İslâm insanın, diğer yaşama vasıtaları ve ihtiyaç maddeleri yanında, toprağa da mâlik olmasını kabul etmiş, insanm diğer şeylere sahip olabildiği meşrû ve kanunî bütün yollar ve vâsıtalarla toprak mülkiyetine de sahip olabilmesini caiz görmüş ve bu mülkiyet hakkını, mâlikin hayatı boyunca devamlı kılmıştır. İslâm’ın özellikle toprak mülkiyeti üzerine koyduğu (yalnızca toprak mülkiyetine ait) hiçbir kayıt ve sınır yoktur. İnsan kanunî ve meşrû yollardan, küçük veya büyült bir toprak parçasına sahip olunca bu onun meşrû mülkiyetidir; bizzat ekmesi gibi bir kısıtlama mevzû-bahis değildir. Nasıl bir insanın evi, eşyası ve bineği olması ve bunlan istediği zaman başkasına kiraya vermesi caiz ise, aynı şekilde toprağının olması ve istediği zaman onu başkasına kiraya vermesi caizdir. Eğer toprağı, kira almadan bir başkasına vermeyi isterse bu onun sadakası olur; yok eğer kira veya ortakçılık şekliyle muâmele (iş) yapmak isterse —tıpkı ticaretteki sermaye – emek ortaklığı gibi— bu da caizdir. (2) Bugün bizdeki feodal sistemin kötülükleri doğrudan doğruya toprak mülkiyetinden doğmuş değildir; bu sebeple tedavisi de, iktisadın bilgili ve akıllı geçinen ulemâsının «ziraî reformlar» ismiyle teklif ettikleri «mülkiyete tabiî olmayan sınırlar koymak» veya «ferdlerin toprak mülkiyetlerini ortadan kaldırmak» değildir. İslâmî sisteme göre bunun tedavisi şöyle olacaktır: 1 — Toprak alış – verişinden her türlü kayıt kaldmlacak, diğer eşya ve ihtiyaç maddeleri gibi toprak da serebst bir şekilde alınıp satılacaktır. 2 — Ziraatle meşgul olan ve olmayan kesimler arasındaki fark bütün şekil ve yönleriyle ortadan kaldmlacaktır. 3 — Toprak sahiplerinin köy hayatında istifade ettikleri imtiyaz ve tazminatlar kanunla iptal edilecektir. 4 — Toprak sahipleri ile toprağı ekenler arasındaki haklar ve borçlar kanunla belirlenecek, bunun dışında toprak sahiplerinin ekiciler üzerinde hiçbir hakkı olmayacaktır. 5 — Miras konusunda İslâm öncesi devirlerden kalma bütün uygulama ve âdetlere son verilecek, toprak sahiplerinin mülkleri, hayatta kalan yakınları arasında şer’i usûle göre taksim edilecek, İslâm miras hukuku arâzi sahasında da büyük bir dikkat ve titizlik ile tatbik edilecektir.
6 — Arazînin, ekme veya üzerine binâ yapmayı terketmek suretiyle imar edilmemesi ve boş bırakılmasını önleyecek tedbir ve kayıtlar getirilecektir. Buna göre hükümetin, hiçbir karşılık almadan bir kimseye verdiği arazi, üç yıl boş bırakması ve imar etmemesi halinde bu kimseden geri alınacaktır. Parası ile aldığı halde, sahibinin boş bıraktığı arazîye gelince, belli bir zaman geçtikten sonra vergi konması uygun olacaktır. 7 — Arazînin sahipleri ve ekicilerinden, «zekât» mâhiyetinde olmak üzere mahsul ve gelirin bir bölümü alınacaktır. 8 — İlmî ve modern teknikle büyük çapta ziraat yapılmak istendiği takdirde, yardımlaşma birlikleri (bir nevi kooperatif) kurulması, küçük toprak sahiplerinin, toprakları üzerindeki mülkiyetleri bozulmadan, bu kuruluş sayesinde, küçük toprak parçalarını, rızâlarıyla büyük arzâîlere çevirmeleri, sonra da aralarında yardımlaşarak işi yürütmeleri uygun olacaktır. Bütün bu tedbirler ve ıslâhattan sonra, toprak mülkiyetinin makul sayılabilecek bir mahzuru ve kötü tarafı kalır mı? Elbette kalmayacaktır.
D iğ e r ü r e t im v â s ıt a la r ı v e iş h a y a t ı :
İslâm, tüketim araçları ile üretim vâsıtalarını —birinde özel mülkiyet meşrû, diğerinde gayr-i meşrû olacak şekilde— birbirinden ayırmaz. Tam aksine bir kimsenin, bir ihtiyaç mad desini üretmesi veya imal etmesini sonra da bir başkasına satmasını tereddütsüz caiz görür. Üretici işi bizzat yapıp yürütebileceği gibi başkasını da çalıştırabilir; o, üretim için kullandığı hammadde, âlet, makina ve fabrika gibi bütün vâsıtaların meşrû sahibidir. Bu, sınâî inkılâptan önce olduğu gibi bugün de —onun için— meşrûdur. Halbuki hiçbir kayıt ve sınır tanımayan sanayi ve ticaret, inkılâptan önce sıhhatli ve meşrû olmadığı gibi şimdi de değildir. Bunun halâ, maddeler halinde sıralayacağımız —İslâmî prensiplere müstenid— birtakım kayıtlarla sınırlanması gereği ve ihtiyacı mevcuttur: 1 — Ticaret ve sanâyide, insan gücü yerine makina kullanan teknik istihdamına izin verilmeden önce bunun, toplum ferdlerinden ne kadarını işsiz bırakacağı ve geçimlerine tesir edeceği inceden inceye araştırılmalı, sonra bunların geçim vâsıtalarının teminine çalışılmalıdır. 2 — Şüphe yok ki işverenle işçi arasındaki hak, görev ve şartların tayini, iki tarafın karşılıklı karar ve rızâlarıyla gerçekleşir. Ancak hükümetlerin bu mevzûda, bazı adâlet ve anlaşma prensipleri koymaları gereklidir: Asgari ücret ve maaş,
işçinin mesâi saati, işçinin hastalığında tedavi ve sakatlanması halinde tazminat hakkının asgarî sınırı, çalışamaz hale gelen işçinin geçimliği ve benzerlerini bunlar arasında sayabiliriz. 3 — İşçilerle işverenler arasmda meydana gelebilecek anlaşmazlık ve gerginlikleri gidermek, bunun için anlaşma, mahkemeye ve hakeme başvurma kâidelerini vazetmek; böylece grev ve lokavtların önünü almak hükümetlerin görevi olmalıdır. 4 — İhtikâr (stokçuluk), spekülasyon, kumar, şans oyunları ve hileli ticaret kesin olarak yasaklanmalı, piyasada fiat- ların sun’î olarak artmasına sebep olan bütün yollar kanunla tıkanmalıdır. 5 — Smâî mamûller ve ziraî mahsullerin imha edilmesi suç sayılmalıdır. 6 — Sanâyi ve ticaretin her şubesi, mümkün ölçüde rekâ- bet ve yarışmaya açık olmalı, ferd olsun grup olsun hiçbir kimse, başkalarının faydalanamadığı hak ve imtiyazları tekeline geçirememelidir. 7 — Umumî ahlâka ve sağlığa zararlı olan sanâyi ve ticaret kollarının kurulmasına izin verilmemeli, herhangi bir sebeple zarûret hâsıl olursa çok dar sınırlar içine alınmalıdır. 8 — Her ne kadar hükümetler, nazilerin yaptığı gibi sanâyi ve ticareti, hâkimiyet ve güdümleri altına almayacaklarsa da kılavuzluk ve koordinasyon vazifesini yerine getireceklerdir; böylece ülkenin sanâyi ve ticareti yanlış istikametlere yönelmeyecek, İktisadî hayatın çeşitli şubeleri arasında arzu edilen bütünleşme ve birbirini tamamlama durumu gerçekleşmiş olacaktır. 9 — Ülkede, devamlı olarak lüks içinde yaşayan grupların doğmaması için toprak sahiplerinin emlâkinde olduğu gibi sanâyici ve tüccarın malı da —sahibi vefat edince— İslâm miras hukukuna göre taksim edilecektir. 10 — Ziraatçilerden alındığı gibi sanâyici, tüccar ve çeşitli meslek sahiplerinin, belli ölçüde zengin olanlarından da, İslâm’ın tayin ettiği yerlere sarfedilmek üzere «zekât» adıyla bir miktar mal alınacaktır.
Mâli konular:
İslâm, mal ve servet mevzûunda ferdlerin, ihtiyaçlarından artan gelirlerini biriktirmelerini veya başkasına ödünç vermelerini, yahut ticaret, sanâyi ve diğer iş kollarına bizzat veya kârda ve zararda ortak olmak üzere şirketleşerek yatırmalarım caiz görmektedir. Şüphe yok ki, İslâm’a göre daha iyi olanı, insanlann, ihtiyaçlanndan artan gelirlerini hayırlara ve âmme menfaatlerine sarfetmeleridir; ancak, yukanda sayılan yollarla tasanufu da İslâm, aşağıdaki şartlar dahilinde câiz ve helâl kılmaktadır: 1 — Kişiler mal biriktirdikleri takdirde her yıl bunun % 2,5 nisbetindeki miktarını zekât olarak verecek, vefat edince de servetleri İslâm miras hukukuna göre taksim edilecektir. 2 — Eğer mallarını başkasına ödünç vermiş iseler —borçlu malı, ister tüketim ihtiyaçlan için kullanmış, ister ticaret ve sanâyide değerlendirmiş olsun— ancak verdiklerim geri alabileceklerdir; hiçbir durumda ödünç üzerine faiz alma hakkına sahip olmayacaklardır. Aym şekilde, eğer alacağı teminata bağlamak maksadıyla borçludan rehin almışlarsa ondan faydalanmaları ve onu kullanmalan helâl değildir. Alacaktan menfaat sağlamak, her halde faizdir ve hiçbir şekilde meşrû değildir. Kezâ insanm malım, müşteri bedeli peşin öderse daha ucuz, veresi alırsa daha pahalı satması da helâl değildir. (3) 3 — Eğer, mallannı bizzat ticaret, sanâyi ve ziraatte değerlendirip arttırma yoluna gideceklerse, bu mevzularda İslâm’ın koyduğu kaide ve hükümlere tâbi olacaklardır. 4 — Eğer sanâyi ve ticarette şirketleşme yolunu tercih ederlerse ortaklık hem kârda hem de zararda olacaktır. Bu kazanç veya zarar, ortaklar arasmda, üzerinde anlaştıklan nis- betler dahilinde paylaşılacaktır. Ticaret ve sanâyi ister kâr etsin, ister zarar etsin, mal (para vb.) sahibine belli bir kân veya menfaati garanti eden bir şirket şekli —şer’an caiz olmadığı için— kanunla yasaklanacaktır.