay çıkarmayıp
sırf Allah rızasını esas alması.
İkincisi de, sözü dolandırmadan, uzatmadan, yabancı
fikirler katmadan, doğrudan doğruya İslâm’ı anlatması,
fuzulî sözlerle esas mevzuu karıştırarak dinleyiciyi söz kalabalığına
boğmaması.
Dıman Bin Salebe
05
Mar