Işıklı hâle getirme. Aydınlatmayı tabiî, sun’î, iç ve dış diye gruplara ayırmak mümkündür. Tabiî aydınlatma: Dünyâmızın, gündüzleri güneş, geceleri ise ay ve yıldızlar tarafından aydınlatıldığı herkes tarafından bilinmektedir. Güneş, ay ve yıldızlar sâyesinde olan tabiî aydınlatma Allahü teâlânın insanlara bahşettiği bir lütuftur. Yapılan binâların aydınlatılmasında bundan âzami derecede istifâde etmeye çalışılmaktadır.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 81
AYDINLATMA
yöne tekrar yöneltecek yansıtıcılar kullanarak veya gözü kaynaktan koruyan düzenle önlenebilir. Bir floresan lâmbada yansıtıcıları Allanarak aşağı doğru aydınlatma kontrol edilebilir. Masa lâmbasının abajuru ışığın göze gelmesini önlerken, ışığı masaya ve tavana aksettirerek aydınlatmayı sağlar. Işık kaynağının şekli: Işık kaynakları üç ana şekildedir. Nokta, doğrusal ve yüzeysel. Flaman- lı ve civalı lâmba pratik uygulamalardaki nokta kaynaklara misaldir. Floresan lâmba ise doğrusal bir ışık kaynağıdır. Bir panel lamba ise yüzeysel bir ışık kaynağıdır. Parlaklığı çalışma alanlarının aydınlatılmasına yetecek kadar değildir. Bu panellerin arkasında normal ve floresan ampuller bulunur. Lâmba ışığının rengi: İnsan gözü görülebilir ışık denilen nisbeten dar bir dalga boyu şeridini görebilir. Bu ise yaklaşık olarak 4000-7000 angstrom arasındadır. (Bir angstrom cm’nin yüz milyonda biridir.) Bu görülür ışık bandı içerisinde farklı dalga boylan, gözde ve beyinde farklı tepkiler doğurur. Bu tepkiler bizim “renk” dediği- iniz şeylerdir. İnsan gözünün gündüz en iyi gördüğü dalga boyu 5550 Angstrom olup renk olarak yeşil-sarı arası renklere karşı gelir. Güneş ışığı insan gözünün görebildiği bütün dalga boylarını ihtivâ eder. Sıcak ve soğuk dalga boyları arasındaki denge, havanın bulutluluk derecesine ve günün muhtelif saatlerine bağlıdır. Renk hâfızası, renk uyumluluğu, bakan kimseye alıştığı bir eşyâyı farklı aydınlatma şartlarında da tanımaya yardım eder. Diğer taraftan bir sanatkâr, renkleri bulutlu ve güneşli günlerde farklı farklı görür. İnsanoğlu alevli ışık kaynaklarının sarı olmasını tabii kabul etmiştir. Hava ve gaz karışımını kullanarak çalışan Welsbach hava gazı lâmbası, mum ve yağ lâmbalarına göre daha beyaz ışık verirler. Flamanlı lâmba ise buna nazaran daha beyaz ışık verirse de, güneş ışığına nazaran daha sarıdır. Diğer taraftan ilk floresan lâmbalar mavimsi yeşil renkteydi. Floresan lâmbaların diğer değişikliği ise ışığındaki renklerin fosfor kaplama kullanılarak kontrol edilebilmesidir. Bu kaplama civa arkındaki mor ötesi ışınları, görebilir ışın haline getirir. Bir çok renk tercihi olmasına rağmen, soğuk beyaz renk en fazla büro, fabrika ve okullarda gün ışığı ile kolayca karıştığı için kullanılır. Sıcak beyaz floresan lâmbalar, flaman lâmbalara benzer ışığa sahip olması yönünden geliştirilmiştir. Evlerde ve ti- cârî binâlarda eve benzer atmosfer hâsıl ettiği için kullanılır. Normal bir fosfor kaplamadan çıkan ışık, kırmızı ışına sâhip değildir. Ancak verimden fedâkârlık ederek dengelemek mümkündür. Lüks sıcak ve soğuk beyaz lâmbalar standart tiplerine nazaran daha fazla kırmızı ışık yayarlarsa da, toplam ışık çıkışı üçte bir daha azdır. Flo
resan lâmba kullanan bir kimse, ya sıcak beyaz veya lüks sıcak beyaz lâmba kullanmalıdır. Aydınlatmada ışık şiddeti birimi “mum”, ışık akışı birimi “lümen”, aydınlatma birimi ise “lüks”tür. Mum: Plâtinin ergime sıcaklığı olan 1760°C’de bulunan siyah bir cismin lcm2lik yüzeyinin kendisine dik doğrultuda verdiği ışık şiddetinin 1/60’idir. Lümen: Bir mum şiddetindeki bir kaynağın bir metre uzaktaki bir metre karelik bir yüzeye dik olarak gönderdiği ışık miktarıdır. Lüks: Bir metre karelik bir yüzeye düşen ışık akışı miktarı bir lümen ise, bu yüzeyde meydana gelen aydınlanmadır. Işık şiddeti I olan bir kaynağın yayacağı toplam ışık akışı miktarı f ise: f = 4.p.I’dır. Bir yüzeydeki aydınlatma şiddetini E ile, yüzey alanını A ile gösterirsek: E = f/A .’dır. Bir şehir yolundaki ışıklandırmanın ortalama değeri 10-20 lüks arasında değişirken, güneşli bir günde güneşin temin ettiği aydınlatmanın değeri 50.000-70.000 lüks arasında bulunmaktadır. Aydınlatma, aydınlatmanın yapıldığı yer ve gâyesi bakımından pekçok çeşide ayrılır. Bunların bâzıları şunlardır: Fabrika ve işyerlerinin aydınlatılması :
Uygun çalışma ortamının temini için havanın berrak olmadığı zamanlarda fabrika ve işyerlerinde gündüz de sun’î aydınlatma devam eder. Sun’î aydınlatma tesisleri, ışığın mümkün olduğu kadar düzgün bir dağılışını sağlamak gâyesiyle yapılmış olup, özel durumların dışında mahallî aydınlatmada kullanılmaz. Gölgelerin yok edilmesine ve lâmbaların gözü kamaştırmayacak şekilde yerleştirilmesine ayrı bir önem verilir. Yüksekliği sınırlı olan işyerlerinde tek veya bir kaç sıra hâlinde dizilen projektörlere yerleştirilmiş lâmbalar kullanılır. Yüksekliği 8 metreyi aşan işyerlerinde ise yuvarlak floresan lâmbalar tercih edilir. Böylece ekonomik bir aydınlatma sağlanmış olur. Büro ve okul aydınlatması: Büro ve okullarda ışık, muhakkak tek biçim ve bunun yanında mümkün olduğu kadar güneş ışığına benzer biçimde yayılmış olmalıdır. Yazı ve çizim masalarının üzerinde aydınlatmayı temin eden tek lâmba kullanılması mahzurludur. Bu, gözlerin çok çabuk yorulmasına sebeb olur. Gözü en fazla yoran ışıklar tek noktadan gelen ışıklardır. Lâmbaların parlaklığını gidermek ve dağınık bir ışık akışı elde etmek için özel sûrette hazırlanmış, ekranları plek- siglas levhaları ile yapılan floresan tüplü plafon- yeler kullanılır.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 83
Aydınoğulları Beylerinden Süleyman Beyin Tire’deki türbesi.
de fethetti. Bizans İmparatoru ile dostça geçinen Umur Bey, adalardaki isyânların bastırılmasında imparatora yardım etti. Nitekim 1336 yılında Bizans İmparatoru, Umur Beyle bir dostluk antlaşması yaparak, Sakız Adasını Aydınoğullarına bıraktı. Bizans’la olan anlaşmasına sâdık kalan Umur Bey de onlara gerektiğinde yardımda bulundu. Gâzi Umur Bey, 1338-1339 yıllarında yanında kardeşi Hızır Bey de olduğu hâlde Adalar denizi ve Yunanistan’a seferler düzenledi. Daha sonra Karadeniz’e geçerek Kili ve Eflak seferlerini gerçekleştirdi (1340). Umur Bey bu son sefere üç yüz gemi ile çıktı. Güçlü bir donanmaya sâhib olduğundan Girit ve Kıbrıs üzerine olan akınlarını yoğunlaştırdı ve muvaffakiyetleri her tarafa yayıldı. Özellikle bu seferler sonunda Latinlerin yakın doğudaki menfaatleri tamâmen yok olduğundan, Papa, Aydınoğulları üzerine yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini teşvik etti. Bu defâ 1344-45 yıllarında Kıbrıs, Cenova, Venedik ve Rodos gemilerinden teşekkül etmiş olan Haçlı donanması ansızın ve büyük bir baskınla sâhil İzmir’i aldı. Ancak Haçlılar yukarı İzmir’i elinde tutan Umur Beyin şiddetli ve devamlı taarruzlarıyla karşılaştıklarından, kesin netîceye ulaşamadılar. Sonunda antlaşma yapmağa karar verdiler. Fakat, bâzı müttefiklerin antlaşmaya yanaşmaması üzerine, Papa bu antlaşmayı onaylamadı. Antlaşmayla bir sonuca varamayacağını bilen Umur Bey, Sâhil İzmir’ini almak için bütün gücüyle silâha sarıldı ve burayı var kuvvetiyle kuşattı ve bu esnâda ön saflarda kahramanca döğüşürken şehîd düştü. Mânevî güçleri sarsılan Aydınoğulları, İzmir üzerine yapılan bu kurtarma teşebbüsünden sonuç alamadılar. Gâzi Umur Beyin şehîd düşmesinden sonra, yerine büyük kardeşi Hızır Bey geçti. Hızır Bey, Umur Beyin yerini dolduracak bir kimse olmadı
ğından, Haçlılara karşı mukâvemet gösteremedi ve ağır şartlarla, bir antlaşma imzâladı (1348). Bu antlaşma Aydınoğullarının fâaliyetlerini durdurmuş ve beyliğin çökmesine sebeb olmuştur. Hızır Bey devlet merkezini Selçuk’a nakletti ve kendisinden sonra başa geçen kardeşi îsâ Bey de burada saltanat sürdü. îsâ Bey zamânında, Osmanoğullarının Anadolu birliğini kurma ve genişleme siyâsetine Aydı- noğulları karşı çıkmışlardır. Bu sebeple 1389’da Kosova Savaşında Birinci Murâd Hanın şehîd olmasından faydalanmak istemişlerdir. Karamanlılar başta olmak üzere, diğer bâzı beyliklerle ittifak yapmışlar, OsmanlIların aleyhinde bulunmuşlardır. Fakat yeni pâdişâh Yıldırım Bâyezîd, Rumeli işini yoluna koyduktan sonra, ilk iş olarak Anadolu yakasından tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bâyezîd, Alaşehir’i almış, Aydın taraflarına inmiş, mukâvemet görmeksizin Aydıneli’ni almış ve îsâ Bey teslim olmuştur. Yıldırım Bâyezîd de îsâ Beyin karşı koymadan ülkesini teslim etmesine mükâfât olarak kendisini İzmir ve civârının müstakil emîri tanımış ve îsâ Beyin kızı Hafsa Hâtûn ile evlenerek aradaki bağı kuvvetlendirmiştir. Yıldırım Bâyezîd, bir müddet sonra îsâ Beyi İznik’te ikâmete mecbûr etmiş, böylece Aydınoğulları Beyliğini kesin olarak OsmanlIlara bağlamıştır. Ankara savaşında (1402) Yıldırım Bâyezîd’in Tîmûr’a mağlûp ve esir düşmesinden sonra Aydı- noğulları Beyliği tekrar canlandı. Ancak bu sırada îsâ Bey ölmüştü. Bu îtibârla Aydınoğullarının başına Tîmûr Hanın emriyle, oğlu Mûsâ Bey geçti. Ertesi yıl Mûsâ Beyin vefâtı üzerine yerine İkinci Umur Bey geçti (1403). Fakat Aydınoğlu İb- râhim Bahadır Beyin oğlu ve İzmir Vâlisi Cüneyd Bey buna karşı çıkarak, saltanat iddiâsında bulundu. İkinci Umur Beyin üzerine yürüyerek Ayas- luğ’u zabteden Cüneyd Bey, Umur’un 1405’te ölümüyle de Aydınoğulları topraklarına tek başına, 1425’e kadar bâzı fâsılalarla hâkim oldu. Cüneyd Bey, yerini sağlamlaştırmak için
AYDINLATMA
19
Tem