Vaktiyle akıllı ve irfan sahibi yaşlı bir zat vardıBu zat, dinî faziletleri kendi hayatında yaşar, yaşadığı dinî ölçülerle hareket ederdi. Onun için bu zatınsözleri kendi muhitinde (çevresinde) çok tesir ediyorolarak tanınmış ve bu şekilde kabul ediliyordu.Bir gün çok bal yiyen bir çocuk, hastalanır. Doktora götürülür. Doktor, bu çocuk bal yemeyecek, bâlyerse hastalığı iyileşmez, ölür, der. Fakat çocuk, balyiyeceğim diye tutturur. Çocuğun ağlayıp sızlamasınadayanamayan ana-baba durmadan biricik yavrularının derdine çare ararlar. Bir gün bir dostları, bizimmahallede bir zat var ona götürüp bir nefes ettirseniz (okutsamz), der, onun nefesi iyi gelir diye tavsiyede bulunur. Çocuğu o zata götürürler, durumu anlatırlar. Ö zats— Kırk gün sonra getirin, şimdi okuyamam, der.. Çocuğun ana-babasi:— Aman efendim, çocuğumuz çok hasta, bal yerse ölür dedi doktor, derler, çok yalvarırlar.Bütün bu yalvarmalarına rağmen o zat, olmazşimdi okuyamam, kırk gün sonra ancak olur, der.vKırk gün sonra çocuğu götürürler. Kapıyı çalarlar.Daha kapıda çocuğun başına elini koyar:— Bundan sonra artık bal yemiyeceksin değil miyavrum? diyerek çocuğun başını okşar. Haydi gülegüle.Bundan sonra verseniz de yemez diyerek dertliana-babayı uğurlar, eve gelirler. Çocuğa bal verirler.Çocuk yemem diye ağlar. Sevinçlerinden teşekkür etmek için o adama koşarlar:
— Niçin kırk güh bize ızdırap çektirdin? O zaman getirdiğimizde neden böyle söyleyivermedin, hemen kapıda bu işi kolayca bir sözle hallettin? diyerekhikmetini inceliğini sorarlar. O muhterem zat:
— Kırk gün evvel çocuğu getirdiğiniz zaman benbal yemiştim. O gün söykseydim, çocuğa tesir etmezdi. Kırk gün nefsimi bai yemekte, men ettim (alıkoydum) ki, çocuğa söylediğim zaman sözümün tesiri olsun, dedi. Eğer acele edip sizin derdiniz, ızdırabınızvar, çocuk çok hasta diye o gün söyleseydım sözümüntesiri olmazdı -e siz de buğun çocuğunuzun hastalığına çare bulamazdınız, der.
İZAH VE AÇIKLAMA:Bu hikâyede de ırşâd sahihleri için alınacak büyük ibret dersi vardır. Fazilete gönül veren kimseler,önce o fazileti kendi nefislerinde yaşamalıdırlar. Cemiyete önderlik yapacak ve yapmak isteyenler, faziletten, iyilikten söz eden efendiler, evvelâ dilleriylesöylemiş oldukları faziletleri, iyilik ve doğruluklarıbizzat kendileri yaşamalıdırlar ki, sonra söylediklerinin semeresini (meyvesini) alabilsinler. Faziletten sözedip faziletsizlikte örnek olursa ömür sermâyesini bo-şimdi bize söyle de bir daha yanlış (eksik) abdest almıyahm. Hem sana da duâ ederiz. Bir kelime öğretsen sana da sevâbı var. Sen daha iyi bilii”. i Yaşlısın; biz daha çocuğuz… İhtiyar müslüman:Çocuklar, her ikinizi ı de abdesti doğrudur, hemtıpkı aynıdır. İkinizin de aldığı abdestin arasında hiçbir fark (aynlık) yoktur. Abdesti yanlış ve eksik alanbenmişim, bu yaşıma gelmişim de doğru dürüst abdest almasını öğrenememişim… İşte şimdi sizler banadoğru abdest almasını öğrettiniz… Sağ olun, varolun; Allah sizlerden hoşnut (razı) olsun. Siz kiminevlâtlarısınız bakayım, isimleriniz nedir. Siz bana çokbüyük iyiliK ettiniz, dedi.Çocuklar:— Babamız Hz. Ali’dir, biz Hasan’la Hüseyin’iz.Hem torunlarıyız âhir zaman Peygamberi Hazret-iMuhammed (S.A.V.)’in dediler.İhtiyar müslümamn gözlerinden teşbih tanesi gibi yaşlar geldi, çok duygulandı, pek memnun olduğunu anlatmak için şöyle dedi:Evet, belli belli… Dine çok uygun davranış ve hareketiniz, terbiye ve nezaketinizden belli. O yüce Peygamberin torunları ve Hz. Ali’nin evlâtları olduğunuz,Peygamberimizin biricik kızı Hz. Fâtımatüz-Zehrâ’nınciğer pare yavrulan olduğunuz, edep ve terbiyenizden,hareket ve nezaketinizden bellidir… Hiç gönül kırmadan, ben ihtiyânn kalbini incitmeden yanlış abdestimi düzelttiniz, bana abdest almasını öğrettiniz. Allahsizden razı (hoşnut) olsun, diyerek çocuklara bol bolduâ etti.Müslüman kardeşim. Bu hikâyede ne kadar büyük ibret ve hisse var değil mi? Peygamberimizinsevgili torunları, büyüklerine karşı ne kadar güzeldavranıyorlar. Büyüklerinin gönlünü kırmadan, kalbini incitmeden hatasını giderip yanlışını düzelttiler,yaşlı müslümanm da duasını aldılar.