İslâm devlete, bütün ferdleri için iş hazırlamak, iş bulmak vazifesini vermemiştir; çünkü bu, bütün üretim vasıtaları üzerinde toplum hakimiyeti veya en azından nazizmin ön gördüğü şekilde bir hâkimiyet bulunmadıkça mümkün olmaz; öyle bir hâkimiyetin zararlı ve isâbetsiz yönlerinden daha önce bahsetmiştim. Bununla beraber İslâm, ferdleri kendi başlanna bı~ rakakarak, herkesin kendi durumu, arzusu ve vâsıtasıyla toplum hayatında dilediğini yapmasını, sonra da toplum içindehiçbir kimsenin, acizler, fakirler ve düşmüşlerin durumlarını gözetmek, ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumlu olmamasını caiz ve mübah görmemiştir. îslâm bir yandan ferd olarak her insana, elinden geldiği kadar, akrabasına ve diğerlerine yardım etmesi borcunu yüklerken diğer taraftan ticaret, sanâyi, ziraat ve diğer meslek erbâbmdan, çalıştırdıkları kimselerin haklarını tam olarak ödemelerini istemekte, bütün bunların üstünde devletten de şunlan taleb etmektedir: a) Sınırlan içinde bulunan hiç bir kimseyi, hayatî ihtiyaçlarından mahrum bırakmamak. b) İşsiz kalanlann, devamlı veya geçici bir sebeple iş yapamaz, çalışamaz hale gelenlerin ve bir felâkete maruz kalanlann geçimini sağlamak. c) Babalan ve diğer yakınlan ölmüş çocuklann bakımını üzerine almak. d) İlâç ve tedavi masraflarına gücü yetmeyen hastalann tedavilerini yaptırmak. e) Her açı doyurmak, her çıplağı giydirmek ve borcunu ödemekten aciz olanlann borçlannı yüklenmek. İşte bu, devletin idare ve murâkebesi altında kurulması ve işlemesi gereken en geniş sosyal sigorta müessesesidir. Bu sigortanın muhtaç olduğu finansman kaynaklanna gelince, İslâm bunlan da şu yollardan sağlamaktadır: 1 — Kendisinde nisâbı aşan miktarda mal biriken herkese bu malın yüzde iki buçuğunu zekât olarak vermeyi farz kılmıştır. 2 — Arâzisi olan herkese, kaldırdığı mahsulü yağmur su- luyorsa yüzde on, kuyu vb.den külfet ve masrafla sulanıyorsa yüzde beş nisbetinde zekât yüklemiştir. 3 — Her tâcir ve sanâyiciye, her sene nihayetinde, ticaret mallarının yüzde iki buçuğunu zekât olarak vermeyi farz kılmıştır. 4 — Serbest merada otlayan hayvanlan olan kimselere, bunlar nisâbı dolduracak kadar ise belli bir miktannı devlete vermelerini farz kılmıştır. 5 — Madenlerden ve definelerden beşte bir devlet hissesini farz kılmıştır. 6 — Savaşta alman ganimetlerin beşte birinin, aynı maksatlara tahsisini farz kılmıştır. Bütün bu kaynaklardan toplanan malın sarfı, Kur’ân-ı Ke- rîm’in zekât ve humus (beşte birlik devlet hakkı) için açıkla
dığı usûl ve yerler çerçevesinde olacaktır ki, bunların en büyüğü, yukanda zikredilen sosyal sigortadır.
Devletin sınırlı müdahalesi
İslâm, prensip olarak ticaret, sanâyi ve ziraat sektörlerinin yaptıklannı, onların yerine bizzat devletin yapmasını benimsemiyor. İslâm’a göre devletin vazifesi, ülkede dirlik ve düzeni sağlamak, eğitim ve öğretim yoluyla halka doğru ve hayırlı yolu göstermek, adâleti tesis etmek, bozukluk ve gayr-i meşrûluk lara son vermek, âmme hizmetlerini yerine getirmektir. Siyasi güç yanında arâzi mülkiyetini, sanâyi ve ticareti devletin tekeline almasından doğan kötülükler ve problemler, az olan faydasına nisbetle o kadar büyüktür ki, İslâm buna tahammül edemez. Devletin yürütmesine İslâm’ın cevaz verebileceği sanâyi kolları ve büyük işler ancak, toplum hayatı için zarurî olduğu halde ferdlerin (özel sektörün) yapamayacağı veya ferdlerin elinde bulunması, gerçekten âmme menfaatine aykırı ve zararlı olan işlerdir. Eğer devlet, diğer ticari ve smâî işlere el atarsa kurup yürüttükten ve başarı sağladıktan sonra bunlan ilk fırsatta fertlere devretmelidir. İşte bu kâideler, sınırlamalar ve ıslahât teklifleri —yukarıda zikri geçen— yedi tabiî prensip (4) ile birleştirilince toplum, feodalite ve kapitalizmin bütün kötülüklerinden kurtulacak, dengeli bir ekonomik düzen kurulacak ve bu düzen içinde, ferdî hürriyet ile sosyal huzur ve denge —smâî inkılâbın gelişmesi yolunda hiçbir engel meydana getirmeden, adâlet ve düzen içinde— yanyana yürüyebilecektir.