Eshâb-ı kirâmın
büyüklerinden. İlk îmân edenlerin akıncısıdır.
Babası M es’ûd, annesi Ümm-i Abd’dır. İbn-i
Mes’ûd ve İbn-i Ümm-i Abd isimleriyle meşhûr olmuştur.
Künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Abdurrahmân’dır.
Mekkeli olup, doğum târihi kesin olarak
bilinmemektedir. 652 (H. 32)de Medine’de
vefât etti. Kabri Cennet-ül-Bakî Kabristanındadır.
M üslüm an olm adan önce Ukbe bin Ebû
Mu’ayt’ın koyunlarını güderdi. Bir gün koyun
güderken Resûlullah ve hazret-i Ebû Bekr kendisinden
süt istediler. Süt olmadığını söylemesi üzerine,
Peygamber efendimiz hiç yavrulamamış bir
koyunun memesini sıvazladı, meme derhal şişti ve
bol süt verdi. Bunu gören Abdullah bin Mes’ûd derhal
Müslüman olup, Müslümanların altıncısı olma
şerefine kavuştu. Müslüman olduktan sonra Ukbe’nin
yanından ayrıldı ve Peygamber efendimizin
hizmetine girip yanında bulundu. Kur’ân-ı kerîmi
iyi öğrendi. Pekçok hadîs-i şerîf dinledi ve ezberledi.
Sahâbe ve Tâbiînden pekçok kimse ve hattâ
Ebû Hüreyre ile İbn-i Abbâs bile kendisinden hadîs-i
şerîf rivâyet etmişlerdir. Hayatta iken Cennet’le
müjdelendi.
Mekke’de Kur’ân-ı kerîmi ilk defâ sesli olarak
açıktan okuyan Abdullah bin Mes’ûd idi. İnanmayanlar,
kendisine çok eziyet ve işkence yaptılar. O,
bundan vaz geçmedi. İşkenceler dayanılmayacak
hâle gelince izin ile iki defâ Habeşistan’a hicret etti.
Bedr, Uhud, Hendek, Yermük ve diğer gazâlara
iştirâk etti. Hepsinde büyük kahramanlık ve fedâkârlık
gösterdi. Bedr Harbinde müşriklerin en azgını
olan Ebû Cehl’i öldürdü. Bîat-ı Rıdvân’da bulundu.
Milâdî 641 (H. 20) yılında Küfe kâdılığına
tâyin olundu. Orada hazîne muhâfızlığı da yaptı.
Hazret-i Ömer, İran halkına yazdığı mektupta;
“İbn-i Mes’ûd’u yanımda alıkoymayarak sizi kendime
tercih ettim.” demiştir. Hazret-i Osman’ın
son zamanlarında Medîne’ye döndü. 653 (H.32)te
60 yaşının üzerinde olduğu halde vefât etti. Abdullah
bin Zübeyr ile oğlu, teçhiz ve tekfin ettiler.
Cenâze namazını hazret-i Osman kıldırdı. Vasiyeti
üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir.
Abdullah bin Mes’ûd, Resûlullah’ın huzûrunda,
meclislerinde sık sık bulunurdu. O derece ki,
Resûl-i ekremin Ehl-i beytinden olduğu sanılırdı.
Resûlullah’ın eşyâlarını taşırdı. Onlara hürmetinden
çok güzel giyinirdi. 70 sûreyi Resûlullah’ın
mübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir. Âsim,
Hamza, Kisâî, Halef, A’meş gibi meşhûr kırâat
imâmlarının silsilesi İbn-i M es’ûd’da son bulmaktadır.
Peygamber efendimiz, Abdullah bin
Mes’ûd’u Kur’ân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı.
“Kur’ân-ı kerîmi, İbn-i Mes’ûd, Sâlim,
Übey bin Ka’b ve Muâz bin Cebel’den öğrenin!”
buyururlardı. Resûl-i ekrem Kur’ân-ı kerîmi
ondan dinlemeyi çok severdi. Bir gün “Nisâ sûresini
oku, dinleyelim.” buyurdu. İbn-i Mes’ûd;
“Kur’ân-ı kerîm size indi. Biz O ’nu sizden okuduk
ve sizden öğrendik.” dedi. Resûl-i ekrem; “Evet
öyledir. Fakat ben Kur’ân-ı kerîmi başkasından
dinlemeyi severim.” buyurdu. İbn-i Mes’ûd okumaya
başladı meâlen; “Halleri ne olacak? Her
ümmetten bir şâhit getireceğimiz zaman…”
(Nisâ sûresi: 41) âyet-i kerîmesine gelince, Resûlullah’m
mübârek gözlerinden yaşlar boşandı.
Abdullah bin Mes’ûd, hadîs ilminde en büyük
âlimlerdendi. Hadîs rivâyetinde çok büyük hassâsiyet
gösterirdi. Sekiz yüz kırk sekiz hadîs-i şerîf
rivâyet etti. Bildirdiği hadîslerin çoğu Ahmed bin
Hanbel’in Müsned adlı kitabında toplanmıştır.
Buhârî ve Müslîm, İbn-i Mes’ûd’un 64 hadîsini
ittifakla Sahihlerine almışlardır. Ayrıca Buhârî
21, Müslîm 35 hadîsini müstakil olarak almıştır.
Abdullah bin Mes’ûd, fıkıh ve tefsir ilimlerinde de
Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerindendi. Kûfe’de
yaptığı vazifelerden biri de dînini öğretmekti. Hanefî
mezhebinin temeli İbn-i Mes’ûd’a dayanır.
Fıkıhla ilgili ictihâdları, Mevsûâtü İbn-i Mes’ûd
adlı eserde toplanmıştır.
Abdullah bin Mes’ûd’u Peygamber efendimiz
medh ederek buyurdu ki:
İbn-i Mes’ûd’un sözüne, bilgisine sarılınız.
Kim Kur’ân’ı, indiği andaki tâzeliğiyle okumaktan
hoşlanıyorsa, İbn-i Ümmi Abd (İbn-i
Mes’ûd) gibi okusun.
Siz İbn-i Mes’ûd’un vücutça zayıf olduğuna
bakmayın, mîzânda hepinizden ağırdır.
Abdullah bin Mes’ûd, Resûlullah’ın sünnetine
tamâmen uyardı. Son derece misâfirperverdi. Çok
namaz kılardı. “Ben nâfile oruç tutunca namaza zayıf
kalıyorum. Halbuki namaz benim için nâfile
oruçtan daha kıymetlidir.” derdi. Adâlete çok dikkat
ederdi.
Buyurdu ki: “Zâlimi seven kimse, Kâbe’de 70
yıl ibâdet etse, yine de kıyâmet günü Allahü teâlâ
onu o zâlim ile berâber bulunduracaktır.”
“Hayır eken çok mahsûl alır. Şer (kötülük)
eken nedâmet (pişmanlık) biçer.”
“Sıkıntısı olan kimse çok istiğfâr okusun.”
“Kişiye fakîrlik zenginlikten, tevâzû şöhretten
daha iyi gelmedikçe, hakîkî îmâna kavuşamaz.”
“Hepiniz misâfirsiniz. Mallarınız emânettir.
Misâfir gidici, mallar da sâhibine kalıcıdır.”
Peygamber efendimizden bizzât işiterek bildirdiği
hadîs-i şeriflerden bâzıları şunlardır:
Saîd olan kimse başkalarından nasîhat alandır.
Allahü teâlâ doğruyu, Ömer’in dili ve kalbi
üzerine indirdi. Ümmetimden Ömer’in râzı
olduğundan ben de râzıyım.
Günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş
gibidir.
Dünyâyı âhirete tercih eden kimseye Allahü
teâlâ üç tane bela verir: Kalbinden hiç çıkmayan
sıkıntı, hiç kurtulamayacağı fakirlik ve
doymak bilmeyen hırs.
Her derdin bir dermanı vardır. Yalnız ölümün
çâresi yoktur.
Kişi sevdiği ile berâberdir.
Allahü teâlâ güzeldir, güzeli sever.
Allahü teâlâ dünyâyı, sevdiğine de
diğine de verir. Âhireti ise ancak sevdi;
rir.
İki şeyden birine kavuşan insana g,
inek, buna imrenmek yerinde olur. Alla
lâ bir kimseye İslâm ilimlerini ihsân e
bu da her hareketini, bilgisine uygun
İkincisi, Allahü teâlâ birine çok mal ver
kimse de malını Allahü teâlânın râzı olduğ
ğendiği yerlerde harcar.