Ahmet Mithat anlatmasına devam ediyor: — «Birkaç yıl içinde, bizim çarşının en bilgili insanı ben olmuştum. Basit bilgim sayesinde kazancım da artmıştı. Çünkü birçok kimseler, Anadolu’daki yakınlarına gönderecekleri mektupları ücret karşılığı bana yazdırmağa başlamışlardı. Bu arada fakir olanların mektuplarını da bedava yazıyordum. Bu basit iyilik de bana paradan çok daha kıymetli bir şey kazandırıyordu. Kendilerine yardımda bulunduğum temiz ve fakir insaar lar, bana bakışlarında okumakla derin ve masum bir lezzet duyduğum bir sevgiyle bağlanıyorlardı. Geceleri, ocağa asılmış kör kandilimin ışığında o kadar çok okuyordum ki, bunun zararını gözlerim çekmeğe başladı. Fakat kazancım biraz çoğalınca daha iyi ışıkta okumak imkânına kavuştum; ve gözlerimi tehdide başlayan tehlikeden kurtuldum. Bilginin dimağ aydınlatıcı temiz ve tükenmez ışığına doğru koştukça, hevesim ve hızım büsbütün artıyordu. Bazan bu şiddetli hevesle, kitabı ekmeğe bile tercih ettiğim ve ekmek paramı kitapçıya verdiğim oluyordu. Fakat öğrenilecek şeylerin bereketine kavuşmak, bana, yiyecek yokluğunun acısını unutturuyordu. Başım doydukça, kamımın açlığını duyuyordum. Okudukça konuşma tarzım, hareketlerim, düşüncelerim ve etrafımdaki insanlara karşı duygularım da değişiyordu; ve bambaşka bir insan oluyordum. O kadar ki, ustam ve babam bile, bana karşı davranışlarını tamamiyle değiştirmek ihtiyacını duymuşlardı. Beni artık dövmüyorlar, saygı gösteriyorlardı. Bütün bunlar, benim kitaplara ve bilgiye karşı duyduğum yakınlığı büsbütün arttırıyordu. İşte o sıralar eşsiz bir tesadüfün yardımiyle Hacı İbrahim Efendi’den ders almağa başlamakla, açılan talihimin en büyük iyiliğini gördüm.»
Bilgi yolunda ilerleyiş:
29
Oca