Buradan itibaren geride kalan dört sınıf için Kurân-ı Kerim üslûp değiştirerek, mülkiyet ve tahsis ifade eden (li) yerine zarfiyet ifade eden (fî) kelimesini kullanmıştır «fîr-riqâb, fi sebilillâh». Müfessirler bu değişikliğin tesadüfen olmayıp mâna ve mefhuma bağlı bulunduğunu, ilk dört sınıfta istedikleri gibi tasarruf etmek üzere zekâtın kendilerine temlik edildiğini, bu dört sınıfta ise zekâtın belli sınırlar içinde kullanılmak (kölelikten, borçtan, yolculukta düşülen maddî sıkıntıdan kurtulmak, cihâd etmek) üzere verildiğini ileri sürmüşlerdir. (80) İslâmm köleliği getirmediği, mevcut olan tatbikatı ıslah ettiği, kaynaklan teke indirdiği (meşru cihad neticesi alman esirlere tatbik edilebilecek şıklardan birisi olarak) sınırladığı, kölelere ileri derecede İnsanî haklar tanıdığı ve giderek bu müesseseyi ortadan kaldıracak tedbirler getirdiği mâlumdur. İşte bu tedbirlerden biri de zekât faslından kölelerin hürriyete kavuşturulması için harcama yapılmasıdır. Ebû-Hanîfe ve Şâfiî’ye göre bu harcama her köleye değil, hürriyete kavuşmak üzere sahibi ile anlaşma yapıp bunun için —bedelini kazanıp ödemek üzere— çalışan köleye (mükâteb) aittir. Ahmed ve Mâlik’e göre ise bundan maksat mükelleflerin, zekâta mahsuben kadın ve erkek köle alıp bunlan hürriyete kavuşturmalarıdır. Mükâteb köleler aynca borçlular içinde mütâlaa olunur. Âyetin her nevi köleyi içine aldığı anlaşılmaktadır. İmam Şâfiî sekiz smıf arasmda zekâtın eşit taksimini gerekli gördüğüne göre, devle
Köleler
12
Ara