İslâm’da işçi ile işveren, birer sınıf teşkil edecek ve birinden diğerine geçiş veya ikisini bir anda temsil mümkün olmayacak şekilde birbirinden ayrılmış değildir. Bu ayırım, ancak kapitalist sistemde, büyük iş kollarında, kapital ve teşebbüs sahibi ile çalışanların ayn olduğu yer ve durumlarda bahis mevzuudur. İslâm’da iş akdi, «icâre»; yâni «kiraya verme» mefhumu içinde ele alınmıştır; işçi, emeğini kiraya verendir. Aynca sermaye – emek (mudârabe), toprak – emek (muzâraa, müsâkat) ortaklıklarında da emekten (amel) bahsedilmiştir. Buna göre herkese iş yapan zanaatkârlar, sanâyiciler, doktor, avukat gibi serbest meslek sahipleri bu vasıflarıyla işçidirler (ecir-i müşterek); işlerini yaparken başkalarının emeğinden de istifade ediyor, yani işçi kullanıyorlarsa, bu vasıflarıyla da işverendirler. Buna mukabil, yalnız bir şahsa veya müesseseye çalışan kimse sırf işçidir (ecîr-i hâss); ancak bu işçi, emeği karşılığında ücret yerine, üretim ve gelirden pay alıyorsa, işçilik vasfına bir ölçüde işverenlik de katılmaktadır. İşte bu işçi – işveren anlayışı İslâm’da hem sınıf teşekkülü ve çatışmasını önlemiş, hem de işçinin işe sahip çıkarak üretimi arttırmasını, bir gün işveren haline gelme ümidiyle daha verimli olmasını sağlamıştır. İslâm hukukuna göre iş akdi karşılıklı rızâ ve irade beyanı ile tamam olur. İşin meşrû ve mübah olması, işçinin yapacağı iş ve hizmetin —müddet veya iş ve eser şeklinde— belli olması, alacağı ücretin ve istifade edeceği hakların kesin olarak tayin edilmesi, iş akdinin sıhhat şartlandır. (Mecelle, madde: 448 – 457). Bugün işe ilk girişte genellikle ferdî sözleşme ve akit ya
İŞÇİ ve İŞVEREN
13
Ara