1856 da babası ölünce, ailenin geçim ve idaresi üvey ağabeyi Hafız İbrahim Ağa’ya kaldı. Kardeşi o sıralar Bulgaristan Genel Valisi Mithat Paşa’nm muhafız bölüğünde jandarma idi. Sonraları Vidin’e bağlı bir nahiyenin müdürü oldu. Küçük Ahmet, ağabeysine arada bir İstanbul’dan mektup yazar, ağabeysi de bu mektupları hükümet dairesindeki memurlardan birine okuturdu. Memur, mektupları yazan hakkında daima övücü sözler söyler : — «Yahu! Senin kardeşinin ne temiz anlatışı, ne sıcak yazışı var. Bizim vilâyetin mektupçusu bile bu kadar tatlı ve kıvrak yazı yazamaz!» derdi. Bu sözler ağabeysinin koltuklarım kabartır, gözlerini sevinçle yaşartırdı. Ağabeysi, Ahmed’e yazdığı mektupta bunları bildirince o da mektupları daha çok özenerek yazmağa başladı. Özenip bezenerek yazdığı mektuplardan bir tanesi, onu okuyan memur tarafından çok beğenilmişti. Memur bir gün Hafız İbrahim’e : — «Yahu, bu çocuk İstanbul’da ziyan olup gidiyor. Bu kadar güzel yazı yazan insan aktar kalfalığında bırakılır mı? Sen ona söyle: Hemen kalksın buraya geîsin. Vali Mithat Paşa Hazretleri, böyle eli kalem tutan gençleri sever, korur. Bir yolunu bulup, ona kardeşinden söz açtık mıydı, mesele kalmaz. Senin kardeşin de aktar kalfalığından kurtulur.» demişti. Aklı bu öğüde yatan Hafız İbrahim derhal Küçük Ahmed’e : — «Derhal, yola çık, gel!» Diye bir mektup yazdı. Bir miktar da para gönderdi.
Ahmet Mithat anlatır : — «Bu mektubu alır almaz, önce hâlâ hasta bulunan ihtiyar hocamın, anamın ve nihayet beni epeyce tokatlamış olan ustamın ellerini birer birer öptüm. Ustamdan başka hepsi de — kendilerinden ayrılacağıma üzüldüğü halde— parlak bir geleceğe koştuğuma seviniyorlardı. Fakat ustam, hiçbir bakımdan hoşnut değildi. Ben o sıralar tam yirmi yaşındaydım. Artık iyice okuyup yazıyor, hattâ Fransızcayı epeyce ilerlettiğim için kendi kendime ufak tefek çevirmeler bile beceriyordum. Zavallı ustam, ayda bir liraya, iki dil bilen, sekiz adamın işini gören, çalışkan, becerikli, kabiliyetli bir kalfayı nereden bulacaktı? Bana : * — «Sen böyle maceralara atılma… Sonra, başını taştan taşa çarparsın. İnsan hazır ekmeğini tepip de hayal peşinde koşar mı? Beni dinlersen aldanmazsım Ben senin ikinci baban sayılırım. Hiç seni, sonu hayırlı bir işten alıkoymak ister miyim? Ama bu gidişin iyi gidiş değil!» diye birçok baba öğüdü (!) verdi. Aktarlığın gittikçe daha da parlıyacağından ballandıra ballandıra uzun boylu lâf etti ise de, kulak asmadım. Hattâ en son yaptığı aylığımı arttırma isteğini de kabul etmedim. Hepsinden sonra anacığımı da, bir defa daha ve doya doya öpüp duasını aldıktan sonra, yola çıktım.»