Bir başkası namına çalışmak veya hizmet etmek suretiyleonun üretim veya kâr yahut da refah ve huzuruna katkıda bulunanbir kimsenin, bundan dolayı kendisine de bazı menfaatlersağlaması tabii hakkıdır; ancak, sistemler arasmda olduğu kadar,işçi ve işveren kuruluşları arasmda da tartışılan ve pazarlıkkonusu yapılan husus, bu hakkın çeşitleri ve miktarıdır.Biz burada işçi haklarım; işten önce, işe girdikten sonra çalışırkenve işten ayrıldıktan sonra olmak üzere üç grup içinde incelemeyeçalışacağız:
A) İŞE GİRMEDEN ÖNCEİnsanm şahsiyetinin gelişmesi, huzur ve mutluluğa ermesibüyük ölçüde, istediği işte, kabiliyetlerini geliştirebileceği sahadaçalışma imkân ve hürriyetine bağlıdır. İslâm, kişinin herhangibir sosyal kesim veya smıfa mensub olduğuna bakmaksızınona, güç ve kabiliyetine uygun her işte çalışma hürriyetinitanımıştır. Hiçbir kimsenin, örf – âdete veya iktidara dayanarakbelli bir işe öncelikle veya münhasıran girme imtiyazıyoktur; iş ve çalışmada tam fırsat eşitliği vardır; öncelik hakkıehliyet ve kabiliyete bağlıdır:Rasûlullah (s.a.v.) «Emânet zâyi edilince kıyâmeti bekle»buyurmuş, «emânetin zâyi edilmesi nasıl olur?» suâline karşıda «iş ehline değil de, ehli olmayana verilince kıyâmetin kopmasınıbekle» cevabmı vermişlerdir. (Buhârî)İslâm’ın «insanlar arasmda eşitlik» prensibine yukarıda işaretetmiş, buna delil teşkil eden nassları göstermiştik.Şüphesiz, çalışma hayatında fırsat eşitliği ve hürriyet—prensiplerin yürüdüğü ülkede— yeterince iş sâhasımn varlı
gına bağlıdır. İstediği işi bulamayan veya ekmek parasını kazanacak işi bulamayan kimsenin iş hürriyetinden bahsedilemez. Bu sebeple İslâm, devlete, herkese iş bulma vazifesini vermemekle beraber, bunun için gerekli tedbirleri almasını ve iş bulamayan kimselerin geçimlerini sağlamasını ondan istemektedir.