MEKKE’NİN fethinde ilan edilen umumî aftan mahrum
kalanlardan biri de Hübar’dı. Hübar, aranmasına
rağmen bulunamamış, bulunduğu takdirde ise öldürülmesine
daha önceden karar verilmişti.
Şimdi hâdisenin başına geçiyor, Hübar’ın nasıl bir
cürmün sahibi olduğunu baştan tedkik ediyoruz.
Bedir gazasında esir almanlar arasında Ebü’l-Âs da
vardı. Ebü’l-Âs, Peygamberimiz kızı Zeyneb’in kocasıydı.
Mekke’de henüz vahiy gelmemişken Hatice validemizin isteği
üzerine Zeyneb’i iyi ahlâklı Ebü’l-Âs’a nikâhlamıştı.
Daha sonraları vahiy gelince Hazret-i Zeyneb iman etmiş,
ancak Ebü’l-Âs bu şuuru göstermemişti. Hattâ iman etmemekle
de kalmamış, onlarla birlikte seneler sonra Bedir’e
kadar gelmiş, Resûlüllah ve ashabına karşı savaşa
bile katılmış, nihayet Müslümanlara da esir düşmüştü.
Esirlerin Mekke’deki akrabaları ise kurtuluş akçesi
gönderiyor, yakınlarını esirlikten kurtararak serbest bırakılmasını
sağlıyorlardı. İşte bu sırada Resûlüllahin eline
kurtuluş akçesi olarak gönderilen bir gerdanlık verildi. Bu
gerdanlık, Mekke’de bulunan kızı Zeyneb tarafından kocası
Ebü’l-Âs’ı kurtarmak için gönderilmişti. Resûlüllah
kıymetli taşlardan yapılmış Yemen işi gerdanlığı şöyle bir evirip çevirince tanıdı ve gözlerinden pınl pırıl yaşlar akmaya
başladı. Hüzünlenmişti. Bunu gören ashab merak
edip sordu:
– Ya Resûlâllah, bu gerdanlık sizi neden hüzünlendirdi?
Ashabı da hüzünlendiren durumu şöyle anlattı:
– Bu gerdanlık, bizim rahmetli Hatice’nin, kızı Zeyneb’e
verdiği yadigâr gerdanlıktır. Anlaşılan kızım Zeyneb,
kocası Ebü’l-Âs’ın kurtuluş akçesi olsun diye göndermiş,
izin verirseniz bu yadigâr gerdanlığı sahibine iâde edelim,
kaybolup gitmesin.
Ashab buna müteessir olmuştu. Hemen esir Ebü’lÂs’ı
çağırdılar. Kendisine güzel bir cemilede bulundular.
– Ebü’l-Âs, sen serbestsin. Artık elini kolunu sallayarak
Mekke’ye gidebilirsin. Şu da Hazret-i Zeyneb’in gönderdiği
yadigar gerdanlıktır. Sana iâde ediyoruz. Bunu
annesinin hâtırası olarak götür, kendisine ver. Kurtuluş
akçesi olarak kaybolmasına gönlümüz razı olmadı.
Ebü’l-Âs, serbest bırakılışına çok sevinmişti. Lâkin
mes’ele bitmiş değildi. Kendisine Resûlüllah’ın bir mühim
teklifi vardı.
Mekke’ye varınca Hazret-i Zeyneb’i serbest bırakacak,
hattâ Medine’ye gelmesine yardım edecekti. Zira Ebü’l-Âs,
Müslüman olmamıştı. Hazret-i Zeyneb ise daha ilk senelerde
annesi Hatice’yle birlikte imanla müşerref olmuştu.
Müslümanın, Müslüman olmayanın nikâhında kalması
uygun değildi.
Ebü’l-Âs, bu teklife samimî olarak evet dedi. Böylece
Ebü’l-Âs’m yanma iki sahabe katan Resûlüllah, Zeyneb’i
alıp getirmek üzere gönderdi. Mekke’ye yaklaştıklarında
bunlar bir kenarda beklediler. Ebü’l-Âs ise Mekke’de durumu
kimseye sezdirmemeye gayret ederek hazırlık yapıp,
Hazreti-i Zeyneb’i bekleyen sahabîlere teslim etmekle kalmadı,
bâzı yakınlarını da yol arkadaşı olarak yanma yardımcı
verdi. Her şey tamamdı. Yola koyuldular. Bunlar bir müddet ilerledikten sonra bir ses işittiler:
– Durun, gitmeyin, kimi nereye götürüyorsunuz?
Bunlar Hübar’ın gurubuydu. Yanına birkaç tane
müşrik yardımcı toplayan Hübar bin Esved, Resûlüllah’ın
kerimesinin Medine’ye gitmesine razı olmuyordu. Nitekim
devenin üzerindeki çadırında bulunan Hazret-i Zeyneb’e
doğru yaklaşan Hübar, elindeki mızrağını uzatarak Hz.
Zeyneb’i aşağı düşürmeye çalışıyordu. Ötede yere yatıp
okunu yayına yerleştiren Kinâne ise son ihtarını verdi:
– Zeyneb’e yaklaşanı bir okla yere sererim. Çekilin
oradan!
Hübar, daha fazlasına cesaret edemedi. Ancak, Hazret-i
Zeyneb’i mızrağıyla itip aşağıya düşürdü. Sonra da
kaçarak uzaklaştı. Bundan çok korkan Hz. Zeyneb, üzerindeki
yavrusunu zayi etmiş, üstelik hayatî tehlike arzeden
kanama da geçirmişti.
Nitekim seneler sonrası da olsa mâruz kaldığı bu şoktan
meydana gelen te’sirden kurtulamamış, vefatı da bu
düşmeden dolayı olmuştu.
Medine’ye geldiklerinde durumu öğrenen Resûlüllah
Hazretleri emir verdi:
– Zeyneb’in yolunu kesip yere düşüren katil Hübar’ı
bulursanız onu ateşe atıp yakın!
Ancak, hemen arkasından bu emrini değiştiren Resû
lüllah, şöyle açıklamada bulundu:
– Ateşle cezalandırmak Allah’a mahsustur. Siz onu silâhla
katledin.
Hübar o günlerde aranmış, bulunamamıştı. Mekke’nin
fethinde demi heder edilenlerden biri de işte bu
Hübar’dı. İşlediği suçun büyüklüğünü bildiği için kaçmış,
aramalara rağmen yine bulunamamıştı.
Resûlüllah, fetihten sonra Huneyn ve Tâif gazalarına
gitmiş, oradan da Cirâne’ye dönmüştü. İşte burada Resû-
lüllah’ın çadırı önünde biri göründü. Bu, Hübar’m ta ken-
dişiydi. Bütün cesaret ve kuvvetini toparlayarak gelen
Hübar’ı görenler kılıçlarını çekip:
– Ya Resülâllah, işte Hübar, izin ver! diyerek öldürmek
istiyorlardı.
Eliyle işaret buyuran şefkat ve merhamet Peygamberi:
– Hübar’a bir şey yapmayın, gelsin, otursun, buyurdu.
Hübar, yere bakarak geldi, çadırın içindeki Resûlüllah’ın
huzurunda diz çöküp:
– Esselâmü aleyke ya Nebiyyallah, dedi.
Hübar titriyor, hem de bütün varlığıyla titriyor, bir
şeyler hissediyordu kendisinde. Çok büyük bir kararın
arefesinde olduğu anlaşılıyordu. Nitekim kararını veriyordu
da. O anda Hübar’dan bir feıyat işitildi.
– Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve Resûlühû.
Hübar İslâm’ını ilân etmişti. Ama Hübar’ın geçmişte
Resûlüllah’ın kerime-i muhteremesi Zeyneb’i deveden dü
şürüp yavrusunun zayiine, sonra da kendisinin ölümüne
sebeb oluşu, zihinlerde te’sirini devam ettiriyordu. Zaten
bunu Hübar da biliyordu. Bu sebeble şöyle devam etti:
– Belde belde, memleket memleket kaçtım, arabı terkedip
aceme iltica etmeyi düşündüm. Yaptığım suçun bü
yüklüğünü biliyor, ettiğim zalimliğin utancını hissediyorum.
Ancak, sizin yüce merhamet ve şefkatiniz, eşsiz af ve
üstünlüğünüz de bana ümid ve cesaret verdi. Bu sebeble
de bütün günahıma rağmen huzurunuza gelip teslim olarak
Müslüman oldum, tevbe ettim. Günahımı ve cehaletimi
ikrar ediyor, afVımza sığınıyorum.
Hübar sözünü bitirmiş, sükûta başlamıştı. Sıra Resû-
lüllah’taydı. Ne buyuracakü? Afva mı lâyık görecek, yoksa
adâletin hükmünü mü icra edecekti? Ama, Resûlüllah
kimleri afvetmemişti ki? Ebû Cehil’in oğlu İkrime, kardeşi Haris, Hamza’nın
katili Vahşî, ciğerini koparıp da yiyen Hind! İmana gelip
hidayete erdikten sonra Resûlüllah’ın afvına nail olmayan
var mıydı?
Bu kadar geniş ve derin şefkat, hidayete eren Hübar’ı
dışarıda bırakacak değildi. Nitekim Resûlüllah tane tane
söylediği afv cümlelerini şöyle ifade buyurdu:
– Hübar! Rahat et. Seni afvettim. İslâm’a kavuşturmakla
Allah sana en güzel nimeti ihsan etmiştir. Şu anda
sahip olduğun İslâm, geçmişini afveder. Haydi git, serbestsin!
Bundan sonra geleceğin mühim!
Peygamberimizin huzurundan büyük bir sevinç, aynı
zamanda da yine büyük bir mahcubiyetle ayrılan Hübar,
hem yürüyor, hem de kendi kendine söyleniyordu:
– Bu olsa olsa Allah’ın Peygamberine mahsus büyüklük
ve üstünlük olur. Benim ettiğime bak, O’nun yüceliğine,
afv ve şefkatine bak. Beni serbest bıraktı. Elimi kolumu
sallayarak gidiyorum.
Ne var ki, Resûlüllah’ın bu afv ve müsamahasını herkes
gösteremiyor, Hübar’ı şurada burada gördükçe ona
sataşıyor, hattâ kırıcı sözler de söylüyorlardı. Bir gün gelip
şikâyet yolu sızlandı:
– Ya Resülâilah, bana eski hatamdan dolayı sataşanlar,
hattâ kırıcı söz söyleyenler var.
Peygamberimiz bu hareketin sâhiplerinden memnun
olmadı. Zira Hübar İslâm’a girmiş, hidâyete ermişti. Resûlüllah’ın
hedefi de insanların hidâyete ermesiydi. Artık
geçmişe takılıp kalmanın yeri yoktu. Bununla beraber
Hübar’a şöyle buyurdu:
– Ey Hübar, sabret. Sabır senin için hayra sebebdir.
Allah sabredenleri sever. Ve Resûlüllah Hazretleri şunu
da hatırlattı:
– Şayet sabrını sû’-i istimâl edip de sana sövmeye devam
eden olursa, sen de aynıyla karşılık ver, sözü iâde et! Gariptir ki, Hübar’a sataşan adam, onun aynıyla karşılık
verdiğini öğrenince bir daha sataşma cesareti bulamadı.
Susmayı tercih etti. Hübar da kurtuldu.
Resûlüllah Hazretleri bir gün Medine’de Hübar’m evi
önünden geçiyordu. Kulağına davul ve def sesleri gelmeye
başladı. Yanındakilere sordu:
– Nedir bu işittiğim sesler?
Cevap verdiler:
– Davul ve def sesleri. Hübar’ın kızının nikâhı için yapılan
düğün.
Peygamberimiz bundan memnun oldu. Zira nikâhı
ilân etmeyi ister, gizli nikâhı iyi bulmazdı. Bunun üzerine
şöyle buyurdu:
– Bu bir nikâhtır, sifah değildir.
Yani gayr-i meşrûluk yoktur ilân edilen nikâhta.
HÜBAR BİN ESVED NASIL AFVEDİLDİ?
05
Mar