MEKKE’NİN fethedildiği günde Resûl-i Ekrem Hazretleri
bâzı şartlarla af ilân etmiş, ancak bu aftan İslâm’a bü-
^oık zararlar vermiş olan bâzıları istisna kalmışlardı. Safhan
da bunlardan biriydi. Nitekim verdiği zararları bir bir
düşünen Safvan, dönüş yapamayacağını kabûl ederek
kurtuluşu kaçmakta bulmuş, Ashab ordusu Mekke’ye girerken
o da Cidde’ye doğru çöle açılmıştı. Niyeti, Cidde’de
bineceği bir gemiyle Yemen’e gitmek, Resûlüllah’ın ülkesinden
başka bir ülkede hayaünı sürdürmekti.
Ancak, vaktiyle Resûlüllah’ı öldürmesi için Medine’ye
gönderdiği halde imanla müşerref olup geri gelerek kendisini
İslâm’a dâvet eden Umeyr peşini bırakmak niyetinde
değildi. Amca oğlu Umeyr, Safvan’ı mutlaka küfür ve dalâlet
bataklığından kurtarıp İslâm’ın aydınlık inancına kavuşturmak
istiyordu. Bunun için Resülüllah’a yalvarmağa
başladı:
– Ya Resûlâllah, Safvan bin Ümeyye için af ilân ediniz.
Korkusundan kaçıp sahile gitti. Oradan da başka ülkelere
giderek, belki de korkusundan canına kıyacak.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Resûlüllah, zaten
insanları küfür ve dalâlet bataklığından kurtarmanın çarelerini
düşünüyordu. Herkesi ihata eden geniş şefkat ve
merhameti Safvan’ı içine alamayacak durumda değildi.
– Safvan için istediğin af çıkmıştır. Git, müjdele. Ona
kimse dokunmayacaktır.
Umeyr’in sevinci pek fazla oldu. Bu şevk ve heyecanla
Safvan’ın peşinden o da çöle açıldı.
Gece gündüz demeden gidiyor, rastladığı çadırlardan
Kureyş’in ileri gelen eşrafı Safvan’ı soruyordu. Safvan misafirperverliğiyle
de meşhurdu. Onu çölde tanımayan
kimse azdı. Nitekim çok kimse onu tanımış, ne tarafa gittiğini
de kolayca tarif etmişti. Sahile yakın bir yerde iyice
yaklaşan Umeyr, peşinden erişti.
Kendisini hemen gören Safvan, yanındaki kölesini
dürttü:
– Eyvah, yazıklar olsun bize! Şu gelen Umeyr değil
mi? Vallahi o beni öldürmek için geliyor. Vaktiyle onu Medine’ye
göndermiştim de Muhammed’in dinine girip beni
de o dine davette bulunmuştu. Şimdi aldığı emir üzerine
geliyor, muhakkak beni öldürecek!..
Umeyr, adımlarını yavaşlatmış, gözünü gözüne diktiği
Safvan’a müjde vermeyi tasarlarken Safvan’ın ilk sözü
onu sarstı.
– Ey Umeyr, bana yaptıkların daha yetmedi mi? Ben
senin çoluk çocuğunun geçimini yüklenmiştim. Borçları
nı da vermiştim. Şimdi de gelip beni mi öldürmek istiyorsun?
Tebessüm eden Umeyr hemen cevap verdi:
– Yanılıyorsun ey Safvan! Ben dünyanın en merhametli
ve şefkatli insanının yanından geliyorum. O, senin
için af ilân etti. Ben de bu affı müjdelemek için peşinden
geldim. Yanlış düşünme!
Safvan’ı inandırmak ne mümkün? Öylesine korkmuş
tu ki, kolay kolay inanamıyor ve şöyle diyordu:
– Vallahi Resûlüllah’ın beni affettiğine dair bir işaret
getirmedikçe bu söylediğine inanmam mümkün değildir!
Uzun konuşmalardan sonra ümidi kesilen Umeyr gerisin
geriye döndü. Tozlu yollar, kumlu çöller Umeyr’e zor
gelmiyordu. Zira o biliyordu ki, bir adamın kendisi vasıtasıyla
imanı kazanması sahralar dolusu koyun sadaka ver
mekten hayırlıdır. Kaldı ki Safvan cahiliyye devrinden de
dostu, hem de amcaoğlu, akrabasıydı. Her ne kadar Resûlüllah’ı
öldürtmek için kendisini Medine’ye göndermiş
se de şimdi imanla müşerref olup küfür karanlığından
kurtulması pek mümkündür. İhlâslı düşüncelerle geldiği
Mekke’de ayağının tozuyla hemen Resülüllah’ın huzuruna
girdi, karşılaştığı durumu kısaca anlattıktan sonra:
– Ya Resülâllah, Safvan’ı affettiğinize dair bana bir
işaret verin, diye yalvardı. Elini hemen başına atan Allah’ın
Resûlü, Yemen kumaşından yapılmış sarığını çekip
uzattı:
– Bunu Safvan’a götür ve kendisini affettiğimin işareti
olarak ver!
Vefalı dost Umeyr yine şevkle çöle açıldı. Tahmin ettiği
yerde Safvan’ı yeniden buldu ve kendisine:
– Ey Safvan, şunu iyi bil ki ben insanların en hayırlı
sının yanından geliyorum. Akraba hakkını, dostluk kıymetini
en iyi bilen biridir bu. Senin affına işaret olarak
bana sarığını verdi. Bunu göstersem sözüme inanır mı
sın?
Korkulu gözlerle bakan Safvan:
– Bir göreyim, dedi.
Umeyr koynundaki sarığı çıkarıp da şöyle bir sallayınca,
tanıyan Safvan:
– İnandım, inandım, bu onun sarığıdır! diyerek
Umeyr’in yanma gelip birlikte yola düştüler. Yolda bazan
bineklerine biniyor, bazan da yaya olarak geliyorlardı.
Mekke’ye girerken Safvan yine bineği üzerinde Mescid-i
Haram’a geldi. Binek üzerinde daha tedbirli buluyordu
kendisini. İkindi namazını kıldırmakta olan Resûlüllah’ı
seyreden Safvan, Umeyr’e sordu:
– Günde kaç vakit kılıyorlar bu namazı?
– Beş vakit,
– Bunu onlara hep Muhammed mi kıldırır?
– Evet.
Namazın bitişini bekleyen Saivan, selâmdan sonra
bulunduğu yerden seslendi:
– Ya Resûlâllah, Umeyr beni affettiğinizi, İslâm’ı kabul
edersem eski ettiklerimden hesaba çekilmeyeceğimi, şayet
kabûl etmezsem iki ay mühlet verdiğinizi söylüyor, bunlar
doğru mu?
Resûlüllah Hazretleri tebessümle karşılık verdi:
– Bunların hepsi de doğrudur!
– Öyle ise bana iki ay mühlet ver.
– Sana iki değil, tam dört ay mühlet var. Tercih hakkı
sana âit.
Bu konuşmalardan sonra kendini tam bir emniyette
hisseden Saivan, bineğinden indi, derin bir nefes alarak
evine döndü.
Artık dört ay kendisine kimse bir şey söylemeyecek,
düşünme ve muhakeme etme devresi yaşayacaktı. Bu sı
rada Peygamberimizin yanından ayrılmıyor, hattâ Huneyn
ve Hevazin gazâsına da katılmış bulunuyordu. Gaza sonunda
elde edilen büyük ganimetin arasında gezen Resû
lüllah, çöle sürülmüş develeri, koyunları, atları teftiş
ederken Safvan’m da bunlara hayran hayran baktığını
gördü.
Vadiye uzanmış olan sürüye bakarken dalmış olan
Saivan’a sordu:
– Bunları çok mu beğendin Saivan?
– Evet, pek hoşuma gitti.
Resûlüllah, Safvan’m dünyasını alt üst eden bağışını
yaptı:
– Al, bu gördüğün vadi, içindekilerle senin olsun!
Duraklayan Saivan, sessizleşti, kendine yapılan bağı
şın büyüklüğünü iyice düşündükten sonra feıyad edercesine
bağırdı:
– Hayır, hayır! Bunu başka kimse yapamaz. Bu ancak
Peygamber bağışı olur. Şehadet ve ilân ederim ki Allah birdir, sen de O’nun son Resûlüsün.
Bu sözler Safvan’ın İslâm’ını ilân ettiği ilk sözleriydi.
Bundan sonraki bütün mes’elesi, Resûlüllah’ın sözlerine
uymak, sünnetine tâbi olmak oldu. Ne mal kaldı gözünde,
ne de mülk. Evvelden hasretle baktığı servet ü sâman, artık
sadece iyilik ve hayır vasıtası oluyor, yoksullara ve İslâm’a
yardım cihetinden değer taşıyordu.
Bir gün kendisinin yanında Resûlüllah’dan şu mealde
bir hadis anlattılar:
– Hicreti olmayanın İslâmiyeti de yoktur!
Safvan bir daha sordu:
– Bu hadisi bizzat Resûlüllah’dan mı işittiniz?
– Elbette. Bu Resûlüllah’ın ikazıdır.
Birkaç gün sonra ashab arasında yayılan haber şöyleydi:
– Safvan devesine binip Medine’ye hicret ederek, İbni
Abbâs’m evine misafir olmuştur.
Bu haber kesinlik kazanınca durum Resûlüllah’a intikal
etti. Hazret-i Resûlüllah:
– Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur. Ancak cihad
ve cihad niyeti vardır, buyurarak Safvan’ın Mekke’ye
dönmesini tavsiye etti. Safvan da (42) tarihindeki vefatına
kadar Mekke’de ikamet etti. Evvelki alışkanlığı üzere aç
lan doyurup, yoksulları giydirdi. Cahiliyye devrinden kalma
iyi âdetlerini İslâm’dan sonra daha da geliştirirken kö
tü alışkanlıklannı ise tümüyle terketti, bir daha günah
olan itikad ve amellere asla yaklaşmadı. Babası Ümeyye
bin Halefin Bilâl-i Habeşî’ye ettiği zulüm ve işkenceleri
hatırladıkça üzülen Safvan, Bedir’de öldürülmesiyle bu
zulüm ve kötülüklerin sona erdiğini düşünür, keşke babam
Ümeyye bin Halef de benim gibi İslâm’la mes’ud olduktan
sonra İslâm için öldürülerek şehid olsaydı, diye
hayıflanıp dururdu.